favorileri (39)

başlık listesine taşı
  • 96. akademi ödülleri

    adapted senaryo ve saç makyaj dışında bütün tahminlerim tuttu. en çok da emma stone varken en iyi kadın oyuncu ödülünü favori gösterilen lily gladstone'un almamasına ve past lives filminin hiçbir ödül almamasına sevindim.
    pek güzel filmler gördüğümüz 96. oscar senesinin ödül alan filmleri ve kategorileri şöyle:

    en iyi film: oppenheimer
    en iyi yönetmen: christopher nolan | oppenheimer
    en iyi erkek oyuncu: cillian murphy | oppenheimer
    en iyi kadın oyuncu: emma stone | poor things
    en iyi yardımcı erkek oyuncu: robert downey jr. | oppenheimer
    en iyi yardımcı kadın oyuncu: da'vine joy randolph | the holdovers
    en iyi özgün senaryo: anatomy of a fall | justine triet, arthur harari
    en iyi uyarlama senaryo: american fiction | cord jefferson
    en iyi kurgu: oppenheimer | jennifer lame
    en iyi görüntü yönetimi: oppenheimer | hoyte van hoytema
    en iyi prodüksiyon tasarımı: poor things | james price, shona heath, zsuzsa mihalek
    en iyi kostüm tasarımı: poor things | holly waddington
    en iyi özgün müzik: oppenheimer | ludwig göransson
    en iyi özgün şarkı: "what was ı made for?"; barbie | billie eilish, finneas o'connell
    en iyi makyaj & saç tasarımı: poor things | nadia stacey, mark coulier, josh weston
    en iyi ses: the zone of ınterest | tarn willers, johnnie burn
    en iyi görsel efekt: godzilla minus one | takashi yamazaki, kiyoko shibuya, masaki takahashi, tatsuji nojima
    en iyi uluslararası film: the zone of ınterest (birleşik krallık)
    en iyi animasyon: the boy and the heron | hayao miyazaki, toshio suzuki
    en iyi belgesel: 20 days in mariupol | mstyslav chernov, michelle mizner, raney aronson-rath
    en iyi kısa film: the wonderful story of henry sugar | wes anderson, steven rales
    en iyi kısa animasyon: war ıs over! ınspired by the music of john & yoko | dave mullins, brad booker
    en iyi kısa belgesel: the last repair shop | ben proudfoot, kris bowers >

  • justaism

    scott aaronson'ın ortaya attığı bir kavramdır ve teknolojik yenilikleri -özellikle yapay zeka alanında- just a x şeklinde indirgeme eğiliminde olanlar için kullanılır. sadecebircilik olarak türkçeye çevirebiliriz. yapay zeka "sadece bir kelime tahmin algoritmasıdır" ya da yapay zeka "sadece bir büyük cümle tamamlama makinasıdır" gibi. bu durumda aaronson hocamız sorar peki o zaman insan nedir? aynı yaklaşımla insan da sadece bir grup nöron ve organın kendisini sürdürme çabası olarak tanımlanabilir ki hatalı bir yaklaşımdır.

  • şair

    percy bysshe shelley'e göre şairler dünyanın onaylanmamış yasa koyucularıdır.

    shiner, l. e. (2020). sanatın icadı: bir kültür tarihi (i. türkmen, çev.; 6 basım). ayrıntı yayınları.sf.281.

  • aptal puma sendromu

    kedigillerin çevik ve yırtıcı üyeleri pumalar, avlarının peşinden koşarken kar-zarar hesabı yapar; avları ne kadar büyükse ancak o kadar çaba harcarlarmış. yani elde edecekleri enerji miktarı, harcayacakları enerjiden küçükse o avın peşinden hiç koşmuyorlar. bir tavşanın peşinden, bir geyiğin peşinden koştukları kadar koşmaya tenezzül etmiyorlar örneğin.

    zaman zaman ya da devamlı olarak bunun tam tersini yapan insanlar için ise "aptal puma sendromu" ifadesi kullanılmış. sonucu, harcadığı emeğe değmeyecek işler yapanlara aptal pumalar denmiş.

  • atatürk'ün şiiri

    zaman zaman "kaside-i istibdat" "bir askerin mezarı" gibi şiirler bu adla yayınlansa da, esasında hiçbiri doğru değildir. çoğu "atatürk'ün yazdığı şiir" mustafa kemal isimli başka vatandaşlara aittir.

    bu konuda tafsilat için buyurunuz.

  • !z kuşağından bir intihar notu

    geçen hafta alakasız bir yerde alakasız bir liseliyle tanıştım. çirkin ve şişman bir çocuk. instagramda üç hikayesi var, tam şu anda. birincisi bir arkadaşına ait olsa gerek bir yardım etme postu. bizleri ilgili instagram sayfasına abone olmaya çağırıyor. ikincisi "bir sonraki story intihar notudur" yazısı, gri bir zemin üzerine, siyah. üçüncüsü ise -olduğu gibi aktarıyorum- : "gece 3 sularında 4 paket hap içip hepinize veda edeceğim peki bunu neden yapıyorum ülkeden, okuldan, aşağılanmaktan, yalnızlıktan bıktım artık dayanamıyorum ve hayır bu sefer şaka değil cidden intihar edeceğim hepinizden herşey için özür dilerim dmden veda mesajı atarsanız beni son bi kez mutlu edebilirsiniz" *

    kendisini çok fazla tanımadığım ve daha bir kaç gün önce çay çorba içelim teklifini reddettiğim için önce hiç umursamamayı düşündüm. sonrasında ise onu vazgeçirmeye çalışmanın daha insancıl olduğuna karar verdim. yapacağını söylediği şeyi yapmayacağını biliyorum. mesajı okuduğunuzda basit bir ergen yardım çağrısı olduğunu görüyorsunuz zaten. fakat bir insan trajedisine ilgisiz kalmak -aslında ortada henüz bir trajedi olmasa dahi- acımasız hissettiriyor. yeterince acımasızım daha fazlasını sırtlanmak isteme(di)m.

    benle beraber bir kaç kişi daha mesaj atmış olsa gerektir. onlardan birine yazdığı mesajı bana da yolladı. kopyala yapıştır yaptığı için özür diledi sonra. açıkladı "abi yazan bir arkadaş daha var" diye. ölmek üzereyken bile geride kalan her şeyden özür dilemeyi düşünecek kadar efendi bir çocuk. ailevi problemleri var, kadınlar ona asla yüz vermiyor, parası yok, rock müzik bilgisi ve tüm arkadaşlarından farklı olarak benimsediği liberal fikir ona istediği ilgiyi getirmemiş. getirmeyecek de. her zeki ve ahlaklı liselinin yaptığı temel hatalar.

    üstelik biraz da kurnaz. ona kimlerin veda mesajı yazacağını merak ediyor. belki o uzun zamandır kendisini düşleyerek asıldığı sınıfın en güzel ve en kısa etekli kızı yazar. "dur!" der "ben de her zaman senin kadar iyi bir çocuk arzu ediyordum. bu mesajınla aradığım kişinin sen olduğunu anladım! hadi o elindeki hapları bırak ve yarın okuldan sonra benimle bir kahve iç!" gerçekten de intihardan vazgeçer, postu silerdi. ancak kimse bunu yapmayacak. kimse ergenler kadar acımasız değildir. kendilerine karşı olan yargıları o kadar ağır gelir ki onlara sırf biraz iyi hissetmek için diğer insanların da boşluklarını ararlar. kimileri asla atlatamaz bu süreci ama buraya hiç girmeyelim.

    peki çocuk kendisini gerçekten öldürürse ne olacak? ailesi dışında kimsenin gerçekten umrunda olmayacak. okulda bir kaç gün konuşulacak ve ilk sınav haftasında tamamen unutulacak. insan canının herhangi bir diğer candan fazla değeri yok, en azından objektif bir bakış açısından. zaten kötü durumda olan ailesi daha da kötü bir duruma gelecek. belki ondan hoşlanan ancak onun hoşlanmadığı bir başka çirkin kız vardır. o üzülür en fazla. yıllar boyu anlatır hoşlandığım çocuk kendini öldürdü travma oldu bana diye. eğer bir ruh varsa daha da sinirlenir çocuk. ulan kendimizi öldürdük arkamızdan bir tek bu goblin ağladı diye. ergen arkadaşımız kötü durumda ancak elinde olsaydı o da arkadaşları kadar acımasız olurdu. zira mutluluk sadece bir seçimdir. onu seçmeyenler hayatlarında eksik olanı arar dururlar, hep aynı yere gelirler ve günün birinde- genellikle ömrün son demlerinde- ona teslim olurlar. mutluluk alabilmekle değil istememekle alakalı biraz. zeki insanların mutsuzluklarının altında da bu yatar ya, çok isterler zira çok alabileceklerini düşünürler.

    peki kendini öldürmezse ne olacak? kim ikna etmiş olacak onu yaşamaya? ya da ne? ben "olm bir kere daha sevişme ihtimali için bile yaşamaya değer" dedim. bir ergeni etkileyebileceğini düşündüm ancak çok etki etmedi gibi.

    az evvel bir mesaj geldi. tüm bunlardan kurtulmanın başka bir yolunu bulmuş vazgeçmiş fikrinden, silmiş notu. kim bilir belki de hoşlandığı kız yazmıştır. nereye vardık peki? nereye varacağız abi değişmeyen insanlık trajedisine tekrar tekrar tanıklık etmeye mahkum oluşumuz dışında?

  • eşkıya

    yavuz turgul'un şener şen'i başrolünde oynattığı 1996 yapımı filmi. 70'lerin sonundan beri televizyon karşısında tutunamayan ve bitti denilen türk sinemasını düzlüğe çıkaran film olarak bilinir.

    --spoiler--
    urfalı baran* bir eşkıya çetesinin üyelerindenken 1960 yılında yakalanmış, tam 35 yıl cezaevinde kaldıktan ve tüm arkadaşlarını hapishanede kaybettikten sonra tahliye edildiğinde kimseyi bulamamış bir adamdır. urfa'da yaptığı araştırmada ihbar edilmelerine sebep olan kişinin eski arkadaşı berfo* olduğunu öğrenir. berfo'nun yaptıkları bunla kalmamış, baran'ın zulaladığı paraları çalan ve baran'ın yavuklusu keje'yle evlenen berfo istanbul'a göç ederek zengin olmuş ve adını değiştirmiştir. baran hiç yol iz bilmediği bu şehre tereddüt etmeden gider.

    haydarpaşa'dayken, trende yanında oturan bir adam polislerin kendisini aradığını görünce valizlerini değiştirir, "valizi şu adrese götürüp demircan'a ver" der. baran denileni yapar. cumali adındaki bu genç*, teşekkür babında kalacak yeri olmayan baran'a kendi kaldığı otelde bir oda açar. içinde yaşlıca bir fahişe, bir beyaz rus ve artık çalışamayan bir sinema oyuncusunun olduğu bu külüstür otel tarlabaşı'nın ortasındadır (ama film balat'ta çekilmiş o ayrı). baran bir gün televizyonda berfo'yu da görür. mahmut şahoğlu ismiyle çok zengin olmuş olan berfo'nun baran'a ulaşması uzun sürmez.

    ne yaptıysa aşkı için yaptığını ve hiç pişman olmadığını söyleyen berfo, sadece keje'nin 35 yıldır ağzını açmamasına üzülmektedir. baran'ı da bu yüzden çağırmıştır. "belki seni görünce konuşur" der. ve keje gerçekten de baran'ı görünce hayata döner. baran keje'yi kaçıracaktır ya, başına bambaşka bir sorun çıkar. cumali, mahalledeki sevgilisi emel'in "abisi" sedat'ı hapisten kaçırmak için demircan'ın haplarından çalarak kendi adına satmıştır. ancak hapisten kaçırdığı sedat emel'in abisi değil sevgilisidir. kullanıldığını anlayınca cumali hızla giderek emel'le* sedat'ı* öldürür. polisten kaçarlarken bu sefer de hesaplardaki açığı fark eden demircan'a yakalanırlar. oğlu gibi sevdiği cumali'yi korumak için eşkıya tereddüt etmeden berfo'yu bulur. "bana şu kadar para verirsen keje'nin peşini bırakırım" der. berfo bir çek yazar, ama çek karşılıksızdır. böylece mafya cumali'yi öldürür.

    cumali'nin ölümüyle alayına isyan modunu açan baran, önce berfo'yu sonra da cumali'nin katili olan demircan ve adamlarını öldürür. artık eşkıya'nın son savaşı başlamıştır.
    --spoiler--

  • !felsefeye dair mizahi paylaşımlar

  • touche

    ingilizceye de geçmiş bir sözcüktür. yeri geldiğinde kullanılacak net alternatif bir kelime veya kalıp düşünemiyorum. good point falan denebilir de "touché" başka be.

  • rifle/malorazka

    jananas adlı sarkastik sözlere sahip şarkılar yapan çek bir grubun sözlerini şiir niyetine paylaşmak istediğim şarkısı.

    ''i'm afraid of going out to the street,
    so that ı don't get killed by a bullet
    shot by a freak with a rifle
    but what can man do anyway

    i'm afraid of having a dog, they might poison it
    sitting on a plane, it's going to crash for sure
    i don't trust neither water from pipes nor from the bottle
    i don't want the tv anymore, ı don't want the ctk[1] news

    i'm afraid of having my own opinion,
    so that the free society doesn't bite my head off
    i'm afraid of telling a joke, it might offend someone
    i'm afraid of the crowd

    i'm afraid of control
    nowadays anybody can find out anything about me
    i want to turn my brain off and sleep
    and don't think about stuff that might happen

    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to worry about anything, not to think about anything
    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to suffer from anything, to know nothing!

    i find the world unreadable,
    even though i've read all the classics
    when you know something, it's a burden,
    the dates are pulsing in the head and i can't see the logic behind them

    i'll hide my face in a gas mask
    so that i can burn my books
    when the disaster comes, when the war starts,
    the verses of vitezslav halek will be useless anyway

    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to worry about anything, not to think about anything
    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to suffer from anything, to know nothing!

    i'm lighting up the match, i'm lighting up the match,
    i'm pouring johnnie walker on wolker jirka
    and now i'm going to be a numskull, be a numskull
    heideger, heideger, kant, kant, kant are flying

    the atlas of seas is sinking into the fire
    oh and i can confirm - sabach is flammable!
    all those famous books are disappearing in the fire
    and karolina svetla, karolina gets darker...

    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to worry about anything, not to think about anything
    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to suffer from anything, to know nothing!

    i want to have iq 5, to have iq 5
    i want to have iq 5, to have iq 5''

    kaynak: lyricstranslate

  • barbara palvin

    manken olan.

  • ülkü tamer

    şair, çevirmen, aktör.

    20 şubat 1937'de gaziantep'te doğar. şehrin eşrafından kültürlü ve varlıklı bir aileye mensuptur. dayı ahmet ağa ilkokulunda ilk, istanbul robert college'de ortaöğrenimini tamamlar. henüz 12 yaşındayken ilk piyesini yazar (hatta kitap olarak da bastırmış), ilk şiiriyse şair henüz 17 yaşındayken yayınlanır. 1958'de istanbul üniversitesi hukuk fakültesine yazılır, ancak bu okulu beğenmediği için bırakarak gazetecilik yüksekokuluna geçer ve 1963'te buradan mezun olur (tabii o zaman öys yok, istediğin okula kaydoluyorsun). lisedeyken de tiyatroda oynamaya başlar, çeşitli özel tiyatrolarda oynar. okulu bitince de çevirmenlik ve aktörlük yapar, çeşitli gazetelerde yazar, onk telif hakları ajansında çalışır, "ben öldükçe yaşarım", "nikahsızlar", "sis" gibi filmlerde oynar. çevirdiği metinlerden biri de harry potter ve felsefe taşı'dır bu arada.

    ikinci yenici olmasına rağmen çok ta soyut eserleri, imge bataklığında yıkanmış yapıtları yoktur, nispeten somut şiirler yazmıştır. yani "ben ne güzel işerim güneşe güneşe karşı"daki gibi "hönk" demezsiniz "aman kendini asmış yüz kiloluk bir zenci"yi duyunca... ayrıyeten ülkü tamer halk edebiyatından da etkilenmiştir. bir üşür ölüm bile'de, memik'e ağıt'ta koşma tipini kullanmıştır. şiirlerini de başta zülfü livaneli ve ahmet kaya olmak üzere birçok şarkıcı bestelemiştir.

    1 nisan 2018'de vefat ettiğinde, ikinci yenicilerden son kalan iki şairden biriydi. son ikinci yenici denilen sezai karakoç da 16 kasım 2021'de rahmetli oldu, bir devir kapandı...

    kaynak: genel olarak yesevi üniversitesi sayfası.

  • halikarnas balıkçısı

    cevat şakir kabaağaçlı desek herkes bön bön bakar, ama balıkçı dedin mi herkes tanır...

    17 nisan 1886'da (bazı kaynaklarda 1890) doğar. afyon eşrafından büyük bir aileye mensuptur, amcası sadrazam babası büyükelçidir. ailesi tarafından gayet iyi okutulur, robert kolej'de okurken gazetelere çeviriler yapmaya başlar. yine ailesinin zoruyla oxford üniversitesi tarih bölümüne girer ama buradan sıkılarak roma'da güzel sanatlar akademisine girer. 1912'de agnesia kafiera ile evlenir. 1914'te türkiye'ye döndüklerindeyse babasıyla yaşadığı bir kavga sonucunda babasını öldürür. neden baba katili olduğu bir sırdır, murat bardakçı kendisine bunu sorduğunda sadece "agnesi" dediğini, babasının karısına göz koyduğunu ima ettiğini iddia eder. zaten genellikle de böyle olduğu ifade edilir.

    15 yıl ceza alan cevat şakir, 1920'de verem hastalığı sebebiyle affedilir. ancak hapisten çıktığında ailesi dağılmıştır. agnesia'yı ve çocuğunu aramaya gider, bu arada bir de ispanyolla ilişkisinin olduğu, çocuğu olduğu söyleniyor ya, doğru mudur bilmiyorum. ama karısını da çocuğunu da bulamamış olacak ki, türkiye'ye dönüşünde hamdiye hanımla evlenir. mütareke döneminde hattatlık ve çizerlik yapar. derken zekeriya sertel'in çıkardığı resimli hafta dergisinde afyon cezaevini anlattığı bir öykü yayınlanır. asker kaçağı olarak ertesi sabah asılmaya götürülecek olan dört mahkumun metanetini ve tevekkülünü, tüm hapishane ahalisinin "yüzlerce asker kaçağı vardı savaşta, neden hiçbir şeye karışmamış, hemen teslim olmuş bu dört gariban" isyanını yazdığı öykü takrir-i sükun kanunu döneminde hoş karşılanmaz. zekeriya sertel'le beraber yargılanır ve üçer yıl kalebentliğe (sürgün) mahkum edilirler.

    cevat şakir'in hayatındaki dönüm noktası da 1925'te üç yıl cezasını çekmek üzere bodrum kalesine geitirilmesi olur. o vakte kadar bodrum balıkçılık ve süngercilikle geçinen küçük bir limandır, bodrum kalesiyse korkunç bir hapishanedir. cevat şakir sürgün şartlarına bakmadan mahrumiyet yerinin doğasına aşık olur. öyle ki, cezası bittiğinde istanbul'a dönmez. bodrum'da yeniden evlenip kalır; çocukları lise çağına gelesiye bu kasabada oturur. bodrum'un bodrum olmasında emeği büyüktür. bahçıvanlık yapar, bodrum'a yeni bitkiler kazandırır. bugün bir zengin oyuncağına dönmüş olan mavi yolculukları sabahattin eyüboğlu ve azra erhat ile başlatır. gayet iyi olan ingilizcesiyle tur rehberliği yapar, bu mesleği türkiye'de kurumsallaştıran kişi olur.

    1947'de bodrum'da lise olmadığı için çocukların eğitimi sebebiyle izmir'e yerleşir, burada gazetelerde köşe yazarlığı yapar, bir yandan da romanlarını, öykülerini yazar. "aganta burina burinata"da, "ötelerin çocukları"nda, "gülen ada"da balıkçıları, süngercileri, denizin çağrısına uyup gidenleri betimler. uluç reis ve turgut reis romanlarında bu 16. yüzyıl korsanlarını "şanlı ecdadımız" demeden verir (gerçi uluç reis'in çocukluk kısmının epey kurmacaya kaçtığını belirtmek lazım, ama turgut reis'te de kanuni'yi bayağı yerin dibine sokuyor). öyle bir deniz insanıdır.

    1973'te öldüğü zaman çok sevdiği bodrum'a gömülen balıkçı, bugün o beldenin turist kazıklama merkezine dönüştüğünü gördükçe mezarında ters dönmekle meşguldür.

    kaynak: elbette yesevi sözlüğü.

  • türkiye'de seçimler

    onnot1: yazi tabletten yazilmaktadir, harfler icin kusura bakilmasindir.
    onnot2: asagiya yazacaklarim tamamen oznel yorumlarimdir, dogrulugu ve yanlisligi onemsizdir, kisisel tarihime not dusmek amaciyla yazilmaktadir.

    secim sonucunu onceden biliyordum, simdiye kadar da hep bildim. sonuclar benim icin surpriz degildi yani. peki bir an icin umut tasimadim mi icimde? tasidim elbette. sonra yuzde kirk sekiz(?)in isyanini da tasidim, hala tasiyorum, hep de tasiyacagim.

    bu halki taniyorum ben. kokenlerim manisa alasehir. dedemin anlattiklarini; ikinci dunya savasi sirasinda nasil ac kaldiklarini, supurge otu tohumundan nasil ekmek yapildigini, yasli insanlarin, daha once savasmis olanlarin bile nasil yeniden askere cagrildigini -ikinci dunya savasi yillari, halk ulkesine savas gelmedi, nasil gelmedi, buna sevinmez, yalnizca o yillarda cektigi acilari bilir- sonra chp'nin basindaki inonu'nun tek parti donemini bitirdigini, ege'nin verimli topraklarindan cikan okumus bir toprak agasinin nasil yillarca iktidarda kaldigini, 60 darbesi olmasa -tipki bugunku gibi- daha nasil yillarca iktidarda kalacagini, chp doneminde acliktan, sikintidan, korkudan, mutsuzluktan kirilan halkin menderes doneminde nasil refaha kavustugunu, sonrasinin nasil sikinti icinde gectigini......

    babamsa, 80 oncesi donemdeki sag-sol catismalarini, darbeden sonra ortaligin nasil duzene girdigini
    -cunku aslinda milyonlar yalniz gundelik yasar ve onu ilgilendiren yalnizca gundelik duzenidir-, erbakan'in, ozal'in sahneye cikisini.......

    simdi gelelim bu secimlere:
    fakir ve siradan insanlar sanssizdir. dogduklari kosullar; aileleri, cevreleri, gittikleri okullar, arkadaslari......her sey.
    bu yetersizlik ve tikanmislik icinde ortalama ya da altindaki zekalariyla hayatlarinda hicbir seyi degistiremezler. (bu yuzden sans oyunlari oynarlar, piyango bileti alirlar ornegin.) hep ayni dongunun icinde kisilip kalmislardir. kafalari basmadigi icin universiteye gidemezler, gunumuz kosullarinda gitseler bile dogru duzgun is bulamazlar. (iktidardaki partiye yanlansalar bile kosullarini degistirecek olcude buyuk paralar kazabilecekleri islere, memuriyetlere sahip olamazlar, evet yandas olsalar bile.)
    memuriyete kapilanamayan digerleri, cogunluk, sozunu ettigimiz kisir dongunun icinde kendilerine bicilen siradan hayatlari yasarlar. gecimlerini -yetersiz de olsa- saglayacaklari bir is, asik olmadan bir evlilik (istisnalar kaideyi bozmaz), cocuklar, olunceye kadar gececek sikinti icinde, sikici, siradan bir hayat.
    oysa cok zeki olmasalar da onlarin da hayalleri vardir. ve gorurler, izlerler. televizyondaki diziler, filmler onlara baska dunyalari ve baska hayatlari gosterir. hic oturamayacaklari evleri, hic gidemeyecekleri yerleri, hic evlenemeyecekleri kadinlari/erkekleri, hic giyemeyecekleri kiyafetleri, cogaltin cogaltabildiginiz kadar.......
    ve onlar da arzularlar, isterler, dus kurarlar bu asla sahip olamayacaklari, insan, yer, nesne ve hayatlara dair. iclerinde bir nefret buyur. onlar da pahali bir kafede guzel bir kizla beraber oturup sohbet etmek isterler, deniz kiyisindaki hos bir otelde gunes batarken buzlu limonatalarini (!) icmek....... ah!
    neden butun bu guzellikler hep kendilerini onlardan daha ustun goren o digerlerinin olsun ki!
    sonra iclerinden biri cikar. karisinin kafasi kapali, siradan bir adam. yuksek okul diplomasinin olup olmadigi bile belli olmayan. ustelik o, onlarin dilini, tam da onlarin anlayacagi/kullanacagi gibi konusmaktadir.
    simdi geliyoruz ikinci onemli noktaya:
    din ve inanclar
    bu iklimde din ve inanclar hep en kutsaldir. bu osmanlida da boyleydi, bugun de boyle ve yakin gelecekte de boyle olacak.
    onlar inanclari(ni) sorgulamazlar, en buyuk korkulari -pek cogunun- cehennem korkusudur. gunah islerler elbette ama allah buyuktur ve nihayetinde onemli olan inanmaktir. ote dunyada gunahlarinin cezasini cekecek olsalar bile en sonundaki cennet hayali ne guzeldir.
    ciddi ciddi.
    bu yazdiklarim cok bilinen ve evet cok siradan.
    ama gercek bu.
    siz bu insanlara 'gercekten dusunmeyi' ve her seyi ama her seyi 'sorgulamayi' ogretemedikten sonra bu ulkenin geleceginde hicbir seyi degistiremezsiniz.
    bugun fatih altayli'nin yazisini da okudum.
    kilicdaroglu ve chp konusunda soylediklerine katiliyorum. bu nedenle onun yazdiklarini tekrarlayacak seyler yazmaktan kaciniyorum. okumayanlar icin
    ondan farkli olarak, dedigim nedenden dolayi yani milyonlarin icindeki o 'diger mahalle' nefretini silmeden ve inanclarını sorgulamayı ogretmeden, bu ulkede hicbir seyin degisecegine/degisebilecegine inanmiyorum.
    bu simdi boyle, halkin zihniyetini soyledigim anlamda degistiremedikten sonra bes yil sonra da boyle olacak ve daha sonra da. onlar kalabaliklar ve daha da cogalacaklar. (diger mahallede zaten kacan kacana)
    ve evet insanlar olumlu, gunun birinde sirasi gelen olecek ama o 'zihniyet'i temsil edecek baska bir olusum cikacak ve yine kazanacak.
    bu halk tepeden inme 'demokrasi'yi hicbir zaman anlamadi/icsellestiremedi. ve hele bu 'demokrasi' onlara 'moderniteyi' 'kadin haklarini -hele ki kadin haklari!-' ve 'laik'ligi (summe hasa!) getirdi.

    yazi cok uzadi, gereksiz tekrarlara dusmek istemiyorum.
    sonuc:
    ben umutsuzum. bu umutsuzluk hala keyfimi kaciriyor. cevremde benim 'zihniyet'imdeki pek cok insanin dedigini soyleyebilirim tam burada: 'benim tuzum kuru', 'yasasin bana dokunmayan yilanlar', 'bana ne, benden sonra tufan'.........
    ama demiyorum.
    umutsuzlugum devam edecek. hayal kirikligim olmadigi icin bu daha da uzun surecek. ama mucadele etmeye -kendi gucumle, yapabildiklerimle- devam edecegim. ve yasayacagim.
    hayat devam ediyor ve 'yarin baska bir gundur'.

  • 3 mart meral akşener açıklamaları

    sorun liderde değildi bence sorun cehaletteydi.

/ 3 »