entry'ler (81)

başlık listesine taşı
  • !film alıntıları

    "can you imagine a poem about mushrooms? what is this thing, that springs from the living? the aroma of destroying. the scent of decay. this is a verse of bacteria. fermented wound. molecular spectacle. plotting a dance without organs.

    this stone was part of the rock he was sitting on. the rocks, the trees, the concrete...they absorb everything. i too can feel the vibrations stored in my body.

    i remember everything i've eaten. the weather we've had everyday. the movement of my hand here, on this fish. i realized that... i have no desire to go anywhere. experiences are harmful. experiences are harmful. so i work the land.

    i composed a poem! about sleepless nights. beyond the petals...and once-fierce wings...the air gasps...as its fading shadow.

    i never leave this town. i remember everything. so i try to limit what i see. that's why i never watch movies or tv. miss universe."
    - memoria (2021)

  • !film alıntıları

    "everything is bought. love, art, planet earth, you me. especially me. the man is a product like any other, with a limit sell by date. i am advertising, i am one of those that make you dream the things you will ever have. blue skies, never ugly chicks, perfect happiness and retouched in photoshop. you think i embellished the world? lost, i screw it up. everything is temporary. love, art, planet earth, you, me. especially me."
    - 99 francs (2007) (biri ekonomiyle ismi değişen film yazmış, komik)

  • rifle/malorazka

    jananas adlı sarkastik sözlere sahip şarkılar yapan çek bir grubun sözlerini şiir niyetine paylaşmak istediğim şarkısı.

    ''i'm afraid of going out to the street,
    so that ı don't get killed by a bullet
    shot by a freak with a rifle
    but what can man do anyway

    i'm afraid of having a dog, they might poison it
    sitting on a plane, it's going to crash for sure
    i don't trust neither water from pipes nor from the bottle
    i don't want the tv anymore, ı don't want the ctk[1] news

    i'm afraid of having my own opinion,
    so that the free society doesn't bite my head off
    i'm afraid of telling a joke, it might offend someone
    i'm afraid of the crowd

    i'm afraid of control
    nowadays anybody can find out anything about me
    i want to turn my brain off and sleep
    and don't think about stuff that might happen

    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to worry about anything, not to think about anything
    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to suffer from anything, to know nothing!

    i find the world unreadable,
    even though i've read all the classics
    when you know something, it's a burden,
    the dates are pulsing in the head and i can't see the logic behind them

    i'll hide my face in a gas mask
    so that i can burn my books
    when the disaster comes, when the war starts,
    the verses of vitezslav halek will be useless anyway

    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to worry about anything, not to think about anything
    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to suffer from anything, to know nothing!

    i'm lighting up the match, i'm lighting up the match,
    i'm pouring johnnie walker on wolker jirka
    and now i'm going to be a numskull, be a numskull
    heideger, heideger, kant, kant, kant are flying

    the atlas of seas is sinking into the fire
    oh and i can confirm - sabach is flammable!
    all those famous books are disappearing in the fire
    and karolina svetla, karolina gets darker...

    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to worry about anything, not to think about anything
    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to suffer from anything, to know nothing!

    i want to have iq 5, to have iq 5
    i want to have iq 5, to have iq 5''

    kaynak: lyricstranslate

  • !film alıntıları

    ''bütün dünyanın vicdanı olamazsın.''
    - viva zapata! (1952)

  • landscape with the fall of icarus

    popüler kültürde epey karşımıza çıkan ''the tower of babel'' (1563), netherlandish proverbs (1559), children's games (1560), the hunters in the snow (1565) gibi resimlerin sahibi pieter breughel'in yaptığı bir resimdir ve aynı isimle w.c. williams'ın 1962'de 'pictures from brueghel and other poems' ile yayınlanan şiiridir.

    icarus'un hikayesine az biraz çoğumuz hakimizdir. esaretten kaçarken özgürlük zevkine kapılan ve kanatları yanıp düşen o çocuk. brueghel'in bu resmi, ovidius'un 'dönüşümler' kitabından esinlenerek yapılmıştır ve icarus'un düşüşündeki o manzara önde tutulmuştur. daha sonrasında da bu resimden etkilenerek w.c. williams aynı isimle şiir olarak canlandırmıştır. buna da ekfrastik şiir denmektedir.

    ekfrasis, gerçek ya da hayali, görsel bir sanat eserinin söz kullanımıyla betimlenmesi olarak açıklanır. bu anlamda yazılan iş ve betimleme şekli sanatçının insiyatifindedir, genellikle canlı ve dramatik bir anlatım kullanılır. kelime yunanca'dan gelmektedir ve 'açığa vurmak, cansız bir objeyi isimlendirmek' anlamına gelen bir fiilden gelmektedir.

    bu üç eserin karşılaştırılması yapılırsa ovidius'un yaptığı icarus'un düşüş anına yaklaşımından w.c. williams ve ekfrasis açısına ve bu konuda yazılan bir sürü şiire kadar değişik yaklaşımlar bulunmaktadır.



    eğer brueghel'in resmine dikkatli bakarsanız icarus ilk gördüğünüz şey değildir. tarla süren bir çiftçi, hayvanlarını otlatırken gökyüzüne bakan bir çoban, deniz üzerinde yelken açmış iki gemi bulunmaktadır ve ufukta ise parlayan bir güneş. hepsi tablonun soluna, doğu kısmına odaklıdır; ta ki tablonun sağ en alt köşesine gelirsiniz ve orada işte icarus'un boğulan figürü göze çarpar. devamında, öne doğru eğilmiş bir olta balıkçısı görürsünüz. bu kaos, tablonun yalnızca bir köşesinde bulunmaktadır ve geri kalan görsel, gündelik hayatın gidişatından bir kesittir. gemiler 16. yüzyıla aittir. böylelikle, icarus'un öyküsü brueghel'in dönemine taşınmıştır.

    tablonun ilham aldığı yere gelirsek ovidius bu anı şöyle anlatır;

    ''yavrularına uçmayı öğreten ana kuş da,
    gösterir onlara gelecek korkuları, alıştırır
    korkulu sanatlara… sallıyordu kanatlarını
    gözlüyordu bir yandan oğlunu da daedalus.
    titreyen oltasıyla balık tutan balıkçı,
    değneğe dayanan sığırtmaç, sapana yaslanan çiftçi
    görmüş daedalus ile oğlunu, şaşıp kalmışlar.
    tanrı saymışlar gökte uçan iki kişiyi,
    solda juno'nun sevdiği samos, delos, paros, sağda
    lebinthus, balları bol calymne görünüyordu.
    atak uçuşuyla sevince kapılan icarus,
    bıraktı kılavuzunu tutuştu gökleri aşmak
    daha yükselmek isteğiyle. güneş yumuşattı
    kanatların bağlarını, eridi mumlar,
    icarus salladı çıplak omuzlarını, onu tutan
    kanatlar yok, artık duramazdı havada daha,
    babasının adını çığırırken dolmuş ağzına
    mavi sular sürüklenmiş adıyla anılan yere.
    icarus! icarus! diye bağırdı babalık niteliğinden
    yoksun mutsuz baba. neredesin, hangi ülkedesin? dedi.
    icarus karşılık verirken gördü suyun üstünde
    kanatları babası, kargışladı sanatını, gömdü oğlundan
    kalan kanatları. onun adıyla anılır o yer şimdi.''



    her ne kadar örtüşen ve sadık kalınan şeyler olsa da resimle bu anlatım arasında dikkat çeken farklılıklar vardır. öncelikle resimde figürler ovidius'un anlatımındaki gibi var olmaktadır. ancak ovidius versiyonunda icarus'un düşüşünü fark ederler. icarus bu anlatımın ana noktasıdır ama brueghel'in resminde ince ve önemsiz bir detay olarak çizilmiştir; her figürün yaptığı iş, icarus'un varlığını fark etmek dışındadır. ayrıca eksik olan şey babası daedalus'tur, ovidius'un aksine resimde onun izini bulamayız. ve güneş ufuktadır, icarus'un kanatlarının yakamayacağı bir uzaklıktadır. ovidius'un dramatik anlatımı tabloda sakinliğe bürümüştür.

    buradan w.c. williams'ın ekfrastik şiirine geliriz;

    ''according to brueghel
    when icarus fell
    it was spring

    a farmer was ploughing
    his field
    the whole pageantry

    of the year was
    awake tingling
    near

    the edge of the sea
    concerned
    with itself

    sweating in the sun
    that melted
    the wings' wax

    unsignificantly
    off the coast
    there was

    a splash quite unnoticed
    this was
    icarus drowning''

    williams bu sefer odağı icarus'a getirerek brueghel'in resmini canlandırmıştır. giriş cümlesinde brueghel ve icarus kelimelerini kullanışı direkt tabloya dikkat çekmektedir. resmin tersine vurguladığı ilk şey icarus'tur. balıkçı dışında figürleri tablodaki gibi anlatır ve sona yaklaştıkça icarus'un önemsiz duran figürüne dikkat çeker, şiir bir trajedinin bahsiyle bitmektedir. ''a splash quite unnoticed/this was/icarus drowning'' kısa cümleleriyle icarus'un kaçınılmaz denize düşüşünü tasvir eder.

    resimde olduğu gibi ilk odağı çiftçidir, yumuşak bir geçişle güneşten bahseder ve başlıkta da ismi geçen icarus'un durumuna gelir. ulantı* ile asıl kaosa yönelmektedir. şiirin bu sayede formu aynı zamanda icarus'un düşüşüne benzemektedir.

    *(enjambment: şiirde bir satırın beklenilen gibi o satır da bitmeyip diğer satıra kayması ve bu yolla görsel bir form oluşturulması)

    bir makaleden eleştiri;
    ''williams, tuval üzerinde temsil edilen dünyada bir arada var olan iki düzlemin olasılığına doğrudan katılmaz - bu dönemde çok sayıda hollanda manzara resminde görülenden farklı olmayan günlük yaşamın tasviri, banalin bu temsili, mitolojik bir olayla üst üste bindirilir. bu demek oluyor ki williams, ortaya çıkan olayların eşzamanlılığının yalnızca resmin izleyicisine, onu bütünüyle görebilen kişiye açık olduğunun altını çizmiyor gibi görünüyor. resme bu şekilde bakmak, çevremizi ve tarihteki yerimizi anlamak için bir zemin görevi görecek şekilde bütünü yükseltme potansiyeline sahip olacaktır.''

    ikinci olarak williams özellikle balıkçıyı tasvir etmekten kaçınmış gibidir. bunun nedeni resme bakıldığında ve eninde sonunda icarus tespit edildiğinde, yanındaki figürün balıkçı olmasıdır. denize ne amaçla eğildiği bilinmemektedir, ağ atmaya mı eğilmiştir yoksa diğer figürlerin aksine gözü önünde gerçekleşen trajediye mi eğilmektedir? başka bir şiir iliştireceğim buraya. icarus'un bu düşüş manzarasını anlatan brueghel'in resmine daha birçok ekfrastik şiir yazılmıştır ve bunlardan biri 'beaux arts müzesi' w.h. auden'e aittir;

    ''acı çekmekte asla yanılmadılar
    eski ustalar, insan doğasını çok iyi anladılar
    birisi yerken veya pencereyi açarken veya yürürkenki hallerini
    ihtiyarlar saygıyla, tutkuyla beklerken
    mucizevî bir doğumu, her zaman bunun olmasını istemeyen
    ormanın ucundaki gölette paten kayan çocuklar vardı
    asla unutmazlardı
    korkunç şehitlik bile rotasında seyretmeliydi
    nasıl olsa bir köşede, dağınık bir yerde
    köpeklerin köpekçe yaşamlarına devam ettiği ve işkencecinin atının
    masum kıçını kaşıdığı ağaç.

    breughel'in ikarus'unda mesela, nasıl her şey
    bir felaketten yavaşça dönüşür, çiftçi fışırtıyı ve ıssız çığlığı duyabilir
    ama bu onun için önemli bir kusur değildir, güneş parlar
    beyaz bacakların üzerinde yeşile çevrilir
    su ve pahalı zarif gemi harikulade bir şey görmelidir
    bir yerlere gidecek ve sakince yelken açacak,
    gökyüzünden düşen bir çocuğu.''

    vurgulunan ve williams kısmında bahsedilen balıkçı meselesinde yaşadığımız toplumun benim yorumumca birbirine olan kayıtsız ya da habersizliğinin mi anlatımıdır, ki doğal olarak, ya da makalede bahsedildiği gibi geçmişte, gerçek ya da mitolojide yapılan fedakarlıkların farkında olunmamasından mıdır siz karar veriniz. en sonunda icarus'a dönen gözlerde balıkçının yaratması istenilen kurnaz bir gönderme ve oraya kadar takip eden gözlerin kavrayış ihtimali aynı makalede bahsedilmiştir. brueghel'in belki yapmak istediği ve bu iki şairin resimden ilham alıp betimlemeye çalıştığı da budur.

    william carlos williams, içinde bulunduğu akım objektivizm ile kübizm'den etkilenmiştir. kübizim'deki fragmantasyon farklı bir yolla bu tablonun şiirle canlandırılmasına yansımış gibi görünüyor. williams'ın odak noktası tuttuğu, diğer şiirlerindeki gibi gündelik hayatta insanların gözü önünde olan ancak hiç düşünmedikleri ve sembolik anlamlarından uzakta olan 'eşyası' bu sefer bir trajedi olmuştur.

    not: ders notlarını kafamda toparlarken düşündüğümden daha karışık anlatmış bulundum, kusura bakmayınız.

    kaynak:
    ovidius, dönüşümler, 8. kitap, 183-235, ıkaros'un kimsenin umursamadığı düşüşü, arkeogezi
    william carlos williams, landscape with the fall of icarus, poemanalysis
    beaux arts müzesi, w.h. auden, çeviri: mustafa burak sezer, ikindi yağmuru, nisan/temmuz '10
    ekphrastic reimaginings of landscape with the fall of icarus: revisiting butor through auden and williams by elizabeth geary keohane

  • innuendo

    ima, kinaye, dokundurma, olumsuz ya da cinsel bir şey önererek imada bulunmak anlamında kullanılan telafuzunu ve yazımını hoş bulduğum ingilizce sözcük.

    ''-e doğru'' anlamına gelen klasik latince ''in'' ve ''kafa sallamak (işaret)'' anlamına gelen ''nuere'' kelimesinin birleşimi olan ''işaret ederek çağırmak, kafa sallamak'' anlamlı ''innuere'' kelimesinden gelmektedir. ortaçağ latincesinde ''ip ucu vermek, üstü kapalı söylemek'' anlamında kullanılmış ve ortaçağ resmi evraklarında ''demek ki, yani, bir başka deyişle/ifadeyle'' kelime anlamı kazandırılmış ve kullanılmıştır. 17. yüzyılda aynı kullanımla sadece daha dolaylı olarak ingilizceye geçmiştir. sonrasında da aşağılayıcı ve olumsuz anlamda kullanımı baskın gelmiştir.

    kaynak: cambridge, oxford, mirriam webster

  • complete destruction

    imgecilik akımından türemiş objektivizm akımının 1920'lerde öncü isimlerinden olan william carlos williams tarafından yazılmış çarpıcı şiir.

    ''it was an icy day.
    we buried the cat,
    then took her box
    and set fire to it
    in the back yard.
    those fleas that escaped
    earth and fire
    died by the cold. ''

    - w.c. williams

  • the republic of enchanters (2016)

    ''denizci! ufku gören sen, söyle bana yarının neyden yapıldığını.''

    2016 yılında fanny liatard ve jeremy trouilh adlı yönetmenler tarafından yapılmış kısa film, fransa'nın nantes şehrindeki bir konutunda geçiyor. özgürlük, eşitlik, kardeşlik, şiirsellik ve nezaket gibi temalara odaklanıyor, bakınız 'liberte, egalite, fraternite' danslar, tatlı yalanlar, şarkılar... yazdıklarım arasında en sevdiklerimden biri, tesadüfen karşılaştığım ve yüzümde tebessüm bırakan türden bir film. çok tatlı ve büyüleyici buldum, eh adındaki gibi.

    filmin çekilmesi bir yapımcı şirketinin proje düzenlemesiyle başlıyor. 10 yönetmen fransa'nın 10 mahallesine gidecek ve iki hafta boyunca oranın yerlileriyle 3'er dakikalık 3 film çekecekler. bu filmi çekenler de kendilerini nantes'te dervallieres adlı bir mahallede buluyorlar. güney amerika büyülü gerçekçiliğinden, jodorowsky, kieslowski, carax gibi kişilerden etkilenen bu grup, kısıtlı bir zaman ve karşılarında hiçbir zaman rol yapmamış insanlar olmasına rağmen konutta yaşayan insanlarla olan karşılaşmalarından ve bizzat huzurlu bir ortam için uğraşan bu insanların atmosferlerinden kaynaklanan bir iyimserlik konu etmişler.

    yanı sıra 13 kasım paris saldırıları'ndan iki hafta sonra çekilmiş ve yönetmenler senaryo yazılırken yaşadıkları korkuya, özellikle mahallelilerin yaşadıkları, tepki olarak radikal anlamda optimist bir film yapmaya karar vermişler. yine de belki bundan ötürü ikinci planda bir kış havası ve melankoli de hakim. özellikle kieslowski'nin dekalog filmindeki polonya mahallesinin kış ortasındaki görüntülerinden etkilenmişler mahalleyi çekerken.

    üç bölümden oluşan filmde soundtrack önemli bir parça. özellikle giriş bölümlerinde kullanılan şarkılar, sloganlar ve danslarla bir hikaye anlatıcısının hikayeye başlamadan önce yaptığı tanıtım hissiyatı uyandırmak istemişler. bir de bunlardan bazılarının arapça ya da romence olmasında fransa'nın çok kültürlü yapısına da vurgu yapılmış.

    kıssadan hisse, mahalle sakinlerinin doğal ve rüya gibi hikayesi. ekledikleri düşsel ögeler beni mutlu etmeye yetti, umarım sizi de mutlu eder.

    not: filmdeki fairuz - we and the moon are neighbors şarkısını dinlemek isterseniz tıklayarak ulaşabilirsiniz.

    kaynak:
    clermont film fest, lunch with la republique des enchanteurs (the republic of enchanters)

  • stay awake, be ready! (2019)

    ''bu yüzden size hep söylüyorum beyler: bugünlerde toplum böyle. öyleyse uyanık ve hazır ol, çünkü insanoğlunun geleceği günü ve saati bilmiyorsunuz.''

    pham thien an adlı vietnamlı bir yönetmenin kısa filmi. 2019 yılında cannes'da ödül kazanmış, hatta locarno, busan, palm springs, stockholm ve vancouver gibi festivallerde de ödülleri var.

    herhangi bir gece, herhangi bir sokakta yaşanılabilecek anları, vietnam'ın bir sokak köşesinde üç adamın konuşmasıyla başlatıyor film. ince detaylar olsa da gündelikte duyduğumuz birçok sesin, sokağın sesinin, yansıması var içerisinde. kısaca nefis bir 15 dakika. biraz ironi, biraz umarsızlık ve gerçeklik.

    okuduğum bir eleştiri tek çekim olmasından bahsediyordu ve zaman ilerledikçe her gelen karaktere geçen profesyonel bir odaktan. bu da bana gerçekçi bir şey yapmak istendiğinde izleyicinin ve yapanın ne kadar çarpıcılık istediğini hatırlattı. halbuki, yaşanan en heyecanlı anın önünü de sonunu da akışında ilerleyen ''normal ve spontane'' anlar takip ediyor. bana kalırsa filmde bununla gelen bilinmezlik çok güzel verilmiş. görselleri de başarılıydı.

  • ashes (2012)

    ''büyük resimler onu kopyalamaya çalışıyor renkleri taklit etmek için.''

    ashes, ismini hatasız yazmak için birkaç defa yazmayı gerektiren canım apichatpong weerasethakul'un yönetmenliğini yaptığı bir kısa film. deneyselciliğin ve hikayeciliğin harmanından çıkan bu film, değişimi almış konu olarak.

    apichatpong'un tayland'ın ilginç ancak negatif bir süreçten geçtiğini düşündüğünü, mubi'de yayınlanmış bir sohbetinde okudum. filmde de buna dair yapılar oluşturmuş. misal filmin iç ısıtıcı, günlük hayat odaklı görsellerinden sonra bir cenazeye geçişini örnek verebiliriz. cenaze sahnesinin filmin geri kalan tüm sahnelerine nazaran dijital kamerayla çekilmiş olması da kendi dediği gibi: "değişim ve ölümden bahsediyor."

    renkleriyle ve sıra dışı çekimiyle güzel bir filmdi. son sahnelerine kadar 35mm'lik lomokino kamerayla çekilmiş ve bu da eski bir görsel zenginlik kazandırmış. basit görünen gündelik fotoğrafların nostaljik birleşimi ve alelade bir saniyenin nadirliği. ayrıca filmde sadece bir diyalog var, bir rüya açıklaması.

    hoş olan diyalog verilirken herhangi sahne bulunmamasıydı ve onca zaman geçse de bu kaldı aklımda. şimdi dönüp baktığımda duyuların böyle ayrışması hoşuma gitti. bu yüzden deneysel filmlere bayılıyorum, verdikleri his daha ön planda oluyor. bir de çekim tarzını kendi tarzımla benzeştirdiğimden de olsa gerek. iki kamera farklılığını da düşününce sinemanın ölümüyle ilgili tartışmalar geliyor aklıma. ama orası bambaşka bir konu.

    son olarak seslerden bahsedeyim. seslerin kendine özgü aralıklarla kesilmesi, aralarda gelen gitar tınıları, kamera sesleriyle güzel bir birleşim olmuş. hayır hayır, filmi bütünüyle ele alırsam yapacağım ilk iş apichatpong'un diğer filmlerini izlemek olur.

    ''memories'' filmini arkadaşlarımla birlikte sinemada izlemiştim. bir de işin içerisinde tilda swinton olunca daha da heyecanlandırmıştı. arkadaşlarımdan çok tepki aldım ''senin getireceğin filmin ben ta..'' diye ama ben hala içerisindeki sembolleri güzel anıyorum. gerçi filmin sonu için gayet haklılardı. sırf bulunsun ve bakılsın diye yazıyorum ''amcam önceki hayatlarını hatırlıyor'' filmini de merak ettiğim bir filmidir.

  • three cheers for the whale (1972)

    ''balinalar, sizi seviyorum. gezegenimiz dünyaya benziyorsunuz, yuvarlak ve kuşlar tarafından çevrelenmiş.''

    ''three cheers for the whale'' orijinal ismiyle (vive la baleine) chris maker ve mario ruspoli yönetmenliğinde 1972 yılında çekilen belgesel ve kısa niteliğinde bir film. dünyanın en büyük memelisi balinaların insanoğluyla tarih sahnesindeki ilişkisine odaklanıyor. yüzyıllarca derileri, etleri, yağları ve daha nice üretim ve tüketim amaçlı kullanımlarda bu hayvanların endüstriyelleşmesini şiirsel bir anlatımla sunmuş. bu grafik anlatımda resimler, animasyon, videolar, film ve fotoğraflarla ve ayrıyeten seslendirmesiyle şiirsel hale getirilmiş.

    resmedilmiş örneklerle katliamın gerek bazı milletlerin gelenekleri olması, gerekse bazılarının balina avlamayı onur olarak görmesine kadar hem kültürde hem de sanayideki yerini izliyoruz. bazı yerlerde acı acı inlemelerini duymak yüzümde değişik ifadelere neden olmuştu ve tekrar tekrar balina olmasa dahi seri üretim ve tüketim de bunun bir parçası olduğumuzu bilmek yüreğime hala da oturur.

    tam da konu amerikan romanı sınavımda herman melville ''moby dick'' iken çalışmak yerine aklıma gelen bu kısa filmden bahsedeyim dedim. sonrasında elime uzun zaman önce bir blogta hakkında yazdığım üç adet daha kısa film geçti. izleyeli uzun zaman olmuş olsa da hali hazırda cebelitarık'ta daha önceki travmalarından ötürü intikam aldıkları düşünülen iki katil balina botları ve yatları batırıyor iken yerinde bir kısa film olur diye düşündüm.

    ben mubi'de izlemiştim, hala var ise izlemenizi tavsiye ederim.

  • !erdoğan'ın gençlere seslenişi

    twitter'da yaptığı ve pisleşmeden anlatamayacağım bu kısa metin bize, bizden öncekilere ve bugünü dahi görememiş gençlere karşı edilen alenen bir küfürden farksızdır. buyrunuz bir parçası;

    "biz her zaman sizin yanınızdayız.

    21 yıldır iktidardayız.

    bu 21 yıl boyunca hiçbir genç kardeşimin hayat tarzına müdahale etmediğimiz gibi, kimsenin bir başkasının kılık kıyafetine, düşünce tarzına, beklentilerine, beğenilerine karışmasına da izin vermedik.

    ülkemize kazandırdığımız nice eserin, yatırımın, projenin yanı sıra fikirlerinizi rahatça ifade edebilmeniz, gençliğinizi özgürce ve doyasıya yaşayabilmeniz için de var gücümüzle çalıştık.

    bugün her türden sanat etkinliğinin rahatça düzenlenebildiği, uluslararası organizasyonlara ev sahipliği yapan, sporun, müziğin, bilimin, teknolojinin hiç olmadığı kadar hayatımızın içinde yer aldığı bir türkiye'de yaşıyoruz."

  • estas tonne

    1975 ukrayna doğumlu gitarist ve sokak müzisyeni. kendine ait ruha işleyen bir tarzı vardır, enstrümental müzik yapmaktadır. gitarına taktığı tütsünün dumanından bir farkınız kalmaz dinlerken, bazen savrulur bazen de sakince havada kaybolursunuz.

    önerilerim;
    bird's teardrops ve the song of the golden dragon

    sayfası da şöyledir.

    açıkçası bugünlük eklememiş olmama rağmen özellikle sanatçılar, ilk olarak direkt ruha hitap ettiğini düşündüğüm, hakkında kimdir sorularında afallıyorum. bunun arayışında olan ve sanatıyla anlatmaya çalışan birinin tak diye kim olduğu anlatılamaz, meçhuldür, bilemeyiz. herhangi bir insan için de öyle gerçi, yine de tanıtmak ve paylaşmak için güzel tabii.

  • as above, so below

    ''quod est superius est sicut quod inferius, et quod inferius est sicut quod est superius.''

    ''yukarıda olan, aşağıda olana benzer ve aşağıda olan, yukarıda olana benzer.'' ya da ''yukarıda olan, aşağıda olandandır ve aşağıda olan, yukarıda olandandır.'' anlamına gelen latince söz ve hermetik metin 'zümrüt levha'nın ikinci mısrasının yorumu.

    tarot destesinde 'büyücü' kartının bu konsepti sembolize ettiği düşünülür. okülistlerin çokça kullandığı bu söz, bu bağlamda hayat ve varlığın arasında her zaman bir harmoni ve karşılık/benzerlik olduğu anlamını verir. ve neticesinde de yaşamın en büyük yasalarıdan biridir.

    makrokozmos-mikrokozmos analojisinde (kozmos ve insanlığın benzerliği, kozmos'un anlaşılmasının insan ve doğa gibi daha küçük şeylerin anlaşılabileceği ya da tam tersinin düşüncesi) farklı düzlemlerde uyum/tekabüliyet/karşılık anlamına gelir. bu düşüncenin önde gelenlerinden helena p. blavatsky'nin 'ısis unveiled' kitabından bir alıntı;

    ''yukarıda olduğu gibi, aşağıda da öyle. olan, tekrar geri dönecektir. gökte olduğu gibi, yerde de." bunu tarihle günümüz arasındaki bağıntıyı vurguladıktan sonra söylemiştir.

    bu anlamın ötesinde de kendi yorumum, gardner wiccan anlayışındaki üç yasa kuralını hatırlatıyor 'iyi ya da kötü nasıl bir enerji verirse biri, üç katını alır' üç katı kısmını kötülüğün de iyiliğin de tesirinin yine üç katı hissedileceğini düşünerekten (eylemlerin önemi ve kelebek etkisi gibi) verilenin ya da alınanın aynı olduğu düşüncesi. ya da bir başka yorum olarak da, binary opposition, ikili karşıtlık, altın karşılığı üsttür. son olarak da, yapılan eylemlerin arkasındaki anlam olarak da kafamda ilişkileniyor. yüzeyde görünenin bir o kadarının yerde bulunması. bakınız, somut olarak ağaçlar ve kökleri muhteşem bir örnek.

    kaynakça:
    steele, robert; singer, dorothea waley (1928). "the emerald table"
    prophet, erin (2018). "hermetic ınfluences on the evolutionary system of helena blavatsky's theosophy". gnosis: journal of gnostic studies
    blavatsky, helena p. (1877). ısis unveiled: a master-key to the mysteries of ancient and modern science and theology.

  • götterdammerung nedir?

    eski nors dilinden almancaya çevrilmiş 'tanrıların alacakaranlığı/uyanışı' anlamına gelen ifade. karşılığı 'ragnarök' iskandinav mitolojisinde kıyamet ve onun habercisi/kehanetiyle eşdeğerdir. snori sturluson adlı bir tarihçi ve şair tarafından şiirsel edda'da ilk defa 13.yy'da bahsedilmiştir.



    valhalla in flames, 1894'da orijinal operanın set dekaratörlerinden max brückner tarafından yapılan tasvir.

    götterdammerung, richard wagner tarafından bestelenen dört epik müzikal dram der ring des nibelungen (the ring of nibelung) adlı operanın sonuncusudur. 17 ağustos 1876'da ilk gösterimini beyrauth festspiele salonu'nda (daha sonra richard wagner tiyatro salonu) yapmıştır. alman kahraman hikayeleri ve eski iskandinav destanlarından bahsetmektedir. (bkz: nibelungen destanı) bu dört operayı yaratmak wagner'in 26 yılını almıştır. herkesin izlemese de bildiği star wars'taki şu şarkı ve bu şarkı benzerlik göstermektedir. star wars ve the ring (kısaltılmış adıyla) sadece müziğinde değil eser biçiminde; yapı ve tema olarak paralel olduğu üzerine karşılaştırmalar bulunmaktadır. kaynakçada bulabilirsiniz.


    hikaye dünyaya hükmedecek güce sahip büyülü bir yüzük etrafında geçer, bu yüzük nibelung cücesi alberich tarafından ren nehri'ndeki su perilerinden çaldığı altın ile dövülmüştür. tanrıların tanrısı wotan (odin) bu cüceden yüzüğü çalar ancak fafner (fafnir) ve fasolt adlı devlere tanrıların evi valhalla'yı inşa etmek üzere ödeme olarak vermek zorunda kalır; yoksa freia (freya)'yı alacaklardır. nesilleri içinde bulunduran bu hikayede wotan'nın fani torunu siegfried (sigrud) fasolt'u yüzük için öldüren fafnir'i öldürerek yüzüğü geri kazanır. ama sonunda yüzüğü kendisi isteyen alberich'in oğlu hagen'in entrikalarının bir sonucu olarak siegfried ihanete uğrar ve öldürülür. sevgilisinin babası sigmund'u kurtarmak için babasına meydan okuyup ölümsüzlüğünü bunun için kaybeden seigfried'in sevgilisi ve wotan'ın kızı valkür brünnhilde, seigfried'in cenaze ateşinde intihar ederken yüzüğü ren nehri'nin su perilerine iade eder. bu uğurda yüzüğü kurtarma peşinde olan hagen ise nehirde boğulur. bütün bunlar olurken de tanrılar ve valhalla da yok olmaktadır.

    tolkien akla geliyor değil mi? platon'un 'devlet' kitabında geçen gyges'in yüzüğü'nü duyduğumda da de direkt bu ışık yanmıştı (haliyle). wagner'in operasında da yüzüklerin efendisi'nde de aynı 'the one ring that rule them all' teması kullanıldı. tolkein, c.s. lewis ile birlikte operalardan ikincisi olan `die walküre `(valküreler) çevirisine başlamış olsa da wagner'den esinlenip esinlenmediği sorulduğunda 'her iki yüzük de yuvarlaktı ve orada benzerlik sona erdi'* demiştir. aşırı tepki olduğunu düşünenler de var. çoğu araştırmacı wagner ve tolkein'in yalnızca aynı hikayeden esinlendiği düşüncesinde. bu hikayede şiirsel edda'da bulunan völsunda destanı'na çıkarıyor bizi ve de nibelungenlied (nibelungen destanı). iskandinav mitolojisindeki andvaranaut (altın kaynaklarını bulabilen büyülü yüzük) ve sigurd'un ejderha fafnir'i ölürdüğü yüzük gram, tolkein'in dünyasında kendini the one ring ve narsil (tekrar oluştuğunda anduril) olarak bulur.

    vikipedi'ye göre orijinal hikaye edda'sında loki yüzüğü çalmıştır. (tabii aynı hikayenin içerisinde odin de mevcut) yüzük ilk başta andvari adlı şelale altında yaşayan ve kendini tunabalığına çevirme gücüne sahip bir cüceye aittir. loki ondan yüzüğü çaldığında intikam olarak yüzüğü lanetler, kimin eline geçerse kötü talih ve yıkım getirmektedir. loki yüzüğü oğlu otr'u yanlışlıkla öldürdüğünün karşılığında savaş tazminatı gibi telafi olarak hemen cücelerin kralı hreidmar'a (büyücü) verir. otr'un ağabeyi fafnir ise heidmar'ı öldürüp yüzüğü alır ve ejderhaya dönüşüp ona gardiyanlık eder. (smauuuug) sigurd daha sonrasında fafnir'i öldürür ve brynhildr'e verir. nibelungların kraliçesi grimhild, sigurd ve byrnhildr'i manipüle edip çocuklarıyla evlendirir ve andvaranaut'un lanetini aileye getirir.

    ben ise 'götterdammerung' terimine joseph campell'in 'ilkel mitoloji' adlı kitabında karşılaştım. bu noktada campell'in mitos hakkında gününün görüşünü de eklemiş olmak isterim;
    (bkz: mitos nedir?)

    "mitos" thomas mann'ın gördüğü ve birçok psikologun derinliğini kabul edeceği gibi "yaşamın temelidir, zamansız şemadır, bilinçaltının içinden çıkardığı izlerin yeniden üretilmesiyle yaşamın devam ettiği inanç yapısıdır." öte yandan, bütün etnolog, arkeolog ya da tarihçilerin gözlemleyeceği gibi, farklı uygarlıkların mitosları yüzyıllar boyunca ve insan yerleşiminin dünyayı kaplamasıyla birlikte önemli ölçüde değişmiştir. bir mitolojide 'erdem' olanın bir başkasında 'kötü' diye görülmesi, birinin cennetinin ötekinin cehennemi olması derecesinde değişim olmuştur. dahası, eskiden çeşitli kültür çevrelerini ve panteonlarını ayırıp koruyan düşünce ufuklarının artık birer birer yıkılmasıyla gerçek bir götterdämmerung tüm evrene ateşini salmıştır. bir zamanlar mitolojilerinin sağladığı dindarlığın bilinci içerisinde huzur dolu bir yaşam süren toplumlar, komşularının gözünde, tam tersine şeytanlar olarak buldular kendilerini. artık geçmişle hiçbir yerde hayal edilmemiş, daha derin, daha geniş mitolojiye gereksinim olduğu açıktır. yerel geleneklerin birbirinden farklı hayalinden çok daha esnek ve incelmiş, bu mitolojilerin daha geniş olanın ancak maskeleri olarak bilineceği, bütün parıltılı panteonlarının "zamansız şeması"nın ancak geçici kipleri olduğu, şeması olmayan bir arcanum arcanorumdur bu. (bkz: arcanum arcanorum)

    ama bu, kesinlikle, önümüzde bölümler halinde değişik bilimlerin salon ve müzelerinde yalnızca fark edilmeyi bekleyen ve bir yandan da büyük sanatçıların eserlerinde yaşayan büyük gizemli törendir. onun günümüze hizmet etmesi için tüm boyutlarıyla toplanması -ya da yeniden toparlanması- gerekiyor ve sonra sanat biçiminde, mucize gibi, ahlaki olarak yargılamadan, sevgiyle, öğretici neşeyle geçmiş formların festivalinde uyanan insanlığa katılarak ona kendimize aitmiş gibi yaşam vermeliyiz.''

    not: götterdammerung kelimesinin orijinalinde 'a' harfinin üstünde iki nokta bulunmaktadır. bu yazının sonunda wardruna dinlemeniz şiddetle önerilir.

    kaynakça;
    wagner, his "ring" and how luke skywalker comes in the picture, houston symphony
    tolkein gateway, the lord of the rings and the ring cycle
    the wagnerian, the star wars and wagner's ring
    joseph campbell, ilkel mitoloji, tanrının maskeleri ı, ıslık yayınları
    byock, jesse l. (1990). the saga of the volsungs: the norse epic of sigurd the dragon slayer.
    carpenter, humphrey (1977). j. r. r. tolkien: a biography.
    morris, william; magnusson, eirikur, eds. (1870). völsunga saga: the story of the volsungs and niblungs, with certain songs from the elder edda.
    evans, jonathan. "the dragon lore of middle-earth: tolkien and old english and old norse tradition".
    simek, rudolf (2005). mittelerde: tolkien und die germanische mythologie [middle-earth: tolkien and the germanic mythology] (in german)
    *carpenter, humphrey, ed. (1981). the letters of j. r. r. tolkien.

/ 6 »