en beğenilenleri (412) - sayfa 18

başlık listesine taşı
  • !söyleyenin cahil olduğunu gösteren ifadeler

  • burak dalgın

    deva partisi sanayi, girişimcilik ve dijital dönüşüm politikaları başkanı. parti sayfasındaki cv'si aşağıdaki gibidir:

    1978'de bursa'da doğdu.

    kariyerine koç topluluğu'nun erken aşama teknoloji girişim yatırımlarında başladı. daha sonra mckinsey danışmanlık firmasının new york ve boston ofislerinde yöneticilik yaptı.

    2008'de türkiye'ye döndü. orta ve doğu avrupa'yı kapsayan iki girişim sermayesi fonu yönetmektedir. türkiye'nin muhtelif yerlerindeki yatırımlarıyla yeni fabrikalar açılmasına ve binlerle ifade edilen istihdam oluşturulmasına öncülük etti. yatırımlarından biri harvard üniversitesi'nde vaka çalışması olarak okutulmaktadır.

    türkiye ve avrupa ülkelerinde çeşitli şirketlerde ve sivil toplum kuruluşlarında (edam düşünce kuruluşu, keiretsu melek yatırım ağı) yönetim kurulu üyeliği yapmaktadır. tev yurtdışı bursiyeri ve eisenhower fellow'dur.

    boğaziçi üniversitesi makina mühendisliği (lisans) ve harvard business school mba (işletme yüksek lisans) mezunudur.

    yeninin yürüyüşü: yerelden evrensele adlı videosunu burada kişisel yazılarına yer verdiğini bloğunu
    burada bulabilirsiniz.

  • seküler milliyetçilik

    ek bölüm muhafazakarlık

    bu bölümde dinçaslan muhafazakarlığın belirleyicisi olduğunu iddia ettiği din ile şu şekilde hesaplaşıyor: "bu kitabın tamamı dini düşünce tarzının reddedilmesi ve din olgusunun düşüncenin değil, inancın düzleminde tahdit edilmesi gerektiğini savunmak için yazıldı."

    son yüz yıldır sekülerlerin çabaladığı şey. dinin kendi alanında tutulması. bu konudaki görüşlerimi üçüncü ve dördüncü bölümde yazdım ancak burada da kısaca açıklamak isterim. din, görüşlerden bir görüş, inançlardan bir inanç olduğu anda din olma vasfını kaybeder. dini din yapan şey onun mantıki sınırları, argümanlarının sağlamlığı, insan hayatına olan katkıları vs. değildir. din tüm sorunları tüm zamanlar için kendinden başka bir kaynağa gerek duymaksızın çözer. dinin büyüklüğü buradadır. dindar kimsenin düşünmesine gerek kalmaz zira tüm yanıtların olduğuna inandığın andan itibaren soruşturma ancak bir retorik mesele haline gelir. (bkz: caner taslaman) caner bey'in "göya" bilimsel araştırmaları hakikati öğrenmek için değil, bir savı kanıtlamak istemektedir.

    dinin muhafazakarlığın belirleyicisi olma meselesi de bu açıdan bakıldığında gücünü yitirir. öncelikle muhafazakarlık hakkındaki şu çalışmayı hatırlatalım "the cognitive functioning of individuals with stronger endorsement of right-wing and prejudiced attitudes
    has elicited much scholarly interest. whereas many studies investigated cognitive styles, less attention has been directed towards cognitive ability. studies investigating the latter topic generally reveal lower cognitive ability to be associated with stronger endorsement of right-wing ideological attitudes and greater prejudice."(1)

    sapolsky'nin durumu okuması ise biraz daha sert sayılabilir: "one particularly thorough demonstration of this involved more than fifteen thousand subjects in the uk and united states; importantly, the links among low ıq, rwa, and intergroup prejudice were there after controlling for education and socioeconomic status. the standard, convincing explanation for the link is that rwa provides simple answers, ideal for people with poor abstract reasoning skills."(2)

    devamında ise:"özet geçmek gerekirse ortalama olarak sağcılar (burada muhafazakar anlamında kullanılmış) belirsizlikten daha .ok endişe duyuyor, daha güçlü bir kapalılık istiyor, yenilikten hoşlanmıyor, yapı ver hiyerarşiye yatkınlar, koşulları tehditkar görmeye hazırlar ve empati konusunda daha dar görüşlüler. (3) yani aslında muhafazakar dediğin toplumun çaresiz ve korkak kesmidir. bu kesmi dinden kurtarırsan burçlara saplanır, oradan kurtarırsan vegan-budistliğe saplanır. mesele muhafazakarlığın düzeltilmesi değil, muhafazakarlığı yaratan yoksulluğu ve cehaleti ortadan kaldırmaktır.

    dinçaslan'ın önerisi ise daha optimist: "muhafakarlığı dinden soyutlayarak, dini inançlarla çelişen her türlü rasyonel tespite, iddiaya ve olguya, aynı zamanda her türlü sosyal gelişime, dönüşüme kategorik karşı olmak anlamından kurtarmak gerekir." ben burada fahiş bir yaklaşım hatası görüyorum. meselenin muhafazakar fikrin kendisinde değil, muhafazakarlığı yaratan sosyo-ekonomik şartlarda olduğu aşikardır. dinden soyutlanan muhafazakarlık bir başka cehalet kaynağı tespit ederek ona yaslanacaktır. dinçaslan'ın muhafazakarlığın kötü anlamı olarak saydığı şeyler muhafazakarlığı muhafazakarlık yapan şeylerdir. rasyonel tespite kategorik olarak karşı olmamak zaten muhafazakar olmamanın temelidir. muhafazakarlık rasyonel tespite güvenmemekle farklılaşır. ona göre bilim yanılabillir, rasyonalite akıl yürütmeler arasından bir tanesidir, en doğru olan değil. dinçaslan'ın belki biraz naif olarak dine yaptığı "görüşlerden bir görüş haline getirerek aslında onu bitirmek" eylemi, muhafazakarlarda tam olarak aynı şekilde bilimsel metoda karşı gösterilen yaklaşımdır. bilimsel metot bir şey bilmenin yollarından bir yoldur. ha vahiy, ha tarihsel kurallar, ha pozitif bilim.

    dinçaslan'ın son büyük argümanı da edmund burke'ün muhafazakarlığını tanımak ancak bu tip bir muhafazakarlığın ancak ingiliz toplumunda gerçekleşebileceğini söyleyerek şu an türk milliyetçiliği için muhafazakarlığın "henüz tercih edilebilecek bir seçenek olmadığı" yargısına varıyor. bu yargıya varılmasın beklenen ve kutladığımız bir şeydir ancak burke'un muhafazakarlığının thomas paine progresifliği ile birlikte düşünülmesi gerekir. burke'un muhafazakarlığı progresif fransız devrimciliğinin terör dönemindeki uygulamaları temelinde şekillenen bir itirazdır. bu itiraz antik ya da politik hürriyetin modern ya da sivil özgürlüğü ezmesine karşı ortaya konulmuştur. buradaki tartışmada thomas jefferson "the liberty of the whole earth was depending on the issue of the contest and . . . rather than it should have failed, i would have seen half the earth desolated. were there but an adam and an eve left in every country, and left free, it would be better than as it is now."(4) diyerek tarafını belli etmiştir. hürriyetçi bir dost olarak tanıdığım dinçaslan'ın da muhafazakarlığı bu özgürlük tartışmaları bağlamında yeniden düşünmeye davet etmeyi bir dostluk vazifesi olarak görüyor ve metni okumayı sonlandırıyorum.

    umarım dinçaslan kitabın son sözünde şöyle söylüyor: " elbette bu katkı[kitabın kendisi ve anlamı] bütün sorunları çözecek ve bir anda milliyetçiliği arzu ettiğimiz seviyeye getirecek değildir - muhtemelen kendisi eksiklik ve hatalarla doludur. ancak benden başkaları ve bencen sonrakiler için bir işaret, en azından bir ilham kaynağı olursa, derlediğim bilimsel hakikatler ve yaptığım yorumlar yeni düşünceleri tetiklerse, vazifemi yerine getirmiş olacağım".

    ben de bu seri ile tam olarak haklı ve gerekli bulduğum bu vazifeye naçiz bir katkı sağlamaya, tetiklenen düşüncelerimle yeni düşünceler tetiklemeye çalıştım. en başta da söylediğim gibi türkiye'nin eli kalem tutanları arasında hakiki bir entelektüel ortam yaratmak tüm bu çabaların bir neticeye ulaşması elzemdir. üzerine konuşulmamış, tartışma yaratmamış, karşı çıkılmamış ve desteklenmemiş, hasılı, yurttaşa daha iyi bir yaşamın mümkün olduğunu ve bu yaşamın ancak yurttaşın kendi entelektüel ve politik eylemlerinin bir neticesi olduğunu hissettirememiş teori, anlamsızdır.

    umarım bu değerli çalışma türkiye'de hakettiği ilgiyi görür ve müreffeh bir türkiye'nin anahtarının bu samimi ve kapsamlı çalışmaların sayesinde kurulabileceği geniş kitlelerce anlaşılır.

    kaynak
    1- çalışmanın doi'si
    2-sapolsky, r. m. (2021). davranış: en iyi ve en kötü haliyle insan biyolojisi. pegasus yayınları. sf. 442
    3- a.g.e.446
    4-dijn, a. de. (2020). freedom: an unruly history. harvard university press.sf.267

  • south park

    tüm bölümlerine buradan ulaşabilecek, 26. sezonuna 08.02.2023 tarihinden itibaren ulaşılabilen, gelmiş geçmiş en iyi animasyon.

  • seküler milliyetçilik

    4. bölüm - hürriyetçilik ve demokrasi

    bölüm genel bir toparlamayla başlıyor. dinçaslan'ın seküler milliyetçiliği:
    1- faydacıdır
    2- sekülerdir
    3- bilimseldir.
    4- uzlaşmacıdır.

    "seküler zemin doğruyu ve faydayı tespit etmenin esastan şartıysa, hürriyet de usülden şartıdır." diyerek başlıyor dinçaslan ve "türk milliyetçisi nasıl bir demokrasi ister?" başlığı ile görüşlerinin derinleştiriyor.

    önce rejimin özelliği ile mekanizmasının ayrı olduğu hatırlatmasıyla başlıyor. güzel bir örnekle de zihnimize kazıyor: moğollar monarşiktir ancak liyakata önem verirler, 2023 türkiyesi cumhuriyettir ancak torpille yönetilir. yani demokratlıkla demokrasi rejimi içinde yaşamak aynı şey değil. ingiliz kraliyeti mi daha demokrattır iran cumhuriyeti mi diyerek bu meseli kapatabiliriz.

    dinçaslan sonrasında ise demokrasi tartışmasına giriyor. demokrasi tartışmasında argümanlar oldukça basittir: demokrasi iyidir zira herkesin söz hakkı en azından teoride vardır ve yasalar egemendir, demokrasi kötüdür zira kitle manipüle edilebilir, hatalı kararlar alabilir ve bireyleri ezmeye yönelebilir.

    dinçaslan seküler milliyetçiliğin bu demokrasi probleminden çıkışı için öncelikle yasaya, yasa yapım sürecine dönmeyi öneriyor ve diyor ki : " hukuk öyle tesis edilmelidir ki, geçmiş uygulamaların neticelerinden ders çıkaran bir hukuk felsefesinin önerileri, demokraside yegane meşruiyet kaynağı bu olduğu için, halk oyuna sunulmalıdır." yani hukuk felsefesi uzmanlarına yasa yapım süreci bırakılmalı ve halk oyuna sunulmalı. meclis yok, burası çokomelli.

    bu argümandan sonra thomas jefferson'dan bir alıntı geliyor. jefferson'un "dünya, üzerinde yaşayanlara ait olmalıdır" diyor ve dinçaslan bu savı değerli görüp açıklıyor. varılan sonuç ise "[...] yasa kutsal olmamalı, yasaları eleştirmek sorun sayılmamalı" ve "[...]çıkaracağımız sonuç, yasaların anlık değişmemesi ancak kemikleşmemesi de gerektiğidir. rejimin yasa yapım kuralları, yasanın bir iki yılda ancak çıkarılabilmesini temin etmelidir, bu sayede günübirlik kaygılarla peşkeş yasalarının çıkarılması engellenir. fakat yasaların çok uzun süre yürürlükte kalması da mahzurludur, belli zaman döngülerinde mevcut yasaların hepsinin gözden geçirilmesi gerektiğine dair bir kural, ölülerin yaşayanlar üzerindeki vesayetini kıracaktır."

    dinçaslan buradan vesayet meselesine geçiyor. ancak yasa yapım sürecinin uzaması acil gerekli olan yasaların yapımında sorunlar teşkil edecektir. istisnalar da tanımlanırsa hemen tüm durumlar tekrardan bu istisnalar dahiline sokulmaya çalışılacaktır. öte yandan uzun süredir olan kanunlar bugün amerika'yı bir arada tutmaktadır. kuralların ne sıklıkla ve ne şekilde değiştirileceği üzerinde bir uzlaşmaya varılması kesinlikle gereklidir ancak bu özellikle türkiye toplumunda asla konuşulmayan bir şeydir, üzerine konuşanlar da (bkz: ali babacan) gibi düşman, hain, mandacı ilan edilmektedir. meclis'in de olmadığı bir yerde hukuk felsefecilerinin ortaya koyacağı bir anayasa halktan ne ölçüde takdir alacaktır orasını sormuyorum bile. burhan kuzu gibi hukukçuların yazdığı anayasaların seçilme ihtimali de cabası.

    buradan dinçaslan'ın vesayete yaklaşımına geçelim. ona göre demokraside sert ve yumuşak güçler vardır. yumuşak güç halkın memnuniyetsizliği iken sert güç olarak askeri vesayet sayılabilir. dinçaslan'a göre örneğin ordu vesayeti "kategorik olarak kötü bir şey değildir." aynı şekilde büyük şirketler veya vatandaşın silah sahibi olması da bu sert güçlerden sayılabilir. ancak bu güçlerin de yozlaşma ihtimali olduğundan dinçaslan aktörlerin çokluğu ile çözüme ulaşıyor. klasik bir liberallerin de iktisattan çaldığı güzel bir ilke olan "aktörler arttıkça hata azalır" mantığının milliyetçiliğe de sirayet ettiğini görmek güzel.

    dinçaslan "rejim ne içindir?" sorusu ile devam ediyor: "rejim, millete ve milleti teşkil eden fertlere faydalı olmalıdır. bu faydalar yalnızca maddi açıdan ele alınamaz; dünyanın ücra bir köşesinde bir başka halkı sömürerek, öldürerek kendi ülkesine maddi fayda sağlayan bir sistem, mesela, savunulabilir mi?". sonrasında ise ekliyor "bizim milliyetçiliğimiz dahil olmak üzere milliyetçi akımlardaki totaliter, kolektivist, insanı baskılayıp devleti, soyut kavramları ilahlaştıran yönelimden tiksindiğimi ifade edebilirim."

    -----------burasına özel dikkat-----------
    dinçaslan bu çıkışın devamında aydınlanmacı tavrına meftun edecek bir kişisel farkındalıkla şunları söylüyor: "üstelik ben, milliyetçiliğin "muhafaza etme" işlevini değil, "inşa etme" işlevini önemsediğim için milliyetçiyim: milliyetçilik, basitçe etno-sembollerle inşa edilmiş bir dil kullanmak demektir ve bu dil, milletin "arzu edilen" yöne doğru gitmesini sağlar; bir tür mobilizasyon aracıdır. arzu edilen yönün ne olduğunu tek başına milliyetçilik veremez; felsefe, entelektüel tartışma, bilimsel çalışmalar bunun için vardır ve ideolojik gözlüklerle yapıldığında doğru yolu tespit şöyle dursun, hemen her zaman yok oluşa sürüklerler."
    -----------burasına özel dikkat-----------

    bölümün sonunda seküler milliyetçiliğin önerisinin aktör çokluğu ile dengelerin sağlandığı sağlıklı bir demokrasi olduğunu netleştiriyoruz.

    sonraki bölümde dinçaslan "ifade özgürlüğü" meselesini tartışıyor. açılışı ise woke kültürünün aslında bir çeşit faşizm olduğunu tespit ederek başlıyor ve bu kültürün gücünün "bütün dünyada henüz aydınlanmasını tamamlayamamış ülkelerde bir tür "yanlış bilinçlilik" gibi yanlış aydınlanmayı tetiklediğini" vurguluyor. sonra da ifade hürriyetini daha iyi idrak için john stuart mill'e dönüyor. mill'den bir alıntı yaptıktan sonra ise ifade özgürlüğünün sınırı olarak yasaları ve toplumsal tepkiyi gösteriyor. toplumsal tepkiyi anlamakla birlikte yasaların bu işe dahil edilmesine biraz şaşırıyoruz elbette, yasalar, hele ki türkiye'de, nedir ki? cumhurbaşkanı bile tanımayabilir. bu tartışmayı derinleştirmeden ifade özgürlüğünün sınırları tartışmasını yasaları dışlayarak ve birey toplum ilişkisini çözümleyerek tartışmayı önereceğim.(bkz: ifade özgürlüğünün sınırları nerede olmalıdır?)

    dinçaslan mill'e ait olan "tahdidin entelektüel tartışmayı verimsizleştirdiği" tespitine katılmaktadır ancak ona göre "saygı, hürriyete duyulur, fikir sahibi olma hürriyetine - fikrin kendisine değil. [öyle olsaydı] ölen kardeşinin ardından dul yengesinin yakmak isteyen bir hindu'ya cevaz vermek gerekirdi." buradaki akıl yürütmenin sınırlarını tam olarak anlayamadığımı itiraf etmeliyim. yengeyi yakmak kötü de, günde beş kere olmayan bir şeye tapınmak iyi mi? bunu yapmazsam sonsuza kadar cehennemde yanacağım fikri ile insanları yaşatmak iyi mi? insanların başlarını örtmek, onlara günde beş kere aynı arapça şarkıyı dinletmek, kitlesel olarak yılın bir ayı aç bırakmak, insanların hayatlarına cinler melekler sokup onları korku içinde yaşatmak iyi mi? ben şahsen ya yanmaya gönüllü olan kadının yakılmasına cevaz vermek gerektiği ya da önceki bölümde ifade ettiğim gibi din meselesine tamamen hasmane yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. zira aradaki tüm formlar dinçaslan'ın akıl yürütmesini pratikte imkansız hale getirecektir.

    woke kültür hakkında konuşmaya devam edelim. dinçaslan oto marquard'dan şu alıntıyı yapıyor: "[...] modern nesnellik dünyasının öyküsüzlüğü bir kazanım değil, aksine sonuna kadar dayanılamayacak bir yitimdir. bu nedenle modern dünya söylencelere ve öykülere üstün gelmemiş, aksine sadece edimsel olarak bir öykü noksanlığı bir boş alan, bir açık yaratmıştır." dinçaslan'ın yorumu ise şu şekilde: "öyküsüz ve değersiz insanlar kimliksizleşiyor, kimliksizleştikçe yarattıkları tuhaf ve illuzyonel kimliklere tutunup, asla değer içermeyen ama değeri simüle eden ritüeller silsilesiyle "erdem sinyali" (bkz: virtue signaling) veriyorlar." (bkz: woke culture)


    bu duruma tepki olarak gelen iki başlığın isimleri ise iştah açıcı: batı'ya ağıt ve woke: aydınlanmanın foseptiği. başlıklar tek başına pozisyonu yeterince anlatıyor zaten. argümanlar da iki temelden yükseliyor:
    1- bir adet bizleri, "kişiliksiz, hedefsiz, aidiyetsiz, işçi arılara çevirmek isteyen zihniyet" var. bu zihniyet bize et yememeği, eşcinsel olmayı ve diğer kültürlere ne olursa olsun saygı göstermeyi (mesele ölen eşinin kurutulmuş penisini boynunda taşımak zorunda olan hintli kadına) amaçlıyor.

    2- batı kendi içine çöküyor, medeniyet kendine yuva olacak yeni kültürler arıyor.

    ikinci argümana %100 katılıyorum. ben de geleceğin filozoflarının, biliminsanlarının ve sanatçılarının türkiye, mısır, ukrayna, polonya, meksika, brezilya vs. sair ülkelerden çıkacağı kanaatindeyim.

    birinci argüman ise bana biraz karşı tarafı küçümser ve tam olarak bu sebeple ona yenilmeye namzet geliyor. öncelikle kim bu zihniyet? soros mu örneğin? değilse belirli şirketler olsa gerektir. ancak dünya çapındaki reklam kampayalarında bile başarısız olabilen bu şirketler gerçekten insanlara yön vermeyi iş edinmiş bunu da profesyonel bir şekilde sürdürüyor olabilir mi? eğer öyle ise woke kültürün türkiye'deki kalesi sayılan netflix'te neden bill blur, bo burnham, louis c.k, ricky gervais gibi açıkça woke olmayan komedyenler hala görülebiliyor? woke-olmayan kültür bir şekilde içlerine sızmış olabilir mi?

    öte taraftan woke kültürün karşısındaki kültür nedir? türkiye üzerinden gidelim. woke beşiktaş'tır, anti-woke üsküdar. woke kadıköy'dür anti-woke pendik. hangisinde yaşamak istersiniz? woke kültürün bazı radikal hareketleri elbetteki yok değil. bir taşı ırkçı diye yerinden kaldırmak, bir tarihi kişiliğe bağlamdan bağımsız saldırmak, klasik sanat eserlerine boya dökmek, madun her zaman haklıdırcılık, azınlıklar ırkçı olamazcılık, beyaz genç hetero erkek her zaman haksızdırcılık ilh. böyle gider. kimse bunların mantıklı ya da doğru olduğunu düşünmüyor, en azından bence. ancak diğer taraftan çokça saçma sapan feministçiliğin ardından, artık üniversitelerde kadınlar herhangi bir taciz vakasına karşı çok daha hızlı örgütlenebilir hale geldi, 45 cinsiyet, cinsiyet olarak ak-47 olmak gibi saçmalıklar yanında türkiye'de onur yürüyüşleri artık rutin oldu, eşcinsel insanlar artık çok daha kabul görüyorlar ve dışlanmıyorlar. evet travestiler kadın liglerinde oynayıp en iyi kadın sporcu seçiliyorlar ancak bunun yanısıra eğer travestilik normalleşirse artık osmanbey'de geceleri fuhuş yapmak yerine kendilerini kabul eden işyerlerinde çalışmaya başlayabilecekler. kim woke kültür öncesi bir travestiye iş verirdi gerçekten? woke kültürün "söylemeye mecbur bırakması" ise kendilerinin de farkettiği bir hata idi sadece, artık etrafta "bayan değil kadın!!!" diye infilak eden çirkin genç kızlar görmüyoruz.

    bence dinçaslan'ın da haklı olarak kızdığı şeyin farkında olmamız gerekir. ancak bu kızgınlıkların biranın köpüğüne kızmak gibi bir verimsizliği de var bana kalırsa. bardağa hızlı bir biçimde bira koyarsanız bardağın %20'si bira ile dolmadan kalan %80'i köpük olacaktır. bu köpüğü bastırmak için en iyi yöntem hangisidir? beklemek. ben woke kültürü işte bu bira köpüğüne benzetiyorum. kadınların ikinci sınıf olduğu, sevişmenin yasak, içmenin günah, kitleye ait olmamanın zavallılık, evlenmemenin evde kalmak, eşcinsel olmanın sapıklık, çalışan-okuyan kadın olmanın orospuluk sayıldığı dönem çok değil 20 sene öncesidir. tüm bu bariyerler woke kültür sayesinde aşıldı. bu sebeple ben saçmalıklarına gülme ve beğenmediklerimi açıkça ve kendi seçtiğim üslupla ifade etme hakkını saklı tutarak woke kültürü tamamen harcamamamız gerektiğini, bilakis neden toplumda bu kadar karşılık gördüğünü incelememiz gerektiği kanaatindeyim.

    bu bahsi burada kapatıp dinçaslan'ın serbest piyasa hakkındaki görüşlerine bakalım. dinçaslan'ın birinci argümanı şu:

    inovasyon-evrim-ilerleme ancak stres ile olur. piyasanın da birey lehine gelişmesinin de temeli rekabettir. sistemin devamı için ise devlet "daha güçlü ve etkili bir hakem" olmalı, ahlak da her zaman güncel bir konu olarak etkin olmalıdır.

    ikinci argümanı ise şu:

    orta sınıfın varlığı demokrasiyi ve piyasayı mümkün kılar.

    yine ikinci argümanla bir sorunum yok. türk milliyetçiliğinden bağımsız olarak da orta sınıfın öneminin anlaşılması ve devlet dahil toplumun tüm işbirliği aygıtları tarafından daha çok kollanması gerektiğini düşünüyorum. ancak birinci argümandaki "daha güçlü" devlet meselesinin detaylandırılmasında büyük faydalar görüyorum.

    4. bölüm burada bitiyor. sonraki girdide turancılık, muhafazakarlık, son söz ve kaynakça meselesini konuşacağız.

  • harold bloom

    "nasıl ve neden okumalıyız?", "batı kanonu" ve "etkilenme endişesi" kitapları türkçeye çevrilmiş olan amerikalı eleştirmen.

    "no thing can be more malignant than a disease of the spirit that sincerely regards itself as virtue." hiçbir şey, kendini samimiyetle erdem olarak tanıyan hastalıktan habis olamaz. veczinin sahibi.

    sanatla uzaktan yakından ilişkisi olan özellikle şiirle bir bağlantısı olan herkesin mutlaka okuması gereken bir isimdir.

  • doğu nedir?

    muhammed bahadırhan dinçaslan'a göre "sürekli batıdan şikayet eden * ve "kültürden medeniyete" dönüşüp kendisinden başkasına ve ötesine fayda sağlamayı bırak, kendisine, halesinin içinde kalanlara dahi faydalı olmayan bir paradigmadır."

    kaynak
    m. b. dinçaslan, seküler milliyetçilik, yenisey yayınları, 2023, istanbul, sf. 136

  • emily nagoski

    come as you are adlı kitabında iyi bir cinsel hayatın yollarını aramış olan genç, eğlenceli, mavi saçlı akademisyen. özetini (bkz: iyi seks nedir?) başlığında bulabilirsiniz.

  • vlad holiday

    young and stupid parçasını beğendiğim sizlerin de buradan dinleyebileceğiniz, new york yerleşkeli, romanyalı sanatçı.

    so damn into you adlı parçası da ayrı güzeldir. sakin bir havası vardır.

  • ahmet cevizci

    buradan basılmış kitaplarına bakarak çalışkanlığı karşısında hayranlık duyduğumuz, felsefe ansiklopedisi ve felsefe tarihi eserleriyle her türkçe konuşan felsefe talebesinin uğrak noktası olmuş, bursalı felsefeci, akademisyen, sapiens.

    buradan cenaze görüntülerine erişebilirsiniz.

  • boğaziçi üniversitesi yayınevi

    yeterince kıymetini bilmediğimiz, ana sayfasına buradan ulaşılabilecek olan, şahane kitaplar basan bir yayın evi. özellikle felsefe tartışmaları dergisinin mirasını sahiplenmekle ne kadar vizyoner olduklarını da göstermiş bir yayınevidir.

  • sokratik diyalog

    sokrates'in öğrencileri tarafından sokrates'i yaşatmak için icat edilmiş yazı tekniği. en meşhuru platon'un metinleridir.

  • sokrates kimdir?

    şölen'e giderken hamama gidip temizlendiği bilgisi üzerinden pasaklı bir adam olduğunu da öğreniyoruz.

  • iyice araştırmanı öneririm

    #3421 no.lu entrye binaen bir iqsözlük mottosu olması gereken cümledir.

  • !iqsözlük'te engellenmek

    bana da tuhaf gelmiş bir harekettir. zannediyorum burada yeterince vakit geçirmemektedir.

« / 28 »