en beğenilenleri (410)

başlık listesine taşı
  • oğuzhan uğur'a açık mektup

    dostum merhaba,

    bu yoğun tempo içerisinde umarım bu metni okumaya vakit bulabilirsin, ben de elimden geldiğince kısa tutacağım. bu mektubu buradan okuyabileceğin üzere nihat genç'in senin hakkındaki yazısının gördükten sonra kaleme alıyorum.

    nihat genç sana "paracuk"larını korumak için memleketi satan bir vatan haini, memleket gençlerini fetö, pkk ve liberalizm sempatizanı yapmak için atatürkçülük "ayağı" yapan bir yalancı, omurgasız, haysiyetsiz, namussuz, ciğerleri çürümüş, götü başı oynayan ve "pkk diliyle iç savaş iklimleri hazırlayan pilli bebek oyuncak siyasilerin oyuncağı" diyor. haksızlığına ve saldırganlığına gelmeden önce; bu ne edepsizliktir?

    daha önce de bu yazısında epey sert yüklenmişti sana. sen de twitter'dan "silkinmem lazım" demiştin. açıkçası bu tavrın beni çok şaşırtmıştı zira hakan şükür'ün konuşmasına bu kadar sert bir tepkinin gelmesi aslında hakan şükür'ü olduğundan daha önemli, tartışmalı bir adam haline getirerek onun etkisini artırmadı mı? bu tartışma büyüyüp ilker canikligil senin boşluğunu doldurduğunda ve ilker canikligil'in kolejli nezaketi şükür'ü durduramayınca aslında nihat genç'in en çok korktuğu olmadı mı? hakan şükür neredeyse 3 saat kesintisiz bir şekilde 800.000 aboneli bir kanalda konuşmadı mı? üstüne kendi hür iradenle soruları takip etmekten vazgeçip "otorite"ye itaat etmiş olmak sence sana yakıştı mı?

    bildiğim kadarıyla ailevi sebeplerin de etkisiyle türkçü camiaya yakın hissediyorsun kendini. seküler bir milliyetçiliğin -ki atatürkçülük temelde budur- ülkemiz ve insanlarımız için en hayırlısı olduğunu düşünüyorsun ve bu konuda açıkça bildiklerini, öğrendiklerini kamu ile paylaşmaktan imtina etmiyorsun. ben de bir on yıl kadar seninle aynı fikir safında idim, artık değilim ve gördüğüm kadarıyla sen de -belki farkında değilsin ama- tam olarak sınır çizgisindesin.

    liberal deyince senin de aklına batılıların hedefleri doğrultusunda çalışan, kendi ülkesini peşkeş çekmeye hazır, omurgasız, beyni yıkanmış, para düşkünü, batı hayranı, yerli işbirlikçi, ülkenin gerçek ihtiyaçlarından bihaber, kandırılacak kadar naif, "karı kızla takılan", korkak liboş tipinin geldiğini biliyorum. nihat genç'in sana söyledikleri ile ne kadar benzer değil mi? galiba benim başıma geldiği gibi, senin mahallen de seni ait olduğun yere, bireysel düşünmeye, batıyı batı yapan değerlere yani aydınlanma ve liberal düşünceye itiyor.

    nihat genç'in ve türkiye'de hemen her sürü ahlakının egemen olduğu yerden bakıldığında liberaller gerçekten de öyleler. gerçekten de liberallerin batılı bir ajandaları var. mesela hakan şükür olsan bile ifade hürriyetinin sağlanması. mesela ele geçirilmiş bir pkk'lı olsan bile kişisel hakların dokunulmazlığı, işkencenin önlenmesi. mesela her şeyi bilmekten çok sormayı, noktadan çok soru işaretini savunmak. mesela tarikat olsan bile ezilmekten çok anlaşılmak, denetlenmek ve toplumsal uzlaşının tarafı haline getirilmek. mesela göçmen, mülteci, sığınmacı, kaçak göçmen olsan bile temel insan haklarına uygun muamele görmek, mancınıkla atılmamak mesela, ucuz işçi olarak çalıştırılmamak, çoluk çocuğunla oturduğun evden polis copuyla zorla çıkarılarak yaka paça idam edileceğin ülkeye gönderilmemek. türkiye'nin en okumuşları akp'den kaçmak için yurtdışına giderken taliban denen akıl almaz medeniyetsizlikten kaçanları korku içinde yaşamamasını savunmak. mesela azınlıklardan korkmamak, kürtlerin de kendini eşit hissetmesini sağlamak. mesela "yerli ve milli" drone için bile kamusal ihale kanunlarını çiğnememek, yolsuzluğu aklamamak. mesela kendi ülkesinin çocuklarını ezen çin, rusya gibi otoriter devletlere mesafeli olmak. mesela kızların istediğini gibi giyinme, istedikleriyle sevişme haklarından yana olmak. mesela ibneyi küfür olarak kullanmamak, travestiyi e-5 caddesinde fuhuşla geçinmeye zorlayacak kadar toplumdan dışlamamak.

    ben de uzun süreler türkiye'de dört temel kafa olduğunu düşünüyordum. sosyalistler, kemalistler, milliyetçiler ve islamcılar. ancak görüyorum ki aslında sadece iki tip kafa var. sorulardan yana olanlar ve cevaplardan yana olanlar.

    biliyorsun ki kitle için sorular kafa karıştırıcıdır, uzun yanıtlar ise sıkıcı. onlar bir kaç kelimeyi geçmeyecek yanıtların arkasında birleşmeyi, gücü ele geçirmeyi ve kendilerinin rahatsız hissettiren kim varsa imha etmeyi amaçlarlar.

    diğer taraftaki bireyler için ise bir kaç kelimelik yanıt olmaz, zira sadece yanıtların dayandığı bilimsel kaynaklar bile sayfalarcadır. hedef gücü ele geçirmek değil gücün seni ele geçirmesini engellemektir, zira yaratılmış bir otorite pozisyonunu biri mutlaka ele geçirecektir ve önemli olan pozisyonun nasıl kullanılacağıdır. seni rahatsız edenleri değil seni onaylayanları uzaklaştırmak gerekir zira "sen haklısın!" diyen konuyu kapatıyordur, "sen haksızsın, çünkü..." diyen ise aslında ya bir soru soruyor ya da bilmediğin bir şeyi öğretiyordur.

    bu iki insan tipi, yani ister birey-toplum de, ister efendi ahlakı köle ahlakı, her ideolojik çatı altında görülebilir. ancak takip edebildiğim kadarıyla birey olarak düşünebilen insanlar her çatı altında ağırlıksız bir vitrin ögesinden fazlasını ifade etmiyor. sosyal medya ile birlikte fikrin geçerliliği de kalabalıkların like'ları ile ölçüldüğünden neredeyse tüm etkileri silinmiş durumda. yanıt veren sonsuz kaynaklara karşı soru soran -iqsözlük ve m.a.m. ve belki bir kaç grup daha hariç- hiçbir mekanizma, kurum yok. en hakiki mürşit'e dayanarak konuşanlar "kafa s.kiyor", karmaşık hakikati izah etmeye çalışanlar "bayıyor" ve rahatsız eden soruları soranlar "diğerlerinin ajanı" olarak derhal dışlanıyor. geriye kokoreç ısmarlayarak * tavlanabilen bir gençlik, duyanın mutlu olduğu sorular ve he deyip geçmekten farksız yanıtlar kalıyor.

    senin için değeri nedir bilmem ancak şunu açıkça söylemek istiyorum ki nihat genç'in bedeninde tecessüm etmiş sürü ahlakına karşı ben, soruların ve soruların yanında olan senin yanındayım. onlar biliyor olmaya, emin olmaya, inanmaya devam etsinler biz de sormaya ve şüphe duymaya. ancak vatanperverliği, karakterimiz olan hürriyeti ve soru işaretinin şerefini bu sürüye bırakmaya niyetimiz yok. senden de sadece kendi inandığın özgürlükçü değerleri takip etmenden başka bir beklentimiz, ricamız yok.

    senin kendinde fazla olanlara dayanarak hasan can'a, efe aydal'a sorduğun soruyu ben de bizde fazla olanlara dayanarak sana sormak istiyorum; oğuzhan, soru sorma konusunda yardıma ihtiyacın var mı? lütfen elimizden bir şey geliyorsan haberdar et bizi.

    sevgilerle,

  • daha güzel yaşamak parayla mı?

    entrylere baktıktan sonra farkettim ki soruyu peşinen evetleyecek gerçek dünya insanları adına da birinin konuşması gerekiyor.

    hemen ispatımızı yanlışlanamaz ve bu satırları yazarken reel zamanlı olarak yaşadığım meseleyi göstererek yapalım.

    msgsü'de öğrenciyim. okuldan çıktım. hiç param olmadığı için beşiktaş'a yürüyerek gitmeye karar verip yola çıktım. okuldan çıkalı 300 metre olmamışken birden sağanak bastırdı. sabah hava güneşli olduğu için yanıma şemsiye almamıştım. sağanak not almak için yanımda taşıdığım bilgisayara zarar verebileceği için kendimi bulabildiğim ilk "yağmur dinene kadar oturulacak" mekana attım. çayımı beklerken, burayı unutmayın önemli, yazıyorum bu satırları.

    mekan güzel. içeri girer girmez çalışanlar buyrun dediler. en son 17 nisan saat 18.00 sularında gıda aldığım için epey açtım. şakayla karışık çok pahalı değilsiniz değil mi? diye sordum personele. yok ya restoranlara göre ucuz bile sayılır dedi. sonra menüyü getirdiler. çay 19 lira, etli yemek 300 lira.

    yağmur hızlandı. (hala yağıyor.) mekanı beğenmeyip başka bir yere gitmeye çalışırsam yağmur diz üstü bilgisayarıma zarar verebilir diye korktum ve mekana oturup bir çay söyledim. bu bilgisayarın zarar görme ihtimali çok önemli zira eğer bilgisayara bir şey olursa şu kardeşiniz büyük ihtimal önümüzdeki 6 ay boyunca yeni bir girdi giremez.

    şimdi soruyu tekrar soralım. daha güzel yaşamak parayla mı? evet.

    ancak elbette başlığın açılışındaki küçük tuzağa düşmemek gerekiyor. "daha" epey göreceli bir kelime. daha iyi hissetmek için meditasyon yapmak bedava, sokağa çıkıp güzel bir yürüyüş yapmak bedava, yumurtayı bir kaç farklı şekilde yapmak bedavaya yakın. üstelik aşk, dostluk, aile sıcaklığı - en azından sen alt kuşak isen- insanı mutlu kılacak durumlar da bedavaya yakın.

    ancak parasızlıktan günde 10 kilometre yürümek kötü yaşam. parasızlıktan her gün yumurta yemek kötü yaşam. et yiyememek, paran olmadığı için hayatındaki kadının "arada dışarda da görüşelim" çemkirmesini duymak, sadece evin içinde titremeye başladıktan sonra kombiyi açmak, su parası kaygısıyla üç günde bir duş almak, yırtılan, epriyen elbiseni yenileyememek, adıyaman tütünü içerek sigaradan alacağımız tattan mahrum kalmak, büyük hayranı olduğum kalt'ın canlı gösterisine gidememek, çok yakın bir sanatçı arkadaşımın parçası olduğu etkinliklere parasızlıktan katılmamak, hocaların mutlaka okuyun dediği kitapların pdf'si yoksa okunamaması ve bunların tümünün farkında olmak, iyi yaşam değil. daha iyileştirilmesi de bedavaya değil.

    elbette birisi kinik bir felsefe savunabilir. sadece artık yemeklere tav olursan ölene kadar bedava gıda alırsın, sadece kimsenin istemediği kadınlarla yatarsan çok aktif bir cinsel yaşamın olur, kimsenin oturmak istemeyeceği evde oturursan bedava konaklar, insanların eskilerini giyersen bedavaya giyinirsin. bu yaşamı dahi daha iyi hale getirmek aslında ilk girdi sahibinin söylediği, ancak artısı kadar eksisini de hesaba katarsak elimizde "daha iyi yaşamak parayla değil" önermesi değil, "yeterince onursuzlaşırsan parasız da hayatta kalırsın" önermesi kalır. yağmur dindi, ben parasızlıktan sırtımda çantayla bir 5 km kadar yürüyeceğim, yürürken belki bir ıslık çalarım "daha iyi yaşıyor olmak" için. *

  • 24.01.2023 uykusuz dergisi'nin kapanması

    rehberimi kaybetmiş gibi hissettirmiştir bana kendimi.

    uykusuz dergisi ile başlamadı aslında maceram, penguen'in 650.000 tl olan 17. sayısıyla başladı. orta okulda olduğum için haftalık çıktığını bile anlamadan, hatta ersin karabulut'un sandık içini bile "çok yazı" olduğu için okumadan neredeyse her gün okulun karşısındaki süpermarkete gidip yeni sayı geldi mi diye bakardım. bir kaç sene sonra sayılar birikmeye başlayınca annem otisabi'nin benim "ahlakımı" bozacağını düşündüğü için ilk sayılarının hepsini çöpe atmıştı.

    lisede artık derginin haftalık çıktığını ve gününü biliyorum, yazar çizerleri tanıyorum ve her hafta dergiyi elime alıp en diplerine kadar okuyorum. yetmiyor penguen'in eksik sayılarını tamamlıyorum, kemik, lombak ne varsa elimdeki öğrenci harçlığından biriktirip onlara yatırıyorum. nietzsche'yi orada görüyorum ilk defa, bir umut sarıkaya köşesinde. hemen gidip kitaplarını alıyorum. yıllar sonra üniversiteden mezuniyet tezimi nietzsche üzerine yazacak kadar etkiliyor beni.

    çirkin ve kısa boylu bir çocuğum lisede. güldürmeye çalışıyorum kızları beni sevsinler diye. genelde işe yaramıyor. şakalarımı mizah dergilerinden çalıyorum. "ekmeklerini yiyorum" yani. onların toplum eleştirilerini süzüyorum, edebiyat derslerinde hoca hikaye yazın deyince "benim de söyleyeceklerim var" köşesini deftere yazıp sınıfta okuyorum. insanlar şok oluyor. kadın erkek ilişkilerinde, politikada, sosyal hayatta komik durumların ve komik durumlara düşenlerin maceralarına bakarak o komik durumlara düşmemeye çalışıyorum. mizah eğitiyor beni. her hafta alıyorum, tek bir sayısını bile kaçırmıyorum, erasmus'ta bile kız arkadaşım mektupla gönderiyor bana sayılarını bir kaç ayda bir. tam 20 senedir günleri penguen-uykusuz dergisinin hediye takvimlerinden takip ediyorum. çok arkadaşım yok hele oturup konuşabildiğim kimse yok. param çok az çıkıp dolaşamıyorum. her hafta perşembe gününü bekliyorum.az paramla alabildiğim en güzel şey. çok az paralı bir insanın hayatını güzelleştirebilecek bir şey. üniversiteye istanbul'a geliyorum, üniversiteli olmak benim için kadıköy vapuru'nda uykusuz okumak.

    sonra eksilmeye başladı kadro. en sevdiklerimiz ayrılmaya başladı. uğur gürsoy istisnaen çizmeye başladı, umut, ersin, yiğit komple gitti. 2021-22'de iyice dağıldı kadro. bana sorarsanız çok iyi yetişen bir yeni jenerasyon vardı ve aslında epey iyilerdi. cihan ceylan ve cihan kılıç dergiyi en keyifli hale getirenlerdi. ömer göksel yükselen bir yetenekti, yutuber olsa dahi nisan hakan ara sıra çiziyordu. ender yıldızhan bir görünüp bir kaybolan bir yetenek gibiydi. özer aydoğan, kubilay odabaş kadroya katılmıştı. cem güventürk artık genç kızların melankolik sevgilisiydi. deniz göktaş'ın rüştünü ispatlaması uykusuz'un onu kabul etmesiyle gerçekleşti bence. uykusuz toplumda birbirimizi tanımamız için en güzel yeşil sakaldı. ben hiç mizah dergileriyle içli dışlı olup kötü olan bir insana denk gelmedim.

    son sayısı 13 lira. kimse 13 liraya daha çok eğlenceyi satın alamaz. buna rağmen yetmedi. çizerlerin instagram'da karikatürlerini gördükçe hoşuma gidiyordu aslında herkesin artık biliyor olması, çizerler üzerine konuşabileceğin daha geniş bir çevrenin olması. işlerin buraya geleceğini nasıl tahmin edebilirdim ki?

    canım yanıyor gerçekten. kılavuzumu kaybetmiş gibi hissediyorum. gözlerim doluyor. ben hala her sayısını alıyorum. 2002'de başladığım mizah dergisi alışkanlığım uykusuzla birlikte ölüyor. 20 sene. leman'ı hiç sevmedim komik olmaktan çok politik olmaya çalışıyor gibi geldi bana. kafa bavul falan aynı ligde bile değil zaten.

    64'ü, fermuar'ı, ciciyi, para tuzağı'nı da sektirmeden takip ediyordum kapanmadan önce. ama uykusuz kapanmaz gibi geliyordu bana, devletin batmaması gibi bir şey bu. uykusuz da kapanırsa ne kalacak geriye? işte bugün oradayız. geriye hiçbir şey kalmadı. sadece bir dergi değil zira kapanan daha çok bir "basılı mizah dergisi geleneği". online dergiler takip etmek istemiyorum, mis dergisine hala erişemedim mesela. bilmiyorum çok mu uzatıyorum ama hiç arkadaşım ölmemişti benim daha önce. bu haberle ilk defa yakın bir arkadaşım öldü.

    bu akşamı yas tutmaya ayıracağım.

  • gılgamış destanı nedir?

    mezopotamya kökenli, dünyanın en eski kahramanlık efsanelerinden biri.

    hesiodos ve homeros'un destanlarının aksine yazılı olarak doğmuştur. eser, orijin olarak, nasıl yazı yazılacağını öğrenen katiplerin alıştırma metnidir ve okunmak, diğer katip olarak yetiştirilenler tarafından çalışılmak üzere üretilmiştir.

    gılgamış bir zamanlar sümer döneminde uruk şehrini yönetmiş gerçek bir kişidir. sümerlerin tuttukları krallar listesine göre m.ö 2600'ler civarında 126 yıl yaşamıştır. uruk'un surlarını yaptırdığını biliyoruz. m.ö. 612'de yerle bir olan ninova'daki asurbanipal kütüphanesinden kurtulan 12 tablette gılgamış'ı çağrıştıran ve binlerce yıl öncesine giden bir hikaye vardır. pek çok bağımsız bölümden oluşan hikaye sin-leke-unnini adlı bir katip tarafından bir araya getirilmiştir.

    gılgamış kısa bir özgeçmişle başlar. üçte ikisi tanrı üçte biri ölümlü olan gılgamış uruk kralıdır ve eninde sonunda ölecektir. aşırı derecede mağrur ve güçlüdür. karşısına çıkan herkesi ezip geçer. evlenen her kadın ilk gecesini onla yaşar. uruk halkı dayanamaz ve tanrılardan yardım ister. ana tanrıça aruru bir parça kil ve çamur alır ve ondan gılgamış'ı törpüleyecek bir rakip yaratır (tanıdık geldi mi? keh keh). bu rakibin adı enkidu'dur.

    enkidu uzun saçlı bedeni kıllarla kaplı ve yabanda yaşayan biridir. enkidu yabanda avcılara musallat olmaya başlar. onların tuzaklarını bozar ve yakaladıkları hayvanları salar. bunun üzerine bir avcu durumu gılgamış'a bildirir. gılgamış ise önceki gün rüyasında yakında yeni bir arkadaş edineceğini görmüştür. bu haberi aldıktan sonra avcıya yanına bir hayat kadını almasını ve enkiduyu tuzağa çekmesini ister. avcı bu onlyfans sahibi ile nehir kenarında 2 gün bekler. üçüncü gün enkidu'ya denk gelirler. kadın soyunur ve enkidu'nun yanına gider. enkidu 6 gün 7 gece kadınla sevişir *. enkidu bu travmatik olay üzerine değişir. insanlarla takılmaya başlar ve medeniyet öğrenir. sonra gılgamış'ın yeni evlenen bir kadının ilk gecesini alacağını öğrenir ve bunu durdurmaya karar verir.

    enkidu şehre girer gılgamış'ı ister. gılgamış gelir ve güreşmeye başlarlar. çok uzun ve zorlu bir mücadeleden sonra gılgamış enkidu'yu kaldırıp yere çarpar. sonrasında ise birbirlerinin gücüne hayran olan bu ikili çok yakın arkadaş olur.

    gılgamış enkidu'ya birlikta yaşayanların diyarına gitmeyi teklif eder. enkidu kararsızdır. daha önce oraya gitmiş ancak bekçi humbaba'dan çok korkmuştur. gılgamış arkadaşını yüreklendirir hazırlıklar başlar.

    hazırlıklar tamamlandıktan sonra yedi dağ aşarak yaşayanlar diyarına ulaşırlar. enkidu vardıkların yerin kapısına dokununca korkudan eli ayağı tutmaz olur. gılgamış onu sakinleştirir. ormanda epey yol alıp gece için kamp kurarlar. uyuduklarında korkunç rüyalar görürler zira humbaba onların varlığından haberdar olmuştur.

    ertesi gün gılgamış ile humbaba karşı karşıya gelirler. gılgamış humbaba'yı öldürüp kafasını fırtına tanrısı enlil'e sunar.

    uruk'a geri döndüklerinde gılgamış temizlenir, süslenir. tanrıça iştar (sümerdeki inanna) gılgamış'ın yakışıklılığından etkilenir ve eğer "tohumlarını içine akıtırsa" ona değerli armağanlar vereceğini söyler. gılgamış reddeder, üstüne iştar'ın erkeklerin başına ne işler açtığını sayıp döker. bu laflara gücenen iştar babası anu'dan gök cennetteki boğayı gönderip bu herifi cezalandırmasını ister. babası bu isteği geri çevirmez ve boğayı gönderir. boğayı önce enkidu karşılar. enkiduyla savaşlarının ortasında boğa dışkısını kuyruğuyla enkidu'nun suratına atar ve onu göremez hale getirir. bu haldeyken gılgamış yetişir ve boğayı öldürür. öfkeli enkidu boğanın testislerinin keserek olayı izleyen iştar'a fırlatır. elinde olsa boğanın bağırsaklarından da kırbaç yapıp onu cezalandırmak istemektedir. fakat enkidu'nun bu ileri gidişi tanırları kızdırır. olaydan sonra enkidu hastalanır. 12 gün sonra ölür. gılgamış belki hayata döner umuduyla 12 gün daha arkadaşının başında bekler. ancak bu sürecin sonunda enkidu'nun burnundan bir kurtçuk çıkar ve gılgamış enkidu'nun öldüğüne ikna olur.

    bu olaydan sonra gılgamış ölümsüzlüğü bulmak için kendini yollara vurur. utnapiştim'i bulup ona akıl sormaya karar verir. (utnapiştim sümerlerde ziusudra, akadlarda atrahasis ve ibranilerde nuh olmuştur.) yolda bir sürü güçlü yaratık öldürüp çeşitli kahramanlıklar yaptıktan sonra tanrıların dolaştığı bir bahçe bulur. bu bahçede bira getirip götüren siduri'ye ölümsüzlükten kaçabilmek için ne yapması gerektiğini sorar. siduri "bu sevdanan vazgeç, güzel yemekler ye, güzel giysiler giy, sert içkiler iç ve aileni sev" der. bahçenin kenarındaki ölümcül denizi geçip ölümsüz olmayı kimse başaramamıştır.

    gılgamış dinlemez gemiler yaptırır ve yola çıkıp ölümcül denizi aşar. orada utnapiştim'i bulur. utnapiştim de ona bu sevdadan vazgeçmesini söyler. gılgamış yine reddeder. utnapiştim bir oyun oynamayı teklif eder. eğer 7 gün boyunca uyumamayı başarır ve ölümün kardeşi olan uykuyu yenebilirse ölüme karşı da şansı var demektir. gılgamış kabul eder ancak ilk akşamın sonunda levent kırca'nın ölüm orucuna benzer şekilde uykuya dalar. 7 gün boyunca da uyanmaz. uyanınca da aslında hiç uyumadığını iddia eder. bunu üzerine utnapiştim gılgamış uyurken karısının düzenli olarak pişirip gılgamış'a getirdiği gıdaları gösterir. hepsinde farklı derecede küflenme vardır. gılgamış ikna olur.

    utnapiştim ölümden kaçış olmasa bile yaşlanmaktan kaçışın olduğunu söyler. denizin dibindeki bir ot yaratıkları gençleştirmektedir. gılgamış hemen ayaklarına taş bağlayıp denizin dibinden o otu çıkarır. geri dönerken bir pınar başında su molası verir. o su içerken yılanın biri gelip otu yer. yılanların deri değiştirmeleri bu sebepledir.

    gılgamış bu olaydan sonra oturup güzelce ağlar. sonra uruk'a döner ve onu surları karşılar. gılgamış en büyük mirasının bu surlar olduğunu anlar. başından geçenleri bir taş levhaya yazdırır ve öldükten sonra büyük bir törenle gömülür.

    kaynak
    powell b., klasik mitoloji, çev.sinan okan çavuş, bilge kültür sanat, 2018, istanbul.s.360-366

  • ama-gi

    özgürlük kelimesinin bilinen ilk halidir. sümercedir. ama anne anlamına gelir, gi ise geri dönmek.

    kaynak

  • hainamoration

    fransız psikanalist jacques lacan tarafından türetilen bir terimdir ve bir kişi veya varlığa karşı hissedilen sevgi ve nefret duygularının geçişini ve bir arada var olmasını temsil eder. bu "nefretsevgi" durumu, sevdiğimiz kişiler aynı zamanda bazen nefret ettiğimiz, ve aynı şekilde, bizi sevenlerin de bize zaman zaman nefret ettikleri bir durum olduğu için yaygın ve evrenseldir. bu durum evliliklerde, ebeveynlikte, arkadaşlık ve kardeşlik ilişkilerinde görülebilir

    ayrıca, bu terim, derinden bağlantılı olduğu ancak bir takım şikayetlere sahip olduğu kurumlar hakkında birçok kişinin hissettiklerini de tanımlar. örneğin, bazı müslümanlar, özellikle belirli tartışmaların ardından, islam hakkındaki hislerini hainamoration olarak tanımlanabilir. islamı, temsil ettiği inançları nedeniyle severler, ancak kurumun belirli eylem veya davranışları nedeniyle ona karşı nefret hisleri de taşırlar

    hainamoration kavramı, nefretin duygusal yaşamlarımızdaki rolü ve işlevi hakkındaki daha geniş tartışmalara da bağlantılıdır. nefret hissetme yeteneğinin kişisel gelişimde olumlu bir rol oynayabileceği, travmaya karşı koruyucu bir yanıt olarak işlev gördüğü kabul edilir. nefret, öfke ile birlikte, bir kendini koruma mekanizması işlevi görebilir. ancak, bu duyguların özgürlüğümüzü, evrimleşen durumlara yanıt verme yeteneğimizi engellediği zamanlar, bunların zarar verici hale geldiğini fark etmek önemlidir. böyle bir durumda, bunların ötesine geçmenin bir yolunu bulmak gereklidir.

    nefret ve çelişkili duygularınızı ifşa etmek—onları bir terapist, manevi yönetmen veya arkadaşla paylaşmak—bu duygunun kalıcı ve patolojik bir duruma dönüşmesini önleyebilir. bu paylaşma veya ifşa, hainamoration için bir "tedavi" olmaktan ziyade, daha tatmin edici bir çözüm bulunana kadar onunla başa çıkmanın bir yoludur. nefretin bastırılmasını önler ve karmaşık duyguların daha sağlıklı bir ifadesine izin verir.

  • aptallığın norm olma süreci

    her camia nesnenin doğası gereği güçlenme çabası içindedir ve bu gayenin yolu -özellikle- yirmi birinci yüzyılda olabildiğince kalabalık olmaktır. organize kalabalık sahip olduğu güç sebebiyle gündem yaratıp, değiştirebilir. özellikle sosyal medya gibi örgütlü kalabalıkların seslerini süratle duyurabildikleri imkanların varlığında her bir etkileşim değerlidir. teoride bu hızlı örgütlenme ve gündem olabilme becerisinin herhangi bir camia içinde en makul ve bilge olanlar tarafından idare edileceği ve zıt kutuplarda olsalar dahi büyük destekçileri olan akil kişiler arasında gerçekleştirilecek diyaloglar neticesinde tartışmalı konularda makul bir orta yol bulunacağı düşünülür, ümit edilir. antik çağlardan beri var olan meclis mantığının ardında da bu düşünce vardır. ancak günümüzde meclislerde de nüveleri görünen fakat sosyal medyada abartı derecesinde karşımıza çıkan, süreç ilerledikçe tartışmanın çözüme değil, geri dönülemez ayrışmalara doğru ilerlemesini sağlayan mekanizma nedir ve nasıl toplumun yeni normu haline gelmiştir?

    bu sürecin üç genel adımı olduğunu düşünüyorum. birinci adımda radikaller ciddiye alınmamakla ve takdir edilmemekle birlikte herhangi bir davaya karşı olan aşırı inançları ve kendilerini göstermek için harcadıkları abartılı çabalar sebebiyle o meselenin/davanın makulleri tarafından hoş görülürler ve zamanla camiaya iyice adapte olurlar. ara sıra "tuhaf", camiayı sıkıntıya düşürecek çıkışlar yapsalar dahi bizden oluşlarıyla kollanır, görmezden gelinirler. bu süreçte makuller pek beğenmedikleri ve yetersiz buldukları bu radikallerle ilişkilerini sınırlı tutarlarken toplumun çoğunluğunu oluşturan kitle aynı radikalleri gözünde gittikçe büyütür.zira bu radikaller makullerin aksine hiçbir şeyden korkmamakta -çünkü neyden korkmaları gerektiğini dahi bilmezler- ve kitlenin ifade etmek istediklerini en basit ve pervasız şekilde dile getirebilmektedirler. tıpkı körler ülkesindeki samimiyetle körlerden yana olan tek gözlü kral gibi.

    ikinci adımda süreç içinde kendilerine sağlam bir yer ve belirli bir takipçi kitlesi edinen bu vasat radikaller ilk ortaya çıkan tartışmalı hususta her zamanki gibi radikal, sadece düşmanları değil müttefikleri de irite eden bir çıkış yaparlar. bu çıkışın ertesinde alacakları iki tip tepkiyi bilirler; bu tepkilerden birincisi makul insanlardan gelecek olan "fazla abarttın", "haddini aştın" tarzında eleştiriler şeklindeyken ikincisi " yürü be aslanım" tarzındaki tasdikler ve sıradan cahilin abartılı tebriklerinden ibarettir. vasat radikal kritik eşiği tam bu ikilemdeyken aşar: ya kendisine rol model olan ve sağlıklı mücadele eden insanların takdirini kazanacak ancak yavaş ilerleyen bir sürecin herhangi bir taşı olacaktır ya da kendisini yeni lider ilan edip gündemi belirleyen ve daha hızlı kitleselleşen basitleşmenin taşıyıcısı olacaktır. bahsettiğimiz üzre bu kişi vasat olduğundan doğal olarak ikinci yolu seçer ve artık bilinçli olarak provakatif çıkışlar yapmaya başlar. bu sorunlu çıkışlar camianın içindekilerden bazen tartışmanın o anlık öfkesiyle genelde ise sırf öteki tarafa karşı saldırıda "hep birlikte" yer almak için üzerine düşünülmeden desteklenir. bu ikinci adım vasatın popülerleşmesi ve artık bir figür haline gelme aşamasıdır. o artık dostlar tarafından arkasında birleştiğimiz gözü pek bir savaşçı düşmanlar tarafından ise (çünkü düşmanlar da bir diğer kitledir ve provokatif çıkışı karşı tarafın genel fikri olarak görmek işlerine gelir ) baş düşman haline gelmiştir. bu noktadan sonra artık vasat radikalin görüşleri tam olarak doğru olmasa dahi sırf düşmanlar karşısında güç kaybetmemek için desteklenmek zorundadır.

    üçüncü adımda iki tarafın da makulleri mezkur radikalin hem kendi haklı noktalarına zarar verdiğini hem de anlamsızca saldırgan tutumundan dolayı karşı tarafla olan verimli uzlaşma zeminini yok ettiklerinden bahsetmeye başlar. fakat bu bahsediş radikal vasat tarafından behemehal sığlaştırılır ve korkaklık, davaya ihanet, karşı tarafa sempatik görünmeye çalışmak, geri adım atmak şeklinde değersizleştirilir. bu noktada radikalin sözü ve makulün sözü karşı karşıya gelir ve kimin haklı olduğunu belirlemek kalabalığa kalır. sncak hepimizin bildiği üzere kalabalığın ne tartışmanın gerçek doğasını anlamaya yetecek birikimi ne de bunu anlamaya niyeti vardır. kitle -hemen her zaman- kendisine daha yakın hissettiği ve daha kolay anlayabildiği vasat radikali, karmaşık ve uzun konuşan, biraz kibirli biraz monşer ve biraz da kitleden uzak durmayı tercih eden makule tercih eder. böylece herhangi bir görüşün, fikrin, tavrın ilk ve gerçek savunucuları binbir çabayla belli bir noktaya getirdikleri hareket içinde marjinalleşmek durumunda kalırlar. bu kansız devrim hemen her zaman tartışmanın iki karşı kutbu arasında yakın zamanlarda gerçekleşir ve gerçekleştikten sonra artık tartışma hiçbir makul insanın içinde barınmayacağı tek gözlü krallar egemenliğindeki körler dövüşüne döner. bu dövüşte ne herhangi bir ilerleme ne de herhangi bir uzlaşma mevzubahistir. ortada olan tek şey iki tarafın da birbirini olabildiğince irite etme ve aşağılama çabasıdır.

    neticede her görüş, tavır, fikir sesini duyurabilmek ve kendi haklı noktalarından hareketle topluma fayda sağlamak için iyi niyetle kitleye ulaşmanın en kolay yolu olan sosyal medyaya sarılır ve yukarda bahsettiğim adımlardan sonra bahsedilen görüş, tavır, fikir en iyi ihtimalle "duyar kasmak" en kötü ihtimalle de "çok kötü bir şeyden yana olmak" haline gelir. hayvanlara zulmetmemek, insanlara tecavüz etmemek, kadınları dövmemek, hükümetten ya da muhalefetten yana olmak, dini inanç sahibi olmak ya da olmamak, biriyle sevişmek ya da sevişmemek, et yemek ya da yememek hatta herhangi bir şeyle ilgilenmek ya da ilgilenmemek dahi tecavüzcülükten, vatan hainliğine bir insanın bir başka insana yakıştırmaktan dahi hicap duyacağı şeylerle yaftalanmaya başlar. artık et yememek vatan haini olmak için, müslüman olmak tecavüzcü olmak için yeter sebep haline gelir. zira karşılıklı provakatif diyalog ancak gittikçe artan basitleşme ve agresifleşme ile mümkündür.

    bu karşılıklı saldırı mantığı, tarafların vasatlarının geniş zamanları olduğundan ve beyanları zaten derin bir düşünüm gerektirmediğinden sürekli gündem hale gelir. böylelikle her tarafın sözcüleri güçlerini uzlaşmadan değil, sığ çatışmaların sıklığından almaya başlarlar. kitlenin de işine gelen bu olduğundan sığ-agresif önderleri ön plana çıkarırlar ve böylece tüm diyalog süreci karşılıklı agresyon sergileme haline gelir. bugün içinde yaşadığımız durum da tam olarak budur.

  • anti-kürt anti-alevi damar

    can dündar'a göre türk sağının genetiğine işlenmiş olandır.

    maalesef bunun gerçek olduğunu ülkücü geçmişim sebebiyle son derece iyi biliyorum. eğer iyi parti'nin gerçek kavgası bir alevinin cumhurbaşkanı olma ihtimaliyse -ki ben asla öyle olmadığını ummak istiyorum - o zaman ha iyip ha akap.

  • m1 macbook air

    sahip olduğum ancak oyun oynanamayan laptoptur. onun dışında bunu alıp pişman olan henüz görmedim.

  • 16.01.23 haftası türkiye'de özgürlükçü gündem

    bu başlık tipinde 16.01.2023 pazartesi 22.01.2023 pazar arasında hürriyetçi fikir dünyasında ne konuşulduğunu derleyeceğim. aynı şekilde bu başlık her pazar günü o haftanın pazartesi gününün tarihiyle açılacak. şimdi gelelim bu hafta konuşulanlara.

    öncelikle liberal düşünce topluluğu başkanı ve türkiye özgürlükçülüğünün son entelektüel sütunlarından atilla yayla ile başlayacağız.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    17 ocak salı günü hür fikirler dergisinde yayla "selahattin demirtaş'a cevap" ismiyle bir yazı yayınladı. bu linkten ulaşılabilir.
    yazının özeti "bence" şu:

    1- kürt sorunu tek parti politikalarının ürünüdür.
    2- erdoğan büyük riskler alarak bu sorunu çözmeye çalışmışken ona bu düşmanlık niye?
    3- kürtler amerika'daki zencilerle kıyaslandığında gördükleri ırkçılık küçük boyutlardadır. devlet kürtleri mülk edinme, iş yapabilme ve adil yargı haklarını vermiştir.
    4- kürt problemi artık kck ve pkk problemidir. pkk ve kck kürt probleminin tüm boyutlarının kamuoyunca görülmesi önünde engeldir. gerçekten gerçekten kürtler kck pkk tarafından yönetilmek ister mi?
    5- karşılıklı fikirler aracılığı ile bu sorunu sadece kürtler için değil çerkesler ve araplar için de çözebiliriz.

    hür fikirler dergisinin ekonomi, uluslararası ilişkiler ve hukuk alanlarında bu hafta bir yazı çıkmamış.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    ikinci durak olarak mises enstitüsü'ne bakacağız.
    bu hafta üç yazı çıkmış.
    1- anarşi nereye? bu yazı randy e. barnett'in 01/10/1975 tarihli bir makalesinin çevirisi. çevirmen yeşim erdoğan. bu yazıda robert nozick'in anarşizmi çürütmeye yönelik özel ilgisi ele alınıyor ve eleştiriliyor. devleti meşrulaştırmaya çalışan nozick'in akıl yürütmesi değerlendiriliyor ve devletin nozickçi bir yaklaşımda bile meşru olmadığı vurgulanıyor. kesinlikle okunmaya değer bir yazı.

    2- evgin serbest'in çevirdiği bitcoin standardı adlı eserin liberus kitap/liber plus yayınları tarafından yapılan basımından alıntı bir yazı var. tabii ki biz de kitabın orijinal baskısının satın alınmasını şiddetle öneririz. yazı buradaki birinci bölümle başlıyor ve bu hafta gelen son yazı burada . bölüm bölüm ilerleyerek para konusunun tarihi ve gelişimi hakkında çağdaş bir incelemeyi okuyabilirsiniz. mutlaka değerlendirmenizi öneririm.

    3- mustafa acar'ın çevirdiği frederic bastiat'a ait 1845 yılına ait bir yazı. bastiat burada bolluğu üreten etmenleri ve kıtlığı üreten etmenleri değerlendirerek serbest piyasa ile ilgili temel argümanları açıklıyor. değerli bir giriş yazısı.buradan ulaşılabilir.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    üçüncü durak serbestiyet gazetesi
    günlük bir gazete formatında çıktığı için epey tüketilebilir materyal var ancak aralarından teorik bağlamda önemli gördüklerimi seçerek sizlerle paylaşacağım.
    1. etyen mahçupyan'ın yazısı 21 ocak 2023 tarihinde "iktidar, yeni ittihatçı ideolojik tercihi bu seçim vasıtasıyla onaylatma, ona meşruiyet kazandırma peşinde." iddiasını paylaşmış.

    2- roni margulies'in yazısı 21 ocak 2023 tarihinde` homo homini lupus` meselesini tartışmış. ve "insan kötü, bencil, şiddete düşkün bir hayvan değil, toplumsal yaşamın yontup şekillendirdiği iyi ve sosyal bir hayvandır, sosyalizm için biçilmiş kaftan bir yaratıktır." sonucuna ulaşmış. arkadaşlar serbestiyet'in özgürlükçü olduğuna emin miyiz?

    3- vahap coşkun'un yazısı 17 ocak 2023 tarihinde devletin kötü kullanımı meselesine odaklanmış. "başını aç içeri hava girsin" diye kadının devlet baskısıyla bir cinayet şüphelisi gibi muamele görmesinin devletteki nöbetleşe zorbalığın bir örneği olduğundan bahsedilmiş. üstelik gerçek cinayet şüphelileri bir türlü bulunamazken.

    4- yıldıray oğur'un yazısı 18 ocak 2023 tarihinde apo için kendini yakan gencin detaylı hikayesini anlatıyor. meseleyi olabildiğince soğuk kanlı bir sosyal bilimci edasıyla irdelemiş ve son cümlesiyle hepimizi ilgilendiren bir nokta koymuş: "diyarbakır annelerinin sembolü hacire akar, devletin yardımıyla oğluna kavuştu ama bu oğlunu kurtarmasına yetmedi.
    bu acı hikayeden herkesin çıkarması gereken dersler var."

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    dördüncü durak karar gazetesi

    karar gazetesi yine aynı şekilde günlük olarak çıktığı için köşe yazıları özellikle tarafıma ulaştırılmazsa değerlendirmeye almayacağım. onun yerine görüşler kısmındaki yazılara odaklanacağım.

    dikkatimi çeken ilk yazı halil turhanlı'ya ait leszek kolakowski - muhalif ve soytarı yazısı. bu yazıda turhanlı "polonyalı düşünür leszek kolakowski'nin ülkesinin 20'nci yüzyılda yaşadığı bütün dönüşümlere etki ettiğini dile getiriyor.". entelektüel mücadelenin önemini kavramak için önemli bir yazı.

    ikinci olarak eski yargıtay birinci başkanı prof. dr. sami selçuk'un 16 ocak 2023 tarihli toplu mahkemelerde görüşme ve oylama ilkeleri ve ülkemizdeki uygulama yazısını paylaşmak istiyorum. ismiyle müsemma olan yazıda hukuk biliminin teknik taraflarına dair iyi bir inceleme yer alıyor.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    beşinci durak özgürlük araştırmaları derneği.

    bloglarına tıklayarak ulaşabilirsiniz. ben de analizler, yayınlar ve raporların arasında sadece blog kısmını dikkate alacağım.

    blog kısmında ise 16 ocak haftasına dair olan tek yazı aşağıdaki.

    mustafa erdoğan'ın yazısı 19 ocak 2023 tarihinde alman sosyolog ferdinand tönnies'in görüşlerini kısaca eleştiriyor.


    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    altıncı durak rothbard kürsüsü.

    siteye buradan ulaşılabilir.

    bu hafta sadece can çini'ye ait bir şiir çıkmış. toplumdan öte isimli kısa şiire buradan ulaşabilirsiniz.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    yedinci durak 3h hareketi 3 h ile kasıt hürriyet, hukuk, hoşgörü. ancak ü h'de bir ü, yani üretim eksik. bu hafta hiçbir yazı göremedim. eğer ben ulaşamadıysam lütfen beni bilgilendirin.
    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    sekizinci durak ekim atay, alperen özmengibi isimleri kadrosunda barındıran ve ilk sayısına hazırlanan vigilia dergisi. ilk sayıları ulaşılabilir olduğunda oradaki yazıları da düzenli olarak takip edeceğiz. sitelerine buradan ulaşılabilir.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    dokuzuncu durak biz özgürüz hareketi ile yakın ilişki içindeki hür kirpi.

    bu kaynak da kurumuş gibi görünmektedir. en son yazı 30 ekim 2022 tarihli olan hür kirpi umarız en yakın zamanda eski aktif günlerine dönecektir.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    hepimize hür günler.
    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    not:
    yabancı kaynakları takip etmek için yardıma ihtiyacım var. ingilizce bilen, özgürlükçü olan ve türk özgürlükçülüğü tarihine girmek isteyen arkadaşların başvurularını bekliyorum.

  • recep tayyip erdoğan

    hakkında yazmadan önce hapishanede ne kadar uzun süre dayanabileceğimi kafamda tarttığım türkiye cumhuriyeti devletinin 12. cumhurbaşkanı.

  • liberteryenizm

    liberteryenizm 3 döneme ayrılabilir.

    1- primordial liberteryenizm

    libertertenizmin ilk ortaya çıkışı olarak thomas hodgskin'in "the natural and artificial right of property contrasted" (1832) kitabını düşünebiliriz. 1840-50'li yıllarda ise tam anlamıyla bir liberteryen eser patlamasının yaşandı. herbert spencer'ın the man versus the state'i, gustave de molinari'nin the production of security"'si (1849), frédéric bastiat'ın "the law"'ı (1850), ve spencer'ın, social statics (1851) adlı eseri.

    bu dönem için liberterliğin ilk defa sistematik bir hale geldiği dönem diyebiliriz. klasik liberallerden ise özgürlükçü felsefenin altı sacayağı olan bireycilik, özel mülkiyet, otorite düşmanlığı, serbest piyasa, kendiliğindenlik and negative özgürlük başlıklarında tavizsizlikleri ile ayrıldılar. klasik liberaller için toplumun genel çıkarı için bu altı başlıktan yer yer fedakarlıklar yapılabilirdi, liberterler için ise bu başlıkların herhangi birinden verilecek en ufak bir taviz bile kabul edilebilir değildi.

    bu dönemde liberterlerin klasik liberallerden ayrılmasının esas sebebi sosyalizmin yükselmesidir. özellikle ingiltere ve fransa'da sanayi devriminin yarattığı yeni koşullar sosyalizmin bir alıcı kitlesinin oluşmasına yol açtı. bunun karşısında klasik liberallerin daha uzlaşmacı yaklaşımı, liberter diye bildiğimiz cenahın kopmasına yol açtı. abd'de ise durum biraz daha farklıdır. orada sosyalizm tehlikesinin olmayışı liberterlerin anti-kölelik hareketi olarak güçlenmesine yol açtı. bu noktada belirtmekte fayda var amerika'daki ilk liberterler katı derecede anti-kapitalistlerdi. bir malın satış değerinin onun maliyetinde olması gerektiğini savunuyorlardı. avrupa'daki "haklar" liberalizmine karşı abd'de daha çok "ego" liberalizmi gelişmekteydi. önemli son fark ise abd liberterleri zenginlerden çok orta ve alt sınıfın özgürlüğü ile ilgilenmişlerdir.

    2- soğuk savaş liberteryenizmi

    bu dönemin en verimli yılı olarak 1943 sayılabilir.rand'ın fountainhead'i, lane'in the discovery of freedom'ı ve paterson'ın the god of the machine'i bu yılda basılmıştır. bu dönemin karakteristik özelliği de anti sosyalizmdir. önceki dönemden farklı olarak abd'de de ağırlık merkezi anti-sosyalizme kaymıştır.

    bu dönemin bir diğer önemli özelliği ise liberteryen düşüncelerin adım adım farklılaşmaya başlamasıdır. kimi liberterlere göre sosyalizme karşı muhafazakarlıkla birlikte hareket edilmeliyken kimilerine göre esas rakip olarak sosyalizmi bir kenara bırakmak ve muhafazakarlığa odaklanmak gerekir.

    bu dönemde sosyalizmle birlikte özellikle nozick'in şahsında görülen bir rawls eleştirisi de liberteryen düşüncenin ağırlık merkezlerinden biri haline gelmiştir.

    3- üçüncü dalga liberteryenizm

    üçüncü dalga liberteryenizminin esas ayırıcı özelliği ise biribiri ile mücadele eden pek çok liberteryen pozisyonun varlığıdır.

    birinci pozisyon 1990'larda ortaya çıkan ve liberteryenizmi kültürel muhafazakarlık ile birleştirmeye çalışan görüştür. llewelyn rockwell jr. bu görüşün kurucusu sayılabilir. bu pozisyona paleo-liberteryenizm denir.

    ikinci pozisyon aşağı yukarı aynı dönemde belirmeye başlayan akademik liberteryenizmdir. bu tipte ise minimal bir devlet ve yeniden dağıtıma düşman olmayan bir liberteryenizm görmekteyiz. daha çoğulcu, daha empirist bir yaklaşıma sahiptirler.

    üçüncü pozisyon ise bleeding heart libertarians olarak bilinen pozisyondur. bu pozisyondaki önde gelen yazarlar olarak john tomasi, matt zwolinski sayılabilir. hareketin temel hedefi hayek ile rawls'ı birleştirmeyi başarmaktır.

    dördüncü pozisyon ise 2006 yılından sonra yükselişe geçmiş olan cato enstitüsü ve brink lindsey'in başını çektiği liberalterizm'dir. bu pozisyon liberterler ile demokratlar arasında bir uzlaşma arayışı olarak düşünülebilir.

    beşinci pozisyon olarak sol liberterleri sayabiliriz. bu fikrin esas argümanı "kapitalizmin liberter standartlara göre yeterli zengiliği yaratıp dağıtamaması"dır.

  • naber

    umut sarıkaya'nın bu ay itibarıyla 2023 haziranı itibarıyla 10. sayısını çıkardığı mizah dergisi. çıkmasıyla değil çıkmamasıyla ünlüdür.

    son sayısı gerçekten şahane olmuş, herkese öneriyorum.

  • mürteki

    irtikap yapan. rüşvet yiyen. ilber ortaylı'nın ortadoğu zihniyetini anlatırken kullandığı üç kelimeden biridir. diğer ikisi
    (bkz: muhtekir) (bkz: mürteşi)

  • !edip cansever'den alıntılar

    basarak geçeceğiz yeniden
    yeniden yeniden yeniden
    daha öfkeli
    yenikken bıraktığımız ayak izlerimize.

/ 28 »