1857'de yazdığı "either the poor would plunder the rich, and civilization would perish, or order and prosperity would be saved by a strong military government, and liberty would perish." vecziyle demokrasinin eninde sonunda medeniyeti yok edeceğini söyleyen ingiliz whig düşünür.
entry'ler (1951) - sayfa 91
-
thomas macaulay
-
andrew jackson
muhalif tarafından king andrew the first lakabına layık görülen, başkanlığı döneminde kendisinden önceki tüm başkanların toplamından daha çok senato kararını veto eden, abd'nin 7. başkanı.
-
res publica
batı'da siyasal düşünceler isimli eserde aşağıdaki gibi açıklanmıştır:
"res publica ifadesi, hem cicero hem de diğer latin yazarlar tarafından çok farklı anlamlara gelecek şekillerde kullanılmış ve karşılanmıştır: 'kamusal şey', 'kamusal ruha sahip eylemler', 'kamusal çıkar', 'kamusal iş/olaylar', 'kamusal eylemin asli odağı olarak topluluk-cemaat' ve 'civitas ya da populus tarafından oluşturulan topluluk' bu kullanımlardan sadece bazılarıdır. günümüzde ise res publica ifadesi daha çok cumhuriyet ile karşılanmaktadır. cicero'nun de re publica isimli kitabı her ne kadar devlet üzerine olarak çevrilse de, buradaki devlet ifadesinin günümüzdeki anlamından oldukça farklı olduğu unutulmamalıdır. cicero'nun terimi platon ve aristoteles'in politeia terimini karşılamak için kullandığı bilinmektedir; fakat belirtildiği gibi terimin cicero'da tek bir karşılığı yoktur. res publica terimini cicero bütün anayasal yönetim biçimlerine karşılık olarak kullandığı gibi, bazen de monarşi ile karşıtlık içerisinde, sadece katılımcı cumhuriyet/devlet biçimlerine işaret etmek ya da ahlaki olarak meşru anayasaya göndermede bulunmak için de kullanmaktadır. "kamusal şey" olarak birebir türkçeleştirebileceğimiz res publica teriminin cicero'nun siyasal düşüncesinde, mülkiyet ve yönetim ile de yakından iliş kisi vardır. cicero, "res publica, res populi" diyerek, devleti halkın işi/mülkiyeti olarak ta nımlamıştır. cicero, devleti onu meydana getirenlerden bağımsız, soyut bir şey olarak görmese de, devlet ve yönetim üzerine düşünceleriyle biçimsel bir devlet kavramına giden yolları da döşemiştir." -
roma'da cumhuriyet krizi
batı'da siyasal düşünceler adlı eserde aşağıdaki şekilde açıklanmıştır:
"m.ö ii. yüzyıla gelindiğinde ise, roma içerisindeki dengeler değişmeye ve çatışmalar roma'yı istikrarsızlaştırmaya başlamıştır. bir taraftan senato devlet içerisindeki ağırlığını yitirmekte ve atlılar sınıfı siyasal alanda daha etkili almaktayken, öte taraftan nüfus artışı büyüyen ekonomik sorunlara yol açmıştır. roma'nın fetihlerinin sonucu olarak artan köleler, latifundia sisteminin hızla yaygınlaşmasını beraberinde getirmiş ve bu gelişme de köylüler üzerindeki baskıyı artırmıştır. köle sayısının artması sonucunda köle ayaklanmaları yaygınlık kazanmış ve m.ö 73 yılında spartacus önderliğinde ayaklanan köleler, roma siyasal yapısını temelinden sarsmıştır. cumhuriyet'in krize girdiği m.ö 1. yüzyıl başlarında roma'da mücadele içinde olan başlıca dört toplumsal kesim bulunmaktadır: senatörler, atlılar ve decurionlardan (yerel idarelerde yaşayan ve oradaki meclislerin üyesi önde gelen 100 mülk sahibi) oluşan küçük bir aristokrasi; geniş bir köylü sınıfı; zanaatkarlar, serbest işçiler ile esnafları içeren ve roma kentlerinde yaşayan yurttaşlar ile azatlı kölelerden oluşan şehirli bir pleb sınıfı ve son olarak da köleler.
yönetici toplumsal sınıfların kendi içerisinde ve alt sınıflar ile yönetici sınıflar arasında artan mücadeleye, ordunun ve ordulara kumanda etme yetkisine sahip praetor ile konsüllerin siyaset içerisindeki giderek artan rolünün yarattığı sorunlar da eşlik etmiştir. roma toplumsal yapısının sürekli genişleme ve zafere olan ihtiyacı ve bu genişlemenin güçlü bir savunmayı gerektirmesi nedeniyle ordu ile siyaset arasındaki ilişkiler karmaşıklaşmış, ordu kumandanlığının bir sonucu olan güç ve otoritenin nasıl sınırlandırılacağı senato için bir sorun haline gelmiştir. aynı zamanda egemen sınıf üyeleri arasındaki zenginlik ve güç mücadelesi, roma'nın muazzam askeri aygıtının bu güç mücadelesinin en önemli belirleyicisi haline gelmesini kaçınılmazlaştırarak, aristokrasi arasındaki mücadeleyi cumhuriyet için yönetilemez kılmıştır. hakim sınıflar arası bu mücadelelere aşağıdan gelen baskılar da eklemlenmiş ve köylü üreticilerin üzerin deki baskıların artışı, tribünlerin güçlerini artırmaları için ayn bir fırsat yaratmıştır. mö ii. yüzyılın sonlarında tribünlerin etkinliğinde görülen bir canlanma, roma'da ilk sosyal reformcuları doğurarak, siyaset ve şiddet arasındaki ilişkinin istikrarsızlığını roma toplumuna göstermiştir.
roma'nın ilk sosyal reformcuları olan tiberius ve gaius sempronius gracchus kardeşler, roma'nın en can alıcı sorunlarından birini çözmeye çalışmışlar dır: ager publicus, yani kamu malı olan toprakların yurttaşlara dağıtılmasından oluşan bir toprak reformu. reformunun temelini kamu topraklarının yoksullara dağıtılması olarak saptayan tiberius gracchus, m.ö 134' de tribün seçilmiştir. tiberius, pergamon (bergama) krallığının son hükümdarının roma'ya bıraktığı hazinelerinin toprak tahsis edilenler için maddi kaynak olarak kullanıl masını istemiştir. bu isteği onun sonunu hazırlamıştır. toprak reformu önerisini özel mülkiyete bir saldın olarak gören senatörler ve silahlı adanılan tarafın dan öldürülmüştür.
kardeşi gaius ise, m.ö 123 yılında tribünlüğe seçilmiştir. gaius'un programı halka hak ettiği yeri vermek, atlılar sınıfının işlevini güçlendirmek ve roma'nın müttefiklerinin direnişini kırmak için italya dışında koloni kurmaktan oluşuyordu . latinlere yurttaşlık hakkı verilmesi önerisi gaius'un atlılar ve plebler arasındaki desteğini ortadan kaldırmış ve iki kez tribün seçilen gaius, üçüncü kez seçilememiştir. gaius, senato'nun onun kurulmasına öncülük ettiği koloninin dağıtılması yönündeki girişimine taraftarlarıyla karşı çıkmıştır. bunun üzerine, res publicanın tehdit altında olduğu gerekçe gösterilerek senatörler, konsüllere devleti her türlü zarardan koruma görevi ve bunun için her türlü araca başvurma hakkı veren bir kararname (senatus consultum ultimum-son senato karan) çıkarmışlardır. bu kararnamenin sonuçlan gaius ve taraftarlarının öldürülmelerinin ötesinde olmuştur; çünkü bizzat senato'nun otoritesinin çıplak kuvvet kullanılarak, yani siyasetin şiddet aracılığıyla sürdürülebileceğini orta ya koymuştur.
bu gelişmelerle birlikte m.ö 107'de konsül seçilen gaius marius'un orduya gönüllüleri çağırması ve mülksüzleri askere kabul etmesi, roma ordusunun bir yurttaşlar ordusu olma niteliğini de ortadan kaldırmıştır. roma'da ordular artık siyasetin en önemli belirleyicisi olmuşlardır.
roma yurttaşlığını elde etmek isteyen ve bunun için m.ö 91 yıllarında ayaklanan müttefikler de cumhuriyetin krizini şiddetlendirmiştir. doğudaki karışıklığı sona erdirmek için görevlendirilen, optimatesin desteklediği sulla, o zamana kadar hiç yapılmamış bir şeyi yapmış ve kutsal pomeriumdan (meyve bahçesi) geçerek orduyu roma'ya sokmuştur. sulla, m.ö 81'de kesintisiz diktatör olmuş ve senato'ya itibarını ve gücünü yeniden kazandırmak için anayasal reformları uygulamaya koymuştur. m.ö 70 yılında ise populares partisinin desteğini alan pompeius ve crassus, konsül seçilerek sulla'nın yasalarını değiştirmişler (tribünlere eski güçlerini iade etmişler ve atlılar sınıfının durumunu tekrar kuvvetlendirmişlerdir) ve m.ö 60'ta aralarına gaius julius caesar'ı alarak ı. triumvirlik'e (üçlü yönetim) yol açan anlaşmayı yapmışlardır. m.ö 48'de teselya ovasında pompeius'u yenen caesar, m.ö 46'da yaşam boyu imperator (başkomutan) olarak atanmış ve m.ö 44 yılında da diktatörlüğü sürekli bir nitelik kazanmıştır. caesar, giderek artan gücünü ortadan kaldırmak için senatörler tarafından m.ö 44 yılında senato'da öldürülmüştür, ama caesar'ın ölümü cumhuriyetin imparatorluğa dönüşümüne engel olamamıştır. onun ölümünden sonra octavianus, marcus antonius ve aemilius lepidus tarafından ıı. triumvirlik kurulsa da, bu birliktelik de çok geçmeden dağılmıştır. caesar'ın yeğeni ve evlatlığı octavianus, m.ö 31'de actium deniz savaşı'nda marcus antonius ile kleopatra'nın donanmasını yenip iç savaşa son vermiş ve dört yıl sonra da augustus adını alarak imparator olmuştur.
bu gelişmeleri roma cumhuriyet ideolojisinin çözülüşü takip etmiş, ardından iç ve dış barışı gerçekleştirecek yeni bir ideoloji için zemin hazırlanmıştır. kitleler arasında monarşi düşüncesinin yaygınlık kazanmaya başladığı, roma anayasasının kutsallığı ve roma kurumlarının yüceliğine dair görüşlerin kabullenirliklerinin azaldığı bu dönemde, artık siyaset-güç-hukuk arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. roma'nın iki yolu vardı: ya toplumsal çatışmalar roma toplumunu ortadan kaldıracak ya da sosyal çelişkilerin muhafaza edilmesi ve toplumun sürdürülmesi için, roma'da siyasal değişim gerçekleştirilecekti. aksi takdirde cumhuriyet sadece siyasal değil, toplumsal olarak da çözülecekti. roma aristokrasisi kendi iç mücadelelerinin bir sonucu olarak, imparatorluk ve senato arasında yeni bir siyasal denge ve yönetim biçimi bulana kadar, romalı düşünürler cumhuriyeti yeniden ayağa kaldırmak için çaba sarf ettiler. cumhuriyetin kurtarılması için uygulanan araçların cumhuriyeti istikrarsızlaştırdığı bu dönemde, onun en önemli düşünürü paradokslarını devralmıştır.
marcus tullius cicero, paradoksal bir biçimde düşüncelerinin sonuçlarını öngörmeden, cumhuriyet üzerine bir kitap kaleme alarak, monarşinin ideolojik temellerini ortaya koymuştur." -
polybios kimdir?
yetenekli bir aristokrat ve devlet adamı olan, m.ö. 200 yılı megapolis doğumlu, scipio aemilianus'un öğretmeni, 40 kitaptan oluşan ıstoria (tarihler) isimli esere imza atan, savaş esiri olarak geldiği roma'da uzun süre yaşadıktan sonra 120 yılında doğduğu kentte ölen düşünür.
roma'ya büyük hayranlık besleyen polybios roma'nın bilinen bütün dünyayı nasıl fethettiğini açıklamaya çalışmıştır. ona göre roma'nın dünyayı ele geçirmesinin sırrı anayasasında saklıdır. platon ve aristoteles'in de tartıştığı en iyi yönetim şekli meselesine eğilerek, en iyi yönetim şeklinin krallık, aristokrasi ya da demokrasi değil hepsinin birlikte olduğu bir sistem olduğunu savunmuştur.
"polybios'un, platoncu geleneği takiben geliştirdiği siyasal yönetimlerin döngüsü (anacyclosis) kuramına göre, her siyasal yönetim bozularak bir diğerine dönüşür. polybios, yönetimlerin döngüsü kuramını siyasal rejimlerle canlı organizmaları özdeşleştiren bir kurama dayandırmıştır. ona göre, yönetimler için büyüme, olgunluk ve çürüme kaçınılmazdır. krallık tiranlığa, tiranlık ve krallığın ortadan kalkması aristokrasiye, olayların doğal gelişimi kaçınılmaz olarak oligarşiye ve oligarşinin doğurduğu adaletsizliklere karşı halk kitlelerinin tepkisi de demokrasiye neden olur. bir yönetim biçiminin bir diğerine dönüşmesini bizzat doğal yasalar düzenlemektedir."
roma devletinin konsüller, senato ve halktan oluşan üçlü yönetim sistemi, onu diğer devletlere nazaran hem daha elastik hem de daha dengeli bir halde tutuyordu. işte bu dengenin sağlanmasından dolayıdır ki roma dünyayı ele geçirmeyi başarmıştı. üstelik polybios tarihi hegel'den önce roma devletiyle bitirmeye çalışmıştı. ona göre mükemmel denge kurulmuştu zira.
kaynak
ağaoğulları, m. a., türk, d., yalçınkaya, a., yılmaz, z., & zabcı, f. (2012). sokrates'ten jakobenlere: batı'da siyasal düşünceler (3. bs). iletişim yayınları. sf.173-176 -
acta maiorum
roma'da "ataların eylemleri" anlamına gelir. (bkz: mos maiorum)
-
mos maiorum
roma'da "ataların gelenekleri" anlamına gelir. (bkz: acta maiorum)
-
s.p.q.r.
batı'da siyasal düşünceler tarihi adlı eserde aşağıdaki şekilde açıklanmıştır:
"(senatus populus que romanus) onay belirtmek için anlaşmalar gibi devlet dokümanlarına basılan ve kamu binalarının duvarlarında yer alan spqr (senatus populus que romanus-senato ve roma halkı) ifadesi, senato ile halkın yönetime ortaklığına işaret ediyordu; fakat bu ortaklıkta baskın olan yönetici öge kuşkusuz senato'ydu. siyasal olarak yeni kurumlar or taya çıksa da, roma zengin toprak sahiplerinin oligarşik yönetimi altındaydı.spqr ifadesi iki kesim arasındaki ortaklık kadar, ayrılığın ve kimin önde geldiğinin de bir işareti olarak görülmelidir: mülk sahibi sınıfların tamamıyla egemenliği altındaki senato ve ardından gelen halk. fakat roma yönetimi, her ne kadar bir tarafın hakimiyeti altında olsa da, bu iki kesim arasındaki istikrarsız denge üzerine kuruludur. roma'yı taşıyan bu istikrarsız denge, sosyal ve ekonomik değişimlerin sonucu olarak sürekli bozulma tehlikesi geçirmiştir." -
fascis
batı'da siyasal düşünceler tarihi adlı metinde fasces şeklinde çevrilmiş olmakla birlikte aşağıdaki şekilde açıklanmıştır.
"roma'da gücü ve otoriteyi sembolik olarak ifade eden fasces, latince fascis (demet) sözcüğünden türetilmiştir. fasces, birbirine bağlanan bir grup değnek ve bu değneklerin ortasına keskin tarafı dışarı bakacak şekilde yerleştirilen bir baltadan oluşurdu. balta, yüksek devlet görevlileri askeri amaçlarla roma kenti sınırlarını terk ettiklerinde yerleştirilirdi. roma yüksek devlet görevlilerinin bazılarının önün de yürüyen lictorlar (muhafızlar) omuzlarında fasces denen bu değnek demetlerini taşırlardı. lictor ve taşıdıkları fasces sayısı söz konusu magistratus'un güç ve otoritesini temsil ederdi. consuller, praetorlar, proconsuller ve diktatörler önünde fasces taşınan devlet görevlilerinden bazılarıdır. consullerin önünde onlara refakat eden 12 lictor bulunmaktaydı. "birlikten kuvvet doğar" ifadesini cisimleştiren fasces iktidarın sembolü olarak birçok devlet, hareket ve parti tarafından kullanılmıştır. ltalyan faşizmi (fascio) adını doğrudanf asces ifadesinden türetmiştir. bugün pek çok ülkede fasces gücü sembolize eden görsel bir imge olarak hala kullanılmaktadır." -
stoacılık nedir?
stoa felsefesinin temelinde bireyin tanrısal yazgısını kabullenmesi yatar. siyasal sosyal yaşam da doğal kabul edilmeli ve ne ise o şekilde idrak edilmelidir. etkisini roma siyasal ve toplumsal yaşamına sağladığı uyumdan ve hıristiyanlığı da besleyecek olan bir inanç sistemi sunabilmesinden alır.
"stoacı düşüncenin m.ö ııı. yüzyıla denk düşen ve "eski stoa" da denilen erken dönemi, okulun kurucusu olan zenon'un, ondan sonra başa geçen kleanthes'in ve özellikle okulun ikinci kurucusu kabul edilen khrysippos'un düşünceleri ile şekillenir. epikuros gibi (bkz: epikuros kimdir?) stoacılar da felsefeyi mantık, fizik ve ahlak olmak üzere birbiriyle sıkı ilişki içinde olan üç ana bölüme ayırır ve ağırlığı ahlak felsefesine verirler."
stoa okulunun kurucusu zenon'dur. (bkz: kıbrıslı zenon) "zenon'dan sonra stoa okulu'nun başına, assoslu (behramköy) kleanthes (m.ö. 312-233) geçmiştir. kleanthes'i, soloi (taşköprü) veya tarsus doğumlu olan khrysippos (m.ö. 281-208) izlemiştir. helenistik dönem stoa felsefe sinin başlıca üç isminin de atina'ya sonradan yerleşen, anadolu veya kıbrıs kökenli düşünürler olması; stoacılığın doğu düşüncesinden öğeleri yunan felsefesiyle birleştirerek, helenistik döneme en uygun felsefi yaklaşımı sunmasında etkili olmuştur."
"stoacı düşüncede bilginin kaynağı duyumlardır. fakat, sağlam bilgiye ulaşılabilmesi için duyumlarla edinilen izlenimin zihinsel tasarımının da sağlam, gerçeğe uygun olması gerekir. stoacılar, nesneyi gerçeğine tam olarak uyacak biçimde kavrayan imgeleme (gerçeğe dayalı olarak zihinde canlandırma, hayal etme gücüne) katalepsis adını verirler. katalepsis, doğru bilginin ölçütü olarak kabul edilmekle birlikte, yalnızca bilgelere özgü olan episteme sarsılmaz kesinlikteki bilimsel bilgi vasfıyla klasik felsefe dönemindeki üstünlüğünü sürdürür."
tanrı tek hareket ettirici ilkedir ve varlığı doğaya yayılmıştır, insanda görülen akıl da tanrının özelliklerinden biridir. "tüm varlıklar, tanrısal "yazgı"nın belirlediği aralıklarla, "yaratıcı bir ateş" olan tanrıya geri döner ve ondan yeniden doğarlar. doğada olan her şey yaratıcı ilkeye uygun olarak, diğer bir deyişle, yazgısının önceden belirlediği biçimde gelişir. insanın tanrısal parçası olan akıl da "insana özgü doğa" olarak düşünülür; öyleyse, tanrısal olana, akla ve doğaya uygun yaşam bir ve aynı şey olacaktır. stoacı ahlak felsefesi bu kabuller üzerinden şekillenir."
stoacılara göre insanın yapması gereken kaderini kavrayıp ona göre hareket etmekten ibarettir. eğer kaderiniz erdoğan sultası altında yaşamaksa bunu değiştiremezsiniz zaten, o halde baş eğin ve hayatınıza devam edin. stoacılığı en iyi özetleyen cümle "insan at arabasına bağlanmış bir köpek gibidir. ya o arabayla birlikte yürümeye devam eder ya da o araba tarafından arabanın gittiği yere doğru acı içinde sürüklenir." dir.
doğal olarak stoacılar kozmopolittir. onlara göre tüm insanlar aynı ilahi yasaya boyun eğen tanrının çocukları olarak kardeştirler. onlara göre tek eşitsizlik bilgelik düzeyindedir. en önemli üyelerinden biri roma imparatoru marcus aurelius'tur.
kaynak
ağaoğulları, m. a., türk, d., yalçınkaya, a., yılmaz, z., & zabcı, f. (2012). sokrates'ten jakobenlere: batı'da siyasal düşünceler (3. bs). iletişim yayınları.sf.160-164 -
kıbrıslı zenon
m.ö 336-264 yılların arasında yaşamış, kıbrıs doğumlu düşünür. sonrasında atina'ya taşınmış ve m.ö. 300 yılı dolaylarında kendi okulunu açmıştır. "okulun mekanı sütunlu bir resim galerisi olduğundan, sonradan stoa (yani, sütunlu galeri veya kemeraltı) okulu olarak adlandırılmıştır"
-
kozmopolitizm
romalı düşünür plutarkhos (is 45-120), stoacılığın kozmopolitizm idealine ilişkin olarak moralia (ahlak) adlı yapıtında şunları aktarır: "zenon 'devlet' başlıklı çok beğenilen bir kitap yazmıştır. bu kitapta öne sürdüğü ilkeye göre, dünya üzerinde yaşayan insanlar başka başka yasalarla yönetilen birçok kent ve ulusa ayrılmamalıdır; -ortak bir yasa altında birleşmiş bir sürü gibi- insanlar için de tek bir yaşam ve tek bir kozmos olduğundan, insanların tümü birbirleriyle yurttaş sayılmalıdır. zenon'un bir düş olarak yazdıklarını aleksandros [iskender] gerçekleştirdi; ( ... ) dünyanın bütün halklarını bir krater içinde kaynaştırırcasına birleştirdi; ( ... ) herkesin dünyayı kendi yurdu olarak görmesini, ( ... ) insanlardan iyilerine akraba, kötülerine de yabancı olarak bakmasını istedi."
kaynak
ağaoğulları, m. a., türk, d., yalçınkaya, a., yılmaz, z., & zabcı, f. (2012). sokrates'ten jakobenlere: batı'da siyasal düşünceler (3. bs). iletişim yayınları.sf. 164. -
epikuros kimdir?
i.ö 342-271 yılları arasında yaşamış, sisam doğumlu olan, 306 yılında atinaya gelerek kepos ismini verdiği bir okul kuran, günümüze 3 mektubu ve bir kaç kısa sözü kalmış olan, hakkındaki bilgilerin çoğunu romalı şair lucretius'un şiirlerinden, diogenes laertios'un aktarımlarından ve epikuros'a yöneltilen eleştirilerden çıkardığımız düşünür.
(bkz: epikuros ve dostluk)
temelde bir etik felsefecisidir ve tüm felsefesi iyi yaşam üzerinedir. nedenleri bilmenin insanları kaygılardan ve korkulardan kurtaracağını düşünür. doğa felsefesinde atomlar ve boşluklar tezini destekler, bilgi kuramında ise duyumcudur. evet belki duyumlar bazen güvenilir değildir ancak yine de elimizdeki en güvenilir şeylerdir. materyalisttir ve maddi dayanağı olmayan şeylerin boş inançlar olduğunu söyler.
ateisttir. zira tanrılar varsa bile kesinlikle dünyaya ilgisizdirler tezini savunur. ancak yine de tanrıları inkar etmemeyi onlardan mutluluk devşirmeyi salık verir. yani yoga yapmak kız arkadaşınızı daha çok mutlu ediyorsa onu namazla kıyaslayıp (çünkü aslında olan budur) üzmeyin, bırakın budizmden mutluluk devşirsin.
siyasal olarak da toplumsal sözleşmecidir. "toplumsal yaşam, insanların vahşi hayvanlara ve diğer insanlara karşı güvenlik ihtiyacı duymalarıyla, "kimseye zarar vermeme ve kimseden zarar görmeme" ilkesi temelinde bir anlaşma yapmalarıyla kurulmuştur." bu görüşleri ile rousseau, spinoza, marks ve hobbes gibi isimleri etkilediği bilinmektedir.
"epikuros'un ahlak felsefesi, kirene okulu'nun hedonizmini hatırlatacak biçimde, mutluluğun ve iyinin ölçütü olarak, acı (pathe) ve haz (hedone) duygularını temel alır. fakat epikuros'un bu kavramlara yaklaşımı kirene okulu'nunkinden farklıdır. epikuros için haz, insanın doğasından gelen ilk iyidir ve acıdan uzak olmak biçiminde tanımlanır. diğer bir deyişle, haz basitçe zevk-sefahat düşkünlüğü değil, acısızlıktır. acı ise, açlık, susuzluk gibi temel bedensel gereksinimlerin giderilmediği hallerin yanı sıra, korku ve endişe içerisinde yaşamak, ruhsal gerginlik halinde olmak anlamına da gelir. epikuros'a göre, her haz iyi ve her acı kötüdür. fakat bu, her hazzın seçilmesi her acıdan kaçınılması gerektiği anlamına gelmez; kimi zaman haz, sağladığı yarardan daha çok sıkıntıya yol açar veya kimi acıların sonunda daha büyük bir hazza ulaşılabilir. dolayısıyla, seçimlerimizde akıl devreye girmeli ve bir anlamda fayda-zarar hesabı yapmalıdır.
epikuros, mutluluğu da yine acısızlık (aynı anlama gelmek üzere, haz duymak) olarak, "beden sağlığı ile ruh dinginliği"nin bir arada oluşu şeklinde tanımlar; her iki koşul da aşırılıktan ve gereksiz arzulardan uzak durmayı gerektirir. arzular, "doğal ve zorunlu", "doğal ama zorunlu olmayan", "ne doğal ne de zorunlu olan" biçiminde üçe ayrılır. buna göre, doğal ve zorunlu arzuların giderilmesi acıyı ortadan kaldım -ki, doğada bu gereksinimlerin giderilmesi zaten kolay olandır. doğal ama zorunlu olmayan arzuların giderilmesi de zorunlu değildir; sadece hazzı çeşitlendirir. llki yaşamak için beslenmek zorunluluğuna denk düşerken, ikincisi, örneğin, fazladan beslenmek anlamına gelir. doğal da zorunlu da olmayan arzular ise, epikuros'a göre, gereksizdir ve mutsuzluk verir; zenginlik, mevki, şöhret hırsı sürekli kaygı yarattıkları için kaçınılması gere ken türde arzulardandır. fakat bu tür arzulardan da çok, insan ruhunu sürekli sarsan, endişe yaratan şey tanrılardan ve ölümden duyulan korkudur. epikuros için bu korkulan bertaraf etmek mutlu bir yaşamın olmazsa olmazıdır. "ölüm bizim için hiçbir şeydir, bu fikre alış," diye yazar epikuros. zira, iyi ve kötü, haz ve acı ancak duyularla mümkündür; oysa ölüm duyulardan yoksun olmak anlamına gelir. ruhun ölümsüzlüğü de söz konusu olamayacağından, ölüme ve ölüm sonrasına dair kaygılanmak anlamsızdır; ölüm korkusu "zihnin akıldışı bir sapmasıdır" ve varlığıyla yaşamı da tatsızlaştırır.
kaynak
ağaoğulları, m. a., türk, d., yalçınkaya, a., yılmaz, z., & zabcı, f. (2012). sokrates'ten jakobenlere: batı'da siyasal düşünceler (3. bs). iletişim yayınları.sf.154-160 -
epikuros ve dostluk
"epikuros'un ideal bilgece yaşamının anahtar kelimesi dostluktur. mutlu yaşam, toplumun genelinden uzak ama dostlarla bir arada olmakla mümkündür; dostluk bir gereksinimdir, çıkara dayanmayan tam bir güven ilişkisidir . "ekmekten önce birlikte yiyecek dost bulmayı" salık veren epikuros için bilge kişi, dostu için her tür riski ve acıyı göze alan, gerekirse yaşamını da feda edebilecek olandır. dolayısıyla, epikuros için tam bir güven duygusu kamusal yaşamda değil, kişisel dostluk ilişkilerinde tatmin edilir. bununla birlikte, epikuros dostluğu bilgeler topluluğu ile sınırlar; çıkarsız ilişkiyi ancak bilgece yaşayan insanların hayata geçirebileceğine inanır.
(bkz: epikuros kimdir?)
kaynak
ağaoğulları, m. a., türk, d., yalçınkaya, a., yılmaz, z., & zabcı, f. (2012). sokrates'ten jakobenlere: batı'da siyasal düşünceler (3. bs). iletişim yayınları.sf.159-160 -
!lucretius'dan alıntılar
evrenin yapısı
"insanoğlu
zorbalıktan, çatışmadan bezmişti
gönüllü boyun eğdi, yasaların, kurumların
boyunduruğuna. çok doğaldı elbet
bu zorbalıktan kaçıp kurtulma isteği
adaletli kanunların hoşgörüsünden uzak ve her bireyin
öfkesini insafsızca öç alarak giderdiği bir toplumda
o zamandan bu yana, ceza korkusu dengeledi
yaşam ödüllerinin tadını. kendi zorbalığının
ve suçun geri tepmesinden korkar oldu kişi
toplumsal düzen sözleşmesini bozarsa
dingin, sıkıntısız yaşam süremiyor bir daha"