entry'ler (1951) - sayfa 91

başlık listesine taşı
  • thomas macaulay

    1857'de yazdığı "either the poor would plunder the rich, and civilization would perish, or order and prosperity would be saved by a strong military government, and liberty would perish." vecziyle demokrasinin eninde sonunda medeniyeti yok edeceğini söyleyen ingiliz whig düşünür.

  • andrew jackson

    muhalif tarafından king andrew the first lakabına layık görülen, başkanlığı döneminde kendisinden önceki tüm başkanların toplamından daha çok senato kararını veto eden, abd'nin 7. başkanı.

  • res publica

    batı'da siyasal düşünceler isimli eserde aşağıdaki gibi açıklanmıştır:

    "res publica ifadesi, hem cicero hem de diğer latin yazarlar tarafından çok farklı anlam­lara gelecek şekillerde kullanılmış ve karşılanmıştır: 'kamusal şey', 'kamusal ruha sahip eylemler', 'kamusal çıkar', 'kamusal iş/olaylar', 'kamusal eylemin asli odağı olarak top­luluk-cemaat' ve 'civitas ya da populus tarafından oluşturulan topluluk' bu kullanımlar­dan sadece bazılarıdır. günümüzde ise res publica ifadesi daha çok cumhuriyet ile kar­şılanmaktadır. cicero'nun de re publica isimli kitabı her ne kadar devlet üzerine olarak çevrilse de, buradaki devlet ifadesinin günümüzdeki anlamından oldukça farklı olduğu unutulmamalıdır. cicero'nun terimi platon ve aristoteles'in politeia terimini karşılamak için kullandığı bilinmektedir; fakat belirtildiği gibi terimin cicero'da tek bir karşılığı yok­tur. res publica terimini cicero bütün anayasal yönetim biçimlerine karşılık olarak kul­landığı gibi, bazen de monarşi ile karşıtlık içerisinde, sadece katılımcı cumhuriyet/dev­let biçimlerine işaret etmek ya da ahlaki olarak meşru anayasaya göndermede bulunmak için de kullanmaktadır. "kamusal şey" olarak birebir türkçeleştirebileceğimiz res publi­ca teriminin cicero'nun siyasal düşüncesinde, mülkiyet ve yönetim ile de yakından iliş­ kisi vardır. cicero, "res publica, res populi" diyerek, devleti halkın işi/mülkiyeti olarak ta­ nımlamıştır. cicero, devleti onu meydana getirenlerden bağımsız, soyut bir şey olarak görmese de, devlet ve yönetim üzerine düşünceleriyle biçimsel bir devlet kavramına gi­den yolları da döşemiştir."

  • roma'da cumhuriyet krizi

    batı'da siyasal düşünceler adlı eserde aşağıdaki şekilde açıklanmıştır:

    "m.ö ii. yüzyıla gelindiğinde ise, roma içe­risindeki dengeler değişmeye ve çatışmalar roma'yı istikrarsızlaştırmaya başla­mıştır. bir taraftan senato devlet içerisindeki ağırlığını yitirmekte ve atlılar sını­fı siyasal alanda daha etkili almaktayken, öte taraftan nüfus artışı büyüyen ekonomik sorunlara yol açmıştır. roma'nın fetihlerinin sonucu olarak artan köle­ler, latifundia sisteminin hızla yaygınlaşmasını beraberinde getirmiş ve bu geliş­me de köylüler üzerindeki baskıyı artırmıştır. köle sayısının artması sonucunda köle ayaklanmaları yaygınlık kazanmış ve m.ö 73 yılında spartacus önderliğinde ayaklanan köleler, roma siyasal yapısını temelinden sarsmıştır. cumhuriyet'in krize girdiği m.ö 1. yüzyıl başlarında roma'da mücadele içinde olan başlıca dört toplumsal kesim bulunmaktadır: senatörler, atlılar ve decurionlardan (yerel idarelerde yaşayan ve oradaki meclislerin üyesi önde gelen 100 mülk sahibi) olu­şan küçük bir aristokrasi; geniş bir köylü sınıfı; zanaatkarlar, serbest işçiler ile esnafları içeren ve roma kentlerinde yaşayan yurttaşlar ile azatlı kölelerden olu­şan şehirli bir pleb sınıfı ve son olarak da köleler.

    yönetici toplumsal sınıfların kendi içerisinde ve alt sınıflar ile yönetici sınıf­lar arasında artan mücadeleye, ordunun ve ordulara kumanda etme yetkisine sahip praetor ile konsüllerin siyaset içerisindeki giderek artan rolünün yarattı­ğı sorunlar da eşlik etmiştir. roma toplumsal yapısının sürekli genişleme ve za­fere olan ihtiyacı ve bu genişlemenin güçlü bir savunmayı gerektirmesi nede­niyle ordu ile siyaset arasındaki ilişkiler karmaşıklaşmış, ordu kumandanlığı­nın bir sonucu olan güç ve otoritenin nasıl sınırlandırılacağı senato için bir so­run haline gelmiştir. aynı zamanda egemen sınıf üyeleri arasındaki zenginlik ve güç mücadelesi, roma'nın muazzam askeri aygıtının bu güç mücadelesinin en önemli belirleyicisi haline gelmesini kaçınılmazlaştırarak, aristokrasi arasındaki mücadeleyi cumhuriyet için yönetilemez kılmıştır. hakim sınıflar arası bu mü­cadelelere aşağıdan gelen baskılar da eklemlenmiş ve köylü üreticilerin üzerin­ deki baskıların artışı, tribünlerin güçlerini artırmaları için ayn bir fırsat yarat­mıştır. mö ii. yüzyılın sonlarında tribünlerin etkinliğinde görülen bir canlanma, roma'da ilk sosyal reformcuları doğurarak, siyaset ve şiddet arasındaki ilişkinin istikrarsızlığını roma toplumuna göstermiştir.

    roma'nın ilk sosyal reformcuları olan tiberius ve gaius sempronius gracc­hus kardeşler, roma'nın en can alıcı sorunlarından birini çözmeye çalışmışlar­ dır: ager publicus, yani kamu malı olan toprakların yurttaşlara dağıtılmasından oluşan bir toprak reformu. reformunun temelini kamu topraklarının yoksul­lara dağıtılması olarak saptayan tiberius gracchus, m.ö 134' de tribün seçilmiş­tir. tiberius, pergamon (bergama) krallığının son hükümdarının roma'ya bı­raktığı hazinelerinin toprak tahsis edilenler için maddi kaynak olarak kullanıl­ masını istemiştir. bu isteği onun sonunu hazırlamıştır. toprak reformu önerisi­ni özel mülkiyete bir saldın olarak gören senatörler ve silahlı adanılan tarafın­ dan öldürülmüştür.

    kardeşi gaius ise, m.ö 123 yılında tribünlüğe seçilmiştir. gaius'un programı halka hak ettiği yeri vermek, atlılar sınıfının işlevini güçlendirmek ve roma'nın müttefiklerinin direnişini kırmak için italya dışında koloni kurmaktan oluşu­yordu . latinlere yurttaşlık hakkı verilmesi önerisi gaius'un atlılar ve plebler arasındaki desteğini ortadan kaldırmış ve iki kez tribün seçilen gaius, üçüncü kez seçilememiştir. gaius, senato'nun onun kurulmasına öncülük ettiği koloninin dağıtılması yönündeki girişimine taraftarlarıyla karşı çıkmıştır. bunun üze­rine, res publicanın tehdit altında olduğu gerekçe gösterilerek senatörler, kon­süllere devleti her türlü zarardan koruma görevi ve bunun için her türlü ara­ca başvurma hakkı veren bir kararname (senatus consultum ultimum-son sena­to karan) çıkarmışlardır. bu kararnamenin sonuçlan gaius ve taraftarlarının öl­dürülmelerinin ötesinde olmuştur; çünkü bizzat senato'nun otoritesinin çıplak kuvvet kullanılarak, yani siyasetin şiddet aracılığıyla sürdürülebileceğini orta­ ya koymuştur.

    bu gelişmelerle birlikte m.ö 107'de konsül seçilen gaius marius'un orduya gönüllüleri çağırması ve mülksüzleri askere kabul etmesi, roma ordusunun bir yurttaşlar ordusu olma niteliğini de ortadan kaldırmıştır. roma'da ordular ar­tık siyasetin en önemli belirleyicisi olmuşlardır.

    roma yurttaşlığını elde etmek isteyen ve bunun için m.ö 91 yıllarında ayaklanan müttefikler de cumhuriyetin krizini şiddetlendirmiştir. doğudaki karışıklığı sona erdirmek için görevlendiri­len, optimatesin desteklediği sulla, o zamana kadar hiç yapılmamış bir şeyi yapmış ve kutsal pomeriumdan (meyve bahçesi) geçerek orduyu roma'ya sokmuş­tur. sulla, m.ö 81'de kesintisiz diktatör olmuş ve senato'ya itibarını ve gücünü ye­niden kazandırmak için anayasal reformları uygulamaya koymuştur. m.ö 70 yı­lında ise populares partisinin desteğini alan pompeius ve crassus, konsül seçi­lerek sulla'nın yasalarını değiştirmişler (tribünlere eski güçlerini iade etmişler ve atlılar sınıfının durumunu tekrar kuvvetlendirmişlerdir) ve m.ö 60'ta aralarına gaius julius caesar'ı alarak ı. triumvirlik'e (üçlü yönetim) yol açan anlaşmayı yapmışlardır. m.ö 48'de teselya ovasında pompeius'u yenen caesar, m.ö 46'da ya­şam boyu imperator (başkomutan) olarak atanmış ve m.ö 44 yılında da diktatör­lüğü sürekli bir nitelik kazanmıştır. caesar, giderek artan gücünü ortadan kal­dırmak için senatörler tarafından m.ö 44 yılında senato'da öldürülmüştür, ama caesar'ın ölümü cumhuriyetin imparatorluğa dönüşümüne engel olamamıştır. onun ölümünden sonra octavianus, marcus antonius ve aemilius lepidus ta­rafından ıı. triumvirlik kurulsa da, bu birliktelik de çok geçmeden dağılmıştır. caesar'ın yeğeni ve evlatlığı octavianus, m.ö 31'de actium deniz savaşı'nda mar­cus antonius ile kleopatra'nın donanmasını yenip iç savaşa son vermiş ve dört yıl sonra da augustus adını alarak imparator olmuştur.

    bu gelişmeleri roma cumhuriyet ideolojisinin çözülüşü takip etmiş, ardın­dan iç ve dış barışı gerçekleştirecek yeni bir ideoloji için zemin hazırlanmıştır. kitleler arasında monarşi düşüncesinin yaygınlık kazanmaya başladığı, roma anayasasının kutsallığı ve roma kurumlarının yüceliğine dair görüşlerin kabul­lenirliklerinin azaldığı bu dönemde, artık siyaset-güç-hukuk arasındaki ilişkile­rin yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. roma'nın iki yolu vardı: ya toplumsal çatışmalar roma toplumunu ortadan kaldıracak ya da sosyal çelişkilerin muhafaza edilmesi ve toplumun sürdürülmesi için, roma'da siyasal değişim gerçek­leştirilecekti. aksi takdirde cumhuriyet sadece siyasal değil, toplumsal olarak da çözülecekti. roma aristokrasisi kendi iç mücadelelerinin bir sonucu olarak, imparatorluk ve senato arasında yeni bir siyasal denge ve yönetim biçimi bulana kadar, romalı düşünürler cumhuriyeti yeniden ayağa kaldırmak için çaba sarf ettiler. cumhuriyetin kurtarılması için uygulanan araçların cumhuriyeti istikrarsızlaştırdığı bu dönemde, onun en önemli düşünürü paradokslarını devral­mıştır.

    marcus tullius cicero, paradoksal bir biçimde düşüncelerinin sonuçla­rını öngörmeden, cumhuriyet üzerine bir kitap kaleme alarak, monarşinin ide­olojik temellerini ortaya koymuştur."

  • polybios kimdir?

    yetenekli bir aristokrat ve devlet adamı olan, m.ö. 200 yılı megapolis doğumlu, scipio aemilianus'un öğretmeni, 40 kitaptan oluşan ıstoria (tarihler) isimli esere imza atan, savaş esiri olarak geldiği roma'da uzun süre yaşadıktan sonra 120 yılında doğduğu kentte ölen düşünür.

    roma'ya büyük hayranlık besleyen polybios roma'nın bilinen bütün dünyayı nasıl fethettiğini açıklamaya çalışmıştır. ona göre roma'nın dünyayı ele geçirmesinin sırrı anayasasında saklıdır. platon ve aristoteles'in de tartıştığı en iyi yönetim şekli meselesine eğilerek, en iyi yönetim şeklinin krallık, aristokrasi ya da demokrasi değil hepsinin birlikte olduğu bir sistem olduğunu savunmuştur.

    "polybios'un, platoncu geleneği takiben geliştirdiği siyasal yö­netimlerin döngüsü (anacyclosis) kuramına göre, her siyasal yönetim bozularak bir diğerine dönüşür. polybios, yönetimlerin döngüsü kuramını siyasal rejim­lerle canlı organizmaları özdeşleştiren bir kurama dayandırmıştır. ona göre, yö­netimler için büyüme, olgunluk ve çürüme kaçınılmazdır. krallık tiranlığa, ti­ranlık ve krallığın ortadan kalkması aristokrasiye, olayların doğal gelişimi kaçı­nılmaz olarak oligarşiye ve oligarşinin doğurduğu adaletsizliklere karşı halk kit­lelerinin tepkisi de demokrasiye neden olur. bir yönetim biçiminin bir diğerine dönüşmesini bizzat doğal yasalar düzenlemektedir."

    roma devletinin konsüller, senato ve halktan oluşan üçlü yönetim sistemi, onu diğer devletlere nazaran hem daha elastik hem de daha dengeli bir halde tutuyordu. işte bu dengenin sağlanmasından dolayıdır ki roma dünyayı ele geçirmeyi başarmıştı. üstelik polybios tarihi hegel'den önce roma devletiyle bitirmeye çalışmıştı. ona göre mükemmel denge kurulmuştu zira.

    kaynak
    ağaoğulları, m. a., türk, d., yalçınkaya, a., yılmaz, z., & zabcı, f. (2012). sokrates'ten jakobenlere: batı'da siyasal düşünceler (3. bs). iletişim yayınları. sf.173-176

  • acta maiorum

    roma'da "ataların eylemleri" anlamına gelir. (bkz: mos maiorum)

  • mos maiorum

    roma'da "ataların gelenekleri" anlamına gelir. (bkz: acta maiorum)

  • s.p.q.r.

    batı'da siyasal düşünceler tarihi adlı eserde aşağıdaki şekilde açıklanmıştır:

    "(senatus populus que romanus) onay belirtmek için anlaşmalar gibi devlet dokümanlarına basılan ve kamu binalarının duvarlarında yer alan spqr (senatus populus que romanus-senato ve roma halkı) ifadesi, senato ile halkın yönetime ortaklığına işaret ediyordu; fakat bu ortaklıkta baskın olan yönetici öge kuşkusuz se­nato'ydu. siyasal olarak yeni kurumlar or­ taya çıksa da, roma zengin toprak sahip­lerinin oligarşik yönetimi altındaydı.spqr ifadesi iki kesim arasındaki ortaklık kadar, ayrılığın ve kimin önde geldiğinin de bir işareti olarak görülmelidir: mülk sahibi sı­nıfların tamamıyla egemenliği altındaki senato ve ardından gelen halk. fakat ro­ma yönetimi, her ne kadar bir tarafın haki­miyeti altında olsa da, bu iki kesim arasın­daki istikrarsız denge üzerine kuruludur. roma'yı taşıyan bu istikrarsız denge, sos­yal ve ekonomik değişimlerin sonucu ola­rak sürekli bozulma tehlikesi geçirmiştir."

  • fascis

    batı'da siyasal düşünceler tarihi adlı metinde fasces şeklinde çevrilmiş olmakla birlikte aşağıdaki şekilde açıklanmıştır.

    "roma'da gücü ve otoriteyi sembolik ola­rak ifade eden fasces, latince fascis (de­met) sözcüğünden türetilmiştir. fasces, birbirine bağlanan bir grup değnek ve bu değneklerin ortasına keskin tarafı dışarı bakacak şekilde yerleştirilen bir baltadan oluşurdu. balta, yüksek devlet görevlileri askeri amaçlarla roma kenti sınırlarını terk ettiklerinde yerleştirilirdi. roma yük­sek devlet görevlilerinin bazılarının önün­ de yürüyen lictorlar (muhafızlar) omuzlarında fasces denen bu değnek demetleri­ni taşırlardı. lictor ve taşıdıkları fasces sa­yısı söz konusu magistratus'un güç ve oto­ritesini temsil ederdi. consuller, praetorlar, proconsuller ve diktatörler önünde fasces taşınan devlet görevlilerinden bazılarıdır. consullerin önünde onlara refakat eden 12 lictor bulunmaktaydı. "birlikten kuvvet do­ğar" ifadesini cisimleştiren fasces iktidarın sembolü olarak birçok devlet, hareket ve parti tarafından kullanılmıştır. ltalyan fa­şizmi (fascio) adını doğrudanf asces ifade­sinden türetmiştir. bugün pek çok ülkede fasces gücü sembolize eden görsel bir im­ge olarak hala kullanılmaktadır."

  • stoacılık nedir?

    stoa felsefesinin temelinde bireyin tanrısal yazgısını kabullenmesi yatar. siyasal sosyal yaşam da doğal kabul edilmeli ve ne ise o şekilde idrak edilmelidir. etkisini roma siyasal ve toplumsal yaşamına sağladığı uyumdan ve hı­ristiyanlığı da besleyecek olan bir inanç sistemi sunabilmesinden alır.

    "stoacı düşüncenin m.ö ııı. yüzyıla denk düşen ve "eski stoa" da denilen er­ken dönemi, okulun kurucusu olan zenon'un, ondan sonra başa geçen kleant­hes'in ve özellikle okulun ikinci kurucusu kabul edilen khrysippos'un düşünceleri ile şekillenir. epikuros gibi (bkz: epikuros kimdir?) stoacılar da felsefeyi mantık, fizik ve ahlak ol­mak üzere birbiriyle sıkı ilişki içinde olan üç ana bölüme ayırır ve ağırlığı ah­lak felsefesine verirler."

    stoa okulunun kurucusu zenon'dur. (bkz: kıbrıslı zenon) "zenon'dan sonra stoa okulu'nun başına, assoslu (behram­köy) kleanthes (m.ö. 312-233) geçmiştir. kleanthes'i, soloi (taşköprü) veya tarsus doğumlu olan khrysippos (m.ö. 281-208) izlemiştir. helenistik dönem stoa felsefe­ sinin başlıca üç isminin de atina'ya sonradan yerleşen, anadolu veya kıbrıs kö­kenli düşünürler olması; stoacılığın doğu düşüncesinden öğeleri yunan felse­fesiyle birleştirerek, helenistik döneme en uygun felsefi yaklaşımı sunmasında etkili olmuştur."

    "stoacı düşüncede bilginin kaynağı duyumlardır. fakat, sağlam bilgiye ula­şılabilmesi için duyumlarla edinilen izlenimin zihinsel tasarımının da sağlam, gerçeğe uygun olması gerekir. stoacılar, nesneyi gerçeğine tam olarak uyacak biçimde kavrayan imgeleme (gerçeğe dayalı olarak zihinde canlandırma, hayal etme gücüne) katalepsis adını verirler. katalepsis, doğru bilginin ölçütü olarak kabul edilmekle birlikte, yalnızca bilgelere özgü olan episteme sarsılmaz kesin­likteki bilimsel bilgi vasfıyla klasik felsefe dönemindeki üstünlüğünü sürdürür."

    tanrı tek hareket ettirici ilkedir ve varlığı doğaya yayılmıştır, insanda görülen akıl da tanrının özelliklerinden biridir. "tüm varlıklar, tanrısal "yazgı"nın belirlediği aralıklarla, "yaratı­cı bir ateş" olan tanrıya geri döner ve ondan yeniden doğarlar. doğada olan her şey yaratıcı ilkeye uygun olarak, diğer bir deyişle, yazgısının önceden belirlediği biçimde gelişir. insanın tanrısal parçası olan akıl da "insana özgü doğa" olarak düşünülür; öyleyse, tanrısal olana, akla ve doğaya uygun yaşam bir ve aynı şey olacaktır. stoacı ahlak felsefesi bu kabuller üzerinden şekillenir."

    stoacılara göre insanın yapması gereken kaderini kavrayıp ona göre hareket etmekten ibarettir. eğer kaderiniz erdoğan sultası altında yaşamaksa bunu değiştiremezsiniz zaten, o halde baş eğin ve hayatınıza devam edin. stoacılığı en iyi özetleyen cümle "insan at arabasına bağlanmış bir köpek gibidir. ya o arabayla birlikte yürümeye devam eder ya da o araba tarafından arabanın gittiği yere doğru acı içinde sürüklenir." dir.

    doğal olarak stoacılar kozmopolittir. onlara göre tüm insanlar aynı ilahi yasaya boyun eğen tanrının çocukları olarak kardeştirler. onlara göre tek eşitsizlik bilgelik düzeyindedir. en önemli üyelerinden biri roma imparatoru marcus aurelius'tur.

    kaynak
    ağaoğulları, m. a., türk, d., yalçınkaya, a., yılmaz, z., & zabcı, f. (2012). sokrates'ten jakobenlere: batı'da siyasal düşünceler (3. bs). iletişim yayınları.sf.160-164

  • kıbrıslı zenon

    m.ö 336-264 yılların arasında yaşamış, kıbrıs doğumlu düşünür. sonrasında atina'ya taşınmış ve m.ö. 300 yılı dolaylarında kendi okulunu açmıştır. "okulun mekanı sütunlu bir resim galeri­si olduğundan, sonradan stoa (yani, sütunlu galeri veya kemeraltı) okulu ola­rak adlandırılmıştır"

  • kozmopolitizm

    romalı düşünür plutarkhos (is 45-120), stoacılığın kozmopolitizm idealine ilişkin olarak moralia (ahlak) adlı yapıtında şun­ları aktarır: "zenon 'devlet' başlıklı çok be­ğenilen bir kitap yazmıştır. bu kitapta öne sürdüğü ilkeye göre, dünya üzerinde yaşa­yan insanlar başka başka yasalarla yöne­tilen birçok kent ve ulusa ayrılmamalıdır; -ortak bir yasa altında birleşmiş bir sürü gibi- insanlar için de tek bir yaşam ve tek bir kozmos olduğundan, insanların tümü birbirleriyle yurttaş sayılmalıdır. zenon'un bir düş olarak yazdıklarını aleksandros [is­kender] gerçekleştirdi; ( ... ) dünyanın bü­tün halklarını bir krater içinde kaynaştı­rırcasına birleştirdi; ( ... ) herkesin dünyayı kendi yurdu olarak görmesini, ( ... ) insan­lardan iyilerine akraba, kötülerine de ya­bancı olarak bakmasını istedi."

    kaynak
    ağaoğulları, m. a., türk, d., yalçınkaya, a., yılmaz, z., & zabcı, f. (2012). sokrates'ten jakobenlere: batı'da siyasal düşünceler (3. bs). iletişim yayınları.sf. 164.

  • epikuros kimdir?

    i.ö 342-271 yılları arasında yaşamış, sisam doğumlu olan, 306 yılında atinaya gelerek kepos ismini verdiği bir okul kuran, günümüze 3 mektubu ve bir kaç kısa sözü kalmış olan, hakkındaki bilgilerin çoğunu romalı şair lucretius'un şiirlerinden, diogenes laertios'un aktarımlarından ve epikuros'a yöneltilen eleştirilerden çıkardığımız düşünür.

    (bkz: epikuros ve dostluk)

    temelde bir etik felsefecisidir ve tüm felsefesi iyi yaşam üzerinedir. nedenleri bilmenin insanları kaygılardan ve korkulardan kurtaracağını düşünür. doğa felsefesinde atomlar ve boşluklar tezini destekler, bilgi kuramında ise duyumcudur. evet belki duyumlar bazen güvenilir değildir ancak yine de elimizdeki en güvenilir şeylerdir. materyalisttir ve maddi dayanağı olmayan şeylerin boş inançlar olduğunu söyler.

    ateisttir. zira tanrılar varsa bile kesinlikle dünyaya ilgisizdirler tezini savunur. ancak yine de tanrıları inkar etmemeyi onlardan mutluluk devşirmeyi salık verir. yani yoga yapmak kız arkadaşınızı daha çok mutlu ediyorsa onu namazla kıyaslayıp (çünkü aslında olan budur) üzmeyin, bırakın budizmden mutluluk devşirsin.

    siyasal olarak da toplumsal sözleşmecidir. "toplumsal yaşam, insanların vahşi hayvanlara ve diğer insanlara kar­şı güvenlik ihtiyacı duyma­larıyla, "kimseye zarar ver­meme ve kimseden zarar görmeme" ilkesi temelin­de bir anlaşma yapmala­rıyla kurulmuştur." bu görüşleri ile rousseau, spinoza, marks ve hobbes gibi isimleri etkilediği bilinmektedir.

    "epikuros'un ahlak felsefesi, kirene okulu'nun hedonizmini hatırlatacak biçim­de, mutluluğun ve iyinin ölçütü olarak, acı (pathe) ve haz (hedone) duygularını temel alır. fakat epikuros'un bu kavramlara yaklaşımı kirene okulu'nunkinden farklıdır. epikuros için haz, insanın doğasından gelen ilk iyidir ve acıdan uzak ol­mak biçiminde tanımlanır. diğer bir deyişle, haz basitçe zevk-sefahat düşkünlüğü değil, acısızlıktır. acı ise, açlık, susuzluk gibi temel bedensel gereksinimlerin gi­derilmediği hallerin yanı sıra, korku ve endişe içerisinde yaşamak, ruhsal gergin­lik halinde olmak anlamına da gelir. epikuros'a göre, her haz iyi ve her acı kötü­dür. fakat bu, her hazzın seçilmesi her acıdan kaçınılması gerektiği anlamına gel­mez; kimi zaman haz, sağladığı yarardan daha çok sıkıntıya yol açar veya kimi acı­ların sonunda daha büyük bir hazza ulaşılabilir. dolayısıyla, seçimlerimizde akıl devreye girmeli ve bir anlamda fayda-zarar hesabı yapmalıdır.

    epikuros, mutluluğu da yine acısızlık (aynı anlama gelmek üzere, haz duy­mak) olarak, "beden sağlığı ile ruh dinginliği"nin bir arada oluşu şeklinde ta­nımlar; her iki koşul da aşırılıktan ve gereksiz arzulardan uzak durmayı gerekti­rir. arzular, "doğal ve zorunlu", "doğal ama zorunlu olmayan", "ne doğal ne de zorunlu olan" biçiminde üçe ayrılır. buna göre, doğal ve zorunlu arzuların gi­derilmesi acıyı ortadan kaldım -ki, doğada bu gereksinimlerin giderilmesi za­ten kolay olandır. doğal ama zorunlu olmayan arzuların giderilmesi de zorunlu değildir; sadece hazzı çeşitlendirir. llki yaşamak için beslenmek zorunluluğuna denk düşerken, ikincisi, örneğin, fazladan beslenmek anlamına gelir. doğal da zorunlu da olmayan arzular ise, epikuros'a göre, gereksizdir ve mutsuzluk ve­rir; zenginlik, mevki, şöhret hırsı sürekli kaygı yarattıkları için kaçınılması gere­ ken türde arzulardandır. fakat bu tür arzulardan da çok, insan ruhunu sürekli sarsan, endişe yaratan şey tanrılardan ve ölümden duyulan korkudur. epikuros için bu korkulan bertaraf etmek mutlu bir yaşamın olmazsa olmazıdır. "ölüm bizim için hiçbir şeydir, bu fikre alış," diye yazar epikuros. zira, iyi ve kötü, haz ve acı ancak duyularla mümkündür; oysa ölüm duyulardan yoksun olmak an­lamına gelir. ruhun ölümsüzlüğü de söz konusu olamayacağından, ölüme ve ölüm sonrasına dair kaygılanmak anlamsızdır; ölüm korkusu "zihnin akıldışı bir sapmasıdır" ve varlığıyla yaşamı da tatsızlaştırır.

    kaynak
    ağaoğulları, m. a., türk, d., yalçınkaya, a., yılmaz, z., & zabcı, f. (2012). sokrates'ten jakobenlere: batı'da siyasal düşünceler (3. bs). iletişim yayınları.sf.154-160

  • epikuros ve dostluk

    "epikuros'un ideal bilgece yaşamının anahtar kelimesi dost­luktur. mutlu yaşam, toplumun genelinden uzak ama dostlarla bir arada ol­makla mümkündür; dostluk bir gereksinimdir, çıkara dayanmayan tam bir gü­ven ilişkisidir . "ekmekten önce birlikte yiyecek dost bulmayı" salık veren epi­kuros için bilge kişi, dostu için her tür riski ve acıyı göze alan, gerekirse yaşa­mını da feda edebilecek olandır. dolayısıyla, epikuros için tam bir güven duy­gusu kamusal yaşamda değil, kişisel dostluk ilişkilerinde tatmin edilir. bununla birlikte, epikuros dostluğu bilgeler topluluğu ile sınırlar; çıkarsız ilişkiyi ancak bilgece yaşayan insanların hayata geçirebileceğine inanır.

    (bkz: epikuros kimdir?)

    kaynak
    ağaoğulları, m. a., türk, d., yalçınkaya, a., yılmaz, z., & zabcı, f. (2012). sokrates'ten jakobenlere: batı'da siyasal düşünceler (3. bs). iletişim yayınları.sf.159-160

  • !lucretius'dan alıntılar

    evrenin yapısı

    "insanoğlu
    zorbalıktan, çatışmadan bezmişti
    gönüllü boyun eğdi, yasaların, kurumların
    boyunduruğuna. çok doğaldı elbet
    bu zorbalıktan kaçıp kurtulma isteği
    adaletli kanunların hoşgörüsünden uzak ve her bireyin
    öfkesini insafsızca öç alarak giderdiği bir toplumda
    o zamandan bu yana, ceza korkusu dengeledi
    yaşam ödüllerinin tadını. kendi zorbalığının
    ve suçun geri tepmesinden korkar oldu kişi
    toplumsal düzen sözleşmesini bozarsa
    dingin, sıkıntısız yaşam süremiyor bir daha"

« / 131 »