entry'ler (1951) - sayfa 90

başlık listesine taşı
  • pater patriae

    latince ülkenin babası anlamına gelir. octavianus'un unvanlarından biridir.

  • yascha mounk

    the people vs. democracy adlı kitabı harvard university press'ten çıkmış alman-amerikalı düşünür. kitabın alt başlığı "why our freedom ıs in danger and how to save ıt" olarak belirlenmiştir. detaylı olarak demokrasinin nasıl özgürlüğü boğabileceğini anlatan esaslı bir eserdir.

  • annelien de dijn

    freedom: an unruly history kitabında özgürlük nedir tartışması ile ilgili muazzam bir harita sunan hollandalı akademisyen.

    kitabın özeti şu şekildedir:
    ""the invention of modern freedom-the equating of liberty with restraints on state power-was not the natural outcome of such secular western trends as the growth of religious tolerance or the creation of market societies. rather, it was propelled by an antidemocratic backlash following the atlantic revolutions. we tend to think of freedom as something that is best protected by carefully circumscribing the boundaries of legitimate state activity. but who came up with this understanding of freedom, and for what purposes? ın a masterful and surprising reappraisal of more than two thousand years of thinking about freedom in the west, annelien de dijn argues that we owe our view of freedom not to the liberty lovers of the age of revolution but to the enemies of democracy. the conception of freedom most prevalent today-that it depends on the limitation of state power-is a deliberate and dramatic rupture with long-established ways of thinking about liberty. for centuries people in the west identified freedom not with being left alone by the state but with the ability to exercise control over the way in which they were governed. they had what might best be described as a democratic conception of liberty. understanding the long history of freedom underscores how recently it has come to be identified with limited government. ıt also reveals something crucial about the genealogy of current ways of thinking about freedom. the notion that freedom is best preserved by shrinking the sphere of government was not invented by the revolutionaries of the seventeenth and eighteenth centuries who created our modern democracies-it was invented by their critics and opponents. rather than following in the path of the american founders, today's "big government" antagonists more closely resemble the counterrevolutionaries who tried to undo their work"

  • ron paul

    2011 yılında yayımlanan liberty defined kitabıyla kürtaj, suikast, avusturya okulu, bireysel silahlanma, demokrasi gibi 50 farklı konuda fikirlerini beyan etmiş amerikalı düşünür. kendisini katı liberter olarak tanımlamak mümkün. (bkz: liberterler kaça ayrılır?)

  • cengiz üstün

    türk tarihinin en underrated karikatüristlerinden biridir.

  • bülent üstün

    kötü kedi şerafettin ile tanınan radikal bir hayat anlayışı olduğunu düşündüğüm efsane karikatürist.

  • üstün brothers

    bülent üstün ve cengiz üstün kardeşlerin kendilerne yakıştırdıkların unvan. an itibarıyla instagramda yayın açmışlardır ve 65 kişi tarafından izlenmektedir.

    hükümetin ülkeyi getirdiği noktada karikatüristin efsanesinin bile değeri kalmamış.

  • ideoloji nedir?

    16. yy'dan sonra süratle değişen avrupa iktisadi sisteminin mitlerin, gelenek­lerin ve dinsel değerlerin artık açıklayamadığı yeni toplumsal ve siya­sal durumu açıklayabilecek, geleceğe ilişkin rotayı çizebilecek başka bir çerçeveye, başka bir dünya görüsüne ihtiyaç duymaya başlamasıyla birlikte ideolojilerin temelleri avrupa siyasi kültürü içinde atılmaya başlanmıştır.


    aslen bir aristokrat olan, ancak fransız devrimi'ne sempati bes­leyen ve 18. yüzyıl aydınlanma döneminin akılcı filozoflarından olan antoine destutt de tracy, üretmiş olduğu "ideoloji" kavramı ile aslında "düşüncelerin bilimi"ni kastetmiştir.

    ideoloji bir inançlar, normlar, değerler bütünüdür ve aynı zamanda olması gerekeni, "ideal" sosyo-politik düzen modeli içerir. le­vi-strauss, çağdaş batı toplumunun yaptığı şeyin, mitosun yerine ideolojiyi getirmek olduğunu, ideolojinin bize toplumun haritasını verdiğini, toplum içinde hareket etmemizi ve yaşamamızı kolaylaştırdığını söylemiştir.

    ideolojiyi iki temel şekilde görebiliriz. birincisi siyasal düşünce olarak ide­oloji, "izm"lerle ilgilidir. liberalizm, marksizm, faşizm gibi birey doğası, tarihsel süreç ve sosyo-politik yapı konularında belirli bir inançlar di­zisi ve açıklama modeline sahip ve toplumun geleceğine yönelik projele­ri bulunan büyük ideolojik akımların incelenmesi, bu gruba girmektedir.
    ikincisi ise seçkin gücü olarak ideoloji, toplumsallaşma araçları vasıtasıyla inançların, normların, sembollerin gelecek kuşaklara akta­rılarak siyasal sistemin ayakta kalmasını sağlayan, rejimin meşruiyetini sağlayan bir araç olarak ele alınmaktadır.

    gramsci, bir sınıfın kendi dünya görüşünü (ideolojisini) diğer sınıflara kabul ettirebilmesi durumunu "hegemonya" kavramı ile açıklar. egemen sınıfın dünya görüşü toplumda doğru, kabul edilebilir ola­rak algılandığı sürece, bu sınıfın iktidarı meşrudur. tarihin her döneminde, yükselen sınıflar kendi ideolojilerini topluma yayarak hege­monya sağlamaya çalışmışlardır. her sınıfın kendi ideolojisini topluma yayacak aydınları vardır. gramsci bunlara "organik aydınlar" adını vermektedir. örneğin, feodal sınıfın organik aydınları din adamları ol­muştur. burjuva sınıfının organik aydınları üniversite mensuplarıdır.

    althusser ise bir adım ileri gitmekte ve televizyon, radyo, basın, eğitim kurumlan, dinsel kurumlar, edebiyat, sanat vb. alanlar, devletin ideolojik araçları olarak işlev görmektedir. bu araçlar vasıtasıyla devlet (yönetici sınıflar), kendi ideolo­jisini yeni kuşaklara sürekli aktarma, böylece mevcut durumu meşrulaştırma imkanı bulduğunu iddia etmektedir. ona göre devletin ideolojik aygıtlarının asıl işlevi, insanın yeniden üretimini sağlamaktır. dolayısıyla, yeni­den üretim sadece üretim güçlerinin değil, üretim ilişkilerinin de yeni­den üretilmesi demektir.

    1950'li ve 1960'lı yıllarda ortaya atılan "ideolojile­rin sonu" tezi, temelde, gelişmiş ülkelerde ulusal refahın artması ve sınıflar arası farklılıkların giderek azalması ile birlikte, ideolojik farklılıkların da azaldığı görüşüne dayanır.

    üçüncü dünya ülkelerinde ideolojilerin sonu gelmiş değildir; hala ikti­darda veya muhalefette yer alan seçkinlerin önemli bir kitlesel mobilizasyon aracı olmaya devam etmektedir. gelişmiş, sanayileşmiş batı toplumlarında da ideolojiler yok olmamıştır, fakat "ideoloji taşıyıcılığı" el değiştirmiştir. artık ideoloji taşıyıcıları toplumun en altında yer alan, en yoksul gruplar değil, daha vasıflı işçiler; okumuş yazmış beyaz yakalı­lar gibi, toplumda görece üst statülere yükselmiş, dikey mobilizasyon beklentileri yüksek ancak daha ileri gitme fırsatları olmayan, önü tıkanmış kişilerdir. ayrıca, batı toplumlarında sınıfsal temelli kimliklerin önüne geçmeye başlayan daha mikro kimlikler (cinsiyet, ırk, bölge, çev­re duyarlılığı, savaş karşıtlığı vb.), ideolojilerin de niteliğini değiştirmiş­tir. feminizm, çevrecilik, yerelcilik, savaş ve silah karşıtlığı gibi ideolo­jiler giderek yaygınlaşmaya ve siyasal iktidarları etkilemeye başlamıştır. bu nedenle, ideolojilerin sonundan ziyade, ideolojilerin ve ideoloji taşıyıcılarının niteliklerinde bir değişimden söz edebiliriz.

    kaynak
    örs, b. (2009). 19. yüzyıldan 20. yüzyıla modern siyasal ideolojiler (3. bs). istanbul bilgi üniv.

  • muhafazakar feminizm

    tanıl bora'nın cereyanlar isimli eserinden derlenmiştir.

    muhafazakar edibeler münevver ayaşlı ve samiha ayverdi, kemalizmin yeni kadın ülküsüne karşı, eski kadının kıymeti üzerinde ısrar etmişlerdi. okumamış ama "şifahi kültürü" ile bilge, "sabırlı, temkinli, vakarlı, şefkatli, bilhassa hamiyetli" - ve tabii "yerli ve milli" olan eski kadın, sokağa salına­rak ahlaken düşen yeni kadından daha yüksekti ona göre. islamcı hareket­te de, kadının eve geri dönmesini özleyen bu muhafazakar bakış '80'lere ka­dar hakimiyetini korudu.
    1987'de, islamcı muhitin etkili aydınlarından ali bulaç, bir süredir zaman gazetesinde düzenli yazan -ve somut'un kadın sayfasının feminist hareket açısından oynadığı role benzer bir etki uyandıran- bir grup genç müslüman kadına çıkışan bir makale kaleme aldı. makalenin başlığı, meramı özetliyor­du: "feminist bayanların kısa aklı". bulaç, feminist fikriyatın tesirine girdi­ğini söylediği bu kadınları, islami referanslardan uzaklaşmak ve fıtri hadle­rini aşmakla suçluyordu. suçlamaya hedef olan kadınların mukabelesi, miladi bir çıkış oldu.

    o sı­ra 28-30 yaşlarında olan bu yeni kadın yazar kuşağı, dilini hiç korkak alış­tırmadan, islami söylemdeki erkek vesayetçiliğine karşı hücuma geçti. (tu­ba tuncer'in yazısının başlığı, bulaç'ın aşağılamasını aynen iade ediyordu: "kimin aklı kısa?") yıldız ramazanoğlu, müslüman erkeğin "her şeye razı, uysal, uyuyan güzel kadın tipi"ne tahakküm etmesi­nin daha kolay olduğunu, onun için "öğrenen kadın"dan korktuğunu yaz­dı. ramazanoğlu daha sonraları islamcı dergileri, müslüman kadınların ge­nişleyen ilgilerini uzun süre börek tarifleri çerçevesinde tutmaya çalışmakla da eleştirecekti. mualla gülnaz ve elif halime toros, feminizm adının üzerlerine küfür gibi savrulmasından sakınmadılar. toros'a göre feminizm "kadınları erkeklere karşı dayanışma­ya çağırmak" ve kadınların "dünyayı tekellerine alan erkeklere insan olduklarının kabul ettirebilme mücadelesi" idi. gülnaz, "evet! feminizm kadını er­kek tahakkümüne karşı ayaklanmaya çağırır. evde, işte, sokakta. bundan bu kadar korkmak niye? laf cambazlığı yerine tahakkümden vazgeçmek düşü­nülemez mi?" diye meydan okudu. bu kadınların açtığı yoldan gidenler, ar­tık kadınların "hayrının", annelik ve ev hanımlığı gibi görevlerle değil, -tıp­kı erkekler gibi- takvayla ölçüleceğini savunacaklardı.

    1987 çıkışını gerçekleştiren islamcı kadınlar, konuşmayı edebiyatla da sürdürdüler. edebi eserlerinde, bizzat halihazır islamcılığın kadınları içi­ne ittiği mutsuzluğu işlediler. yıldız ramazanoğlu bir hikayesinde, kadı­nın "kendini geliştirmesinin" önündeki 'imkansızlığı' gayet 'büyüsüz' bir ka­tı gerçekçilikle özetler: "erkekler daha gelişmiş kadınlar istiyorlar fakat ger­çek şu ki kendimi geliştirmekte haddi aşmadan eve dönmek zorundayım." halime toros, 'özlenen' kadının sarkastik bir tarifini yapar: "evde sorun çı­karmaz, kokmaz bulaşmaz, küfretmez, ayak diremez, kahkaha atmaz, her la­fa karışmaz bir sükût abidesiyim."
    islamcı kadın yazarlar, eleştirdikleri ataerkil himaye reji­minin yozlaşarak kendi hasletlerini yitirişine de hayıflanırlar. aileyi bozan, şefkatsizleşmiş, merhametsizleşmiş, adaletsizleşmiş erkektir.

    hidayet şefkatli tuk­sal, kur'an'ın ve bütün dini kaynakların erkek-egemen tarihsel yorumunun sorgulanması gerektiği fikrindeydi. onun 2000'de kadın kar­şıtı söylemin islam geleneğindeki izdüşümleri adıyla kitaplaşan doktora tezi, bu yönde atılmış ciddi bir adımdır. çalışmasının başında belirttiği gibi, müs­lüman kadının "onurlu bir kimlik arayışı"nın gereği sayar bu sorgulamayı.

    '80'lerin ikinci yarısında islamcı hareket içinde kadınlar, sadece dergiler çev­resinde ve entelektüel ortamda değil, gündelik politikada da aktifleştiler. refah partisi'nde özellikle büyük şehirlerde kadınlar, enerjik bir örgütlenme seferberliğine girdiler. 1995'te rp'nin istanbul il örgütünde 18 bin hanım teşkilatçı olduğu belirtiliyordu. bu teşkilatçı kadroda öne çıkan sibel eras­lan, kadınların yönetim ve temsil makamlarından uzak tutulmasını açık­ça eleştirmesiyle de ün kazandı. bu eleştiri, sadece kamusal alanda başörtü­sünü men eden laiklik uygulamasını değil, -bazen bu yasağı da bahane ede­rek-, örgütte, yerel yönetimlerde ve tbmm'deki koltuklara hemen hiç kadın oturtmayan parti geleneğini de hedef alıyordu.
    başörtüsü, '80'lerden itibaren islamcı kadın uyanışının can damarıydı. bu­nun bir nedeni, açık bir kimlik alameti olması, ikincisi de buna bağlı olarak kamusal alandan men edildiği için mağduriyete yol açmasıydı. islamcı ka­dınlar başörtüsünü bir direniş ve özgürleşme imkanı olarak yorumladılar: baskılara direnmek ve iffetini koruma iradesi geliştirerek özgürleşmek. di­nin emrine de, lafzının ötesinde, buradan bağlanıyorlardı.

    akp'nin güçlü iktidarı döneminde, kamusal alanda başörtüsünün tedricen serbestleşmesiyle kadınların sorunlarının çö­zülmüş olduğu iddiası, eleştirel islamcı kadınları rahatsız edecekti. sesi pek gür çıkmayan, gitgide daha da cılızlaşan bir rahatsızlıktan söz ediyoruz.
    konca kuriş nakşilik bağından "sadece kur'an" şiarıyla kop­muş, bu arınmanın sonraki adımında dinin erkek-egemen yorumuyla müca­deleye yönelmişti. kur'an'ın düz anlama kilitlenen ataerkil ve kadın düşma­nı tefsirlerini sorguluyor, başörtüsünün islam öncesi bir örfi adet olduğu­nu ileri sürüyor, kadınların erkeklerle birlikte namaz kılabileceklerini, cu­ma ve bayram namazlarına katılabileceklerini savunuyordu. mersin'de laik kadınlarla beraber ev içi şiddete karşı kampanyada yer aldı. hizbullah tara­fından kaçırılarak hunharca katledildi. kuriş "feminist dinci" olarak ün­lenmiş, ayşe düzkan 1999'da onun "türk feministlerinin ilk şehidi" oldu­ğunu söylemişti. ne var ki feminist sıfatı islamcı kadınlar arasında hep muhataralı bu­lunmuştur.

    başörtüsü meselesi 1980'lerin sonlarından itibaren femi­nist hareket içinde keskin bir ayrışmaya sebebiyet vermişti. kemalist femi­nistler veya kadın hakları savunucuları, keza sosyalist feministlerin önemli­ce bir bölümü de, başörtüsünü tartışmasız kadını 'kapatmanın' ve ezmenin aracı olarak görüyor, genç kadınların ya baskı sonucu ya da kör bir itaatkar­lıkla örtündüğünü düşünüyordu. 'bilinçli' örtünenler de, demokrasi düşma­nı bir ideolojinin bayraktarına indirgenmeyi benimsemiş oluyorlardı. buna karşılık feministlerin (radikal, sosyalist ve sair) bir bölümü, başörtülü ka­dınların özneleşme mücadelesini önemsiyor, ayrıca sözgelimi sünnete uygun sakal kriminalize edilmezken başörtüsünün siyasi simge damgası yiyip sonuçta yine kadınların kısıtlanmasına itiraz ediyorlardı - kürt kadın hare­keti de genellikle bu eğilimdeydi.

    sosyolog nilüfer göle'nin çok okunan modern mahrem ( 1991) kitabı da bu 'empatiye' katkıda bulundu. göle, islamcı kadınların kamusal-özel ilişkisini dönüştürme çabalarını sos­yolojik cepheden ele alıyor, başörtülüler hakkındaki cehalet-gerilik önyargı­sını sarsıyor, oradaki 'hayata katılma' arzusuna dikkat çekiyordu.
    islamcı kadın hareketinin feminizme baştan mesafe koyan muhafazakar kolunu unutmayalım. emine şenlikoğlu, "aileyi öldürücü bir akım" olarak tanımlıyordu feminizmi. nazife şişman 1990'larda bir söyleşide "feminist hareketin sonuçta erkeksiz bir toplum idealine varacağını" ileri sürüyordu. 2006'da emanetten mülke: kadın, bedeni, siyaset kitabında, feminizmin gen mühendisliğiyle müşterek ifrat noktasının bu olduğunu yazdı: "erkeksiz bir dünya". kadın kimliği dergisi, 1995'te istanbul-kumkapı'da meyhanede sar­kıntılığa uğrayan bir genç kadının saldırganı öldürmesi üzerine çıkan tartış­mada, "sokaklar da geceler de feministlerin olsun, bize allah'ın müsaade et­tiği mekanlar yeter" diye kesip atmıştı. en koyu kırmızı çizgi, eşcinsellik ve lbgt'yle ilgilidir; apa­çık sapkınlık ve hastalık olarak görülür. bu bahiste rastlanabilen en 'ileri' tu­tum, eşcinselliğin görünürlüğünün teşvik edilmemesi, "özendirici" olmama­sı ikazında bulunanlarınkidir ...

  • orgy of law-making

  • william howard taft

    abd'de 1912 seçimlerinde woodrow wilson'a karşı kaybeden cumhuriyetçi politikacı, akademisyen.popular government: ıts essence, its permanence and its perils isimli kitabı yale üniversitesinde verdiği derslerinden derlenerek yayımlanmıştır.

  • emmeline pankhurst

    ingiltere'de kadınların oy hakları için mücadele eden, sivil itaatsizlikten ölüm orucuna kadar kadınların da oy kullanması için mücadele eden, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında son derece aktif olan düşünür.

    bugün feministlerin sembol isimlerinden biri olarak anılmaktadır.

  • william graham sumner

    on dokuzuncu yüzyıl sonunda yal üniversitesinde profesör olarak çalışan, sert bir kolektivizm düşmanı olan, özgürlüğün temel doktrinini "kendi işine bak!" olarak tanımlayan amerikalı düşünür.

    özgürlük konusundaki detaylı görüşleri için "an unruly history of freedom" kitabına bakılabilir.

  • paul leroy-beaulieu

    on dokuzuncu yüzyıl sonunda college de france'da ekonomi profesörü olan ve 1890 tarihli "modern devlet" kitabında batı medeniyetinin, devletin gücünün kutsallaştırılmasını takiben yeni bir kölelik sistemine doğru ilerlediği uyarısında bulunan düşünür.

  • william gladstone

    oy hakkının tüm nüfusa verilmesi fikrini ilk savunan kişilerden olan ingiliz düşünür. on dokuzuncu yüzyıl sonunda bunu savunurken radikal bir kimse olarak algılanıyordu. bugünden bakınca rahatlıkla görülmektedir ki tarihin haklı çıkardığı insanlardandır.

« / 131 »