• bir robert sapolsky kitabı olarak 17 ekimde çıkacaktır. kitabın ismi zaten yeterince açıklayıcı. bu kitabı okuyanla okumayan bir olmaz arkadaşlar, sakın kaçırmayın.

    buradan

    paranız varsa bir örnek de bana alın, libgili yerlere ne zaman düşer bilemeyiz

  • an itibarıyla elimize ulaşmıştır ve buradan okunacaktır.

    1. bölüm - turtles all the way down

    ilk almak istediğim not sapolsky'nin yaklaşımı. diyor ki eğer özgür iradeye inanıyorsanız bunun iki sebebi var. a- determinizmi tam olarak anlamıyorsunuz b- evrenin bazı parçalarının deterministik olmayan şekilde çalıştığını savunuyorsunuz. ikisi de doğal olarak yanlış.(1)

    ------

    davranış kitabında sapolsky davranışı şöyle özetlemişti:

    davranışından bir saniye önce beyin nöronlarında hareketlenme oldu. bu nöron dakikalar öncesinden ya bir düşünce ya hatıra ya duygu ya da bir algı tarafından uyarıldı. saatlerden haftalar öncesine hormonların düşüncelerini, hatıralarını, duygularını ve algılarının seçiciliğini belirledi. aylardan yıllar öncesine deneyim ve çevre nöronların nasıl değiştiğini ve kimi tepkilere daha duyarlı kimilerine ise daha duyarsız hale gelişini etkiledi. yıllarda geriye gittiğimizde ergenliğin beyninin spesifik bölgelerini, sosyalleşmeni ve kültüre dahil olmanı şekillendirdi. çocukluğunda ve anne karnında yaşadıkların beyninin şekillenmesini etkiledi. ondan öncesinde de genlerin etkisindeydin. doğduğun andan itibaren anne ilgisini şekillendiren çağlara yayılmış kültürün etkisi altında kaldın ve bu kültür de evrimsel bir süreç içinde şekillendi. (2)

    -------

    maymunlar da özgür iradeleri olduğuna inanıyorlar.

    l. egan, p. bloom, and l. santos, "choice-ınduced preferences in the absence of choice:
    evidence from a blind two choice paradigm with young children and capuchin monkeys,"
    journal of experimental and social psychology 46 (2010): 204.

    -----

    sapolsky'e göre kitabın iki amacı var, birincisi bizi özgür iradenin olmadığına - ya da düşündüğümüzden çok daha az olduğuna- ve özgür irade olmadan aslında daha iyi hayatlar sürebileceğimize ikna etmek.

    bu noktada felsefi yaklaşımın gerekli olduğunu düşünüyorsanız sapolsky şu listeyi öneriyor:

    g. strawson, "the ımpossibility of moral responsibility," philosophical studies 75 (1994): 5;
    d. pereboom, living without free will(cambridge university press, 2001);
    g. caruso, rejecting retributivism: free will, punishment, and criminal justice (cambridge university press, 2021);
    n. levy, hard luck: how luck undermines free will and moral responsibility (oxford university press, 2011); and s. harris, free will (simon & schuster, 2012).

    ------

    henüz hür iradeyi yok sayan tek bir bilimsel kanıt ya da disiplin yok, ancak tüm bilimsel kanıtları yan yana koyduğunuzda da özgür iradeye yer yok, diyor sapolsky. "yeah, no single result or scientific discipline can do that. but—and this is the incredibly important point—put all the scientific results together, from all the relevant scientific disciplines, and there's no room for free will.[*]

    -------
    özgür irade ile ilgili temelde 4 pozisyon olduğunu söylüyor sapolsky:
    1- dünya deterministiktir ve özgür irade diye bir şey yoktur. sapolsky bu kanatta, bu arkadaşların görüşüne "hard incompatibilism" deniyor. bunu "katı uzlaşmazcılık" olarak çevirmeyi öneriyorum.

    2- dünya deterministiktir ve özgür irade vardır. bunlara compatabilist deniyor. bu kelimeyi uzlaşırcılık olarak çevirmek istiyorum. bu fikri destekleyenler dünyanın deterministik olduğunu iddia etmekle birlikte zihin ve beynin farklı şeyler olduğunu ve özgür iradenin deterministik bir yaklaşımda dahi mümkün olduğunu iddia ediyorlar. felsefecilerin büyük bölümü (sapolsky'e göre %90'ı hossenfelder'e göre 59'i bu görüşte. bkz)

    3- dünya deterministik değildir ve özgür irade yoktur. bu arkadaşlar her şeyin tamamen random gerçekleştiğini düşünür. çok ciddiye almaya gerek yok bunları.

    4- dünya determinist değil ve özgür irade vardır. bu arkadaşlara da liberteryen deniyor. sabine'ye göre bu arkadaşlar da %19 civarında. tabi tüm bu istatistiklerin detaylarına da bakılmasında faide var. zira halk arasında değil akademide yapılan çalışmalar bunlar.
    ------

    sapolsky özgür irade, determinizm ve ahlaki sorumluluk meselesini bir bütün olarak ele almamız gerektiğini düşünüyor ve kendi pozisyonunu: "özgür irade yok, dünya deterministtir ve ahlaki sorumluluk yok" olarak tanımlıyor. "thus, my stance is that because the world is deterministic, there can't be free will, and thus holding people morally responsible for their actions is not okay"

    ----

    sapolsky yukarıda bahsettiğimiz compatabilism (uzlaşırcılık) hakkında epey bir şeyler okuduğunu ve aslında tüm kitapların şu üç temel cümleye indirilebileceğini savunuyor: (a) nörobilimdeki gelişmeler deterministik dünya görüşünü destekliyor (b) bu gelişmeler bizim klasik ahlaki olarak sorumlu aktör anlayışımızla ters düşüyor (c) yok ama yine de özgür irade vardır.

    burada sapolsky epey açıktan uzlaşılırcılıkçılarla dalga geçiyor gibi görünüyor. devamında da eğer bir uzlaşırcı biyolojiden gelen seslerle boğuşmadan özgür irade savunmaya devam ediyorsa onunla vakit harcamaya gerek yoktur diyor, haklı.
    ----

    birinci bölümün sonunda da determinizmden ne anladığını şöyle açıklıyor sapolsky: mezuniyet töreninde mezun olan biri ile o sırada temizlikçilik yapan birini ele alalım. ikisinin de hayatındaki kontrol edemediği değişkenleri yer değiştirelim (anneleri, babaları, genleri, çocuklukları vs.) bu iki arkadaşın aslında tamamen değiştirmiş olmaz mıyız?

  • 2. bölüm - the final three minutes of a movie

    sapolsky öncelikle niyet meselesini tartışmaya açıyor ve temelde niyeti ortaya çıkaran nedir ki diye sorarak aslında kafasındakini temelde belirtmiş oluyor.

    "ın fact, a huge percentage of the research done concerning the free-will debate revolves around intent, often microscopically examining the role of intent in the seconds before a behavior happens. entire conferences, edited volumes, careers, have been spent on those few seconds, and in many ways, this focus is at the heart of arguments supporting compatibilism; this is because all the careful, nuanced, clever experiments done on the subject collectively fail to falsify free will." yani diyor ki uzlaşırcılar düz dünyacılar gibi bir sürü deney tasarladılar ve hepsinde yine düz dünyacılar gibi özgür iradenin olmadığını kanıtlamış oldular.
    -------

    bu bölümde sapolsky libet deneyi'ni merkeze alarak ilerliyor ve her şeyin başladığı naif nokta olarak burayı gösteriyor. libet deneyi basitçe elinizde bir düğme kafanızda bir eeg cihazı ile oturduğunuz ve ne zaman o düğmeye basmaya karar verdiğinizi deneyi yapanlara söylediğiniz bir deneydir. sonuçları da şudur ki siz karar verdiğinizi fark ettiğinizde aslında beyninizin ortalama 0.2 - 0.3 saniye öncesinde aldığı kararı deklare etmiş oluyorsunuz.

    "but here's the crazy thing: the readiness potential, the evidence that the brain had committed to pushing the button, occurred about three hundred milliseconds before people believed they had decided to push the button. that sense of freely choosing is just a post hoc illusion, a false sense of agency."
    -----

    john-dylan haynes için elinde fmris cihazı olan libet 2.0 diyebiliriz. aynı deneyi sadece daha gelişmiş cihazlarla yapıyor. aynı sonuçlar çıkıyor sadece bu sefer sürenin 10 saniyeye kadar uzayabildiği görünüyor. ileri okuma için:
    j.-d. haynes, "the neural code for ıntentions in the human brain," in bioprediction,
    biomarkers, and bad behavior, ed. ı. singh and w. sinnott-armstrong (oxford university press, 2013);

    s. bode and j. haynes, "decoding sequential stages of task preparation in the human brain," neuroimage 45 (2009): 606;

    s. bode et al., "tracking the unconsciousgeneration of free decisions using ultra-high field fmrı," plos one 6, no. 6 (2011):

    c. soon et al., "unconscious determinants of free decisions in the human brain,"
    nature neuroscience 11 (2008): 543.

    r. sjöberg, "free will and neurosurgical resections of the supplementary motor area: a critical review," acta neurochirgica 163 (2021): 1229.
    -------

    itzhak fried ise libet 3.0 denilebilir. daha gelişmiş cihazlar, aynı deney, aynı sonuç. bu sefer hangi tek nöronun tetiklendiğine kadar takip edebiliyorlar. bu sefer epilepsi hastaları tedavi edilirken beyinlerine doğrudan kablolar yerleştiriliyor ki tam olarak ne olup bittiği görülebilsin. ayrıca aşağıdaki kaynaklardan görebileceğiniz üzere bu deneylerde fried bir anıyı hatırlanması istediğinde de beynin 1-2 saniye öncesinden bunu yapıp kişiye bildirdiğini söylüyor.

    ı. fried, r. mukamel, and g. kreiman, "ınternally generated preactivation of single neurons
    in human medial frontal cortex predicts volition," neuron 69 (2011): 548;

    ı. fried, "neurons as will and representation," nature reviews neuroscience 23 (2022): 104;
    h. gelbard-sagiv et al., "ınternally generated reactivation of single neurons in human hippocampus during free recall," science 322 (2008): 96.
    ------

    bir diğer akıl almaz deney kasti hareket hissi ile gerçek hareketin ayrılabiliyor olması.

    "other studies of people undergoing neurosurgery for intractable epilepsy, meanwhile, showed that the sense of intentional movement and actual movement can be separated. stimulate an additional brain region relevant to decision-making,[*] and people would claim they had just moved voluntarily—without so much as having tensed a muscle. stimulate the pre- sma instead, and people would move their finger while claiming that they hadn't."

    yani beynin bir bölgesini uyarınca insanlar kaslarını bile germeden bilerek hareket ettiklerini söylüyorlar. bir diğer bölgeyi uyarınca ise parmaklarını kımıldatıp aslında parmaklarını hareket ettirmediklerini söylüyorlar.

    m. desmurget et al., "movement ıntention after parietal cortex stimulation in humans,"
    science 324 (2009): 811.

    -----

    katı uzlaşmazcılar bu deneyleri yaparken uzlaşırcıların karşı çıkışları temelde deneylerin basit kararlar üzerine inşa edilişlerine yöneliyor. onlar için bir parmağı kaldırmak ile kiminle evleneceğine karar vermek aynı karar değil. bu yönde yapılan deneylerde uzlaşımcıların eli güçleniyor ancak katı uzlaşmazcılar karşı kutbun deneyinin beynin yanlış bir bölgesine bakıldığını iddia ediyorlar. sapolsky'e göre top bu konuda hakemde.

    -----

    bir diğer konu free-won't-ness meselesi. yani özgür iradenin sadece hayır demeye yarayan bir aparat olması. ancak sapolsky buna da temelden karşı. bir şeyi yapmak için harekete geçen nöronlar ile bir şeyi durdurmak için harekete geçen nöronlar aynı biyolojik kuralları takip ediyorlarsa daha önce başka bir biyolojik faktör tarafından etkilenmemiş bir nöron aktivitesi mümkün değildir. bu sebeple de bir şeyin veto edilmesi de free will olarak savunulamaz.

  • 3. bölüm - where does intent come from?

    sapolsky niyetin nereden geldiği sorusunun peşine düşer ve varacağımız noktayı baştan söyler:

    "this chapter shows how you don't ultimately control the intent you form. you wish to do something, intend to do it, and then successfully do so. but no matter how fervent, even desperate, you are, you can't successfully wish to wish for a different intent. and you can't meta your way out—you can't successfully wish for the tools (say, more selfdiscipline) that will make you better at successfully wishing what you wish for. none of us can."

    ----

    bütün üçüncü bölüm aslında sapolsky'nin davranış kitabının özeti. sözlük içinde davranış kitabının argümanlarından zaten yeterince bahsettiğim için detayına girmeyeceğim ancak özet şu: kontrol edemediğimiz faktörlerin sayısı o kadar çok ve bizim davranışımız üzerinde o kadar etkililer ki zaten özgür iradeden bahsetmek mümkün değil. kitabın daha üçüncü bölümündeyiz ve şimdilik tartışmalara kuş bakışı yaklaşıyoruz gibi görünüyor. kalan 12 bölümde ikna olmayı umarak okumaya devam ediyorum.

  • 4. bölüm -willing willpower: the myth of grit

    bu bölümde sapolsky insanların kötü şartlar altında doğmuş olsalar ya da biyolojik olarak bazı handikapları olsa dahi cesaret ve çalışkanlık ile bu şartların aşılabileceği yönündeki temel argümanla dalga geçiyor. 3. bölümde özetlediği davranış kitabının argümanları ile insanların neden doğduğu şartları aşamayacağını anlatıyor. bu bölümde de yeni bir şey yok.

    bu bölüm ile ilgili tek söylemek istediğim sapolsky'nin argümanının adım adım zayıfladığı. kendi yazdığı bir kitaba dayanarak bir başka tartışmayı baştan aşağı aşabileceğini düşünüyor gibi. ancak daha 11 bölüm olduğundan bu kadar ön yargılı olmadan okumaya devam edelim.

    5. bölüm - a primer on chaos

    bu bölümde sapolsyk kaos teorisi ile yüzleşiyor. kaos teorisini sözlüğe yazmadım zira ben de ancak videolardan biliyorum, üzerine bir okumam yok. ancak özetle kaos teorisi şunu söylüyor: parçaları ne kadar detaylı bilirsen bil yine de onların bir sonraki hareketi öngöremezsin zira kuantum seviyesindeki rastgeleliklerden sadece bir tanesi bile tüm akışı değiştirebilir. afrika'daki kelebeğin kanat çırpışı amerika'da fırtına yaratır denilen şey bu.

    keh keh, kaos teorisini yazmamışım ama aslında onunla çok yakından bağlantılı güzel bir notumuz var burada (bkz: john conway'in yaşam oyunu). bunun detaylarına girmeyeceğim. kitaba geri dönersek bu bölümde sapolsky sadece kaos teorisinin ne olduğunu anlatıyor. yeni bir argüman yok.

  • 6. bölüm - ıs your free will chaotic?

    altmışlarda ortaya konan bu kaos teorisi 80'lere kadar ilgi görmedi. seksenlerde ise birden patladı. bunun sebebini canını yidiğim sapolsky şöyle açıklıyor :"by the eighties, chaos theory had exploded as an academic subject (this was around the time that the pioneering generation of renegade stoner physicists began to be things like a professor at oxford or the founder of a company using chaos theory to plunder the stock market). suddenly, there were specialized journals, conferences, departments, and interdisciplinary institutes." *

    ------

    kaos teoremi uzlaşırcılar tarafından çok seviliyor zira determinist bir dünya ile kaotik bir bilinmezliği bir araya getirebiliyor. bu ikisi arasındaki gerilime de hür irade sıkışabiliyor. herkes için mutlu son gibi görünüyor ancak sapolsky bu bilgileri "yanlış çıkarımlar 1" başlığı altında bize aktarıyor.

    sapolsky'nin iddiası şu: determinizm bir şey, tahmin edilebilirlik bir başka şey. bir şeyin tahmin edilemez -ya da kolayca tahmin edilemez- olması onun deterministik olmadığı anlamına gelmiyor. 1922'de bir adam sokağa işemek, hırsızlık yapmak ve insanları tehdit etmek gibi davranışlar göstermeye başladığında bu adamın yaptıklarını özgür iradesi ile yaptığını iddia edecektik. ancak 2022 yılında aynı adamın aynı davranışlarını bir gen mutasyonunun yan etkisi olarak kolayca tespit edebiliyoruz. bu noktada özgür irade tanrı gibi bir şeye dönüşüyor, yani aslında bilmediğimize özgür irade demeye başlıyoruz. bilim ilerledikçe ve insanların davranışlarının biyolojik sebepleri tam olarak tahmin edilebilir hale geldikçe özgür irade denen kavram tamamen ortadan kalkmış olacak.

    bkz:

    a. maar, "kinds of determinism in science," principia 23 (2019): 503.
    j. doomen, "cornering 'free will,' "journal of mind and behavior 32 (2011): 165;
    h. atmanspacher, "determinism ıs ontic, determinability ıs epistemic," in between chance and choice: ınterdisciplinary perspectives on determinism, ed. r. bishop and h. atmanspacher (ımprint academic, 2002).
    j. earman, a primer on determinism (reidel, 1986); s. kellert, ın the wake of chaos:
    unpredictable order in dynamic systems (university of chicago press, 1993).


    yanlış çıkarımlar 2:
    eğer bir sistem çok uzun süredir varsa neyin neyi tetiklediğini bilemezsin. bu sebeple bir şey tam olarak bu sebeple olmuştur denilemez. chaotic convergence kavramı bu anlama geliyor. bu akıl yürütme "radical reductionism"'i devre dışı bırakabilir ancak determinizme dokunamaz zira bir şeyin ilk sebebinin bilinemiyor oluşu onun deterministik şekilde hareket etmediği sonucunu doğurmaz.

  • 7. bölüm - a primer on emergent complexity

    önceki iki bölümün özeti olarak sapolsyk alttaki cümleleri vererek başlıyor:

    the previous two chapters can basically be distilled to the following:

    —"break it down to its component parts" reductionism doesn't work for understanding some vastly interesting things about us. ınstead, in such chaotic systems, minuscule differences in starting states amplify enormously in their consequences.

    —this nonlinearity makes for fundamental unpredictability, suggesting to many that there is an essentialism that defies reductive determinism, meaning that the "there can't be free will because the world is deterministic" stance goes down the drain.

    —nope. unpredictable is not the same thing as undetermined; reductive determinism is not the only kind of determinism; chaotic systems are purely deterministic, shutting down that particular angle of proclaiming the existence of free will.

    bu bölümde sapolsky doğadaki emergent hallerini (ortaya çıkış diyelim) anlatıyor. karıncaların, arıların, bitkilerin, beyin hücrelerinin vs. nasıl olup da bir araya gelince herhangi bir otorite olmadan en optimal çözümleri bulabildiklerini gösteriyor. tabi bu kısım sadece mesele hakkında bilgi sahibi olmayanlar için girişi niteliğinde. buradan nereye varacağımız sonraki bölümde netleştirilecek.

    8. bölüm does your free will just emerge?

    özgür iradeyi savunanlar bu noktada nörologların ve biyologların özgür iradeyi yanlış yerde aradıkları için onu bulamadıklarını söylüyorlar. tek bir nöronda ya da hücrede özgür iradeyi bulamayız ancak bu nöronların bir araya gelişlerinden bir özgür irade ortaya çıkmış olabilir. yani tek bir karınca nasıl hiçbir işe yaramıyorken bir karınca kolonisi şantiye gibi çalışıyorsa, tek bir nöron da bir işe yaramaz ancak bu nöronlardan trilyonlarcası bir araya geldiğinde özgür irade ortaya çıkabilir.

    öfff. buraları doldurmuş idik ancak yayınla dediğimde 403 forbidden verdi ve tüm yazdıklarım gitti. bu sebeple sadece kendime hatırlatmak için sapolsky'nin aşağıdaki üç cümlesini yazıp geçeceğim, eğer buralardaki kısmı merak eden varsa, üstteki argüman neden doğru değil merak eden varsa özel mesaj atsın. çok sinirlendim.

    thus, in my view, emergent complexity, while being immeasurably cool, is nonetheless not where free will exists, for three reasons:

    a. because of the lessons of chaoticism—you can't just follow convention and say that two
    things are the same, when they are different, and in a way that matters, regardless of how
    seemingly minuscule that difference; unpredictable doesn't mean undetermined.

    b. even if a system is emergent, that doesn't mean it can choose to do whatever it wants; it
    is still made up of and constrained by its constituent parts, with all their mortal limits and
    foibles.

    c. emergent systems can't make the bricks that built them stop being brick-ish.[*],

  • 9. bölüm a primer on quantum ındeterminacy

    eh artık kitabın yapısını anladınız, a primer bölümlerinde sapolsky önce meselenin ne olduğunu anlatıyor sonrasında da bu yaklaşım üzerinden inşa edilmiş özgür irade vardır iddialarına yanıt veriyor. bu sebeple bölümleri ikişerli inceleyerek gitmek daha mantıklı görünüyor. ben de bu yolu takip edeceğim ayrıca vakit ayırıp böyle bir başlığı okumaya devam ettiğiniz için de yanaklarınızdan öpeceğim.

    bu bölümde sapolsky quantum tünelleme, quantum dolanıklık ve yerelsizlik *, deterministik olmayan rastgelelik ve parça/dalga ikiliğinin ne olduğunu basitçe anlatıyor. bir sonraki bölümde de bunun özgür irade savunucuları için nasıl bir başlangıç noktası olduğunu ve aslında neden olmaması gerektiğini açıklayacak.

    10. bölüm ıs your free will random?

    burada birinci problem aslında aksini iddia etmesi epey zor olan ve roger penrose gibi ağır isimler tarafından da savunulan bir yaklaşım. iddia şu: yukarıda adını andığımız kuantum etkileri elektron seviyesinde birikerek biyolojiyi etkileyebilir ve özgür irade dediğimiz şeyi oluşturabilir. sapolsky'nin yanıtı ise mit'de fizik çalışan max tedmark'ın çalışmasına dayanıyor. yukarıda adı anılan kuantum etkileri o kadar ufak zaman dilimlerinden gerçekleşiyor ki bunların biyolojik bir organizmayı etkilemesi imkansız. ayrıca aşağıda verdiğim makalelerde savlandığı gibi penrose'un tezini dayandırdığı mikrotüpler onun önerdiği şekilde, en azından yetişkin beyninde, çalışmıyor.

    m. tegmark, "why the brain ıs probably not a quantum computer," ınformation science 128 (2000): 155;

    m. tegmark, "ımportance of quantum coherence in brain processes," physical review e 61 (2000): 4194;

    m. kikkawa et al., "direct visualization of the microtubule lattice seam both in vitro and in vivo," journal of cell biology 127 (1994): 1965;

    c. de zeeuw, e. hertzberg, and e. mugnaini, "the dendritic lamellar body: new neuronal organelle putatively associated with dendrodendritic gap junctions," journal of neuroscience 15 (1995): 1587.
    ------

    özgür iradenin random olduğu gösterilen quantum etkileri üzerine inşa edilmesi üzerine bir kaç argüman daha var ancak bunlara tek tek girmek hem sıkıcı hem de anlamsız olacak zira aslında kitabın ilk on bölümünde tekrar tekrar gösterildiği gibi özgür iradeciler teolog gibi hareket etmeye meyilli görünüyorlar. bu onların salt metafizik inançlar üzerinden düşündükleri anlamına gelmiyor sadece özgür irade olarak tanımladığımız şeyi biyolojide kimse bulamadığından -ki böylesi çok daha iyi!- onu bulmak için farklı yollar deneniyor. zira özgür irademizin olmadığını iddia etmek günlük yaşam pratiklerimizle kesinlikle uyuşmuyor. kimi ciddi filozof ve biliminsanları da "özgür irade bir yerde var ve bir şekilde bilimsel olarak temellendirilebilir ancak biz henüz onun nerede olduğunu bilmiyoruz" akıl yürütmesine dayanarak yeni bilimsel gelişmelerde özgür irade için temel olabilecek bir şey var mı diye derinlemesine bakınıyorlar. sapolsky'de bu bakışların iddialı olanlarını ele alıp iddiaların bilimsel olarak neden mezkur anlatının mümkün olmadığını inceliyor.

    onuncu bölümün sonunda da şunları söylüyor:
    "the easy takeaway from the first half of this book is that the biological determinants of our behavior stretch widely over space and time—responding to events in front of you this instant but also to events on the other side of the planet or that shaped your ancestors centuries back. and those influences are deep and subterranean, and our ignorance of the shaping forces beneath the surface leads us to fill in the vacuum with stories of agency."

    yani,

    kitabın ilk bölümünden(ilk on bölüm) çıkarılacak basit sonuç şu: davranışlarımızın biyolojik belirleyicilerinin zaman ve mekana yayılmıştır ve her gün karşımıza çıkan olaylar kadar gezegenin diğer tarafından gelişen olaylar ve yüzyıllar öncesinde atalarımızı şekillendiren olaylara verilen tepkilerdir. bu biyolojik belirleyicileri bilmediğimiz için de davranışlarımızı yöneten bir "ajan" hikayesi yaratmaya meyilliyiz.

  • 11. bölüm will we run amok?

    bu bölümde sapolsky "eğer özgür irade yoksa insanlar delirmez mi? nasıl olsa sorumluluk yok deyip canları istediği zaman tuhaf saldırganlıklarda bulunmazlar mı?" nevinden soruları yanıtlayacağını söylüyor. aslında burası benim için çok önemli değil zira zaten herkes biliyor ki kimse gönül kendi aşırı ahlaklılığından değil yakalanma ve cezalandırılma korkusundan ahlaklı davranıyor. ancak yine de elimiz batmışken okuyalım.

    bu arada özgür iradenin olmadığını kendime ispatlamak için başladığım kitaptan özgür iradenin var olabileceğine dair sezgilerle mezun oluyorum. neyse konuya dönelim.

    "collectively, these eeg studies show that when people believe less in free will, they put less intentionality and effort into their actions, monitor their errors less closely, and are less invested in the outcomes of a task." yani deneysel olarak gözlemleyebiliyoruz ki insanlar özgür iradelerinin olmadığını düşündüklerinde davranışların üzerine daha az düşünüyor, hatalarını daha az analiz ediyor ve yaptıkları işin sonuçlarına daha az dikkat ediyorlar.

    dahası var. "thus, undermine someone's belief in free will and they feel less of a sense of agency, meaning, or self-knowledge, less gratitude for other people's kindness. and most important for our purposes, they become less ethical in their behavior, less helpful, and more aggressive." kısacası insana özgür iradesinin olmadığını düşündürürseniz insanlar olduklarından daha boktan bir hal alıyorlar. kendilerine yapılan bir yardıma bile daha az minnettar kalıyorlar zira "eğer bana yardım eden biri yoksa ve yardım biyolojik bir mekanizmanın kaçınılmaz eylemiyse neden buna minnettar olayım ki? ".

    ancak sapolsky buraya önemli bir not düşüp bu etkilerin çok kısıtlı olduğunu ve kolayca tekrarlanmadığını söylüyor. yani insanlara özgür iradenin olmadığı ile ilgili bir bilgi verip sonra onu bir şekilde sınayınca hemen itin teki olmuyorlar ancak iti teki olmaya olan meyilleri hafifçe artıyor. tabii bunu bilimsel bir şekilde gerçekleştirmek mümkün değil. insanları normal şartlar altında iyice sınadıktan sonra onların özgür iradelerinin olmadığına tamamen ikna edip ondan sonra aynı şekilde sınayıp sonuçları bildirmeniz lazım ki bu deney etik sebeplerle gerçekleştirilemez, dünyanın bir yerinde gerçekleştirilse bile tekrar edilemez. o yüzden özgür iradenin olmayışına ikna olan insanların olduklarından daha boktan oldukları tezi hakikate yakın ancak çok çok az bir şekilde diyerek burayı bağlayalım.

    bölüm ateistler ile teistleri karşılaştırarak hür iradenin olmayışının etkileri üzerine düşünmeye başlıyor ortaya çıkan sonuçlar aslında hepimizin öngörebileceği şekilde:

    1- dindarlar kendilerinden olana daha fazla tolerans gösterirken kendinden olmayana daha sert cezalar istiyorlar. sekülerler ise kendilerinden olana da olmayana da aynı şekilde tolerans gösteriyorlar. yani bir dindar kendinden olana 3 kendinden olmayana 1 tolerans gösterirken seküler ikisine de 2 tolerans gösteriyor.

    2- erkekler kadınlardan iki kat daha ateistler. dindarların çoğunluğu yaşlı, varlıklı ve sosyal kadınlarken sekülerlerin çoğu genç, yoksul ve görece asosyal erkekler.

    3- dindarlığın yüksek olduğu toplumda daha fazla çürüme, daha fazla yolsuzluk ve şiddet varken seküler toplumlar bu konuda çok daha iyiler.

    4- dindarlar deneye tabi tutulmadan önce din hakkında düşündürülürse daha iyi oluyorlar. eğer böyle bir şey hatırlatılmazsa yardımseverlik, dayanışma gibi konularda sekülerler ile aynı seviyedeler.

    5- dindarlar sosyal statülerini ve insanlar tarafından sevilmeyi sekülerlere göre daha fazla arzuluyorlar.

    6- milgram deneyi gibi deneylerde - yani bir insanın ahlaki olmayan emirlere nereye kadar uyduğu- aşırı dinsizler ve aşırı dinliler aynı oranda direnç gösterirken ortalama insanlar en çok kötülüğü yapanlar oluyorlar. yani aslında hakiki bir tarikatçı ile hakiki bir ateist aynı oranda ahlaklıyken ikisinin arasında bir yerde "takılan" adamlar en ahlaksız olanları.

    netice olarak, dinli ya da dinsiz olmak gibi hür iradenin varlığına ya da yokluğuna ikna olmuş olmak davranışı kesinlikle değiştirmiyor. yani merak etmeyin insanlar hür irade yokmuş diye saçmalamaya başlamayacaklar.

  • 12. bölüm - the ancient gears within us: how does change happen?

    bu bölüm teknik olarak biraz daha ağır bir bölüm. öncelikle aplysia californica adlı bir canlı üzerinden sapolsky beyin nöronlarının nasıl çalıştığını ve bu nöronların bizde de ilgili hayvanda da nasıl tamamen aynı olduğunu anlatıyor. bizim beynimiz daha karmaşık olsa da sonuçta beyinleri oluşturan sinirsel yapılar aynı.

    beyin nöronlarının her birinin beyindeki bir ağın en üstünde iken bir başka ağın da en altında olduğunu anlatıyor. sonrasında ise o nöronların zaman içindeki etkileşimlerinin iyiliği doğurabildiğini iddia ediyor. yani eğer anneniz size küçükken iyi davranmış ve sizi özgür yetiştirmişse, babanız atatürk'ün hikayelerini anlatmışsa ve abiniz/ablanız sizin ailenizle olan özgürlük savaşımınızda size destek olduysa siz de günün sonunda kendinizi hürriyet için ölümü göze alırken bulabiliyorsunuz. güzel hikaye ancak ben daha güçlü bir argüman bekliyordum bu konuda.

    13. bölüm - we really have done this before

    bu bölümde sapolsky epilepsi, otizm, şizofreni ve ptsd (post-traumatic stress disorder - travma sonrası stress bozukluğu) gibi hastalıkların tarihini anlatıyor. insanlar olarak diğer insanların hallerine karşı yaklaşımımızın nasıl değiştiğini ve daha da değişebileceğini uzun uzun tartışıyor. burada aktarmaya değer tek şey insanların suçlamanın ya da kötü olan bir şey için suçlu aramanın anlamsızlığı. günün sonunda yapabileceğimiz en iyi şey olarak yine anlamak kalıyor. (bkz: anlamak)