• 11. bölüm will we run amok?

    bu bölümde sapolsky "eğer özgür irade yoksa insanlar delirmez mi? nasıl olsa sorumluluk yok deyip canları istediği zaman tuhaf saldırganlıklarda bulunmazlar mı?" nevinden soruları yanıtlayacağını söylüyor. aslında burası benim için çok önemli değil zira zaten herkes biliyor ki kimse gönül kendi aşırı ahlaklılığından değil yakalanma ve cezalandırılma korkusundan ahlaklı davranıyor. ancak yine de elimiz batmışken okuyalım.

    bu arada özgür iradenin olmadığını kendime ispatlamak için başladığım kitaptan özgür iradenin var olabileceğine dair sezgilerle mezun oluyorum. neyse konuya dönelim.

    "collectively, these eeg studies show that when people believe less in free will, they put less intentionality and effort into their actions, monitor their errors less closely, and are less invested in the outcomes of a task." yani deneysel olarak gözlemleyebiliyoruz ki insanlar özgür iradelerinin olmadığını düşündüklerinde davranışların üzerine daha az düşünüyor, hatalarını daha az analiz ediyor ve yaptıkları işin sonuçlarına daha az dikkat ediyorlar.

    dahası var. "thus, undermine someone's belief in free will and they feel less of a sense of agency, meaning, or self-knowledge, less gratitude for other people's kindness. and most important for our purposes, they become less ethical in their behavior, less helpful, and more aggressive." kısacası insana özgür iradesinin olmadığını düşündürürseniz insanlar olduklarından daha boktan bir hal alıyorlar. kendilerine yapılan bir yardıma bile daha az minnettar kalıyorlar zira "eğer bana yardım eden biri yoksa ve yardım biyolojik bir mekanizmanın kaçınılmaz eylemiyse neden buna minnettar olayım ki? ".

    ancak sapolsky buraya önemli bir not düşüp bu etkilerin çok kısıtlı olduğunu ve kolayca tekrarlanmadığını söylüyor. yani insanlara özgür iradenin olmadığı ile ilgili bir bilgi verip sonra onu bir şekilde sınayınca hemen itin teki olmuyorlar ancak iti teki olmaya olan meyilleri hafifçe artıyor. tabii bunu bilimsel bir şekilde gerçekleştirmek mümkün değil. insanları normal şartlar altında iyice sınadıktan sonra onların özgür iradelerinin olmadığına tamamen ikna edip ondan sonra aynı şekilde sınayıp sonuçları bildirmeniz lazım ki bu deney etik sebeplerle gerçekleştirilemez, dünyanın bir yerinde gerçekleştirilse bile tekrar edilemez. o yüzden özgür iradenin olmayışına ikna olan insanların olduklarından daha boktan oldukları tezi hakikate yakın ancak çok çok az bir şekilde diyerek burayı bağlayalım.

    bölüm ateistler ile teistleri karşılaştırarak hür iradenin olmayışının etkileri üzerine düşünmeye başlıyor ortaya çıkan sonuçlar aslında hepimizin öngörebileceği şekilde:

    1- dindarlar kendilerinden olana daha fazla tolerans gösterirken kendinden olmayana daha sert cezalar istiyorlar. sekülerler ise kendilerinden olana da olmayana da aynı şekilde tolerans gösteriyorlar. yani bir dindar kendinden olana 3 kendinden olmayana 1 tolerans gösterirken seküler ikisine de 2 tolerans gösteriyor.

    2- erkekler kadınlardan iki kat daha ateistler. dindarların çoğunluğu yaşlı, varlıklı ve sosyal kadınlarken sekülerlerin çoğu genç, yoksul ve görece asosyal erkekler.

    3- dindarlığın yüksek olduğu toplumda daha fazla çürüme, daha fazla yolsuzluk ve şiddet varken seküler toplumlar bu konuda çok daha iyiler.

    4- dindarlar deneye tabi tutulmadan önce din hakkında düşündürülürse daha iyi oluyorlar. eğer böyle bir şey hatırlatılmazsa yardımseverlik, dayanışma gibi konularda sekülerler ile aynı seviyedeler.

    5- dindarlar sosyal statülerini ve insanlar tarafından sevilmeyi sekülerlere göre daha fazla arzuluyorlar.

    6- milgram deneyi gibi deneylerde - yani bir insanın ahlaki olmayan emirlere nereye kadar uyduğu- aşırı dinsizler ve aşırı dinliler aynı oranda direnç gösterirken ortalama insanlar en çok kötülüğü yapanlar oluyorlar. yani aslında hakiki bir tarikatçı ile hakiki bir ateist aynı oranda ahlaklıyken ikisinin arasında bir yerde "takılan" adamlar en ahlaksız olanları.

    netice olarak, dinli ya da dinsiz olmak gibi hür iradenin varlığına ya da yokluğuna ikna olmuş olmak davranışı kesinlikle değiştirmiyor. yani merak etmeyin insanlar hür irade yokmuş diye saçmalamaya başlamayacaklar.

  • 6. bölüm - ıs your free will chaotic?

    altmışlarda ortaya konan bu kaos teorisi 80'lere kadar ilgi görmedi. seksenlerde ise birden patladı. bunun sebebini canını yidiğim sapolsky şöyle açıklıyor :"by the eighties, chaos theory had exploded as an academic subject (this was around the time that the pioneering generation of renegade stoner physicists began to be things like a professor at oxford or the founder of a company using chaos theory to plunder the stock market). suddenly, there were specialized journals, conferences, departments, and interdisciplinary institutes." *

    ------

    kaos teoremi uzlaşırcılar tarafından çok seviliyor zira determinist bir dünya ile kaotik bir bilinmezliği bir araya getirebiliyor. bu ikisi arasındaki gerilime de hür irade sıkışabiliyor. herkes için mutlu son gibi görünüyor ancak sapolsky bu bilgileri "yanlış çıkarımlar 1" başlığı altında bize aktarıyor.

    sapolsky'nin iddiası şu: determinizm bir şey, tahmin edilebilirlik bir başka şey. bir şeyin tahmin edilemez -ya da kolayca tahmin edilemez- olması onun deterministik olmadığı anlamına gelmiyor. 1922'de bir adam sokağa işemek, hırsızlık yapmak ve insanları tehdit etmek gibi davranışlar göstermeye başladığında bu adamın yaptıklarını özgür iradesi ile yaptığını iddia edecektik. ancak 2022 yılında aynı adamın aynı davranışlarını bir gen mutasyonunun yan etkisi olarak kolayca tespit edebiliyoruz. bu noktada özgür irade tanrı gibi bir şeye dönüşüyor, yani aslında bilmediğimize özgür irade demeye başlıyoruz. bilim ilerledikçe ve insanların davranışlarının biyolojik sebepleri tam olarak tahmin edilebilir hale geldikçe özgür irade denen kavram tamamen ortadan kalkmış olacak.

    bkz:

    a. maar, "kinds of determinism in science," principia 23 (2019): 503.
    j. doomen, "cornering 'free will,' "journal of mind and behavior 32 (2011): 165;
    h. atmanspacher, "determinism ıs ontic, determinability ıs epistemic," in between chance and choice: ınterdisciplinary perspectives on determinism, ed. r. bishop and h. atmanspacher (ımprint academic, 2002).
    j. earman, a primer on determinism (reidel, 1986); s. kellert, ın the wake of chaos:
    unpredictable order in dynamic systems (university of chicago press, 1993).


    yanlış çıkarımlar 2:
    eğer bir sistem çok uzun süredir varsa neyin neyi tetiklediğini bilemezsin. bu sebeple bir şey tam olarak bu sebeple olmuştur denilemez. chaotic convergence kavramı bu anlama geliyor. bu akıl yürütme "radical reductionism"'i devre dışı bırakabilir ancak determinizme dokunamaz zira bir şeyin ilk sebebinin bilinemiyor oluşu onun deterministik şekilde hareket etmediği sonucunu doğurmaz.

  • an itibarıyla elimize ulaşmıştır ve buradan okunacaktır.

    1. bölüm - turtles all the way down

    ilk almak istediğim not sapolsky'nin yaklaşımı. diyor ki eğer özgür iradeye inanıyorsanız bunun iki sebebi var. a- determinizmi tam olarak anlamıyorsunuz b- evrenin bazı parçalarının deterministik olmayan şekilde çalıştığını savunuyorsunuz. ikisi de doğal olarak yanlış.(1)

    ------

    davranış kitabında sapolsky davranışı şöyle özetlemişti:

    davranışından bir saniye önce beyin nöronlarında hareketlenme oldu. bu nöron dakikalar öncesinden ya bir düşünce ya hatıra ya duygu ya da bir algı tarafından uyarıldı. saatlerden haftalar öncesine hormonların düşüncelerini, hatıralarını, duygularını ve algılarının seçiciliğini belirledi. aylardan yıllar öncesine deneyim ve çevre nöronların nasıl değiştiğini ve kimi tepkilere daha duyarlı kimilerine ise daha duyarsız hale gelişini etkiledi. yıllarda geriye gittiğimizde ergenliğin beyninin spesifik bölgelerini, sosyalleşmeni ve kültüre dahil olmanı şekillendirdi. çocukluğunda ve anne karnında yaşadıkların beyninin şekillenmesini etkiledi. ondan öncesinde de genlerin etkisindeydin. doğduğun andan itibaren anne ilgisini şekillendiren çağlara yayılmış kültürün etkisi altında kaldın ve bu kültür de evrimsel bir süreç içinde şekillendi. (2)

    -------

    maymunlar da özgür iradeleri olduğuna inanıyorlar.

    l. egan, p. bloom, and l. santos, "choice-ınduced preferences in the absence of choice:
    evidence from a blind two choice paradigm with young children and capuchin monkeys,"
    journal of experimental and social psychology 46 (2010): 204.

    -----

    sapolsky'e göre kitabın iki amacı var, birincisi bizi özgür iradenin olmadığına - ya da düşündüğümüzden çok daha az olduğuna- ve özgür irade olmadan aslında daha iyi hayatlar sürebileceğimize ikna etmek.

    bu noktada felsefi yaklaşımın gerekli olduğunu düşünüyorsanız sapolsky şu listeyi öneriyor:

    g. strawson, "the ımpossibility of moral responsibility," philosophical studies 75 (1994): 5;
    d. pereboom, living without free will(cambridge university press, 2001);
    g. caruso, rejecting retributivism: free will, punishment, and criminal justice (cambridge university press, 2021);
    n. levy, hard luck: how luck undermines free will and moral responsibility (oxford university press, 2011); and s. harris, free will (simon & schuster, 2012).

    ------

    henüz hür iradeyi yok sayan tek bir bilimsel kanıt ya da disiplin yok, ancak tüm bilimsel kanıtları yan yana koyduğunuzda da özgür iradeye yer yok, diyor sapolsky. "yeah, no single result or scientific discipline can do that. but—and this is the incredibly important point—put all the scientific results together, from all the relevant scientific disciplines, and there's no room for free will.[*]

    -------
    özgür irade ile ilgili temelde 4 pozisyon olduğunu söylüyor sapolsky:
    1- dünya deterministiktir ve özgür irade diye bir şey yoktur. sapolsky bu kanatta, bu arkadaşların görüşüne "hard incompatibilism" deniyor. bunu "katı uzlaşmazcılık" olarak çevirmeyi öneriyorum.

    2- dünya deterministiktir ve özgür irade vardır. bunlara compatabilist deniyor. bu kelimeyi uzlaşırcılık olarak çevirmek istiyorum. bu fikri destekleyenler dünyanın deterministik olduğunu iddia etmekle birlikte zihin ve beynin farklı şeyler olduğunu ve özgür iradenin deterministik bir yaklaşımda dahi mümkün olduğunu iddia ediyorlar. felsefecilerin büyük bölümü (sapolsky'e göre %90'ı hossenfelder'e göre 59'i bu görüşte. bkz)

    3- dünya deterministik değildir ve özgür irade yoktur. bu arkadaşlar her şeyin tamamen random gerçekleştiğini düşünür. çok ciddiye almaya gerek yok bunları.

    4- dünya determinist değil ve özgür irade vardır. bu arkadaşlara da liberteryen deniyor. sabine'ye göre bu arkadaşlar da %19 civarında. tabi tüm bu istatistiklerin detaylarına da bakılmasında faide var. zira halk arasında değil akademide yapılan çalışmalar bunlar.
    ------

    sapolsky özgür irade, determinizm ve ahlaki sorumluluk meselesini bir bütün olarak ele almamız gerektiğini düşünüyor ve kendi pozisyonunu: "özgür irade yok, dünya deterministtir ve ahlaki sorumluluk yok" olarak tanımlıyor. "thus, my stance is that because the world is deterministic, there can't be free will, and thus holding people morally responsible for their actions is not okay"

    ----

    sapolsky yukarıda bahsettiğimiz compatabilism (uzlaşırcılık) hakkında epey bir şeyler okuduğunu ve aslında tüm kitapların şu üç temel cümleye indirilebileceğini savunuyor: (a) nörobilimdeki gelişmeler deterministik dünya görüşünü destekliyor (b) bu gelişmeler bizim klasik ahlaki olarak sorumlu aktör anlayışımızla ters düşüyor (c) yok ama yine de özgür irade vardır.

    burada sapolsky epey açıktan uzlaşılırcılıkçılarla dalga geçiyor gibi görünüyor. devamında da eğer bir uzlaşırcı biyolojiden gelen seslerle boğuşmadan özgür irade savunmaya devam ediyorsa onunla vakit harcamaya gerek yoktur diyor, haklı.
    ----

    birinci bölümün sonunda da determinizmden ne anladığını şöyle açıklıyor sapolsky: mezuniyet töreninde mezun olan biri ile o sırada temizlikçilik yapan birini ele alalım. ikisinin de hayatındaki kontrol edemediği değişkenleri yer değiştirelim (anneleri, babaları, genleri, çocuklukları vs.) bu iki arkadaşın aslında tamamen değiştirmiş olmaz mıyız?

  • 3. bölüm - where does intent come from?

    sapolsky niyetin nereden geldiği sorusunun peşine düşer ve varacağımız noktayı baştan söyler:

    "this chapter shows how you don't ultimately control the intent you form. you wish to do something, intend to do it, and then successfully do so. but no matter how fervent, even desperate, you are, you can't successfully wish to wish for a different intent. and you can't meta your way out—you can't successfully wish for the tools (say, more selfdiscipline) that will make you better at successfully wishing what you wish for. none of us can."

    ----

    bütün üçüncü bölüm aslında sapolsky'nin davranış kitabının özeti. sözlük içinde davranış kitabının argümanlarından zaten yeterince bahsettiğim için detayına girmeyeceğim ancak özet şu: kontrol edemediğimiz faktörlerin sayısı o kadar çok ve bizim davranışımız üzerinde o kadar etkililer ki zaten özgür iradeden bahsetmek mümkün değil. kitabın daha üçüncü bölümündeyiz ve şimdilik tartışmalara kuş bakışı yaklaşıyoruz gibi görünüyor. kalan 12 bölümde ikna olmayı umarak okumaya devam ediyorum.

  • 4. bölüm -willing willpower: the myth of grit

    bu bölümde sapolsky insanların kötü şartlar altında doğmuş olsalar ya da biyolojik olarak bazı handikapları olsa dahi cesaret ve çalışkanlık ile bu şartların aşılabileceği yönündeki temel argümanla dalga geçiyor. 3. bölümde özetlediği davranış kitabının argümanları ile insanların neden doğduğu şartları aşamayacağını anlatıyor. bu bölümde de yeni bir şey yok.

    bu bölüm ile ilgili tek söylemek istediğim sapolsky'nin argümanının adım adım zayıfladığı. kendi yazdığı bir kitaba dayanarak bir başka tartışmayı baştan aşağı aşabileceğini düşünüyor gibi. ancak daha 11 bölüm olduğundan bu kadar ön yargılı olmadan okumaya devam edelim.

    5. bölüm - a primer on chaos

    bu bölümde sapolsyk kaos teorisi ile yüzleşiyor. kaos teorisini sözlüğe yazmadım zira ben de ancak videolardan biliyorum, üzerine bir okumam yok. ancak özetle kaos teorisi şunu söylüyor: parçaları ne kadar detaylı bilirsen bil yine de onların bir sonraki hareketi öngöremezsin zira kuantum seviyesindeki rastgeleliklerden sadece bir tanesi bile tüm akışı değiştirebilir. afrika'daki kelebeğin kanat çırpışı amerika'da fırtına yaratır denilen şey bu.

    keh keh, kaos teorisini yazmamışım ama aslında onunla çok yakından bağlantılı güzel bir notumuz var burada (bkz: john conway'in yaşam oyunu). bunun detaylarına girmeyeceğim. kitaba geri dönersek bu bölümde sapolsky sadece kaos teorisinin ne olduğunu anlatıyor. yeni bir argüman yok.

  • 2. bölüm - the final three minutes of a movie

    sapolsky öncelikle niyet meselesini tartışmaya açıyor ve temelde niyeti ortaya çıkaran nedir ki diye sorarak aslında kafasındakini temelde belirtmiş oluyor.

    "ın fact, a huge percentage of the research done concerning the free-will debate revolves around intent, often microscopically examining the role of intent in the seconds before a behavior happens. entire conferences, edited volumes, careers, have been spent on those few seconds, and in many ways, this focus is at the heart of arguments supporting compatibilism; this is because all the careful, nuanced, clever experiments done on the subject collectively fail to falsify free will." yani diyor ki uzlaşırcılar düz dünyacılar gibi bir sürü deney tasarladılar ve hepsinde yine düz dünyacılar gibi özgür iradenin olmadığını kanıtlamış oldular.
    -------

    bu bölümde sapolsky libet deneyi'ni merkeze alarak ilerliyor ve her şeyin başladığı naif nokta olarak burayı gösteriyor. libet deneyi basitçe elinizde bir düğme kafanızda bir eeg cihazı ile oturduğunuz ve ne zaman o düğmeye basmaya karar verdiğinizi deneyi yapanlara söylediğiniz bir deneydir. sonuçları da şudur ki siz karar verdiğinizi fark ettiğinizde aslında beyninizin ortalama 0.2 - 0.3 saniye öncesinde aldığı kararı deklare etmiş oluyorsunuz.

    "but here's the crazy thing: the readiness potential, the evidence that the brain had committed to pushing the button, occurred about three hundred milliseconds before people believed they had decided to push the button. that sense of freely choosing is just a post hoc illusion, a false sense of agency."
    -----

    john-dylan haynes için elinde fmris cihazı olan libet 2.0 diyebiliriz. aynı deneyi sadece daha gelişmiş cihazlarla yapıyor. aynı sonuçlar çıkıyor sadece bu sefer sürenin 10 saniyeye kadar uzayabildiği görünüyor. ileri okuma için:
    j.-d. haynes, "the neural code for ıntentions in the human brain," in bioprediction,
    biomarkers, and bad behavior, ed. ı. singh and w. sinnott-armstrong (oxford university press, 2013);

    s. bode and j. haynes, "decoding sequential stages of task preparation in the human brain," neuroimage 45 (2009): 606;

    s. bode et al., "tracking the unconsciousgeneration of free decisions using ultra-high field fmrı," plos one 6, no. 6 (2011):

    c. soon et al., "unconscious determinants of free decisions in the human brain,"
    nature neuroscience 11 (2008): 543.

    r. sjöberg, "free will and neurosurgical resections of the supplementary motor area: a critical review," acta neurochirgica 163 (2021): 1229.
    -------

    itzhak fried ise libet 3.0 denilebilir. daha gelişmiş cihazlar, aynı deney, aynı sonuç. bu sefer hangi tek nöronun tetiklendiğine kadar takip edebiliyorlar. bu sefer epilepsi hastaları tedavi edilirken beyinlerine doğrudan kablolar yerleştiriliyor ki tam olarak ne olup bittiği görülebilsin. ayrıca aşağıdaki kaynaklardan görebileceğiniz üzere bu deneylerde fried bir anıyı hatırlanması istediğinde de beynin 1-2 saniye öncesinden bunu yapıp kişiye bildirdiğini söylüyor.

    ı. fried, r. mukamel, and g. kreiman, "ınternally generated preactivation of single neurons
    in human medial frontal cortex predicts volition," neuron 69 (2011): 548;

    ı. fried, "neurons as will and representation," nature reviews neuroscience 23 (2022): 104;
    h. gelbard-sagiv et al., "ınternally generated reactivation of single neurons in human hippocampus during free recall," science 322 (2008): 96.
    ------

    bir diğer akıl almaz deney kasti hareket hissi ile gerçek hareketin ayrılabiliyor olması.

    "other studies of people undergoing neurosurgery for intractable epilepsy, meanwhile, showed that the sense of intentional movement and actual movement can be separated. stimulate an additional brain region relevant to decision-making,[*] and people would claim they had just moved voluntarily—without so much as having tensed a muscle. stimulate the pre- sma instead, and people would move their finger while claiming that they hadn't."

    yani beynin bir bölgesini uyarınca insanlar kaslarını bile germeden bilerek hareket ettiklerini söylüyorlar. bir diğer bölgeyi uyarınca ise parmaklarını kımıldatıp aslında parmaklarını hareket ettirmediklerini söylüyorlar.

    m. desmurget et al., "movement ıntention after parietal cortex stimulation in humans,"
    science 324 (2009): 811.

    -----

    katı uzlaşmazcılar bu deneyleri yaparken uzlaşırcıların karşı çıkışları temelde deneylerin basit kararlar üzerine inşa edilişlerine yöneliyor. onlar için bir parmağı kaldırmak ile kiminle evleneceğine karar vermek aynı karar değil. bu yönde yapılan deneylerde uzlaşımcıların eli güçleniyor ancak katı uzlaşmazcılar karşı kutbun deneyinin beynin yanlış bir bölgesine bakıldığını iddia ediyorlar. sapolsky'e göre top bu konuda hakemde.

    -----

    bir diğer konu free-won't-ness meselesi. yani özgür iradenin sadece hayır demeye yarayan bir aparat olması. ancak sapolsky buna da temelden karşı. bir şeyi yapmak için harekete geçen nöronlar ile bir şeyi durdurmak için harekete geçen nöronlar aynı biyolojik kuralları takip ediyorlarsa daha önce başka bir biyolojik faktör tarafından etkilenmemiş bir nöron aktivitesi mümkün değildir. bu sebeple de bir şeyin veto edilmesi de free will olarak savunulamaz.

  • bu kitaba özgür iradenin olmadığına ikna olmak için başlamıştım. ancak bende farklı bir etki yarattı. kitabın tezi son derece net ve basit: eğer varlığın makro seviyede determinist mikro seviyede rastgele olduğuna inanıyorsanız -ki buna inanmamak aşağı yukarı tüm modern bilimi reddetmek demek- o halde bu sürece müdahale edecek bir "özgür irade"nin varlığını savunamazsınız. kimse özgür iradenin beyinde nerede olduğunu, hangi nöronlar tarafından saklandığını gösteremiyorsa, insanların özgürce aldıklarını düşündükleri kararlar beyinlerine takılan çiplerce önceden görülebiliyorsa ya beynimizde gizli bir özgür irade bölümü var biz bulamıyoruz, ya özgür irade var ancak fiziksel olarak gösterilebilir değil ya da özgür irade beyinde değil de başka bir yerde ve henüz oraya bakmayı akıl edemedik.

    buraya kadar itiraz edilecek bir şey yok. bir şeyin varlığının ispat edilememesi yokluğunun ispatı olarak değerlendirilemez temel ilkesini unutmadan devam edersek sapolsky hala günlük hayatta denk geldiğimiz şeyleri açıklamakta yetersiz. insanın gelecek konseptini anladığını ve bunu hayal edebildiğini biliyoruz. aynı şekilde gelecekte bir şeyi istediği şekilde biçimlendirmek için bugünün şartlarında değişimler yaratmaya çalıştığını da biliyoruz. sapolsky'nin buna yanıtı " geleceği spesifik bir şekilde hayal etmek ve onun için bugünün şartlarını değiştirme anının da aslında elimizde olmayan şartlarca oluşturulduğu" olacaktır. yani liseden beri fazla kiloluysanız ve üniversite sonrasında aniden diyet yapmaya karar verirseniz tam olarak o zamanda diyete başlayacak şekilde biçimlendirilmişsinizdir zaten. sizin aldığınız bir karar yok.

    özgür iradenin veto hakkı olarak var olabileceğine dair tezi de belirtip aradan çıkaralım. kimilerine göre bir şeyi istemeyi seçemiyor olabiliriz ancak bir şeyi yapmamayı seçebiliriz. yani acıkmayı seçemeyiz ancak yemek yememeyi seçebiliriz. ya da nefes almayı seçemeyiz ancak nefesi tutmayı seçebiliriz gibi. buna karşılık da sapolsky'nin tezi veto hakkının da beynin bir bölümünde toplandığını ve beynin o bölümünün de diğer maddi değişkenlerden etkilendiğini söylüyor. örneğin yorgun bir günün sonunda diyeti bozmaya daha meyilli oluruz.

    bu kaderle ilgili anlatılan dini bir hikayeye benziyor. bir gün allah azrail'e arabistan'da yaşayan bir adamın canını tam x saatinde hindistan'da almasını söylüyor. azrail'in kafası karışıyor bu adamı nasıl hindistan'a götüreceğim diye. azrail x saatinden biraz önce adamın canını almak için arabistan'a iniyor. ne hikmettir ki canı alınacak adam azrail'i görüyor ve kendi canını almaya geldiğini anlayıp koşa koşa oranın bir hikmetli adamına gidiyor. adama durumu anlatıp kendini hindistan'a yollamasını söylüyor. ermiş abimiz talebi yerine getiriyor ve bir rüzgarın üstüne bindirip adamı hindistan'a gönderiyor. azrail de diyor ki vay amk.

    şimdi, herhangi bir kararı alan ben diye bildiğimiz bilinçli iç konuşma değil. kararı alan tek bir parça olarak beden ve o kararı alma sebebi zorunluluk. biz sadece bir şekilde otonom gibi görünen hareketler yapabilen bir kimyasal organizmanın izleyicisiyiz. o mekanizma zayıflamak için davranışları değiştirme kararı alıyor biz de alınan bu kararı kendimizinmiş gibi meşrulaştırıyoruz. bilinç bu işe yarıyor. peki bu evrimsel süreçte nasıl bir avantaj sağlıyor? sapolsky'e göre sosyal tür olmanın bir getirisi bu durum. sosyal olarak avantaj sağlamak için etrafımızdaki önemli uyaranlara -kim güçlü, kim güzel vs.- doğru tepkiyi bulmak için beynin bir bölümü gelişiyor -prefrontal cortex. ancak bu yine özgür irade savını desteklemiyor zira etrafımızda neler olacağını ve bunlara nasıl tepkiler vereceğimizi yine biz seçmiyoruz. yani birine öfkelenen siz değilsiniz, bedeniniz. siz o öfkenin tipini bile seçmiyorsunuz - bağırayım mı, saldırayım mı, pasif agresif mi yapayım vs.-. siz sadece öfkelenip tepki veren bir organizmanın içinde onu izliyorsunuz. 80 sene boyunca yuvarlanacak bir taşın içine hapsolmuş gibi.

    sapolsky bunun doğal sonucu olarak ulaşacağımız nihilizm ile de son derece barışık. dünyanın bir anlamı yok, bir anlam arayışı olumlu sonuçlansa bile bu yine bedenin kendini iyi hissetmesi için yarattığı hikayelerden sadece biri. isterseniz inanırsınız ancak bunun dine inanmaktan pek de bir farkı yok.

    (bkz: bilemiyorum altan)

    sonradan gelen bir not:

    bu girdiyi yazdığım gün zizek'in freedom adlı kitabına başladım ve orada şu hikayeye denk geldim:
    "recall the arab story about the "appointment in samara" retold by w. somerset maugham: 12 a servant on an errand in the busy market of baghdad meets death there; terrifi ed by its gaze, he runs home to his master and asks him to give him a horse, so that he can ride all the day and reach samara, where death will not fi nd him, in the evening. th e good master not only provides the servant with a horse, but goes himself to the market, looks for death and reproaches it for scaring his faithful servant. death replies: "but ı didn't want to scare your servant. ı was just surprised about what was he doing here when ı have an appointment in samara tonight . . .""

    demek ki özgürlük üzerine düşünen herkesi bir şekilde etkileyen bir hikaye imiş bu. tabi zizek benden daha iyi ve çalışılmış bir şekilde anlatmış hikayeyi, benimkisi tam dede versiyonu.

  • 14. bölüm - the joy of punishment

    bu bölümde sapolsky öncelikle bir kaç adalet sisteminden bahsediyor ki onun beğenmediği sistemler bizim sisteme nazaran cennet sayılırlar. onun önerisi karantina sistemi.

    peki nasıl yapalım? etrafta birilerini öldüren insanlar bu cinayetlerden sorumlu tutulamayacaklarsa öylece etrafta dolanmaya devam mı edecekler?

    "as outlined by the hard incompatibilist philosopher derk pereboom of cornell university, it's straight out of the medical quarantine model's four tenets: (a) ıt is possible for someone to have a medical malady that makes them infectious, contagious, dangerous, or damaging to those around them. (b) ıt is not their fault. (c) to protect everyone else from them, as something akin to an act of collective self-defense, it is okay to harm them by constraining their freedom. (d) we should constrain the person the absolute minimal amount needed to protect everyone, and not an inch more. "

    yani karantina modeli dört ayaktan oluşuyor. a- bir insanın suç işlemesinin sebebi medikaldir b- bu onların suçu değildir. c- herkesi onlardan korumak için onların özgürlüğü kısıtlamak kabul edilebilirdir. d- insanların özgürlüğünü onlar ve diğer insanlar için olabilecek en kısa süre boyunca kısıtlamamız gerekir, bir an bile fazlası değil.

    özgür iradenin olmadığını kabul ettiğinizde insanların yaptıkları iyilikler kadar kötülükler de onların suçu değil. bir insanı kendi elinde olması imkansız bir şeyden dolayı cezalandırmak rasyonel değil. o halde bu insanları artık kimseye zarar vermeyeceklerine emin olana kadar karantina altında tutarak hem cezalandırmanın vahşetini toplumdan sileriz hem de toplumsal yaşamın normal akışını kontrol altında tutabiliriz.

    ilkokula giden 7 yaşındaki çocuğunuza öğretmeni tecavüz mü etti? napsın, hayat da onu buna mecbur etmiş. kimseye tecavüz etmeyecek bir işte çalıştırmaya başlayalım onu. hapise gerek yok. örneğin yetişkin insanlarla birlikte balıkçılık yapsın ve çocukları göremeyeceği bir yerde yaşasın. kabul etmesi çok kolay olmayan bir fikir.

    "ın this view, if you're a convicted pedophile and thus, as is often the case, are constrained from coming within a certain distance of schools or parks, at least you should get discounts on drinks at strip clubs; if you're so violent that you have to be placed on a small island, at least make it a five-star resort with private golf lessons."

    benim örnekten farklı olarak diyor ki eğer bir pedofiliniz varsa ve onu okullardan ve parklardan uzak tutuyorsanız aynı zamanda ona striptiz kulüplerinde fazladan indirim verin. birisini ıssız bir adada kontrol altında tutacaksan bari o adadaki yerleşimi güzel olsun. buna da "funisment" deniyor. punishment kelimesinden bozma, fun -eğlence demektir.

    elbette aranızda suçlunun cezalandırılmasının mağdur taraf için bir rahatlama yaratacağını düşünenler olacaktır ancak o mesele de öyle değil. yapılan çalışmalarda suçlunun idamının yeni bir travma yarattığı görülüyor. bir diğer araştırmada ise suçluların idam edildiği texas ile edilmediği minnesota eyaletlerindeki mağdurların durumları karşılaştırılıyor. çok büyük bir fark olmamakla birlikte minnesotalıların daha iyi durumda olduğu görülüyor.

    s. bandes, "closure in the criminal courtroom: the birth and strange career of an emotion,"
    in research handbook on law and emotion, ed. s. bandes et al. (edward elgar, 2021);

    m.armour and m. umbreit, "assessing the ımpact of the ultimate penal sanction on homicide
    survivors: a two state comparison," marquette law review 96 (2012), scholarship.law.marquette.edu/mulr/vol96/iss1/3/. also see j. madeira, "capital punishment,
    closure, and media," 2016, in oxford research encyclopedia

    15. bölüm - if you die poor

    "what the science in this book ultimately teaches is that there is no meaning." kitabın sonunda sapolsky'den radikal bir çıkış geliyor, "anlam diye bir şey yok." her şey bir önceki nedene bağlı ve bugün ne iseniz onun nedeni sizinle tamamen alakasız bir şey. beyninizdeki nöron, genlerin salgıladığı hormon, ergenliğinizde başınıza gelenler, annenizin nasıl bir insan olduğu, anne karnında maruz kaldıklarınız, kültürünüz vs. birikiyor ve bugün "ben" dediğiniz şeyi oluşturuyor. bu bana (bkz: neo-nihilizm)'i hatırlatsa da yazarın neonihilizm gibi bir kavramdan haberdar olmadığına eminim.

    kapanış da son derece açık; irade ile bir şeyleri değiştiremezsiniz, kendinizi kasmayın ne olacaksa o olacak.

  • bir robert sapolsky kitabı olarak 17 ekimde çıkacaktır. kitabın ismi zaten yeterince açıklayıcı. bu kitabı okuyanla okumayan bir olmaz arkadaşlar, sakın kaçırmayın.

    buradan

    paranız varsa bir örnek de bana alın, libgili yerlere ne zaman düşer bilemeyiz

  • 12. bölüm - the ancient gears within us: how does change happen?

    bu bölüm teknik olarak biraz daha ağır bir bölüm. öncelikle aplysia californica adlı bir canlı üzerinden sapolsky beyin nöronlarının nasıl çalıştığını ve bu nöronların bizde de ilgili hayvanda da nasıl tamamen aynı olduğunu anlatıyor. bizim beynimiz daha karmaşık olsa da sonuçta beyinleri oluşturan sinirsel yapılar aynı.

    beyin nöronlarının her birinin beyindeki bir ağın en üstünde iken bir başka ağın da en altında olduğunu anlatıyor. sonrasında ise o nöronların zaman içindeki etkileşimlerinin iyiliği doğurabildiğini iddia ediyor. yani eğer anneniz size küçükken iyi davranmış ve sizi özgür yetiştirmişse, babanız atatürk'ün hikayelerini anlatmışsa ve abiniz/ablanız sizin ailenizle olan özgürlük savaşımınızda size destek olduysa siz de günün sonunda kendinizi hürriyet için ölümü göze alırken bulabiliyorsunuz. güzel hikaye ancak ben daha güçlü bir argüman bekliyordum bu konuda.

    13. bölüm - we really have done this before

    bu bölümde sapolsky epilepsi, otizm, şizofreni ve ptsd (post-traumatic stress disorder - travma sonrası stress bozukluğu) gibi hastalıkların tarihini anlatıyor. insanlar olarak diğer insanların hallerine karşı yaklaşımımızın nasıl değiştiğini ve daha da değişebileceğini uzun uzun tartışıyor. burada aktarmaya değer tek şey insanların suçlamanın ya da kötü olan bir şey için suçlu aramanın anlamsızlığı. günün sonunda yapabileceğimiz en iyi şey olarak yine anlamak kalıyor. (bkz: anlamak)