en beğenilenleri (412) - sayfa 9

başlık listesine taşı
  • slavoj zizek'in gençliğe mesajı

    bu linkten izlenebilecek, yakın zamanda yaşanacak büyük felakete karşı hazırlıklı olmayı ve sisteme karşı gerektiğinde şiddet kullanarak direnmek gerektiğini söylediği konuşmadır. bana biraz bursa nutku'nu hatırlatmıştır.

  • the zone of interest

    az evvel izleyip hayal kırıklığına uğradığım filmdir.

    tamam görseller çok hoş oyunculuklar çok doğal falan ama kötülüğün sıradanlığı fikrini sündüre sündüre göstermekten başka ne var ki bu filmde? evet insanlar yan tarafta vurulurken insanlar çiçekler hakkında konuşabilir ve gayet bunu kabullenmiş olabilirler. bugün gazze'de gerçek zamanlı bir soykırım suçu işleniyor hangimizin gerçekten gündeminde?

    film kötü demiyorum. bir eser olarak bence başarılı da. ancak çatışması sabit ve eski. her sahne farklı imgelerle süslü olarak tek bir cümleyi söylüyor gibi. aynı şeyin farklı taraflarını değil, aynı şeyin gittikçe derinleşmesini değil, aynı şeyin karşıt argümanlarını değil doğrudan aynı şeyi: "etrafımızda kötülükler olurken biz kendi işine bakan kötü insanlar olabiliriz bazen.".

    7.5 almış imdb'de. eh, fazlası da haksızlık olurdu, yerinde bir değerlendirme olmuş.

  • aşk

    tarafların birbirlerinin iyi taraflarından değil, kötü taraflarından bağlanmalarıdır.

  • justaism

    scott aaronson'ın ortaya attığı bir kavramdır ve teknolojik yenilikleri -özellikle yapay zeka alanında- just a x şeklinde indirgeme eğiliminde olanlar için kullanılır. sadecebircilik olarak türkçeye çevirebiliriz. yapay zeka "sadece bir kelime tahmin algoritmasıdır" ya da yapay zeka "sadece bir büyük cümle tamamlama makinasıdır" gibi. bu durumda aaronson hocamız sorar peki o zaman insan nedir? aynı yaklaşımla insan da sadece bir grup nöron ve organın kendisini sürdürme çabası olarak tanımlanabilir ki hatalı bir yaklaşımdır.

  • bira

    milan kundera'ya göre "samimiyetin kutsal içkisidir."

    (bkz: !bira notlarım)

  • tarihçilik

    emrah safa gürkan'a göre bizde (türkiye'de, türklerde) "sahaflıktan bozma bir antikacılık, bilgiyi silah olarak gören bir malumatfuruşluk ve divan edebiyatı şairleri gibi kısıtlı bir formatta eski kelimelerle güzelleme yapmak" sanılmaktadır.

    bunu herkes bilir, sf.146

  • şifa istemem balından

    sözleri madımak'ta yakılarak öldürülen adanalı ozan nesimi çimen'e ait olan türkü. grup abdal'ın yorumuyla buradan dinlenebilebilir.

    sözleri şu şekildedir:

    şifa istemem balından
    bırak beni bu halımdan
    razıyım açan gülünden
    yeter dikenin batmasın

    gece gündüz bu hizmetin
    şefaatin kerametin
    senin olsun hoş sohbetin
    yeter huzurum gitmesin

    taşa değmesin ayağın
    lale sümbül açsın bağın
    istemem metheylediğin
    yeter arkamdan atmasın

    kolay mı gerçeğe ermek
    dost bağından güller dermek
    orada kalsın değer vermek
    yeter ucuza satmasın
    yeter ucuza satmasın

    sonu yoktur bu virdimin
    dermanı yoktur derdimin
    istemem ilaç yardımın
    yeter yakamdan tutmasın

    nesimi'yem vay başıma
    kanlar karıştı yaşıma
    yağın gerekmez aşıma
    yeter zehirin katmasın

    günümüz sosyal ilişkilerine bakışımı özetleyen bir parçadır aynı zamanda.

  • doğayı yönetme hakkı

  • yaşam ansiklopedisi

    yaşam hakkında merak ettiğiniz her şey için buradan erişebileceğiniz bilimsel bir kaynak.

  • big ring

    astrofizikçileri tüm teorilerini baştan gözden geçirmeye iten yeni devasa uzay yapısının adı.

    buradaki habere göre 1.3 milyar ışık yılı uzaktaki bu devasa yapı aslında var olmamalıydı. orada olmamalıydı çünkü bu yapı kozmolojik prensip denilen genel kabul görmüş ilkeyle çelişiyor. bu ilkeye göre evren ortalamada her yerde aynı görünmelidir. tabi bu ilk okunmada mantıklı gelmiyor ancak daha geniş ölçekte düşünürseniz, astrofizikçiler 1 milyar ışık yılını örnek gösteriyor, mantıklı. evrende her 1 milyar ışık yılı uzunluğunda ortalama madde eşit derecede dağılmış halde. ancak big rip tek başına 1 milyar ışık yılı uzunluğundan daha geniş bir alana yayılmış durumda.

    yani sevgili dostlar evrenin tüm sırlarını çözmeye çok yaklaştığımızı düşündüğümüz her anda tekrardan onun hakkında hiçbir şeyi bilmediğimiz tekrar ortaya çıkıyor.

  • robert sapolsky

  • adalet

    adalet denen kavamın içeriği üstteki girdiye ek olarak daha da genişletilebilir. adaleti sadece insan toplumları için düşünmek adalet kavramının kapsamını sapiens bazlı bir daraltmaya tabii tutmak anlamına geliyor. oysa adaleti - eğer insanların özgür iradeleri yoksa ve bu durum onları doğrudan "bir diğer organik mekanizma" haline getiriyorsa (bkz: özgür irade var mıdır?) müstakil* parçalar ittifakları için düşünebiliriz. örneği bir hücre ya da doğrudan insan bedeni.

    tek hücreli organizmalardan çok hücreli organizmalara doğru ilerleyen evrim sürecinde mitokondrinin hücreye kattığı özgül fayda hücrenin gittikçe karmaşıklaşmasında başat aktör sayılabilir. canlılar dünyasında adalet tartışması da bu noktadan itibaren düşünülebilir hale gelir. adaleti tüm müstakil parçaların daha verimli bir şekilde genel plana** hizmet etmelerini sağlayan durum olarak tanımlayabiliriz.

    insan bedeninden örnek vermeye çalışalım. bir böbrek eğer hiç su içilmezse olduğundan daha az verimli çalışmaya başlayacaktır. aynı sonuç çok fazla su içildiğinde de geçerlidir. yani böbreğin genel plana hizmet etmesini sağlamak için ona kendi şartlarında optimal bir muamele gerekir. böbrek için optimal olanla akciğer için optimal olan bir değildir. üstelik her bir organ için optimal olan farklıyken, organlardan mürekkep olan organizma için de farklı bir optimal durum vardır. o halde adil bir haldeki vücut; tüm organların, dokuların ve hücrelerin optimal şekilde çalışması için gerekli düzenlemelerin yapıldığı bir vücuttur. adaletin bu tanımı altında doğaya karşı adil davranmak, gelecek kuşaklara karşı adil davranmak, diğer insanlara, diğer türlere vs. adil davranmak konusunda çok daha açık bir davranış şeması türetilebilir. insanların kendileri ve kendi toplumları için adil hali aramaları sistemine de zaten liberal siyaset diyoruz (bkz: liberalizm nedir?). ancak adaletin bir liberal tema oluşu insan merkezciliğin çıktılarından biridir. insanoğlu çok uzun süredir sadece kendisi için düşünmesi gerektiğini düşünüyor zira geri kalan her şeyin bir çeşit mekanik devr-i daim içinde olduğunu var sayıyordu. artık kendisinin de "geri kalan her şeyin" bir parçası olduğunu anladığına göre ya düşünmeyi bırakacak ya da geri kalan her şey için de kendisi için düşündüğü gibi düşünecektir.

    adalet bu şekilde ele alındığında toplumsal sistemler için arzulanan bir yan "hoşluk" -örneğin zenginlik- olmaktan ziyade organizma ile zorunlu olarak birlikte olan, ancak kendi ayrı koşulları sebebiyle farklı gereklilikleri de olan - bedende organ, toplumda birey, canlılıkta insan toplumu- aktörlerin temel ihtiyacı olarak kavranır. adaleti haklının hakkını alması haksızın cezalandırılması gibi birbirinden yalıtık aktörlere ait bir kavram gibi düşünmek yerine, her zaman zorunlu olan bir ilişkiselliğin aktörlerini, tüm taraflarının lehine olacak pozisyonda tutmanın koşulu olarak düşünmeliyiz. ancak böylelikle sadece hem bir birey hem de bir tür olarak yeryüzündeki varoluşumuzun rehberini türetebiliriz.



    açıklamalar:
    *: müstakil parça derken kendinden başka bir şeye dayanmayan tamamen bağımsız bir şeyi değil, özelleşmiş bir işlevi olan ve bu işlev dışındaki gelişmelerle ilgilenmeyen parçaları kastediyorum. örneğin kalp, akciğerler olmadan işlevine devam edemez ancak buna rağmen akciğerlerin işleyişine bir etkisi ya da etki çabası yoktur. o doğrudan kendi işine odaklanmıştır. bu bağlamda her bir organ, doku, hücre tek başlarına birer müstakil parça olarak düşünülebilir.

    **: evrimsel başarıyı kastediyorum bununla. canlıların kültürleri ve türleri ne olursa olsun evrimsel başarı olarak tanımlanabilecek neticeleri arzuladıkları tartışmaya açık değildir. zira aksini yapanlar çoktan varlıktan silinerek tartışmanın dışında kaldılar zaten.

  • determined a science of life without free will

    bu kitaba özgür iradenin olmadığına ikna olmak için başlamıştım. ancak bende farklı bir etki yarattı. kitabın tezi son derece net ve basit: eğer varlığın makro seviyede determinist mikro seviyede rastgele olduğuna inanıyorsanız -ki buna inanmamak aşağı yukarı tüm modern bilimi reddetmek demek- o halde bu sürece müdahale edecek bir "özgür irade"nin varlığını savunamazsınız. kimse özgür iradenin beyinde nerede olduğunu, hangi nöronlar tarafından saklandığını gösteremiyorsa, insanların özgürce aldıklarını düşündükleri kararlar beyinlerine takılan çiplerce önceden görülebiliyorsa ya beynimizde gizli bir özgür irade bölümü var biz bulamıyoruz, ya özgür irade var ancak fiziksel olarak gösterilebilir değil ya da özgür irade beyinde değil de başka bir yerde ve henüz oraya bakmayı akıl edemedik.

    buraya kadar itiraz edilecek bir şey yok. bir şeyin varlığının ispat edilememesi yokluğunun ispatı olarak değerlendirilemez temel ilkesini unutmadan devam edersek sapolsky hala günlük hayatta denk geldiğimiz şeyleri açıklamakta yetersiz. insanın gelecek konseptini anladığını ve bunu hayal edebildiğini biliyoruz. aynı şekilde gelecekte bir şeyi istediği şekilde biçimlendirmek için bugünün şartlarında değişimler yaratmaya çalıştığını da biliyoruz. sapolsky'nin buna yanıtı " geleceği spesifik bir şekilde hayal etmek ve onun için bugünün şartlarını değiştirme anının da aslında elimizde olmayan şartlarca oluşturulduğu" olacaktır. yani liseden beri fazla kiloluysanız ve üniversite sonrasında aniden diyet yapmaya karar verirseniz tam olarak o zamanda diyete başlayacak şekilde biçimlendirilmişsinizdir zaten. sizin aldığınız bir karar yok.

    özgür iradenin veto hakkı olarak var olabileceğine dair tezi de belirtip aradan çıkaralım. kimilerine göre bir şeyi istemeyi seçemiyor olabiliriz ancak bir şeyi yapmamayı seçebiliriz. yani acıkmayı seçemeyiz ancak yemek yememeyi seçebiliriz. ya da nefes almayı seçemeyiz ancak nefesi tutmayı seçebiliriz gibi. buna karşılık da sapolsky'nin tezi veto hakkının da beynin bir bölümünde toplandığını ve beynin o bölümünün de diğer maddi değişkenlerden etkilendiğini söylüyor. örneğin yorgun bir günün sonunda diyeti bozmaya daha meyilli oluruz.

    bu kaderle ilgili anlatılan dini bir hikayeye benziyor. bir gün allah azrail'e arabistan'da yaşayan bir adamın canını tam x saatinde hindistan'da almasını söylüyor. azrail'in kafası karışıyor bu adamı nasıl hindistan'a götüreceğim diye. azrail x saatinden biraz önce adamın canını almak için arabistan'a iniyor. ne hikmettir ki canı alınacak adam azrail'i görüyor ve kendi canını almaya geldiğini anlayıp koşa koşa oranın bir hikmetli adamına gidiyor. adama durumu anlatıp kendini hindistan'a yollamasını söylüyor. ermiş abimiz talebi yerine getiriyor ve bir rüzgarın üstüne bindirip adamı hindistan'a gönderiyor. azrail de diyor ki vay amk.

    şimdi, herhangi bir kararı alan ben diye bildiğimiz bilinçli iç konuşma değil. kararı alan tek bir parça olarak beden ve o kararı alma sebebi zorunluluk. biz sadece bir şekilde otonom gibi görünen hareketler yapabilen bir kimyasal organizmanın izleyicisiyiz. o mekanizma zayıflamak için davranışları değiştirme kararı alıyor biz de alınan bu kararı kendimizinmiş gibi meşrulaştırıyoruz. bilinç bu işe yarıyor. peki bu evrimsel süreçte nasıl bir avantaj sağlıyor? sapolsky'e göre sosyal tür olmanın bir getirisi bu durum. sosyal olarak avantaj sağlamak için etrafımızdaki önemli uyaranlara -kim güçlü, kim güzel vs.- doğru tepkiyi bulmak için beynin bir bölümü gelişiyor -prefrontal cortex. ancak bu yine özgür irade savını desteklemiyor zira etrafımızda neler olacağını ve bunlara nasıl tepkiler vereceğimizi yine biz seçmiyoruz. yani birine öfkelenen siz değilsiniz, bedeniniz. siz o öfkenin tipini bile seçmiyorsunuz - bağırayım mı, saldırayım mı, pasif agresif mi yapayım vs.-. siz sadece öfkelenip tepki veren bir organizmanın içinde onu izliyorsunuz. 80 sene boyunca yuvarlanacak bir taşın içine hapsolmuş gibi.

    sapolsky bunun doğal sonucu olarak ulaşacağımız nihilizm ile de son derece barışık. dünyanın bir anlamı yok, bir anlam arayışı olumlu sonuçlansa bile bu yine bedenin kendini iyi hissetmesi için yarattığı hikayelerden sadece biri. isterseniz inanırsınız ancak bunun dine inanmaktan pek de bir farkı yok.

    (bkz: bilemiyorum altan)

    sonradan gelen bir not:

    bu girdiyi yazdığım gün zizek'in freedom adlı kitabına başladım ve orada şu hikayeye denk geldim:
    "recall the arab story about the "appointment in samara" retold by w. somerset maugham: 12 a servant on an errand in the busy market of baghdad meets death there; terrifi ed by its gaze, he runs home to his master and asks him to give him a horse, so that he can ride all the day and reach samara, where death will not fi nd him, in the evening. th e good master not only provides the servant with a horse, but goes himself to the market, looks for death and reproaches it for scaring his faithful servant. death replies: "but ı didn't want to scare your servant. ı was just surprised about what was he doing here when ı have an appointment in samara tonight . . .""

    demek ki özgürlük üzerine düşünen herkesi bir şekilde etkileyen bir hikaye imiş bu. tabi zizek benden daha iyi ve çalışılmış bir şekilde anlatmış hikayeyi, benimkisi tam dede versiyonu.

  • determined a science of life without free will

    11. bölüm will we run amok?

    bu bölümde sapolsky "eğer özgür irade yoksa insanlar delirmez mi? nasıl olsa sorumluluk yok deyip canları istediği zaman tuhaf saldırganlıklarda bulunmazlar mı?" nevinden soruları yanıtlayacağını söylüyor. aslında burası benim için çok önemli değil zira zaten herkes biliyor ki kimse gönül kendi aşırı ahlaklılığından değil yakalanma ve cezalandırılma korkusundan ahlaklı davranıyor. ancak yine de elimiz batmışken okuyalım.

    bu arada özgür iradenin olmadığını kendime ispatlamak için başladığım kitaptan özgür iradenin var olabileceğine dair sezgilerle mezun oluyorum. neyse konuya dönelim.

    "collectively, these eeg studies show that when people believe less in free will, they put less intentionality and effort into their actions, monitor their errors less closely, and are less invested in the outcomes of a task." yani deneysel olarak gözlemleyebiliyoruz ki insanlar özgür iradelerinin olmadığını düşündüklerinde davranışların üzerine daha az düşünüyor, hatalarını daha az analiz ediyor ve yaptıkları işin sonuçlarına daha az dikkat ediyorlar.

    dahası var. "thus, undermine someone's belief in free will and they feel less of a sense of agency, meaning, or self-knowledge, less gratitude for other people's kindness. and most important for our purposes, they become less ethical in their behavior, less helpful, and more aggressive." kısacası insana özgür iradesinin olmadığını düşündürürseniz insanlar olduklarından daha boktan bir hal alıyorlar. kendilerine yapılan bir yardıma bile daha az minnettar kalıyorlar zira "eğer bana yardım eden biri yoksa ve yardım biyolojik bir mekanizmanın kaçınılmaz eylemiyse neden buna minnettar olayım ki? ".

    ancak sapolsky buraya önemli bir not düşüp bu etkilerin çok kısıtlı olduğunu ve kolayca tekrarlanmadığını söylüyor. yani insanlara özgür iradenin olmadığı ile ilgili bir bilgi verip sonra onu bir şekilde sınayınca hemen itin teki olmuyorlar ancak iti teki olmaya olan meyilleri hafifçe artıyor. tabii bunu bilimsel bir şekilde gerçekleştirmek mümkün değil. insanları normal şartlar altında iyice sınadıktan sonra onların özgür iradelerinin olmadığına tamamen ikna edip ondan sonra aynı şekilde sınayıp sonuçları bildirmeniz lazım ki bu deney etik sebeplerle gerçekleştirilemez, dünyanın bir yerinde gerçekleştirilse bile tekrar edilemez. o yüzden özgür iradenin olmayışına ikna olan insanların olduklarından daha boktan oldukları tezi hakikate yakın ancak çok çok az bir şekilde diyerek burayı bağlayalım.

    bölüm ateistler ile teistleri karşılaştırarak hür iradenin olmayışının etkileri üzerine düşünmeye başlıyor ortaya çıkan sonuçlar aslında hepimizin öngörebileceği şekilde:

    1- dindarlar kendilerinden olana daha fazla tolerans gösterirken kendinden olmayana daha sert cezalar istiyorlar. sekülerler ise kendilerinden olana da olmayana da aynı şekilde tolerans gösteriyorlar. yani bir dindar kendinden olana 3 kendinden olmayana 1 tolerans gösterirken seküler ikisine de 2 tolerans gösteriyor.

    2- erkekler kadınlardan iki kat daha ateistler. dindarların çoğunluğu yaşlı, varlıklı ve sosyal kadınlarken sekülerlerin çoğu genç, yoksul ve görece asosyal erkekler.

    3- dindarlığın yüksek olduğu toplumda daha fazla çürüme, daha fazla yolsuzluk ve şiddet varken seküler toplumlar bu konuda çok daha iyiler.

    4- dindarlar deneye tabi tutulmadan önce din hakkında düşündürülürse daha iyi oluyorlar. eğer böyle bir şey hatırlatılmazsa yardımseverlik, dayanışma gibi konularda sekülerler ile aynı seviyedeler.

    5- dindarlar sosyal statülerini ve insanlar tarafından sevilmeyi sekülerlere göre daha fazla arzuluyorlar.

    6- milgram deneyi gibi deneylerde - yani bir insanın ahlaki olmayan emirlere nereye kadar uyduğu- aşırı dinsizler ve aşırı dinliler aynı oranda direnç gösterirken ortalama insanlar en çok kötülüğü yapanlar oluyorlar. yani aslında hakiki bir tarikatçı ile hakiki bir ateist aynı oranda ahlaklıyken ikisinin arasında bir yerde "takılan" adamlar en ahlaksız olanları.

    netice olarak, dinli ya da dinsiz olmak gibi hür iradenin varlığına ya da yokluğuna ikna olmuş olmak davranışı kesinlikle değiştirmiyor. yani merak etmeyin insanlar hür irade yokmuş diye saçmalamaya başlamayacaklar.

  • chp 38. olağan kurultayı

    özgür özel ile kemal kılıçdaroğlu'nun chp genel başkanlığı için yarıştığı kurultaydır. kılıçdaroğlu'nun kurultay salonuna astırdığı "asla yanlız * yürümeyeceksin" pankartı damga vurmuştur şimdilik. buradan

    cüneyt özdemir'in dediği gibi bir seçim kaybetme makinası olan kılıçdaroğlu utanmadan sıkılmadan delegelerde "bir daha aday olmayacağını" iddia ederek son kez destek istemektedir.

    ben bu seçimde kılıçdaroğlu'nun kazanmasından yanayım. (bkz: chp'yi yok ederek sekülerleri kurtarmak)

    kurultayı canlı olarak buradan izlenebilir.. an itibarıyla kılıçdaroğlu konuşmaktadır. temel tezi şudur: benden önce bazı mahallelere bazı yerlere giremiyorduk. biz "halkçılaşmak" mantığı ile buralara girdik, milletvekilleri çıkardık.

    bu söylemini de şu sosyal kimlik ile böyle diyaloğa girdik bu sosyal kimlik ile şöyle diyaloğa girdik diyerek devam ettiriyor. şu anda da kendini haram yemem, dürüst bir kimseyim diye bağlıyor konuşmasını. son derece öfkeli görünüyor.

« / 28 »