entry'ler (1869) - sayfa 2

başlık listesine taşı
  • e.g.

    latince, exempli gratia. örnek olarak demektir. ingilizce akademik makalelerde sık sık karşımıza çıkar.

  • dimitry davidoff

    çoğumuzun vampir-köylü olarak bildiği oyunun mucidi rus sosyolog. oyunun adı amerika'da werewolf rusya'da ise mafya. oyun bilgi sahibi azınlığın bilgi sahibi olmayan çoğunluğu her zaman manipüle edebileceği tezini ispatlamak için icat edilmiştir.

    detaylar için buradan

  • !unutulmuş güzel kelimeler

    mülevves: kirli, pis, karışık, düzensiz.

  • !düzelmesi gerekmeyen atasözleri

  • dinin bilimden üstün olması

    öncelikle tanrıyı geçtim özgür iradenin dahi olmadığını düşünen bir insan olduğumu söylemek istiyorum. böyle bir insan olarak din ve bilim kavramlarının toplumda algılanışının doğal sonucu olarak başlıktaki sonuca vardım ve bunu sizlerle paylaşmak istiyorum.

    asıl büyük soru şu: neden bilim tüm araçlarına, bunca aktif çalışanına, neredeyse mükemmelleşmiş yöntemlerine ve binlerce yılı bulan geleneklerine rağmen hala dini yerinden edememiştir?

    bu soruya yanıt bulabilmek için bilim ve dinden ne anladığımı kısaca açıklamalıyım. bilimi ölçülebilenlerin felsefesi olarak tanımlıyorum. daha açık ifade etmek gerekirse anlaşılmak istenen şeyin niceliğinin tüm boyutlarını kavrama işine bilim diyoruz. yani anlamanın nicel verilerle tamamen açıklanabilir olmaya indirgenmesi. a nesnesinin ve ona etki eden b gücünün tüm nicel özelliklerini biliyorsam a nesnesinin b gücü karşısındaki hareketini %100 oranda doğru tahmin edebilirim. o halde a nesnesine b gücünün uygulanması olgusunu anladım, açıkladım sayarım. din ise evrimsel bir ihtiyaç olan iş birliğinin sistemleşmiş hali olarak ahlakın, metafiziksel temellendirilmesinden başka bir şey değil. a nesnesi ile b gücü tanrının iradesi sebebiyle etkileşime girmişlerdir ve tanrı ne isterse o olur, sübhanallah.

    bu açıdan bakıldığında dinin bilim karşısında hiçbir şansı yok gibi görünüyor oysa pratikte deneyimlediğimiz durum tamamen tersi. en aydınlanmış, iyi eğitilmiş uluslarda bile bilim metafiziksel ihtiyacı bastırmaya yetmiyor. bunu anlamadan din ile bilim arasındaki çekişmeyi anlamak da mümkün değil. benim bu konuda paylaşmak istediğim iki basit çıkarımım var. bunlardan birincisi bilimin temellendirme konusunda asla tamamen başarılı olamayacak olması. ikincisi ise bilimin günlük hayattaki en basit olayları bile açıklamakta yetersiz kalması.

    hemen itiraz etmeden önce ikinci çıkarıma dair aşağıdaki açıklamayı lütfen okuyun. bilimin günlük hayattaki en basit olayları bile açıklayamamasının altında bilimin gerçekten yetersiz olması yatmıyor. sadece günlük hayatın basit olayları dediğimiz kümenin bilimin konusu içine girmiyor oluşu gerçeği var. örneğin benim kızım çok güzel. sen ona çok uzun bakıp onu kıskandın. benim kızım düştü ve kaşı açıldı. bunun sebebi senin ona bakışındaki "nazar". şimdi bilim ile gerçekten uğraşan kimseye bu olayı çalıştıramazsınız. çalıştırsanız bile nazar bilimsel olarak ıspatlanabilir bir şey değil. vardığınız sonuç bunun basit bir tesadüf olduğudur. aynı şekilde benim çocuğum düştüğünde sen güldün. 5 dakika sonra senin çocuğun da düştü. bu adaleti sağlayan şeyin ne olduğunu yine bilim olarak çözemezsiniz. zira ortada ne bir adalet vardır ne de bir nazar. ancak pattern tanıma aygıtı olan beyin eğer gözlemlenen olguları açıklamak için toplumsal mutabakatla desteklenen bir kavramla karşılaşırsa -allahın adaleti, nazar, büyü, burçlar vs.- doğal olarak onu hakikat saymaya ve onu destekleyecek kanıtlar bulmaya odaklanır. bu işte de başarılı olur. tüm insanları burçlarına göre yargılarsanız kaçınılmaz olarak bazı patternler görür ve yaratırsınız. bu insanlığın son üç yüz bin yıllık serüveninde açıkça görülebilen bir davranıştır.

    insanlık tarihi düşünüldüğünde yeni ortaya çıkmış sayılabilecek bilim-felsefenin bu yaklaşımı yerinden etmesi mümkün değildir zira kimse en basit bir günlük olayı bile tam olarak anlayıp anlatamaz. bunun esas sebebi de (bkz: distributed causality)'dir. üstelik velev ki bunu açıklama kalktınız o kadar uzun sürer ve karşıdakinin o kadar çok şeyi anlatım esnasında öğrenmesi gerekir ki bu görevin tamamlanması imkansıza yakınsamaya başlar. böyle bir durumda tüm gözlemleri açıklamaya yeter bir joker kart -tanrı- tüm sorunları çözer.

    ikinci çıkarım bilim ile profesyonel olarak ilgilenmeyen geniş halk kitleleri ile iletişimle alakalı bir sorun. birinci çıkarım ise bilimin kendi içindeki bir sorun. hume'un tümevarım problemi hala çözülemediği gibi bilimin vardığı nokta çok daha karanlık. " ölçme problemi " hakikate yaklaşmanın en güvenilir kaynağı olan bilimin en güncel sorunu. böyle bir durumda bilim herhangi bir sorunun ulaşmaya çalıştığı bilgi katmanlarının hiçbirine ulaşamaz. peki nedir bu bilgi katmanları?

    1- x olayı tam olarak nedir?
    2- x olayı neden oldu?
    3- x olayı olduktan sonra ne olacak?
    4- x olayı karşısında ben ne yapmalıyım?

    bu herhangi bir organizmanın da yanıtını isteyeceği katmanlardır. bilimin bu sorulara yanıtı aşağıdaki gibidir:

    1- hangi seviyede açıklamamı istersin? fiziksel, kimyasal, biyolojik, genetik, nörolojik, antropolojik, tarihi, sosyolojik, siyasal, psikolojik sebepleri var. bunları anlatmam için önce benim 200 seneye yakın bir eğitim almam gerekiyor. yok eğer beklemeye vaktin yoksa bu saydığım bilim dallarında farklı açıklamalar var hepsini dinleyip kendi kararını verebilirsin. (bilim olarak basitçe bu olayın tam olarak ne olduğunu söyleyemeyiz.)

    2- fiziksel, kimyasal, biyolojik, genetik, nörolojik, antropolojik, tarihi, sosyolojik, siyasal, psikolojik sebeplerin bir araya gelmesi sebebiyle oldu. (bilmiyorum, bilebileceğimden emin değilim, bilsem bile anlatamam, anlatsam bile eğer çok hazırlıklı değilsen anlayamazsın zaten.)

    3- elimizde yeterli data olmadığından bilmiyoruz.

    4- sen olarak tanımladığın şey ne? o şey sen olmayabilirsin. bir şey yapma kararını verecek olan da sen olmayabilirsin. eğer sensen bile zaten bugüne kadar başına gelenler seni bir şey yapmaya zorlayacak. yok eğer tamamen güçlü bir özgür irade yanlısı isen de özgür iradenin ne olduğunu bilimsel olarak bilmediğimizden bir şey söyleyemeyiz.

    bir de aynı sorulara dinin yanıtına bakalım:

    1- x olayı bir insanın başına geldiyse, iyi veya kötü olduğuna bakılmaksızın bunun sınavın bir parçası olduğunu söyleyebiliriz. her şeyi bilen ve gören tanrı, insan ruhunun şeytanın fesadını yenip yenemeyeceğini test etti.

    2- tanrı o insanın daha önceki davranışlarına bakarak o insan için özel olarak düzenlenmiş bir hadise yarattı. bunu nasıl yaptığını ise bizim anlamaya beynimiz yetmez. sadece bilmemiz ve inanmamız gereken tanrının ne eylerse güzel eyleyeceği ve aslında her şeyin zaten bir sınav olduğudur.

    3- gaibi kimse bilmez. ancak eğer dua edip tanrının kurallarına uyarsak "en sonrasında" sonsuz bir ödül sahibi olacağız. huriler, yemişler, güzel kokular bizi bekliyor. bu sebeple tek bir olayı anlamaya çalışmak gereksizdir. zira tanrı ne kadar bilirsen bil senden bilge, ne kadar çalışırsan çalış senden beceriklidir.

    4- yapman gereken her şey bu tek bir kitapta -kuran, incil, tevrat- yazıyor. sadece bu kitabı bilmek sana yer yüzündeki tüm olaylar karşısında rehberlik sağlayacaktır. eğer hala ne yapacağını bilemiyorsan her şeyi gören-bilen, merhametli tanrıya sığın. en kötü ihtimalde bile seni din kardeşlerin olarak zaten yalnız bırakmayacağız. merak etme, her şey güzel olacak.

    şimdi bu iki yanıtı karşılaştırdığımızda insan kitlesinin ne kadar eğitilirse eğitilsin birinci yanıt setini ikinciye tercih etmeyeceği aşikardır. eğer bunu yapıyorsa bu daha tehlikelidir zira aslında din kadar geniş, kendinden emin, düzenli ve toplumsal dayanışma bakımından aktif olmayan bir şeyi - bilim - yapamayacağı bir şeye zorluyorsun demektir. zizek'in anlattığı o meşhur hikaye gibi: niels bohr evinin girişine bir at nalı asmış. onu görmeye gelen arkadaşları bunu anlayamamış ve sormuşlar: "yahu senin gibi bir bilim adamı da mı böyle bir şeye inanıyor?" bohr gülerek yanıt vermiş: "yerlilere sordum, bu at nalı inanmayanları da koruyormuş".

    bu sebeple din ile bilim arasında gösterilen çatışma aslında elma ile armutu bile değil, tavşanı kıyaslamaya benziyor. birbirine karşı konuşamayacak alanlar bunlar. öncelikle bunun farkına varılmadan, şimdiki gibi bir bilim algısı ile dinin negatif etkilerini ortadan kaldırmak mümkün değil. bilim ve din ilişkisine bakışın tamamen değişmesi gerekiyor.

    netice olarak, felsefenin -bilimi felsefenin bir alt dalı olarak gördüğümü tekrar hatırlatarak- dinin toplumsal işlevine odaklanması ve bu işlevin dinin kötü taraflarını dışarda bırakacak yeni bir tutarlı fikir demeti ile ikamesi üzerine önerilerde bulunması gerekiyor.

  • nihilist ve determinist bir idealizm mümkün mü?

    özellikle yeni teknolojik ve bilimsel gelişmeler ışığında ciddiyetle sorulması gerektiğini düşündüğüm bir sorudur.

    bir şeyi anlamaya başlarken, eğer işimizde ciddiysek, her zaman bir referans noktası almamız gerekiyor. çağdaş toplumlarda bu referans noktası bilim olarak görünüyor. eğer bir şey bilimsel olarak detaylı bir şekilde çalışılmış ve tutarlı sonuçlara ulaşılmışsa bunu gerçek kabul ediyoruz.

    burada bir sorun yok gibi görünüyor ancak bilimcilerin bugün çalıştıkları sorunların basitliği üzerine düşünürsek -örneğin "ölçmek ne demektir?" (bkz: yaşam nedir?) soruları- salt bilim referansı probleminin ciddiyeti hakkında bir fikir edinebiliriz.

    felsefe en başından beri objektif hakikatin peşindeydi. hakikatin objektif tanımı doğal olarak bireylerin inkar edemeyeceği bir temele dayanmak zorunda olduğundan bilim objektif hakikatin birinci bakış açısı haline geldi. defalarca yapılan deney ve gözlemler neticesinde kimsenin inkar edemeyeceği, inkar edenin ise ciddiye almamanın kesinlikle faydasının görüleceği bir sisteme geçildi.

    son aydınlanma her aydınlanma gibi/kadar iyimserdi. insan aklının her şeyi anlayabileceğini ve sadece akla dayanarak herkes için iyi hayatlar yaratılabileceğini düşünüyordu. bunun yolu olarak ise objektif hakikati -bilim, felsefe, ratio, logos- takip etmeyi öneriyordu. ancak tarih bize son aydınlanmacıların tam olarak haklı oldukları noktada, haklı oldukları için yanıldıklarını gösterdi. objektif hakikatin sonucu objektif hakikatin mümkün ya da anlamlı olmadığı sonucuna çıktı.

    son yirmi yılda ise teknoloji devrimi ile birlikte sadece filozofları ilgilendiren değil, insanlığın tamamının kültürü yeniden düşünmesini gerektiren bulgulara ulaşıldı. bu bulgulardan en önemlileri bir anlam arayışının metafizik olmadan temellendirilemeyeceği ve özgür iradenin olmadığı. bu ikisini bir araya getirdiğimizde insan ve toplumu bir yığın niceliksel veri olarak düşünüp tüm bireysel eylemlerimizi ona göre düzenlemek makul ve meşru hale geliyor. oysa özgür irade olmadığı için ve herhangi bir eylemin diğerinden niteliksel bir farkı olmadığı için - günümüzün en objektif hakikat penceresinden a kişisinin b kişisine tecavüz etmesi ile onun hayatını kurtarması arasında bir fark yoktur. birey dediğimiz madde, maruz kaldığı etkiler nedeniyle eyleme geçmek zorunda kalmıştır, hepsi budur. - anlamaya çalışmak ve anlamaya çalışmanın tüm yolları - felsefe, sanat- gereksizleşiyor.

    hume sonsuz kuşkuculuğu ile mutlak bilgiye ulaşmanın mümkün olmadığını bu yüzden zamanı tatlı tatlı geçirmek gerektiğini söyler. "ne mutlu ki, usun gücü bu kara bulutları dağıtmaya yetmezken, doğanın kendisi bu amaç için yeterlidir ve zihnin bu eğilimini gevşeterek ya da küçük
    bir oyalanmayla ve duyularımın tüm bu kuruntuları gideren diri izlenimiyle beni bu felsefi melankoli ve sabuklamadan kurtarır. yemek yerim, tavla oynarım, söyleşilere katılırım; dostlarımla birlikteyken mutluyumdur; üç dört saatlik eğlenceden sonra bu kurgulara geri döndüğüm zaman bunlar bana öyle soğuk, gergin ve aptalca görünürler ki, içimden onları daha fazla incelemek gelmez."(1) aynı şeyi nolen gertz de şöyle aktarır "nihilizm gerçeğini kavradıktan sonra ne yapmamız gerektiği sorusuna gelince, lin-chi'nin şu tavsiyesi oldukça anlamlı olabilir: "sadece sıradan davran, özel bir şey yapmaya çabalama. bağırsaklarını çalıştır, çişini yap, giyin, pirincini ye ve yorulursan yat aşağıya."(2)

    nihilizm ya da "hakikat" ile uğraşan insanların varması potansiyel bir sonuçtu bu eskiden. oysa şimdi bu rutin. bilimin sadece daha büyük bir "bilmiyorum!" yarattığı, tanrıların artık eğlencelik olduğu bir çağda en iyisi canımız neyi isterse onu yapmaktır. ancak biliyoruz ki bu yaklaşım ne gerçek değişimi yaratacak kitlelere ve profesyonellere açıklanabilir ne de günlük hayata kılavuzluk sağlar. toplum olmanın sadece bilimden çıkarsanamayan gereklilikleri vardır. objektif olarak doğru olanı temellendiremesek bile doğru olanın yapılmasını talep etme hakkına sahibizdir. siyaset bilimi felsefe ve bilimin aksine toplumsal olanın edimselleşmesi ile ile uğraştığında bir fikrin rıza ile olan ilişkisini ciddiye almak zorundadır.

    bu ufak girizgahtan sonra soruya gelelim: nihilist ve determinist bir idealizm mümkün mü? anlamı temellendirecek bir gerçeğin olmadığını ve her eylemimizin maddenin zorunlu etki tepkilerinden ibaret olduğunu kabullenerek hala bir idealist olabilir miyiz?

    soruyu yanıtlamadan önce idealizmi felsefi anlamından ziyade toplumsal anlamı ile ele aldığımı belirtmeliyim. idealist kimseden hakikatin bu dünya üzerinde olmadığını düşünen ve nerede olduğunu bilmediği ancak var olduğundan emin olduğu bu ideale göre eylemlerini şekillendiren kimseyi değil, salt niceliğe indirgenemeyenlerin varlığına ve eylemin "daha ortak iyi"ye yönlendirilebileceğine inanan kimseyi anlıyorum.

    bu idealist kişi bilimsel çıkarımlara kuşku ile yaklaşır ve tarihte bu pozisyonu alanlara baktığımızda genelde haklı çıkarlar. idealistin bilim karşıtı ya da düşmanı olduğunu söylemiyorum; o sadece bilimsel çıkarımların gerçekliğin tamamını çevrelemediğinin bilincindedir - ki biliminsanların çoğu da bunu çok iyi bildikleri için toplumsal etkisi olacak çalışmalar konusunda kendilerinden emin bir şekilde konuşmaktan çekinirler.

    nihilist ve determinist hakikatte insanların esas korkusu her şeyin serbestliğinin yaratacağı toplumsal düzensizliktir. bu düzensizlik ihtimali her ne kadar sapolsky'nin gösterdiği üzere gerçek olmasa da yine de insanların özgür iradenin olmadığı fikrine mesafeli yaklaşmalarını sağlar. oysa her şeyin aynı derecede hiç olduğu -ki bu hiçlik determinizmle barışıktır, yukarıda söylediğimiz gibi her olan bir diğer olanın kaçınılmaz sonucuysa o halde araya giremediğimiz, etki edemediğimiz sadece maruz kaldığımız anlamsızlık(hiç), her şeydir.- noktada hiçler arasından yönelinecek ortak iyiler seçmek zorundayızdır. idealizm bu noktada tamamen kullanışlı bir hale gelir.

    bence özgür irade ile ilgili problem insanların her şeyin serbest olması durumunda kötü şeyler yapacak olmaları değil, iyi şeyler yapmaya çaba harcamaktan daha kolay kaçınacak olmaları. özgür irade yoksa seçmek diye bir şey yoktur ve iyi a ile ve kötü b seçenekleri sadece bir illüzyondur. a ya da b zaten olacaktır ve ben bunlardan birine gitmek için zaten yapmak zorunda olduklarımı yapacağım. o halde iyi bir şey için çaba harcıyor olma illüzyonunu kendime yaşatmama değmez, bunun yerine basit keyifleri izleyebilirim.

    o halde felsefi olarak nihilist/determinist bir pozisyonda olmak kaçınılmaz olarak kişisel rahatsızlığa yol açacaktır. herkesin basit keyiflerini izlediği bir ortamda bu kadar artmış insan nüfusunun barbarlığa evrilmesi düşünülenden daha süratli olabilir. bu keyfilik bugüne kadar inşa ettiğimiz toplum yapısının temelinden çökmesi demektir. bu ucu herkese dokunacak bir sorundur.

    peki çıkış nerede? söylediklerimin hepsi doğruysa bile, ee?

    bu noktada nihilist-determinist bir idealizmin (ndi diyelim kısaca) mümkün değil zorunlu olduğunu iddia ediyorum. daha açıkça söylemek gerekirse ndi; aslında sapiens türünün zamanın başından beri içinde yaşadığı felsefi imkansız zorunluluktur. özgür irade ve anlam hiçbir zaman yoktu ancak insanlar anlamı yaratmanın ve özgür iradenin varlığı üzerine evrimsel süzgeci alt edecek stratejiler geliştirmenin yollarını her zaman buldular. yapmamız gereken bizden öncekilerin yapmayı başardıkları şeyi nihilizm sayesinde kutsallardan determinizm sayesinde sorumluluklardan kurtararak yapmak.

    yani, kutsallaştırmadan ve yargılamadan hayatta kal, birlikte iyi geleceğe inan. anlamsız bir şekilde yapmak zorunda olduğumuz ve hepimizi pozitif etkileyecek en geniş uzlaşı bu olabilir.

    kaynak
    1- david hume, insan doğası üzerine bir inceleme, bilgesu yay, sf.184.
    2- gertz, n. (2022). nihilizm (m. tunçay, çev.; 1. bs). pan yayıncılık.sf,90.

  • !nihilizm üzerine notlar

    nietzsche'ye göre yaşamın anlamsız olduğunu keşfetmek nihilizm değil; bilakis yaşamın anlamsız olduğunu keşfedip buna rağmen yaşamaya devam etmek nihilizmdi.

    gertz, n. (2022). nihilizm (m. tunçay, çev.; 1. bs). pan yayıncılık.sf,88

  • james tartaglia

    kendisini "philosophy in a meaningless life: a system of nihilism, consciousness and reality" adlı kitabıyla tanıdığım, yaşamın anlamsız olduğuna inanan çağdaş bir filozof.

  • !nihilizm üzerine notlar

    bu bölümde tartışılan nihilizm tiplerinde, nihilizm teriminin ima ettiği üzere ortak bir olumsuzlama ya da yadsıma tutumu vardır. her tip, insan yaşamının önemli bir yanını yadsır. siyasal nihilizm, halihazırda yaşamın içinde sürdüğü siyasi yapılar gibi bu yapıları besleyen toplumsal ve kültürel görüşleri de olumsuzlar. yapıcı seçenekler veya bu seçeneklere nasıl ulaşılacağı hakkında pek az görüş içerir ya da hiçbir görüş içermez. ahlaki nihilizm, ahlaki yükümlülük duygusunu, ahlak ilkelerinin nesnelliğini ya da ahlakçı bakış açısını yadsır. epistemolojik nihilizm; tek bir birey, grup ya da kavramsal tasarıyla tamamen sınırlandırılmamış veya sımsıkı ona bağlı olmayan doğruluk ya da anlamlar gibi bir şeyin var olabileceğini yadsır. kozmik nihilizm, temel insani kaygılara karşı kayıtsız ya da düşmanca bulduğu doğanın anlaşılabilirliğini veya değerini yadsır. varoluşsa/
    nihilizm ise yaşamın anlamını olumsuzlar.

    donald crosby, the specter of the absurd: sources & criticisms of modern nihilism (albany: state university of n ew york press, 1988), 35 .

  • kinik

    kinik kişi kendisini; insanların niyetlerini değil eylemlerini önemseyen, neye erişmek istediklerine değil ne yaptıklarına odaklanan, gelecekte başarısızlığa uğrayabilecek vaatlere kapılmamak için geçmişin gerçekleşmemiş vaatlerini aklında tutan bir gerçekçi olarak tanıtır.

    gertz, n. (2022). nihilizm (m. tunçay, çev.; 1. bs). pan yayıncılık.sf,75.

  • !nihilizm üzerine notlar

    "insanüstü hedeflerin ve insanüstü amaçların varlığına inandığımızda, insani hedefleri ve amaçları gözden yitiririz. benzer şekilde, martin luther king j r. gibi birini ermiş ya da peygamber statüsüne yükselttiğimizde onu yalnızca bir ölümlüden fazlası sayar, böylece kendimizi onun seviyesine ulaşma sorumluluğundan kurtarırız; çünkü nasıl olsa yine onun gibi birinin geleceğini umut etmemiz yeterlidir. eğer iyimserlik bizi umursamaz hale getiriyor, iyi bir şey olmasını ya da başkalarının iyi bir şey yapmasını beklemeye yöneltiyorsa, bizi hiçbir şey yapmamaya sevk eder. başka bir deyişle, nihilizme benzeyen karamsarlık değil iyimserliktir."

    gertz, n. (2022). nihilizm (m. tunçay, çev.; 1. bs). pan yayıncılık.sf,71-72

  • nihilizm

    ilk defa filozof (bkz: friedrich jacobi) tarafından 1799 tarihinde kullanılmış kavram.

  • michael levin

    buradaki mülakatında: "(29:52) so perspective, in my definition, is a bundle of commitments to what am ı gonna measure about the outside world? what am ı gonna pay attention to? and how am ı going to weave that information into some sort of model about what's going on? and more importantly, what ı should do next? so there are many, many different perspectives."

    diyen kimse. canlılığa ait bu üç ayak yani algı, değerlendirme ve eylem aslında insan toplumlarının da bir canlı olarak davranıyor oluşuyla ilişkilendirilemez mi? sanat için toplumun algıları, felsefe için algılardan akan datanın değerlendirilmesi ve siyaset için değerlendirme sonucunda kararlaştırılan eylem diyemez miyiz?

  • adalet

    toplum büyüdükçe ortadan kalkandır. insan ait olduğu topluluğu kendisine fiziksel olarak yakın hissedemediği müddetçe "sadece tarafgir bir gözlemci" olmaya mahkumdur. bu gözlemcilikten ibaretlik onun haksızlıklar karşısında bir ses çıkarmasına engel olmaya başlar. günümüzde artık her şeyin merkezleşmesi ile birlikte merkeze uzak olanların kendilerine karşı bakışı iyice aşağılar hale gelmeye başladı. oyuna başladığımız anda yenildiğimizi idrak edersek bunun adı artık soykırımcı bir katliamdır. sudan'da doğan bir insanı düşünün. yemek bulmak her an gerçek bir sorunken insanların hastalıktan kaçmak için ada alışını izlemek zorunda. bu hayatta gerçekten çabalamaya değer mi?

    toplumun büyümesi umutları azaltır. daha fazla zenginleşmenin tek yolu daha uzun vadeler üzerinde konuşabilmekten geçiyor. bunun da adı hayatta kalmak. uluslararası ilişkilerde de doğadakinden farksız - doğal olarak- bir evrim süreci görünüyor. evrim sadece bazı biyolojik canlıları etkileyen bir sürecin adı değil, bir doğa kanunu.

    adalet ancak her bir aktörün öngörülebilir zamanlardaki özgürlüklerini garanti altına almakla başlar. ancak sadece adil olmak yetmez aynı zamanda hareketli de olmak gerekir. zira adil olmanın yavaşlatıcı bir etkisi vardır; bakınız demokrasiler, yargı bürokrasisi. aynı anda söz verme gerekliliği ve aynı anda söz vermenin zamanın sınamasından hemen hiçbir zaman geçemediği bilgisi ile aynı anda uğraşmak zorunda insanlık. "bir şey yapmak zorundayız ancak zorunda olanlardan bazıları onu yapmayacak. ya da tam yapmayacak. "

    bu bildiğimiz good old free-rider problem. bununla herkes başka bir şekilde ilgileniyor ancak onun evrimsel olarak ele alınışını açıklayan metinleri bulmayı erteleyip bununla doğrudan yüzleşeceğim.

    beleşçi her zaman kötü bir insan değildir. bazen sadece yapamaz. bu üstün zekaya sahip olanlar ile düşük zekaya sahip olanlar arasında bilindik bir uzlaşmazlıktır. hagi'nin sabri sarıoğlu'na "oğlum nasıl 45 metreden doğru pas atamıyorsun!?" diye çıkıştığı hikaye iyi bir örnektir. askerde sağ sol yürüme komutlarını yapamayanlar örneğin. oysa subaylar, onları grupta ayrı biçimde cezalandırarak yürüttüğünde ne kadar da yapmak isterler. sadece yapamazlar, onlar için biraz fazla zordur.

    beleşçinin yapamıyor oluşu anlaşılabilirdir. ancak bir de yapamıyormuş gibi davrananlar vardır. aslında basit bir çabayla yapabilirler ancak o çabayı göstermekten de kaçınırlar. kimsenin sevmediği beleşçiler bunlardır. buradaki sorun aslında epey derindir: kim gerçekten yapamıyor ve kim yapamıyor gibi davranacak kadar tembel?

    bunu ayırmanın yolu insanların niyetlerini okumak. ancak insanların niyetlerini okuyamadığımız gibi insanların niyetleri de zaten kendi kararları değil. (bkz: robert sapolsky) özgür irade yoksa hep beraber yapılan bir işten kaytarmak da kişinin elinde değildir. big bang'den dolayı o vatandaş beleşçilik yapmaktadır.

    burada kilitlenip, beleşçileri sevelim sayalım deyip geçmeyeceğiz elbette. gerçekçi bir şekilde baktığımızda insan toplumu beleşçiliğe toleranslıdır. ben bu oranın tarihin bir noktasında yapılan deneylerce %19 bandına yaklaşacağı kanaatindeyim. yani bir grup içinde %19 pay birine verilecek ve kişi hiçbir şey yapmayacaksa o kişiyi seviyorsak veririz gider. tabi burada basit bir iş için bir araya gelmiş beş aile mensubunu düşünüyorum. aradaki sevgi bağından emin olmalıyız. ailesinde her zaman beleşçi olmasına izin verilmiş birinin iş bölümü zamanı geldiğinde biraz beleşçi olması onun suçu değildir. ona karşı bu kadar merhametli olmak da ebeveynlerin suçu değildir. beleşçilik istisnalar dışında kabahatsiz bir suçtur aslında.

    o halde beleşçi dediğimiz insan; beceriksizse ve seviliyorsa tolere edilebilir. beleşçilik, sadece gerçekten denediğine emin olduğumuz ve gerçekten kendini sevdirmeyi başaran insanların hakkıdır. bu etik bir ilke olarak öne sürülmüyor, etik ilke olarak bugüne kadar hayatta kalışı dile getiriliyor.

    öte yandan topluma hem denediğini dahi gösteremeyen, yahut gösteremeyecek kadar gururlu olan, ve sevimsiz insanlar var. onlara ne yapacağız? sürecek miyiz? öldürecek miyiz? cezalandıracak mıyız? şartlar zor değilse her zaman başımızın üstünde ağırlamanın bir yolunu buluruz ancak şartlar zorsa? şartlar zorladıkça biz de kötü olanlara karşı acımasızlaşırız. (bkz: crudelem medicum intemperans aeger facit) bunun adı kültürel evrimdir. ingiltere'de kapitalizm uğruna işçilerin ezilmesini körükleyen yasalar bunun en modern göstergesidir. toplum kültürü değişmeye başladığında, değişemeyenler değişme karşıtlarına katılırlar. demokrasinin günümüzdeki krizlerinden biri budur. gücü elinde bulunduran beceriksizleri, beleşçileri, eski dünyanın beceriklilerini, kötü niyetlileri vs. baskılamadığı müddetçe toplum süratli bir şekilde adapte olamaz. insanların sırf kendi çıkarları için makinalara saldırdığı bir dönemde ingiliz hükümeti insanlığın vicdanını sızlatacak şekilde makinelerden yana olmuş ve sonraki ingiliz jenerasyonlarının refahını garanti altına almıştır. değer midir? tartışılabilir.

    eski dünyada bu sorunun en muteber çözümü değişimi zamana yaymak olarak kabul edilmiştir. kültürel değişimleri halka yavaş yavaş benimsete benimsete anlatmak gerekir. oysa kültürel değişimler hızlandığında halkın da hızlanması gerekir. halk bu hız için hazırlıklı değilse, örneğin kötü beslenmiş, kötü eğitilmiş, kötü bir yerde yaşamış, kötü şeyler giyinmişse, halk değişime o denli güçlü bir şekilde karşı koyar. akp iktidarının uyandığı mesele de budur. halkın amaçsızca kontrol altında tutulması. gerçekten evsensel ve herkesin lehine olmak üzere düşünülmüş bir fikre yönlendirilmeden.

    netice itibarıyla adalet hiç kimsenin hiç bir haksızlığa uğramadığı alan değildir, haksızlıkların ve hakların daha net anlaşılabilir bir şekilde kamusal olduğu alandır. beni çok güldüren kardeşim hayatının sonuna kadar benden geçinebilir, çok güzel karım hayatının sonuna kadar hiçbir şey üretmeden benim üstümden yaşayabilir, 2 ay önce mamut öldürürken bacağı kopan avcı arkadaşımıza ölene kadar bakabiliriz, sırf ana babamız olduğu için insanlarla yıllarca ilgilenebiliriz, mağaranın duvarına çok güzel resimler çizen arkadaşımız meyve toplamaya gelmese de olur.

    işte tüm bu örnekleri bilebilmek için toplumlar ufak olması gerekir. başta dediğimiz gibi eğer toplum çok büyürse kurallar aşırı karmaşıklaşır ve neyle neyin takas edildiği takip edilemez hale gelir. bu durumda kimse adaletin ne durumda olduğunu kolaylıkla anlayamaz ve adilden yana olup olmadığını bilmediği için gönül rahatlığı ile devrimci bir şekilde örgütlenmekte zorlanır. adil bir dünya için liberalizmin insan toplumlarının olabildiğinde küçülmesine -ancak asla tek başına birey derecesine inmeye zorlamadan- çalışması gerekir. bir koca dünya olarak birleşmenin kaçınılmaz olduğunu biliyoruz ancak aynı şekilde insanların adaletsiz yaşamaktan nefret ettiğini de biliyoruz. adem-i merkeziyetçilik beleşçilik meselesi üzerinden yeniden değerlendirilmeli ve adalet arayışına tek bir an dahi olsa ara verilmemelidir.

  • osmanlıca gazeteler

    bu siteden ulaşabileceğiniz türkiye'nin her yerinde neşredilmiş ve latinceye çevrilmiş gazetelerden oluşan site. gezinmesi aşırı keyifli.

« / 125 »