entry'ler (1951) - sayfa 105

başlık listesine taşı
  • !pleblerin çok sevdiği kelimeler

    shiplemek

  • 30.01.2023 haftası türkiye'de özgürlükçü gündem

    bu hafta özgürlükçü gündemi en büyük havadisi olarak biz özgürüz'ün kemal kılıçdaroğlu'na yazdığı açık mektup gösterilebilir. tam metnine ve twitter postuna bu linkten ulaşılabilir.

    bu açık mektupta biz özgürüz, kısa ve net bir şekilde herkesin bildiğini ancak kimsenin söyleyemediğini açıkça söylemiş. kendilerine bizim de gönlümüzden geçenleri dillendirdikleri için müteşekkiriz.

    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    özgürlük araştırmaları derneği

    mustafa erdoğan'ın, milliyetçiliğin patolojisi başlıklı bir yazısı ve veli kondak için bir taziyesi var. yazıda, altı maddeyle milliyetçiliğin sakıncalı kabulleri ve sonuçları özetlenmiş.

    1) milliyetçilik kendi ulusunun emsalsiz olduğunu ve başka uluslara üstün olduğunu iddia eder. bu üstünlük algısı yayılmacılığı ve irredantizmi besleyip teşvik eden başlıca etkenlerden biridir.

    2) milliyetçilik açıkça veya zımnen bir etnik - kültürel ulusun varlığının kabulüne dayanır. başka bir deyişle, kültürel olan siyasileştirilir. bunun başka bir sonucu da ulus - devlet bağlamında ''soydaş'' ile ''yurttaş''ın aynı anlama gelmesidir. etnik - kültürel ulus kimliği çoğu zaman devlet ve aydınların işbirliğiyle bilinçli olarak kurgulanan bir kimliktir; milliyetçiliğin ''ulus''u aslında, ünlü deyişiyle, tasarlanan veya hayal edilen bir topluluktur.

    3) milliyetçilik kendi ulusunun etnik-kültürel bakımdan türdeş olduğunu iddia eder. kültürel farklılık veya çeşitliliği reddeden bu türdeşlik iaddiası da tıplumu oluşturan ana usnsurdan farklı olan etnik - kültürel azınlıkların veya etnik - kültürel bakımdan farklı olan grup veya toplulukların zorla tasfiyesini (tehcir, etnik temizlik ve soykırımı) teşvik eder.

    4) milliyetçilik ulusla devleti özdeşleştirir; devlet etnik-kültürel olarak tanımlanmış olan ulusundur, ulusa aittir. devlet ulusundur, ulus devletindir veya ikisi aynı şeydir. böylece ulusa sadakat devlete sadakate bağlanır veya dönüştürülür. onun için milliyetçilikleri çoğu yerde devlet milliyetçiliği veya devletçi milliyetçiliktirler.

    5) milliyetçilik, martin van creveld'in hatırlattığı gibi, devleti araç olmaktan çıkarıp bizatihi bir amaca dönüştürür. devlet artık uğruna mücadele edilmesi, ''gerektiğinde'' ölünmesi gereken en yüce değerdir; devlet için ölmek basit bir ölüm değil şehit olmaktır.

    6) milliyetçilik, diğer komüniteryen ideolojiler gibi, bireycilik karşıtıdır; asıl ahlaki özne olarak ulusu görür. bireysel varoluşu kendi başına bir değer olarak kabul etmeyen milliyetçiliğin bireyleri ana referansı olan ulusa feda etmeye hazır olması şaşırtıcı değildir.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    serbestiyet

    yıldıray oğur'un mutabakat metni üzerine bir yorumu var. 'mutabakat'ı olumlu, mutabakat metnini 'eksik' bulduğu yazıya buradan ulaşılabilir.

    ergin cinmen'in anayasa mahkemesi hakkındaki yazısı, irfan fidan'ın hülle yöntemi ile istanbul cumhuriyet başsavcılığından, yargıtay'a, oradan da aym başkanlığı adaylığına giden yolunu eleştiriyor. seçimi zühtü arslan kazandığı için, cimen'in yazıdaki kaygıları da giderilmiştir sanırım. buradan ulaşılabilir.

    halil berktay; vietnam hakkındaki yazısında, vietnam üzerinden bir sosyalizm eleştirisi yapmış. buradan ulaşılabilir.

    alper görmüş: anayasa mahkemesi hakkında başka bir yazı. irfan fidan'ın neden seçilmemesi gerektiği açıklanarak seçim sonucunun kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun oluşu kutlanıyor. buradan yazıya ulaşılabilir.

    roni margulies'in, türkiye'de dillerin yasaklanışına ve azınlıklara değinen yazısınaburadan ulaşabilirsiniz.

    yunus emre erdölen'in; çekya'nın yeni cumhurbaşkanı petr pavel hakkında kapsamlı ve bilgilendirici bir yazı yazmış. erdölen'in, üzerine dikkatle çalışılmış, şahane yazısına buradan ulaşabilirsiniz:
    etyen mahçupyan'ın, iktidarın yalanlarına, yalanların sebeplerine, erdoğan'ın gerçekliğe karşı çıkarkenki cesaretine yer verdiği 'iktidar palavrayı niye seviyor?' başlıklı yazıya buradan: https://serbestiyet.com/...r-palavrayi-niye-seviyor-117481/

    vahap coşkun'un muhalefetin mutabakat metni ile ilgili eleştirisini içeren yazısı da okumaya değer.buradan ulaşabilirsiniz. yazının önemli olduğunu düşündüğüm iki paragrafı da aşağıda.

    "elbette, partilerin kendilerini kayıt altına almaları mühim; ama seçim dönemlerinde kaleme alınan bu nevi metinlere hayati bir değer de atfetmemek lazım. iki sebepten: ilki, mümkün olan en fazla seçmene ulaşmak amacıyla her konu sepete atılır. gerçekten ciddi meselelere de el atılır, popüler bazı taleplere de yer verilir. gaye, o metinde herkesin alkışlayacak bir başlık bulmasını temin etmektir.

    ikincisi, bu metinlerin bir bağlayıcılığı da yoktur. hiçbir vakit, kâğıda yazılanlar birebir gerçekleşmez. ittifaklar bir yana tek parti iktidarların bile ellerindeki harita ile gittikleri yol birbirleriyle örtüşmez. seçmen de bunu bilir ve kimse de oyunu böyle metinlere bakarak vermez. hülasa, metinler tek başlarına bir önem taşımazlar."

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    mises enstitüsü

    fırat kaan taşkın insan doğası saldırmazlık, özgürlük ve devlet başlıklı bu yazısında kötülüğün devlet aygıtı sayesinde nasıl daha etkili hale geldiğini, saldırmazlık prensibini ve özgürlüğün mantığını tartışıyor.

    ersan bocutoğlu ve aykut ekinci avusturyacı konjonktür teorisi ve küresel kriz başlıklı yazılarında küresel avusturya konjonktür teorisinin küresel krizleri ve nedenlerini nasıl başarıyla tahmin edebildiğini bilimsel verilere dayanarak açıklıyor. buradan ulaşılabilir.
    yazıyla ilgili şu notu da ekleyelim: "bu yazı ilk olarak mises.org sitesinde "austrian business cycle theory and global crisis" başlığıyla yayınlanmış ve daha sonra yazarları tarafından liberal düşünce dergisi'nin 59-60. sayısı için tercüme edilmiş makaleden alıntıdır."

    son olarak 1997'de hans-hermann hoppe tarafından kaleme alınmış "liberalizmin geleceği: yeni bir radikalizm için çağrı" başlıklı makalesi zorbey uyanık tarafından çevrilmiş. buradan ulaşılabilir.

    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    rothbard kürsüsü

    mert umut memiş "sgk neden özelleştirilmeli?" başlıklı kısa metni ile sgk zorbalığının kaldırılması durumunda insanların çok daha sağlıklı ve verimli bir sigortacılık sistemine geçebileceğini savunuyor. buradan ulaşılabilir.

    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    karar gazetesi

    mesut yeğen'in "aday kim olur?" başlıklı makalesinde millet masasının adayının kim olabileceğine dair görüşler dile getiriliyor. buradan ulaşılabilir.

    eski yargıtay birinci başkanı sami selçuk "'önce hukuk' mu demeli yoksa 'muktedirlere evet' mi?" başlıklı metninde erdoğan'ın üçüncü adaylığını tartışıyor ve herkesi aklıselime davet ediyor. buradan ulaşılabilir.

    halil turhanlı, "steve reich ve politik minimalizm" başlıklı metninde "'şenlik sanat ve sabotaj' kitabının yazarı halil turhanlı, minimalist müziğin yaratıcılarından steve reich'ın türe politik boyut kazandırdığının altını çiziyor." buradan ulaşılabilir.

    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    hür kirpi

    batuhan yılmaz, "max stirner, stirner felsefesi ve konuşulması gerekenler" başlıklı yazısında stirner'in hayatını, felsefesini, etkilendiği filozofları ve ölümünü incelikli bir şekilde anlatıyor. buradan ulaşılabilir.

  • yankı odaları ve yanlış bilginin yayılması

    carlos diaz ruiz ve tomas nilsson'ın 2022 tarihli disinformation and echo chambers: how disinformation circulates on social media through ıdentity-driven controversies başlıklı çalışmalarını temel alarak konuyu hem kendim öğreneceğim hem de size özetleyerek günlük hayatlarımızı abartılı derecede etkileyen bu konu hakkında bir özet çıkarmış olacağım.

    meseleyi anlamak için öncelikle dezenformasyon ve kültür savaşını bilmek gerekiyor. yankı odalarını tanımlayarak başlayalım. yankı odası, belirli bir ideolojik pozisyona sahip kişinin kendi haber alma kanallarını kendi görüşlerinden olan insanlarla doldurması neticesinde 1-) kendi görüşlerinin doğruluğundan %100 emin olmasına 2-) kendi görüşlerinin radikal noktalarına savrulmasına 3-) karşıt bir görüşü otomatik olarak saldırı şeklinde anlamasına yol açan medya kavramıdır. yankı odaları, toplumların polarize olmasına ve tarafların şiddete varacak şekilde radikalize olmasına yol açmasının yanı sıra tarafların radikalliği sebebiyle toplumsal politikaların da üretilmesini zorlaştıran bir süreç yaratır.

    makaleye göre yanlış bilginin yayılmasında iki aşama vardır. seeding denen dezenformatif bilginin ortaya çıkışı ve echoing denilen yankı odaları aracılığı ile yanlış bilginin bir görüş haline gelmesi. burada şema halinde görülebilir.

    makalede öncelikle düz dünyacılardan bahsediliyor. düz dünyacılar nasıl oluyor da bunca bilimsel veriye rağmen ısrarla büyümeye devam ediyorlar? araştırmaya göre bir aidiyet hissi ile bir araya gelmiş düz dünyacılar karşısında argüman üretmek onları dağıtmaktan ziyade güçlendiriyor. bu sebeple fact-checking süreçleri bir işe yaramıyor zira kimin gerçekleri kontrol ettiği üzerine tartışmalar çıkıyor ve kendi görüşlerine karşıt argüman üretimi dezenformasyon olarak anlaşılıyor ve bu saldırı düz dünyacıları daha çok bir arada durmaya ve hareketlerine daha çok inanmaya teşvik ediyor. aynı şey ülkemizde islam için de geçerli.

    yankı odalarının ve dezenformasyonun adım adın ilerleyişi ise şu şekilde:
    1- insanların uzun süredir ayrışmış olduğu bir fay hattı bul ve o gruptan olduğunu göster.
    2- sonrasında yanlış ya da hatalı bilgiyi ortaya at ve karşılık gelmesini bekle.
    3- karşılık geldiği zaman karşılığı verenin diğer gruptan olduğunu söyle ve sırf düşman olduğunu için bu şekilde karşılık verdiğini söyle.
    4- gelen karşılıkların içinden ufak tefek hataları bul ve büyük bir fark yaratacakmış gibi döne döne onları vurgula.
    5- kendi kişisel sebeplerinden dolayı senin yanlış verine inanmak isteyen kendi grubunun insanlarının katkılarını al ve seninle aynı aidiyette olan insanların genel olarak seninle aynı fikirde olduğu algısını yarat. böylelikle senin hikayen yayılsın ve derinleşsin.
    6- karşı tarafın senin aidiyetin üzerinden bir yorumu olursa bunu al ve karşıt argümanın aslında senin kimliğine bir saldırı olduğunu söyle.
    7- tartışma uzasın, insanlar artık neye inanacaklarını nereye bakacaklarını şaşırsınlar ve en sonunda senin kimliğinden olanlar senin tezlerini senin kimliğine rakip olanlar da karşıt görüşe inansınlar.

    not: her okuma yanlış okumadır, tam detaylı analiz için lütfen kendiniz okuyun.

    kaynak
    diaz ruiz, c., & nilsson, t. (2023). disinformation and echo chambers: how disinformation circulates on social media through ıdentity-driven controversies. journal of public policy & marketing, 42(1), 18–35. https://doi.org/10.1177/07439156221103852

  • kültür savaşı

    en güncel anlamıyla, belirli hayat görüşlerine sahip insanların kamu politikaları yönlendirmek amacıyla birbirleri ile mücadele etmeleri.

  • dezenformasyon

    topluma yayılması amacı ile kasti olarak oluşturulmuş yanlış, eksik yahut yanıltıcı bilgi.

  • isaiah berlin

    pozitif ve negatif özgürlük kavramlaştırmasıyla bilinen düşünür.

  • john stuart mill ve özgürlük

    mill'in tüm çabası toplumun birey üzerindeki baskı ve zorlamalarının sınırlarını belirleyebilecek ilkeyi keşfetmektir. bu keşifi öz varlığını koruma kavramıyla ortaya koymuştur. mill'e göre kimse herhangi bir şeyi yapmaya ya da herhangi bir şeye katlanmaya zorlanamaz. bunun da tek istisnası başkalarına zarar vermemektir. bugün bizim toplumumuzdaki temel özgürlük anlayışı da budur.

    elbette bu tanım son derece muğlaktır. kişinin kendi özgürlüğünü kullanmasının bir başkasına zarar verip vermediğini belirleyecek olan siyasal otorite bunu kötüye kullanabilir. bu sebeple mill minarşist bir yaklaşımı benimser. ona göre: "kötülük, hükümetin bireylerin ve bireysel kuruluşların faaliyet ve güçlerini harekete geçireceğine bunların yerine kendi faaliyet ve gücünü geçirmesiyle; bilgi ve öğüt verecek ve ara sıra da uyarmalarda bulunacak yerde, onların ellerini kollarını bağlayan sınırlamalar altında çalıştırınca ya da onlara kenara çekilmelerini emredip onların işlerini onların yerine kendisi yapınca başlar."

    mill'e göre siyasi otorite topluma zarar vereceği apaçık olmayan bir eyleme müdahale etmemelidir. mill'in özgürlük anlayışını ikiye ayırdığını burada belirtmekte fayda var. eylemdeki özgürlük, yani serbestiyet ile (liberty) kavram olarak özgürlük (freedom) arasında fark vardır. kavram olarak özgürlük sınırsız olmalı ve engellenmemeli iken serbestiyet mutlak anlamda anlaşılmamalıdır ve gerektiğinde müdahale edilebilmelidir. serbestlik ancak özgürlüğe hizmet ettiği müddetçe doğrudur.

    isaiah berlin mill'in özgürlükle olan ilişkisini 3 başlık altında özetler: "insanlar a-) başkası üzerinde egemenlik kurmak için b-) uyumun bozulmaması için c-)tek bir yaşam yolu olduğunu düşündükleri için özgürlüklerin kısıtlanmasını isterler. mill ilk iki nedeni irrasyonel olduğu için dikkate almaz ancak üçüncüsü önemlidir zira yaşamın gerçek anlamı bir tane ise ve bu keşfedilmiş ise diğer fikirlerin dillendirilmesi ve yaşanması toplumu hakikatten uzaklaştırarak onlara zarar vermekten başka bir işe yaramaz." mill buraya doğal olarak itiraz eder ve isa, sokrates örneklerini verir. bu sebeple kimsenin hakikat tekeli oluşturmaya çalışmaması gerektiğini ifade eder. bizim müslümanlara biraz mill okutmak gerekiyor, sizce de öyle değil mi?

    mill ayrıca radikal bir biçimde özgür düşünce ve tartışma ortamından yanadır. bu ortamın büyük düşünürler çıkarmak için değil bilakis hareketli ve aktif bir toplum yaratmak için gerekli olduğunu söyler. zira en baskıcı toplumlardan bile hür düşünürler çıkmıştır ancak baskıcı ortamdan işlek kafalı bir halk asla çıkmamıştır.

    mill bir fikir doğru olsa bile onun canlı kalması için sürekli bir tartışma havası içinde tutulması gerektiğini söyler. "düşman kalmayınca öğretenler de öğrenenler de nöbet yerinde uyuklayıverirler." bu sebeple bir fikrin anlaşılması için sürekli olarak çatışma içinde tutulması ve dogmaya dönüşerek, yarattığı iyiliğin bir bölümünü kaybetmemesi sağlanmalıdır. bu bağlamda hakikat de karşıt düşüncelerin uzlaşısından başka bir şey değildir. hakikat iddiası en güçlü argüman kendisine en çok düşman yaratmaya hevesli olan argümandır. zira her çatışmadan eksikliklerini tamamlayarak çıkacak ve argümanının gücünü artıracaktır.

    mill'in radikal özgürlükçülüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü ve bunlara uygun yaşam sürdürme özgürlüğüne ek olarak bir de aynı şeyleri düşünen bireylerin bir araya gelme özgürlüğünü ekler. bu özgürlüklülerin kayıtsız şartsız var olmadığı hiçbir toplumun da özgür olmadığını ifade eder.

    kaynak
    öztürk, a., & çevik, c. (ed.). (2022). kavramlar tarihi: özgürlük (1. bs). doğu batı yayınları. s 369-387

  • özgünlük

    john stuart mill'e göre özgün olmayan kafaların yararını anlamayacakları bir şeydir.

  • john stuart mill'in tüm eserleri

    33 cildi bulan tüm eserlerine ulaşmak için bu linki kullanabilirsiniz.

  • hegel ve özgürlük

    hegel için özgürlük statik değil dinamik bir durumdur. ona göre tarih insanın ilerleyen, genişleyen ve derinleşen özgürlükte kendine gelmesi, kendisini gerçekleştirmesidir. gerçekleşmiş özgürlük ona göre dünyanın mutlak nihai ereğidir.

    hegel özgürlüğün devlette bir dayanak bulduğunu ve buna dayanarak özgürlüğün kavramının ve gerçekliğinin gerçekleşebileceğini ileri sürüyor. insanın insan olarak özgürlüğünün koşulu tam da özbilincin kendisini kendisinin bilincinin nesnesi yapabilmesidir.

    kaynak
    öztürk, a., & çevik, c. (ed.). (2022). kavramlar tarihi: özgürlük (1. bs). doğu batı yayınları. s 333- 368.

  • kant ve özgürlük

    kant'a göre özgürlük ve ahlak yasası birbirlerini gerektirirler. özgürlük ahlak yasasının varlık düzenidir(ratio essendi), buna karşın ahlak yasası da özgürlüğün bilme düzenidir(ratio cognoscendi). çünkü ahlak yasası daha önce usumuzda açıkça düşünülmüş olmasaydı hiçbir zaman kendimizi (kendi içinde bir çelişki taşımasa bile) özgürlük gibi bir nesneyi varsaymakla yetkili göremezdik. [...] ahlak yasasının farkındalığı sayesinde insan otonom bir varlık olarak kendinisini fark eder. diğer bir ifadeyle, istemesini ampirik dünyanın belirlenimlerinin dışındaki aklın a priori yasasına tâbi kıldığı için insan otonom ve özgürdür.

    kaynak
    öztürk, a., & çevik, c. (ed.). (2022). kavramlar tarihi: özgürlük (1. bs). doğu batı yayınları. s 323-324

  • the lost history of liberalism

    helena rosenblatt tarafından 2018 yılında yazılan ve liberalizmin antik çağlardan ikinci dünya savaşına kadar tarihini anlatan şahane bir eser.

  • haklı ezilme

    küstah agresyon sonucu yaşanan mağlubiyetin yol açtığı psikolojik durum. bu durumun yarattığı hıncın insanları lose lose anlaşmalar yapmaya meyilli hale getirdiğini düşünüyorum. detaylarını ve siyaset felsefesi bağlamında hangi durumlarda görüldüğünü daha sonra daha detaylı anlatacağım.

    örneklersek, güçlü a kişisi güçsüz b kişisini döverse b kişisinin hissettiği şey haksız ezilme olacaktır. zira b kişisi kendi gücünü ve karşısındakinin gücünü bilmektedir ve muhtemel bir çatışmadan kaçınmaktadır. kendi iradesi dışında bu çatışma gerçekleşirse başına gelmiş olan şey zulüm sayılır.

    ancak b kişisi kendi gücünü ve rakibinin gücünü doğru hesaplayamadığı için saldırıp dayak yerse hissedeceği şey haklı ezilme olacaktır. zira yaşanan şey bilinen bir üstünlüğün pratik edilmesinden ziyade b kişisinin hakikati bilmeye yönelik zihinsel faaliyetinin yetersizliğin meydana çıkışıdır.

    haksız ezilme intikam duygusu yaratırken, haklı ezilme hınç duygusu yaratacaktır.

    akp'nin oylarının erimemesinin altında yatan en temel sebeptir.

  • edmund burke ve thomas paine'de özgürlük

    edmund burke ile thomas paine on sekizinci yüzyıl sonunda yaşamış iki önemli düşünürdür. fransız devriminin neticesinde ortaya çıkan yeni durum karşısında bu iki düşünür özgürlük ve toplum temelinde bir fikir çatışmasına girdiler. ancak bu fikir çatışması sadece dönemin olayları üzerine gerçekleşen mülahazalardan mürekkep değildir, bilakis çok daha derinde, özgürlüğü ve toplumu nasıl anlamamız gerektiğine dair çok temel bir çatışmadır. bugün bile tüm dünyada siyasal alanın hangi yöne doğru evrilmesi gerektiğine dair karşıt fikirlerin temelinde bu iki önemli ismin özgürlüğü ve toplumu kavrayışları yatar.

    doğancan özsel'in bir makalesinde bu tartışmanın özünden haberdar olma fırsatı yakaladım ve olabildiğince özetleyerek sizlere aktarmaya, sonrasında ise konu ile ilgili şahsi fikirlerimi sizinle paylaşmaya çalışacağım.

    fikir düellosu burke'ün 1790 yılına ait "fransa'daki devrim üzerine düşünceler" başlıklı kitabı ile başlar. ingiliz olan burke ingilizlerin hindistan'daki sert uygulamalarına karşı çıkan biri olarak mezkur kitabında fransa'daki devrime şüpheyle yaklaştığını beyan ederek herkesi şaşırtır. bu kitapta burke devrimin, özgürlüğün ve insanca yaşamın koşullarını tehlikeye atabileceğini söyler. avrupa'da ciddi yankı uyandıran bu kitaba karşılık bizzat tanışık olduğu burke'e karşılık paine 1791'de insan hakları kitabını yazar. bu kitabında fransız devrimini avrupa'da başlamak üzere olan bir devrimler çağının ilk kıvılcımı olarak gördüğünü dile getirir ve devrimin, halkın özgürlüğünü geri almak için ayağa kalkışının bir sonucu olarak değerlendirir. devrim, bir manevi yeniden doğuş ve hürriyete dikilen anıt olarak sunulur.

    burke 1791 sonunda an appeal from the new to the old whigs kitabını yazarken paine buna karşılık 1792'de insan hakları kitabına ikinci bir bölüm ekler.

    tartışmaya gelecek olursak birinci karşıtlık paine'in amacı devrimler aracılığı ile çürümüş monarşik sistemleri ve onlarla ilişkili tüm eski düzen unsurlarını ortadan kaldırarak üzerinde tüm insanların anlaşabileceği akılcı bir siyasal ve toplumsal düzeni tesis etmektir. burke, paine'in bu amacına karşıt değildir o sadece buraya gidecek yolda öncelikle her topluma ait tikel özellikleri öne çıkararak itirazının temel noktasını oluşturur.

    paine, soyut bireyin temel olduğunu ve her türlü kolektif yapının bu bireylerin toplamına eşit olduğunu, bu kolektif yapının zaman içinde ortaya çıkardığı ulus, vatan gibi kavramların bir değerinin olmadığını söyler. "toplum insana hiçbir şey bağışlamış değildir" der. toplumların zaman içinde ortaya çıkardığı oluşumların soyut bireyin evrensel çıkarlarına hizmet ettikleri sürece bir değerleri olduğunu savunur. bu pozisyon burke için kabul edilemezdir. o insanın aklından ziyade sezgileriyle hareket ettiğini ve siyasal olanın ideale değil makul olana ulaşmaya çalışması gerektiği ve siyasetin soyut kavramlar üzerinden yapılamayacağını söyler. burke'e göre zaman içinde toplumda ortaya çıkmış oluşumların kendi rasyonalitesi vardır ve bu rasyonalite özgürlük, haklar vs. gibi soyut kavramlardan ziyade somut gereklilikler neticesinde ortaya çıkmıştır ve korunmalıdır. "böylelikle burke bir mekanizma olarak toplumsal formların ve inançların evrimini bireysel soyut aklın karşısına koyar."

    yukarıdaki paragrafı yorumlayalım. paine ile burke arasındaki çatışma bizim tarihimizdeki atatürk ile karabekir'in dil devirmi tartışması üzerinden daha kolay anlaşılabilir. bilindiği üzere atatürk daha keskin bir harf devrimi yanlısıyken karabekir paşa kitapların birer sayfalarının eski birer sayfalarının yeni yazı ile yazılarak harf evrimi yanlısıdır. buradaki kritik nokta karabekir'in - ya da burke'ün- yeniliğe karşı olması değil, yeniliğe geçiş sürecini idare etme konusundaki itirazlarıdır. bu itiraz mantığı son iki yüz yılda da olgunlaşarak bugüne kadar ulaşmıştır. (bkz: muhafazakarlık)

    peki bu tartışmaya ben ne ekleyebilirim? öncelikle her idarecinin bu temel tartışmayı bilmesini mecburi tutmayı önererek başlayabilirim. zira yukarıda bahsettiğim üzere varılmak istenen yer, her iki düşünür için de aynı yerdir. yöntem tartışması ise toplumun durumuna göre değerlendirilmek zorundadır. ingiltere bu tartışmayı evrim yoluyla fransa ise devrim yoluyla aşmıştır. zira kıta avrupası britanya adasına göre dini olarak çok daha radikal bir mekandır. bu mekan içerisinde değişimler ancak bir diğer güç odaklarının temelden sarsılması aracılığı ile gerçekleşebilir. neticede fransa ve ingiltere farklı yolları takip etmiş olmalarına rağmen teknik ve kültürel anlamda hemen hemen aynı gelişmişlik seviyesindedirler. türkiye için ise durum tamamen farklıdır. öncelikle toplumsal evrim devrim tartışması halk arasında kesinlikle bulunmamaktadır. hatta halkın böyle bir tartışmanın varlığından dahi haberi yoktur on sekizinci yüzyılda. üstelik yine yukarıda bahsettiğimiz üzere dönemin avrupasında aydınlar vardır, birbirlerini tanırlar ve birbirlerine karşı yazdıkları kitaplar yüksek tirajlar sağlayarak kendi ülkelerinin insanlarının düşüncelerini etkiler. burke'ün kitabı örneğin 7000 nüsha satmıştır. bu sayı bugün doksan milyona yaklaşan türkiye'de "hit" kitapların satış rakamlarına yakındır. toplumun entelektüel seviyelerini karşılaştırmak için, benim açımdan, zehir gibi acı bir örnek. ancak burada konumuz bu değil.

    burke ile paine arasındaki tartışmaya geri dönersek özetle paine için önemli olan bireyin soyut aklı iken burke için önemli olan toplumun somut aklıdır. özgürlük konusunda ise burke özgürlüğü "hobbes'un ileri sürdüğü ve annelienne de dijn'in anglikan anlayış adını verdiği yaklaşım ile uyumlu şekilde kavrar". bu yaklaşıma göre kamusal ve bireysel özgürlükler siyasi iktidar ile bir arada var olurlar ve esas olan bu birlikteliğin koşullarını kavrayabilmektir. yani iktidarın varlığı özgürlüğü kısıtlayan bir şey değil bilakis onu var eden şeydir. mutlak özgürlük durumunun hobbes'un bahsettiği doğa durumuna yol açacağını ve medeni bir özgür toplumun ancak bir iktidarın egemenliği altında inşa edilebileceğini savunur. hobbes'tan farklı olarak ise toplumsal tabakalaşmanın ve sınıf farkının mutlak otoritenin bireyi baskılamasının önünde bir engel olarak gerekli görür. yani kilise, loncalar ve diğer geleneksel yapıların da özgürleştirici bir işlevi olduğundan bahseder. geleceksel yapıların ortadan kalkmasının bireyi iktidar ile doğrudan baş başa bırakacağını ve bireyin bu mutlak iktidar karşısında bireysel özgürlüğünü muhafaza edemeyeceğini vurgular. bu sebeplerle burke'ün teorisinde özgürlük asli unsur değil ikincil bir değerdir. burke için özgürlük "hikmetli bir hukuk yoluyla tespit edilip iyi tesis edilmiş kurumlar aracılığı ile korunan bir adalete verilen bir diğer isim"dir.

    paine için ise özgürlük ne siyasal bir yan ürün ne de toplumsal bir sonuçtur. özgürlük ona göre "başlı başına bir değer, üretken ve harekete geçirici bir ilkedir. akıl ve özgürlük dünyayı yerinden kaldırmaya yarayan bir dayanaktır." burke'ün aksine o hobbes'u değil locke'u takip ederek "doğal olarak sahip olduğumuz özgürlüğü koruma arzumuzun siyaseti yarattığını" iddia eder. paine tüm siyasal alanı ve geleneksel yapıları özgürlük ve eşitlik ideallerini gerçekleştirmek üzere ortaya çıkmış yapılar olarak tanımlar. bu tanımlama da doğal olarak tüm bu yapıların gerektiği zaman yıkılarak yeniden yapılanmasını doğal hatta gerekli sayar. onun için özgürlük ve eşitlik uğruna her zaman devrim aracılığı ile yeni beyaz bir sayfa açmak ve amaçlara giden yeni kurumlar oluşturmak mümkündür. paine bu devrimciliğini de insanlar arasındaki nizamın kaynağının hükümetler değil insanların kendileri olduğunu söyleyerek savlar. yani burke'ün kültürelciliği karşısında paine'in kurumsalcılığı.

    toparlarsak, burke için birey toplumsallığı içinde anlaşılması gereken bir şeyken paine için toplumsallık bireylerden yola çıkarak anlaşılması gereken bir şeydir. burke için değişim "sadece" evrimleşerek gerçekleşmeli iken paine için değişim yolunda devrim, kolayca kullanılabilecek bir alternatif olarak düşünülmelidir.

  • !sevdiğiniz kusurlarınız

    sol kaşımın üstündeki yürümeyi öğrendiğim zamanlardan kalma çizik. badass bir hava katıyor *

« / 131 »