favorileri (216) - sayfa 3

başlık listesine taşı
  • malcolm t. liepke

    halen yaşayan, abdli çağdaş ressam. eserleri brooklyn museum'da sergilenen sanatçı, figüratif çalışmalarıyla ünlüdür. sanatını ise şöyle anlatıyor: "manzaralarda kesinlikle çok fazla duygu olabilir, ancak bu farklı bir tür ve benim için figüre bakmak kadar güçlü değil. figüratif resmin gerçekten zevk aldığım zamansız bir kalitesi var. örneğin rembrandt'ın eserlerinde kıyafetler farklı olsa da, insanlar aynı kalır; yüzlerce yıldır değişmediler. birinin yüzüne bakarken edindiğiniz duygusal temas, çalışmalarıma ilham veren şeydir. vermek istediğim duygular, gerçeği dolayısıyla bizi daha az yalnız ve daha insan kılacak. herkes kendi dünyasında yaşıyor ama duygular ne kadar kişisel olursa o kadar fazla insana ulaşıyor."

    pek sevdiğim işlerinden biri: "girls' night"

  • tonik

    genelde bazı içkilere, kokteyllere katılan ama bazı insanların içine limon falan sıkarak sade de içtiği acımtırak alkolsüz içecek. ayrıca cilt bakımında da, cildi sıkılaştırmak ve gözenekleri küçültmek için kullanılır.

    acı tadı, içinde bulunan kinin maddesinden kaynaklanır. 18'inci yüzyılda hindistan'daki ingiliz askerleri sıtmayı tedavi etmek için kinin tozu kullanırlarmış. ama tadı o kadar acıymış ki, tek başına kullanmak imkânsızmış. bu yüzden de maden suyuna katıp, içmeye başlamışlar. böylece ortaya tonik denen bir içecek çıkmış. daha sonra dönüşte de toniği, cin çılgınlığının yaşandığı avrupa'ya getirmişler ve cine eklemeye başlamışlar. cin tonik de ortaya böyle çıkmış. *

  • augur

    kendinden geçmiş bir biçimde güvercinlerini keyifle izleyen bugünün kuşbazlarlarını izlerken aklıma augurlar gelir. augur, eski roma'da rahiptir. en önemli görevi augury pratiğidir. yani kuşların davranışlarını izleyerek kehanetleri belirler.

    "şu mevsimde şu kuş şöyle uçarsa şöyle olur", "baykuş şu saatte şöyle öterse biri kesin ölür" gibi çıkarımları yaparlar. (bkz: pseudoscience nedir?)

    savaşa da augurlarla beraber kutsal tavuklar götürülür. bununla alakalı meşhur bir hikayeyi anlatayım. pön savaşları'nın birinci perdesinde sicilya yakınlarında bir deniz muharebesi olmak üzere*. kumandan publius claudius pulcher saldırı emrini vermeden önce, augur'dan kutsal tavukları salıp muharebenin kaderini öğrenmesini istiyor.

    augur tavukları salıyor ve dikkatle herkes tavukları izlemeye başlıyor. tavuklar önlerindeki yemleri yerlerse iyiye işaret, yok yemezlerse; saldırıdan iyi bir netice alınamayacak. tavukları biraz bekliyor, gözlüyorlar. ancak tavuklar önlerine serpilen yemi bir türlü yemiyorlar. kumandan pulcher eline geçen galibiyet fırsatının sabırsızlığıyla takiyeyi bırakıp "hay kutsal tavuk gibi kanadını sikeyim, aç değillerse belki susamışlardır" diyerek tavukları denize fırlatıyor.

    coşku-kuşku arası bir hisle saldırıya başlayan roma donanması kartacalılar tarafından hiç ediliyor. 20.000 adam ya öldürülüyor, ya köleleştiriliyor. roma devleti bu savaştan sonra yedi yıl boyunca denizlerde adamakıllı operasyon yapamayacaktır.

    "augury şakaya gelmez"

    not: muharebenin en güvenilir aktarıcısı polybius'un aktarımlarında bu tavuk meselesi yok, zaten muhtemelen böyle bir vaka hiç yaşanmadı. (bkz: se non e vero e ben trovato)

  • dog latin

    latince vecizler ne güzeller. neredeyse her konuya dair özdeyişleriyle dimağımızı zenginleştirmiş roma devleti mühendislik ve harpçilik gibi, atasözü imalatçılığında da ileri bir muhteşem medeniyettir.

    ingilizce konuşulan memleketlerde latince bilmek veya özdeyişlere aşinalık, saygınlık kazandırabilir. bu tür sohbetlerde diyelim ki latincemiz bitti, o zaman ne yapacağız? hemen dog latin'e başvuruyoruz.**

    dog latin, latince bazı kelimeler, ön ekler ve son eklerle bezenmiş sallama bir dildir. en meşhur örneği için (bkz: hokus pokus)

    dog latinle yazılmış şiirlere kadar internette bulunabiliyor, fakat en beğendiğim kullanımlarından biri the simpsons dizisindeydi. bir belediye binasının üzerinde "corruptus in extremis" yazısı görülmekteydi ki keşke bizdeki yolsuzluğa karışan belediyeciler de dövme olarak bunu yaptırsalar.

  • yeni rakı'nın o gün geldiğinde reklam filmi

    rakıdan vergiye kaldırmak bir yana, güvenlik sertifikalası edinmek şartıyla imbikle rakı üretiminin de serbestisi talebim var. bu memleketin en güzel değerlerinden biri olan rakı kültürünü geliştirecek ve yaşatacak bir düzenleme olur bu.

  • !doğru bildiğimiz yanlışlar

    kelebeklerin ömrü bir gün "değildir."

    en kısa kelebek ömrü: en az 2-3 gün
    ortalama kelebek ömrü: ~1 ay
    en uzun kelebek ömrü: 13 ay

  • cool olmak

    "gençlerin takıldığı pret-a-revolter [isyana hazır olma] anlayışının artık hüküm sürmediği mekanlarda "kötü", "cool" olarak karşımıza çıkar. değerlilik mi yoksa değersizlik mi?" diye sorar sloterdijk(1) ve "atılan zarın sonucuna göre değişir" diye yanıtlar.

    bence bir eşcinsel erkeğin bir kadından çocuk sahibi olma ihtimali kadardır "cool"un gerçek bir değişiklik yaratma ihtimali. mümkün ancak baharatsız. zira eğer isyan yoksa, inisiyatif alma zorunluluğu hissedilmiyorsa ve herkes harekete geçmek için çok önemliyse bu durum kolaylıkla tüm pasif kitlelerin de arkasında toplanacağı genel bir işlevsizlik hali doğurur.

    cool yaşama karşı ilgisizliği ile karakterini kazanır ve bu ilgisizlik maskülen değerlerin toto genere yitirilişinden başka bir şey değildir temelde.

    sloterdijk, p. (2008). kapitalist dünyanın iiç-evreninde (1. bs). kırmızı yayınları.s.274

  • bir oy tip'e bir oy kemal'e

    ihmallerle dolu çorlu tren kazasında 9 yaşındaki oğlunu kaybeden mısra öz'ü,
    haber peşinde koşarken öldürülen metin göktepe'nin ablası meryem göktepe'yi,
    gezi ve birçok başka haksızlığa karşı savaşan avukat can atalay'ı,
    yandaş medyaya ilk karşı duranlardan biri olan ve kendini kapının önünde bulan irfan değirmenci'yi,
    uzun zamandır kimsenin vermediği umudu, karanlığa batmış halka veren genel başkan erkan baş'ı,
    meclis kürsüsünden bıyıklılara kök söktüren sera kadıgil'i,
    çürümüş düzene karşı ses çıkartmak için düzenlenen çoğu protestoda en önde dağ gibi duran barış atay'ı,
    ve 14 mayıs 2023 genel seçimlerinde aday olan diğer onlarca ismi meclise göndermek için olması gerekendir.

    haklarımızı var güçleriyle savunmaya çalışacaklarından zerre şüphem yok. bay kemal ve chp'yi bir kenara koyarak, keşke aynı şeyi diğer muhalefet partileri için de söyleyebilseydim. gerçi chp'yle kavgam başka bu seçimlerde. (bkz: sadullah ergin)

    bu arada, şahsen benim yapamayacağım eylemdir. zira, ankara 1. bölge'de aday göstermediler ve canım çok sıkkın.

  • !şerefsiz orkide

    öncelikle bu lafımın tüm orkidelere değil, ophrys apifera isimli orkideye olduğunu belirtmek isterim. yoksa benim de orkide arkadaşlarım var.

    bu ophrys apifera denen bitki, himoneptera denen, yaban arılarına benzeyen ancak koloni halinde yaşamayan bu türün dişisini taklit eder. evet, orkide bir himoneptera dişisini rengi, kokusu ve şekli ile taklit eder. bu taklitte o kadar başarılıdır ki, himoneptera erkeği gerçek dişi dururken bile bu orkidelerle çiftleşmeye çalışır. orkide, çiftleşiyorum zanneden hayvancağınızı kendi polenlerine bular ve gönderir. böylece himoneptera erkeği bu tip orkidenin üremesini sağlar.

    normal şartlar altında bitkilerle hayvanlar arasında bu alışveriş daha onurlu bir şekilde sağlanır. bitki, hayvan için besleyici olan bir nektar üretir hayvan bunu tüketirken polenlenir ve bitkinin üremesini sağlar. win win. ancak bu orkide türünün seçtiği strateji hayvana hiçbir şey vermediği gibi onun üreme enerjisini de çalarak kendisi için kullanır.

    bundan sonra kız arkadaşınızın işyerine orkide gönderirken tekrar düşünün.

  • !felsefeye dair mizahi paylaşımlar

  • 'borgia'lar

    başlığı nasıl açayım diye epey düşündüm. çok ünlü ve tarihe yöne veren bir aile 'borgia'lar. the borgias diye açmak içime sinmedi; çünkü hem aynı adlı bir kitap var ve ben kitabı tanıtmıyorum hem bu isimde bir dizi var, ben diziyi de tanıtmıyorum. üstelik bu ingilizce bir ad ve aile ispanyol asıllı italyan bir aile. yine ingilizce 'house of borgia' desem, ingilizce olacağı için yine olmayacaktı. italyancası olan 'casa borgia' ya da 'la famiglia borgia' da içime sinmedi, en iyisi türkçeye uygun hale getirilmiş bu haliydi. şimdi gelelim bu 'molto famoso' aileye. keyifli okumalar.*

    bir aile düşünün. ölümlerinden yüzlerce yıl sonra bile hala yüz buruşturularak hatırlanan, müziklere, tablolara, filmlere, bilgisayar oyunlarına esin kaynağı olmuş ve olmaya da devam edecek bir aile.
    o aileyi başlatan kişi ispanyol asıllı bir soylu kişi. daha sonra tarihteki ilk ispanyol asıllı papa oluyor. (alfonso de borgia. papalık adı: papa ııı. callistus) daha sonra yeğeni, rodrigo de lanzòl-borgia da onun yolundan gidiyor. ama bu rodrigo, dünyevî arzuları çok güçlü bir adam. özellikle de cinsî iştahı. pek çok kadınla illişkisi oluyor. daha kardinalken, vanozza dei cattanei'den dört çocuk yapıyor ki, bunlardan ikisi, ahlaksızlıkları ve adam öldürmedeki ustalıklarıyla tarihte kendilerine haklı bir yer ediniyorlar.
    önce bu dört çocuğun adlarını yazalım, sonra o iki ünlü tarihi kişiyi özellikle vurgulayalım:
    giovanni, cesare, lucrezia ve gioffre.
    ama illaki cesare ve dahi lucrezia. (ana karakterlerimiz bu ikisi.)

    giovanni'nin ölümü erkek kardeşi cesare'nin elinden oluyor. ya da şöyle diyelim. cesare ve lucrezia arasında ensest bir ilişki var, bu babaları tarafından da biliniyor ve destekleniyor. işte bu iki sevgili kardeş abilerini bir şekilde ortadan kaldırıyorlar. işin bizi ilgilendiren kısmı ise, o sırada kardeşine (ii. bayezid) karşı yaptığı hükümranlık savaşı sonrası yenilen ve pek çok diyarı gezdikten sonra yolu kendisi istemese de roma'ya düşürülen cem sultan yüzünden giovanni ve cesare'nin zaten rekabet yüzünden açık olan aralarının iyice açılması. giovanni ortadan kaldırıldığı sıralar cesare babasının torpiliyle kardinal. ama abisinin ölümünden sonra din adamlığını bırakıyor ve bir fransız prenses ile evleniyor.

    gelelim sevgili papamıza. bu adam -o dönemdeki bütün papalar gibi- o kadar güçlü ki, sabahlara kadar sefahat alemlerinden çıkmıyor ve bunu da herkesin gözü önünde yapıyor. bu anlattıklarım 15 yy. sonlarında geçen olaylar ve o zamanın pek çok yazar ve tarihçisi tarafından kayda alınmış olaylar. bizler tabii ki olanları onların kaleminden öğreniyoruz.
    rodrigo papalığı sırasında kendisinden çok genç giulia farnese ile de ilişkiye giriyor ve ondan da bir kızı oluyor.

    sırada kızkardeş lucrezia var. daha 13 yaşındayken -tabii ki babasının isteği ile- milano bölgesindeki güçlü sforza ailesi ile iş birliği için giovanni sforza ile evlendiriliyor ama lucrezia'nın babası ve abisinden kalır yanı yok. papa babasının artık bu aileye ihtiyacı kalmayınca, gebe haliyle kocasından boşandırılıyor ama çocuk zaten kocasından değil, perotto adlı genç bir seyisten. babasının gücüyle hala bakire olduğu ve evlilik hükümlerinin yerine getirilmediği söylenerek kocasından boşandırılan lucrezia, gizlice doğururken, cesare tarafından öldürülen -ya da öldürttürülen- çocuğun babasının cesedi de tiber nehrinin karanlık sularından çıkarılmaktadır. lucrezia daha sonra yine ve yine evlendirilecektir, hep aynı nedenle; siyaseten. gerçi son kocasını sevdiği söyleniyor. elbette başka başka ilişkiler de yaşarken, kocasına bir yığın çocuk doğurmuş, son doğurduğu çocuktan sonra o zamanların ve hatta günümüzdeki anne ölümlerinin en önemli nedeni olan lohusalık humması yüzünden de gececik yaşında ölüp gitmiştir. yaşadığı zaman diliminde 'üstat bir zehir uzmanı' olarak tanınsa da, öldürdüğü ya da ölümüne neden olduğu kişilerin ölümündeki asıl günahın onu bu hale getiren babasında aranması gerektiğini söyleyebiliriz.

    cesare, babasından öğrendiği siyasi oyunları büyük bir beceriyle oynasa, hatta babasının ölümünden sonraki papaların seçilmesinde sürekli parmağı olsa da, bir çekirge olarak ne yazık ki, çok zıplayamamış, siyasi hesapları bir yerde ters tepmiş ve sonunda kendisi de bok yoluna gitmiştir. (şunu da ilave edelim; leonardo da vinci bile cesare için iki yıl 1501-1503 yılları arasında bizzat hizmet vermiştir.)

    en küçük oğlana gelirsek, bu oğlancık da, babasının istediği gibi siyasi bir evlilik yapmış ama her ailede olduğu gibi borgialarda da olan o rezilden vezir de çıkar hikayesi gerçekleştiği için pek etliye sütlüye karışmamış, karısı sayesinde kazandığı toprakları oğluna bırakabilmiştir. ve hatta ve hatta, 1644-1655 yılları arasında papa olan papa x. ınnocentius, gioffre borgia'nın torununun torunudur. yani papalık tarihindeki papalardan biri daha bu ailenin soyundan gelir. (şunu da not düşelim; gioffre'nin torunlarından biri daha önce 'aziz' bile ilan edilir. yani hepsi de hırsızlık, uğursuzluk, rüşvet, torpil, cinayet, seks manyaklığı ile suçlanmamışlar.)

    hikayemizin sonunda yeniden baba rodrigo'ya dönersek, (ki papalık adı; vı. alexander'dır.) bu sevimli ve azgın büyükbaba, papa olarak papalık yatağında huzur içinde ölmüştür. (bkz: yatağında huzur içinde ölmek)

    o dönem öyle bir dönem ki, ispanyollar yeni dünya dedikleri amerika kıtasını keşfetmişler, tonlarca altını avrupa'ya yığmakla meşguller. bir yandan engizisyon ateşleri yanar, suları kaynarken, bir yandan da sanatta ve edebiyatta yeni bir çağın müjdeleri çağıldamaktadır. her ne kadar iki aile de iktidar mücadeleleri yüzünden can düşmanı olsalar da, tıpkı medici ailesi gibi borgiaların da rönesans'a olumlu etkileri olduğunu inkar edemeyiz.

    evet son olarak medicilere de göz kırptıktan sonra yazımızı sonlandırabiliriz. dünya bugünlere kolay ulaşmadı. ve bence de adalet yaratılan en güzel ütopyaydı.

    ek: vatikan'ı ziyaret ettiğinizde borgiaların kötü şöhreti nedeniyle 400 yıl kapalı tutulan ve rodrigo tarafından yaptırılan borgia dairelerini mutlaka geziniz. oradaki odalardan birinde -azizler odası- hiç beklemediğiniz birini, cem sultan'ı da size doğru bakarken görebilirsiniz. size bu odalardaki resimleri görebileceğiniz bir link de bırakayım: borgia daireleri

  • apag

    adult performance artists guild (apag) yetişkin film sektörü oyuncularını, striptizcileri, içerik üreticilerini ve aktarıcılarını, platform çalışanlarını, telefon seksi operatörlerini, webcam performansı yapanları ve seks işçilerini temsil eden bir sendikadır.

    kendisi de bir yetişkin film sektörü aktörü olan sean michaels'in ilk başkanı olduğu sendika, mayıs 2021'de birleşik devletler tarafından tanınan ilk pornografik işçi sendikası olma özelliği taşımaktadır. 2018 yılında yine 20 yıla aşkın süredir sektörde çalışan alana evans başkanlığı devralmıştır. 1,402 üyesinin olduğu bilinmektedir.

    - endüstri genelinde uygulanacak sağlık hizmetleri, emeklilik birikimi, ücretlerin iyileştirilmesi, çalışan haklarının genişletilmesiyle ilgili çalışmalar yürütmek,

    - mesleki ayrımcılıkla mücadele etmek,

    - yetişkin eğlence sektöründeki yapımcı şirketlerin, kanun koyucuların ve sosyal medya platformlarının dahil olduğu anlaşmaların parçası olmak,

    - resmi kurumlarla endüstriyi etkileyebilecek yeni yasalar üzerine görüşmeler gerçekleştirmek,

    - çoğu bağımsız sözleşmeci olan sendika üyelerinin lehine işçi sözleşmelerinin düzenlenmek.

    - oyuncu rıza kontrol listesi formlarının ve tecrübeli eski oyuncuların film çekimlerine dahiliyetiyle gerçekleştirilecek set görevlileri programını teşvik etmek.

    - ücretlerin ödenmesini teminat altına alınması, sosyal güvenlik sistemine kayıt imkanının sağlanması ve oyuncular için yapımcı şirketlerin std testlerini ödemesi gibi hakların sağlanması için çalışmak,

    - onlyfans gibi çevrimiçi işçilik için bilgilendirmelerin yapılması, instagram ve twitter gibi platformlardan seks işçileri tarafından üretilen içeriğin kaldırılmasına itiraz etmek üzere pazarlıkları sürdürmek

    bu sendikanın çalışma alanlarından bazıları. web sitesinde ayrıntılı bir tüzük bulunmaktadır ve incelemeye değerdir.

  • iucn red list

    1948 yılında kurulan, çevreyi ve doğayı korumayı amaç edinmiş international union for conservation of nature (iucn) tarafından soyu tükenmeyle karşı karşıya olan bitki ve hayvan türleri için 1964 yılında oluşturulmuş ve güncellenen liste.

    bu "kırmızı liste"nin amacı, koruma meselelerine kamunun ve siyasetçilerin dikkatini çekmek ve koruma girişimleri için uluslararası camiaya yardım etmektir. kırmızı liste ayrıca biyoçeşitliliğin durumuyla ilgili en geçerli rehber olarak kabul görmektedir.

    www.iucnredlist.org

    kırmızı listeye göre, 27,000'den fazla tür tehlikededir. amfibilerin %40'ının, memelerin %25'inin, kuşların %14'ünün, kozalaklı ağaçların da %34'ünün soyu tükenmeye yakındır. kırmızı listenin kategorileri şöyledir:

    tablo


    ex: (tükenmiş): kuşkuya yer bırakmayacak delillerle soyu tükenmiş olduğu ispatlanan türler. örneğin dodo kuşu.

    ew: (doğal ortamında tükenmiş): vahşi yaşamda soyu tükenmiş, fakat diğer alanlarda (yetiştirme veya sergileme amaçlı) varlığını sürdüren türler. güney çin kaplanı, mavi makav papağanı, pinta adası kaplumbağası.

    cr: (kritik tehlikede): vahşi yaşamda soyu tükenme tehlikesi had safhada (extreme) olan türler. vaquita, beyaz balina, siyah gergedan, dağ gorili, çita, kaplan, leopar, yaz yaz bitmez.

    en: (tehlikede): vahşi yaşamda soyu tükenme tehlikesi çok büyük olan türler.

    vu: (hassas): vahşi yaşamda soyu tükenme tehlikesi büyük olan türler.

    nt: (neredeyse tehdit altında): şu anda tehlikede olmayan fakat yakın gelecekte vu, en veya cr kategorisine girmeye aday olan türler.

    lc: (asgari endişe): yaygın bulunan türler.

    dd: (yetersiz veri): üzerinde yeterli bilgi bulunmayan türler.

    ne: (belirlenmedi): şimdiye kadar yukardaki kriterlere uygunluğu değerlendirilmemiş türler.

    türkiye de biyoçeşitliliği sayesinde iucn'in önem verdiği ülkelerden biridir. kuşlar için iki büyük göç rotası üzerinde olmasının yanı sıra, 4000 tür omurgasız ve 70'i balık olmak üzere 100'den fazla omurgalı hayvan sadece türkiye'de yaşamaktadır (endemic).

    sayfasına girip biraz göz atmak bile insanın içini sıkıştırmaya yetiyor... yeni bir kitlesel yok oluşa hızla gittiğimizi görmemek imkânsız.

  • tercüme

    arapça 'terceme' sözcüğünden gelen tercüme, kısaca çeviri olarak türkçelenir.

    tek kelimelik tanımlar hele de başlık tarafımdan açılmışsa, can sıkıcı. aslında bu kelime o kadar önemli ve küresel dünya için o kadar elzem ki, her gün doğrudan tercüme konulu ya da bir ucundan tercüme ile ilintili yüzlerce şeyle karşılaşıyoruz. en basitinden, bu tür sözlüklerin yazarlarının -genel olarak- en büyük hayali yurt dışında yaşamak. bu nedenle 'dil' öğrenmenin zorluklarını sürekli yaşıyorlar.

    günlük yaşam içinde kendimize ayırdığımız zaman içinde bize haz veren müzikleri dinlerken, film ya da belgesel izlerken.......
    bu eylemlerin büyük çoğunluğunda ya dinlediğimizi; bildiğimiz, öğrendiğimiz ölçüde beynimiz kendiliğinden tercüme ediyor ya da tercümesine bir şekilde ulaşıyoruz, bu tercümeleri/çevirileri bazen beğeniyoruz, bazen beğenmiyoruz.
    yazarlarının, yazdıkları kitap dizilerinin son kitaplarını yazmasını heyecanla umut ettiğimiz, 'got' veya 'kral katili güncesi' gibi kitapların, tercümelerinin yapılacağı ve bizim o kitapların satırlarıyla baş başa kalacağımız anların hayalini kuruyoruz.
    bu konuyla alakalı yakın gelecekte gerçekleşeceğine kesin gözüyle baktığım bir hayalim daha var:
    günün birinde -umarım bu gün yakın bir zamanda gelir- bedenimizde ya da üzerimizde taşıyacağımız küçücük bir elektronik aletle dünyanın tüm dillerini anlamayı ve konuşmayı başarabiliriz.

    umberto eco'nun gülün adı romanını hatırlayın.
    bir zamanlar, tüm bu yazı-çizi, çeviri işleri küçücük bir azınlığın elindeydi.
    -'bilgi her zaman güçtü ve öyle kalacak'-
    şimdi bu yüzyılda, dünyanın her yerindeki haberlere anında ulaşma imkanlarımızla, tek dille yetinmek, yaşamak bana çok zavallıca geliyor.
    dilerim, benim de görebileceğim bir zaman diliminde dünya üstündeki herkes, kendi dilinin dışındaki bütün dilleri anlama imkanına kavuşur. ve 'bilgi' herkese ait olur.

  • daha güzel yaşamak parayla mı?

    öncelikle şunu söylemeliyim:

    omlet yaparken başlayan bir düşünce silsilesi ya da yağmurdan kaçarak yaşanan bir akşamüstünün canlılığıyla paylaşılanlarla tahminim diğerleri de kendi yaşamlarından tecrübelerle yola çıkılarak yazılanları keyifle okudum. ben de, bu haller çok hoşuma gittiğinden bir günden yola çıkarak yazayım.

    açılan kimi başlıklarda verdiğim örneklerde denk gelen olmuştur, köyde yaşayan bir yazarım. buraya gelişimin en üst başlık olarak gerekçesi elbette doğal, sade ve küçük bir yaşamdı. büyüdüğüm şehirde buraya gelişime kadar yaşadığım hayata bakılırsa da bunu büyük ölçüde başarmış durumdayım. beş yıldır buradayım. yaklaşık bir buçuk yıldır da bir ilişkim var. birlikte yaşıyoruz. sevgilim gelene kadar karşılayabildiğim en lüks şeyler internet faturam ve birlikte yaşadığım bir köpeği doyurup sağlık giderlerini karşılayabilmekti. sevgilimin gelişiyle bunca yıldır kullandığım otostop yöntemi yerine motorsiklete binebilmek ve + iki kedi ve bir köpeği daha besleyebilmek lükslerim sıralamasında ilk ikiye yerleşti.

    bunca küçülme merakına rağmen, bu küçük hayatımda maddi olanakların sağladığı bu iki lüksten baya memnunum ve hayatımı da daha güzel yaptı açıkçası. örneğin, motorsiklet bizim için ihtiyaçları temin etmenin yanı sıra kendimizi dağlara vurmak için de çok önemli bir hale geldi. yürekleri köyü de geçip iyice yabana çekilmek isteyen bu çift için bu hayalle bağlantıda kalmak ilişkiyi de canlı tutuyordu. mesela benim yaratıcılığımı tetikliyor, onun için de gündelik yaşamdan kaçıp nefes almak için bir aralık yaratarak motivasyonunu artırıyordu. bu arada, her ikimizin de bolca yalnız geçireceği zamana ihtiyacı var, oluşumuz böyle. motorsikletin bize bu alanı tanımak açısından da çok önemli bir katkısı vardı.

    bir noktada maddi olarak zorlandığımız için motorsikleti sattı. bu süreçte kimi zaman eş dosttan pazara gidip gelmek için ya da birkaç günlüğüne emanet araç aldığımız oldu. ama dağ yollarına emanet vurulmaz, orman gezilerimiz sonlandı tabii. aylardır çalışılan saatlerin haricinde ihtiyaçları karşılamak için pazara gidip gelmek veya köy içi dolaşmak dışında evdeydik.

    yaklaşık iki ay önce uygun fiyatlı bir motorsiklet denk gelince, taksitli olması şartıyla karşılama hesap kitabını da yapınca bir motorsiklet edindik. ama iki aydır elimizde olmasına rağmen bu gezileri çoktan unutmuş halde garip bir rutinin içinde sıkılıp duruyorduk. ben doğru düzgün yazmıyor boyalarıma dokunmuyorum, o da aylardır oltayı şurasını burasını tamir etmek bahanesiyle bile eline almıyor mesela.

    geçenlerde uyanınca tabiri caizse kafası geldi ve yola çıktık, dağın öte yüzüne. akşam saatlerinde eve vardığımızda ruhumuz yıkanmış gibiydi. dün o balık tutmaya gitti ve gözlerinin içi gülerek döndü, ben de birkaç gündür yeni bir resme girişmiş durumdayım. canlandık, içimiz gıdıklandı, neşemiz yerine geldi.

    rutinlerine aşırı düşkün biri olarak rutinin de "daha olanı" sağlayabileceğini düşünüyorum. rutinlerimi uygulamak benim "daha sağlıklı" olmamı sağlıyor mesela. angelo'nun yazıda parmak basmak istediği şeyi doğru anladıysam buna biraz da katılarak, ister maddiyatla karşılanabilir olsun ister ruhani bir deneyim onu akıl etmedikçe, istemedikçe, aramadıkça, peşine düşmedikçe pek de gerçekleştirilebilir olduğunu düşünmüyorum. buna rutin de dahil ki bir rutini bilinçli olarak sürdürebilmek için sıkı bir motivasyon gerekiyor, eğer daha'nın peşindeysek. benim anlattığım hikayede para aslında daha güzel yaşamamızı sağlayan bir rutinin gerçekleştirilebilmesi için bir araç. fakat iki aydır evin önünde duran motorsikleti birinin dağ patikalarına doğru sürmeyi akıl etmesi gerekiyordu.

    acaba ismail angelo'nun gördüğü gibi gerçekten alışkanlıkla mı yapıyor bunu yoksa hayatının "daha …" olmasına katkısı var mı bu rutinin? sanırım burada da angelo'nun ismail'i bizden daha iyi tanıyor olmasının bunu bir alışkanlıkla yaptığını söylemesinde etkisi var, bu bilgiye sahip oluşuyla ortaya koyduğu yargılar biraz üstten bir dil duymamıza neden oluyor gibi gibi.

    bir de, ilk elden başlığı okuyunca aklımıza gelenler, yazdığın konuyu okurken birer gözlük takmamıza sebep oluyor ister istemez. "para" kelimesi hafiften gölge düşürüyor sanki. benim "daha güzel yaşamak parayla mı?" cümlesine yazından azade vereceğim yanıtlar çok daha farklı olurdu. bu açıdan uğur ismail'i görüyor ve artırıyorum. ***

« / 15 »