"kurt ve kuş bizdendir oğul."
- eşkıya (1996)
entry'ler (56)
-
!film alıntıları
-
!yazarların kızla içilcek içki önerileri
@dionysos kardeşim ağzına sağlık.
@blastosuckberg ayranını da al gel daha fazlasını gösterelim.
@serkanemiroguz çok yanlış bir saptama. güzel bir sofrada sohbetin sonuna kadar tüm duygularıyla oturabilen erkek yakışıklılaşır. normalde tahammül edilemeyecek erkeklerin tekila ve votkadan sonra çekilebilir olması erkeğin problemi ki aslında bahsettiğin şey bu. yakışıklı gördüğümüzden değil yani bir iki tekiladan sonra tahammülümüz artabiliyor sadece. ki genellikle böyle gecelerden sonra siz horul horul uyurken bir an önce koşar adım uzaklaşmak da adetimizdir. utandığımızı sanmayasın senin çekilmezliğinden o. ihtiyacımızı karşılayıp vın turizm genellikle. -
!ne yapılmalıydı?
"ilk turda bitirelim" elbette güzel bir motivasyon sağladı ama seçmen ikinci tura hazırlanmalıydı. hatta belki de sinan oğan ve muharrem ince'nin adaylıkları kesinleştiğinde direkt ikinci tura ağırlık verilebilirdi. şu iki haftada her tuşa basıp ümit özdağ gibi birinin ayağına da gidilmezdi, seçmenin hevesi de kırılmazdı, b planı olurdu.
"bu son seçim" sloganı elbette seçmen mobilizasyonu açısından önemli bir rol oynadı ama seçmen böyle bir zihinsel uçuruma süreklenmeden de bu seçimin önemi vurgulanabilirdi. durum iyi değil, kabul. ama kardeşim (yaş 20) ve arkadaşlarını, ailemdeki yaşıtlarını gözlemlediğimde umut bağlanan z kuşağının umutlarının yerle bir edildiğini görüyorum. halbuki umut sürdürülebilir bir şeydir. o mecliste zekeriya yapıcıoğlu varsa can atalay da var. rte ve kk arasında birkaç puan var, buradayız biz de yani. 21 yıllık en başından itibaren belli ki otokratik bir yönetime oynayan bir yönetim, geldiği bu noktada bile %47'yi kıramadıysa bu fena bir durum değil (ki 2014'te ekmo başkanın oyu 48'di). nedense çoğu insanda varlığı yok edilmiş gibi bir hissiyat yarattı bu algı (varlığımızın yok oluşunu tehdit eden durumların farkında olarak yazıyorum bunu) ama varız yahu.
son iki yıldır bir sistem değişikliği üzerine çalışan ve masa dışındaki adayların da en çok bu vaat ile desteğini almış olan bu ittifak aday belli olur olmaz kampanyasını cumhurbaşkanlığı seçimine yöneltmemeliydi. parlamenter sisteme geçişin önemi ve gereklilikleri yukarıda da haklı olarak belirtilen somut meselelere değinerek açıklanmak üzere kampanyanın bir parçası olarak kalmalıydı. kanımca tüm tablo farklı olurdu. tüm pazarlıklar sistem değişikliği üzerinden yapılabilirdi, bakanlıklar ya da yardımcılıklar üzerinden değil.
ilk turun akşamı seçim güvenliği ile ilgili yaşadığımız rezaleti yaşamamalıydık. en çok öfkelendiğim konu bu. iki senedir 6 partinin tamamı, "hiç şüpheniz olmasın. seçim güvenliği ile ilgili iki yıldır ekiplerimiz hem parti içi hem diğer ittifak yetkilileriyle sıkı bir çalışma içerisinde. sistemimiz hazır. gönlünüzü ferah tutun gidin oyunuzu kullanın" dedi. ilk akşamdan epic fail, kimse de bu söylemin sorumluluğunu almadı. bize deselerdi, daha iyi örgütlenir, rehavete kapılmazdık zaten iyiler diye.
toplam oyu en yüksek dönemlerinde %6, potansiyeli yaklaşık %10 olan 4 partiye bu kadar vekil, bu kadar cumhurbaşkanlığı yardımcılığı vaadi, bu kadar dominant mevcudiyet sağlanmamalıydı. temsili demokrasinin olağan akışına aykırı. sonra karşı tarafın eline her türlü haklı soruyu kendi elinle teslim etmiş oluyorsun.
son iki haftadaki milliyetçi seçmeni aceleyle ve yüzeysel bir çaba ile kazanma telaşesi yerine, hdp'nin koşulsuz desteğinin gerekçeleri daha açık anlatılmalı, gerekirse özellikle akşener'in de karşı çıkmayacağı bir bilgi notu dahi olsa bir evrakla açık bir anlaşma yapılmalıydı. biz demokrasi için destekliyoruz yazsa bile makul bir metin etkili olabilirdi diye düşünüyorum. yeter ki bu bilinmez desteğin ne karşılığında olduğu açıklansın. milliyetçi seçmenin kafasında hdp'nin bu desteği anlamlanamadı, kaldı ki karşı taraf da üzerinde tepindi bir güzel. bu kısımda hdp/ysp seçmenine ve örgütüne sonsuz teşekkür ediyorum, her şeye rağmen hakkını verdiler desteğin.
kazanılacağından bu kadar emin olunmamalı, daha iyi okumalar yapılabilmeliydi. partilerin en kalifiye isimleri bu kesinlik hislerinden dolayı meclis dışında kaldı. keşke aday olup seçilseler de kazanılırsa istifa ettirilselerdi.
bu seçim asla bir başarı olarak da okunmamalı, böyle bir eğilim gördüğüm için yazıyorum muhalefet yetkililerinde.
biraz daha geriden aldığımda keşke bu masa kurulmasaydı mı da diyorum, kılıçdaroğlu doğru aday mıydı da diyorum hem seçim sonrası insanların yazıp çizdiklerine baktığımda hem de farklı eleştirilerimle. kılıçdaroğlu sevgimi de boostladım, hepimiz gibi ben de inanmak istedim. bu süreç boyunca sırf rte gitsin diye ne yaparlarsa destekledim seçmen olarak, gidip sandıkların başında da durdum. kendimden, böyle davranıp elinden gelen herkesten razıyım ve teşekkür ediyorum hepimize.
yine de öldük bittik modundan çıkmamız lazım. oyunun kurallarına göre oynandığında bu ülkede demokrasinin kalan son temsili seçimler olabilir ama oyunun dışında demokrasi, eşitlik, özgürlük, adalet gibi kavramların peşinden gidilecek sokaklar var. tek yol bu değil. olduğumuz gibi yaşamaya devam edeceğiz. -
köy sandıklarından gözlemler
yaşadığım köydeki sandıkta müşahit olarak kendi gözlemlerim ve ilçenin diğer köylerinde müşahitlik yapan arkadaşlarla bir araya geldiğimizde paylaşılan gözlemler üzerinden birkaç şeyi paylaşmak isterim burada. elbette bunlar bir ilçenin sandıklarından gözlemler, her köy için geçerli değildir, yaşanan farklı şeyler oluyor olabilir. ben genel bir dille yazacağım. en azından genelde hiç olmuyor böyle şeyler diyebileceğimiz gözlemler de değiller ve ilçenin hemen her köyünde benzer durumlar yaşandı.
aslında sadece karşı hamle olarak şüpheli bulunan durumların yanında, işleyişteki aksaklıklardan ötürü sonuçlara yansıyan pek çok sorun yaşanıyor. o yüzden öncelikle, iki haftadır konuştuğumuz gibi küçük yerleşim yerlerinde müşahitliğin önemini vurgulayayım.
1) sandık kurulunda partilerin görevlisi olan kimseler genelde köyün insanı. üzülerek söylemeliyim ki, önemli sayıda kişi bunu seçim düzeninin teminatı olmaktan ziyade belli bir ücret ödendiği için yapıyor. partilerin de en küçük birime yetecek kadar ilçe örgütü üye sayısı olmadığı için avantajlı oluyor. sandıkların başında doğru düzgün durmuyorlar. bizim sandıkta, ki bunu birkaç arkadaş daha ifade etti farklı köylerden, bir üye dışarıda sofra kurmuş takılıyordu, bir üye jandarmayla muhabbette, bir üye etrafta dolanıp duruyor seçim saatlerinin çoğu böyle geçti. bu anlamda sandık kurulundaki devlet görevlilerine çok iş yükü kalıyor, parti temsilcileri yardım etmediği için. bu da bir süre sonra yorgunluk, dikkatsizlik, darlanmayla gün sonuna doğru bitirip gitme motivasyonunda artışa neden oluyor. yine de hakkını teslim etmek için söylemeliyim, bizim sandık kurulu başkanı ve diğer devlet memuru kusursuza yakın iş yaptılar.
tutanakları imzalatmak için sürekli seslenip birilerini çağırmak, beklemek zorunda kalınıyor. eve gidip gelenini gördük. tek sandıklı köyde bizim işlerimiz akşam 11'de bitti mesela. sayım sonucunu duyup vın. başka sandıklardan arkadaşlar tutanak almadan giden, çeteledeki sonucun fotoğrafını çekip bu yeter diye giden pek çok kişiyi anlattı sandık kurulundan.
2) çoğu köyde okul binası kullanıma kapalı. sandıklar 5-6 m2'lik olsun diye yapılan temsili köy odaları, muhtarın odası gibi yerlerde yapılıyor. köy kahvesi kullanılıyorsa şans diyebilirim. bu kadarcık yere hem kabin, hem sandık kuruluna masa, hem müşahitlere yer bulup insan akışını sağlamak zor oluyor. çoğu sandık kurulu başkanı müşahitlerin kapının dışından izlemesini söylüyor. sandık kurulu bile tam sayıyla sığmıyor bazı yerlerde.
3) sandık kuruluna köyden insanlar geliyor demiştim. seçim başlamadan yapılan ilk sayımlar (zarf, pusula, mühürleme vs.) asla bitmiyor. hem ne yapacaklarını bilmediklerinden, tekrar tekrar saymalardan, dağınık olduklarından hem de yukarıda dediğim gibi iki kişiye kaldığından. bizim sandıkta saat 10 olduğunda pusulaların bir kısmı hala mühürleniyordu, biz gözetlediğimiz için ve bir aksilik görmediğimiz için izin verdik. muhakkak mühürlenmeleri daha önemliydi çünkü. kimi sandıklarda akşama bırakıldığını söyledi arkadaşlar. sabahki sayım işleri akşama kalınca da tahmin edersiniz ki her şey birbirine giriyor.
4) işin yapılışına müdahale. daha önce başka bir entry'de de bahsetmiştim köydekilerin iş yapma biçimlerinden. kurallara uymak vakit kaybı, boş iş gibi geldiğinden çoğu şeye gerek yok, biz gördük işte gibi geçiştirmek üzere müdahale ediyorlar. bir örnekle açıklayayım. bizim sandık açılınca zarflar tek tek sayılıp dizildi, sayı not alındı. sonra içinden pusulalar ayrılarak ters bir şekilde dizildi. pusulaların da sayılması gerekiyordu ama sandık kurulundakiler ya hepimiz gördük işte zarfı saydık vs diye baskıyla saydırmadılar pusulaları. bizde sorun çıkmadı ama yan köydeki arkadaşlar kriz yaşadılar. tam da aynı şey yapılmış ama gün sonunda tutanak tutarken hesaplıyorlar hesaplıyorlar iki oy eksik. zarfların içinde iki pusula kalmış. en baştan zarfları tek tek kontrol edip pusulaları bulup tekrardan sayım yapmak zorunda kaldılar. sabah 7'den akşam 11'e kadar orada durup bu işleri yaptıktan sonra çile bunu yapması. bir de üzerine bunu yaparken sandık kurulunun darmadağınık olduğunu katın hesaba.
5) sandık kurulundaki köyden temsilcilerin işin yapılışına müdahalesiyle ile ilgili diğer sorunlarsa oylar kullanılırken ortaya çıkıyor. kimliğiyle gelmemiş mesela, ya biz onu tanıyoruz falancanın kızı bırakın kullansın. ya telefonu ne bıraktırıyorsun bir şey olmaz. imza atmadan gitmiş biri mesela, ya o benim kayınço bir daha gelirse görürüz. buna da eşimin köyünden bir örnek vereyim: ambulansta oy kullandırdılar, ambulansta. hastaneden çıkarmışlar köye getirmişler yaşlı bir çift. normalde hiçbir materyalin odadan çıkmaması lazım. müşahit arkadaşın bütün itirazlarına rağmen köydekilerin baskısıyla yapıldı bu. seyyar sandığı da bilmiyorlar başvurmamışlar. ambulanstan önce nineyi indiriyorlar, amca içerde kapıyı kapatıp oy kullanıyor sedyede. sonra amcayı indiriyorlar nineyi koyuyorlar o kullanıyor. bunun sandık kuruluna zaman açısından eksisi, dikkati dağıtması, olur mu olmaz mı tartışması, ambulansın içinde ne oldu bitti bilmiyoruz. ya varsın bu durumda insanlar oy kullanmasın.
6) refakatçiyle girme muhabbeti. genelge çok açık bu konuda ama yaşadığımız ilçedeki hakimden "yaşlılık engel değildir" diye görüş alıp uygulatmak zorunda kaldık çoğu sandıkta. kaldı ki buna rağmen çoğunda da işletilemedi. anam yaşlı gireyim, babam neye basacağını bilemez gireyim. tabii her partinin köyden temsilcisi de kendi yandaşı olduğunu bildiği kişiler konusunda birden köpürüyor. yine hakkını teslim edeyim bizim sandık kurulu başkanı asla taviz vermedi, 18 farklı partiye oy 15 boş oy çıktı. hiçbir şey bilmeyen teyzelere bile tane tane anlattı. teyzelerin çoğu kabinlerden ben bunları bilmiyorum resmini beğendiğime basıyorum dedi. sandık kurulu başkanı olsun bas dedi ama ne kendi girdi ne de başkasını soktu kabine. olması gereken de buydu. yine de diğer köylerdeki müşahit arkadaşların en çok şikayet ettiği konu refakatçilik. herkes birbirini tanıdığı için ve kendi düzenleri çok baskın olduğu için müdahale çok güç oluyor. diğer sandık kurulu başkanlarının da çokça taviz verdiğini anlattı arkadaşlar. bir de genç nüfusu çok az köyler var. aslında bir refakatçinin bir kez eşlik etmesi gerekiyor ikinci kişiye giremez. ama anası da babası da çok yaşlı bir kişi giriyor mesela. kime kullandığı ne yaptığı belli değil.
7) az sayıdaki genç insan kabinlere girerken arkadan babalarının seslerini duyuyorsunuz, bu her yerde vardır sanırım "bak! kime basacağını biliyorsun!"
8) sandık kurulundaki köyden temsilcilerin yaşını almış kaynanaları, anneleri geliyor. nasıl yapacağım diye soruyor direkt buna basacaksın diye gösteriyorlar. kadınlar üzerinden ciddi bir yönlendirme var.
9) akşam sayımı ve çeteleler. çile. bunu söylerken ben çekiniyorum ama saymayı bilmeyen insanları oturtuyorlar sandık kurullarında. biz müşahit olduğumuz için çeteleler tutsa bile bizimki geçerli sayılmıyor, sandık kurulunda tutulan iki çetelenin birbirini tutması gerekiyor. haydi baştan say anam say. köyden izleyenlerin sayıma müdahalesi hayır fazla saydın, eksik saydın. biz akp'ye iki oy kazandırdık bu itirazlara müdahale ettiğimiz için (keşke de susaydık).
10) zarf ve pusulaların uygun şekilde paketlenip torbaya konulması. zaten bu noktada kimse kalmıyor odada. neyi nereye koydu, geçersiz oyları ne yaptı, tutanağa yazdı mı, kaç yazdı kimsenin baktığı yok. tutanaklara da dediğim gibi sandık kurulu üyelerini ara ki bulup imzalatasın. partilerin bu konuda çok büyük eksikliği var, bilmiyorum nasıl çözülür. bir eğitim verilmeli, hatta belki seçim sonu sandık kurulu başkanından sandık kurulundaki parti üyeleri ile ilgili geri bildirim alınmalı ve o kişiler bir daha yapamamalı bu görevi. müşahitler olmasa ve müdahale edilmese kara düzen. genelgeyi doğru düzgün bilmeyen sandık kurulu başkanları bile anlatıldı. haa öyle miymiş deyip düzeltiyorlar yaptıkları işi. diğerleri zaten ya ne genelgesi biz hep böyle yapıyoruz modunda. şunu da duyduk " biz 20 yıldır bu işi böyle yapıyoruz, gelip bozmayın." bunu diyenin hangi partinin temsilcisi olduğunu da tahmin edersiniz zaten :)
benim köyde diğer müşahit arkadaşımız son anda küçük bir kaza ile kolunu kullanamaz durumda olduğu için iki kişi durmuştuk ilk turda. bu sefer ben başka bir yere gideceğim. akp sayesinde çiftçiden alım fiyatlarının diğer köylerden yüksek olduğu ve buzhane gibi yatırımlarla "şahlanıp" belde olan bir yere. bakalım neler yaşayacağız. -
ma'at
normalde nordik mitolojiye düşkün olmama rağmen açık ara en sevdiğim tanrıçadır.
adalet, hakikat ve ahengin genç bir kadınla temsil edildiği, sembolleri bir terazi ve devekuşu tüyü olan bir tanrıça. inanışa göre ölenlerin kalbi yani ruhlarının olduğu yer önce abubis tarafından maat'ın tüyüyle terazisinde tartılıyor. bir kesede kalp bir kesede tüy. kalp tüye denk ağırlıkta ya da daha hafif gelirse aaru'ya yani osiris'in krallığı olan cennete kabul ediliyor. kalp daha ağır gelirse ruhu daimi olarak yok ediliyor. yeniden doğum ve mahşer günü çok önemli tabii bu inanışta. kalbin tartılması seremonisinde maat için yapılan ritüeller de bir o kadar önemli.
doğanın insan zihnine kaotik görünen düzeninin insanlar arasında sağlanabileceğini de vurgulayan bir konsepttir aynı zamanda. kendi açımdan bu inanış kendi yolum üzerine düşünürken beni zor şartlarda bırakacak olsa bile kalbime uygun hareket etmek konusunda motivasyonum düştüğünde merkezime dönmeme yardımcı oluyor.
bir zamanlar bendeki yansımasına dair bir şey çizmiştim. çalışma masamın üstünde asılı durur ve benim için bir hatırlatıcı niteliğindedir. şuraya da bırakayım :)
bir de çok sevdiğim bir ablamın aynı şekilde maat isimli bu konsepte ithafen yazdığı şarkısı bana bazı prensipleri hatırlatmada mantra niteliğinde, sık sık dinlerim kendimi kayıp hissettiğimde. kendisini zaten çok severdim, maat ile ilgili şarkı yaptığında garip bir sözsüz yoldaşlık hissetmiş ve çok heyecanlanmıştım. onu da buraya bırakayım :)
"keep it light as a feather and fly away." -
!kılıçdaroğlu babala tv yayını
bu yayını da izledikten sonra toplum olarak sorun yaşadığımızı düşündüğüm birkaç şeyden iyice emin oldum sorular üzerinden.
- fikir değiştirme hakkımız kabul görmüyor. insanı ufku açılabilen bir varlık olarak tanımıyoruz. soruların çoğu dün öyle dediniz bugün niye böyle diyorsunuz minvalinde. birbirimize de böyle yaklaşıyoruz çoğunlukla. hatamı gördüm, fikrim değişti, eksik düşünmüşüm, büyük resmi görememişim vs. bunlar nedense samimiyetsizlikle bağdaştırılıyor, inandırıcı gelmiyor. programdaki en belirgin örneği 28 şubat çerçevesinde sorulanlar. birini dinleyip kendi fikrimizi değiştirebileceğimiz ihtimaline de tedirginlikle yaklaşıyoruz. sanki fikrimiz değişirse önceden söylediğimiz her şeye ayıp edecekmişiz ya da sahtekarlık olacakmış gibi.
elbette yanardönerlikle fikir değiştirmenin arasında bir fark var, bunu da samimiyet testine sokarak, karşımızdakinin ne dediğine, değişen fikrini nasıl açıkladığına bakarak anlayabiliyoruz zaten.
- aslında kendi yaşamımızı etkileyen, gündelik hayatımıza yansıyan gündemleri siyasetle ilişkilendirememek. soruların tamamı medyatik. karşına muhalefetin cumhurbaşkanı adayı gelmiş, yirmilerinde genç birisin. soracağın, dertlendiğin bir sürü şey var pkk da pkk. bu anlamda en sevdiğim soru yayının sonunda herkes ayaklanınca kütahya ilçe örgütünde yaşadığı sorunu dile getiren genç oldu. kılıçdaroğlu'nun cevabı da sonda kaldığı için kaçmamıştır umarım. toplanın, inisiyatif alın, örgütlenin örgütü domine edenleri devirin, siz genç değil misiniz nasıl gücünüz yok dedi. dört dörtlük cevaptı bana kalırsa.
- yukarıda söylediğimden yola çıkarak gördüğüm bir diğer şey "her şeyi devletten beklemek". biz bir kağıda mührü basalım gerisini yetki verdiklerimiz halletsin. e sen neredesin? diyebiliriz ki onlar bu iş için bir dolu maaş alıyor yapacaklar tabii. başlı başına yurttaşların kendi yönetimine katılacağı bir sürü mekanizma var. dahil olsan ne gerek var bu kadar maaş almalarına diyeceğimiz noktaya da geliriz belki. pkk da pkk. hiç sokağa çıkıp artık şu sorunu çözün dedin mi? bu işlere çok para harcadınız dedin mi? eşek yüküyle vergi ödüyoruz bir kere hesap sorduk mu? pkk da pkk.
- herkesin üniversite diploması var. çoğunluk telefona bakıyor. iki cümleyi bir araya getirip soru soramıyoruz. soracağımız soruya dair ifade etmek istediğimiz üç beş cümlelik öncül bilgiyi kafadan söyleyemiyoruz. bu bana gerçekten merak ettiklerimizi mi soruyoruz diye düşündürüyor tekrar.
- genç kuşağın partisine bakmadan iyi kötü hepsinin iklim krizi konusunda duyarlılığı ya da bilgisi var. bir kişi de çıkıp mutabakat metninde bu konuyla ilgili sıkıntıları sormuyor. et üreteceğiz diyor kimse demiyor ki sürdürülebilir yapacak mısınız, hayvansal ürün endüstrisinin iklim krizine etkisini göz önünde bulundurdunuz mu bu formülü geliştirirken? samandağdan bilmem nereye kadar sanayi bölgesi, madenler şunu bunu yapacaksınız. millet madene karşı orman işgal ediyor siz bunu hiç düşünmediniz mi? ya siz bilmem kaç maddelik metin yazmışızsınız çıkıp bir kişi de bu metni sormadı, niye anlatamadınız diyen bile yok. pkk da pkk.
ben çok böyle cümleler kurmam da dayanamıyorum bu kez, allah bu aptallığın karşısında hepimize sabır versin. -
!en büyük korkunuz nedir?
yapmam talep edildiğinde hüngür hüngür ağlama, kalp çarpıntısı, sadece ellerde değil tüm bedende titreme, boğazda düğümlenme, dizlerin tutmaması gibi aşırı tepkiler verdiğim bir korkum var. onun dışında da hiçbir şeyden korkmadığımı iddialı bir şekilde söyleyebilirim.
korkum: basamak araları boş olan merdivenlerden inmek çıkmak, tahtalarının arasında mesafe olan köprülerden ve aralarında boşluk olan kayalıklar gibi yerlerden geçmek.
merdivense ağlaya ağlaya oturarak iner ve dizlerimin üzerinde sürünerek çıkarım. köprüyse hava buz gibi olsa da sudan geçerim. kayalıksa aralarına girip diğerine tekrar tırmanarak geçerim. bu konu ile ilgili beni vurun daha iyi noktasındayım ve tedavi bile olmam hakkında konuşmak istemem.
arkadaşlarımın elinde buna dair viral olabilecek potansiyelde videolar var yapmak zorunda kaldığım anlardan. bu arkadaşlarım ve elimi tutup zorla geçirenler, arkamdan itenler kara listemde. -
!14 mayıs gecesi dinlenebilecek parçalar
link
boğazında kalsın. -
!toplu taşımada yaşlılara yer verilmeli mi?
belki kahveden dönen amca bütün gün hoş beş edip piştirik oynamıştır ama 30 yıl zor koşullarda çalışıp emekli olmuş hayatın yorduğu biridir ve bu emeği verdiği yıllarda tutulduğu kemik erimesi, romatizma gibi dışarıdan görmediğiniz dertleri vardır.
belki o teyze gezmelerden dönüyordur ama beş çocuk doğurup büyütmüştür ve astım hastasıdır, bunca emeğine rağmen yine emekli maaşından üç beş torunlarına bir şeyler almaktan dönüyordur.
belki o gördüğün türbanlı kadın (yaşlılardan ayırdığın için genç olduğunu varsayıyor ve sen türbanlılığına değdiğin için değiyorum) hiç de istemeyerek aile zoruyla türban takıyordur ve senin gibi bir anarşisttir kalpten.
bağırarak konuşuyorsa belki kulağı duymuyordur.
şövalye yüzüğü, tuğralı yüzük, göktürklü yüzük vs. takıyorsa bu onun kendi dünyasıdır. birileri de sana atıyorum lucifer dövmeli, küpeli, renkli saçlı, kısa etekli, garip grup tshirtlü olduğun için yer vermiyordur, hak mı bu?
toplu taşımada birine yer vermek, bir döngüdür. bugün sana yarın ona. kaldı ki yaşlılara yer vermek de bir döngüdür, yukarıda bahsettiğim insanlık durumları birinin yaşına ya da tipine bakılarak bilinemeyeceği gibi bu yaşlı insanların gençken kaç kişiye yer vermiş olabileceği de bunlara bakarak bilinebilecek şeyler değildir.
imanımızın gevrediği şu popüler tabirle kutuplaştırmayı tersine de yapmasak iyi olur. toplu taşımada ayakta yolcu almayı eleştirelim mesela, ayakta yolcu almayı gerektirecek kadar az aracın olmasını, şehrin bu kadar kalabalık olmasını, ayakta yolcu kapasitesi kurallarla belirlenmiş olmasına rağmen aracın dışına taşacak kadar yolcu alan şoförü falan eleştirelim mesela. ama insanları ayrıştırıp tipine göre muamele etmeyi ve ötekileştirmeyi yaşa hürmet, ihtiyacı olana destek gibi birbirimizi görmeyi hatırlatan eylemlere sokmayalım.
kimliğe göre muamele epeyce normalleşmiş olabilir bu memlekette ama normal değil. toplu taşıma gibi hizmetleri toplumun ihtiyaçlarına uygun olarak alabiliyor olsak kimse kimsenin tipine bakmaz. nefreti ya da toplu taşıma gibi kamusal ihtiyaçların karşılandığı alanlarla ilgili hoşnutsuzlukları aynı senin gibi o aracı sadece kullanan sıradan vatandaşa yöneltmek işin kolayı. hakkını arayacağın ve alamadığın hizmetin hesabını keseceğin onlar değil, kamu görevlileri ve ulaştırma politikaları, harcamaları, stratejileri.
tabii ki tersine çok yorgunsan ve oturuyorsan kimseye yer vermene gerek yok. seni yargılayan gözlerle bakan biri varsa somurtmak yerine iletişim kurarsın, dersin ki amca çok yorgunum okuldan geliyorum ve açım. ayakta durursam bayılabilirim. kimse de bir şey demez bu hale. iletişim ve birbirimizi görmek asıl konu. vermediği hizmet yüzünden milleti birbirine düşürmek bu 20 yılın yönetim kumpası, inadına düşmemek lazım buralara. bu toplumda herkes acınası halde, herkes yorgun. acınası halde olmayanlar da jeep'e biniyor zaten.
ve ama onlar bana aynısını yapıyor gibi bir cevap varsa da aynı davranışla cevap vermek pek vasat bir karşılık. balık bilmezse halik bilir. halik öyle bilir ki sen yaşlandığında bir yer verinin olur. -
unutulmuş türkçe kelimeler
kümge: toz, çöp, pislik kimi yerlerde gübre, tezek yerine de kullanılıyor.
yörükler, türkmenler hala kullanıyor. çanakkale - balıkesir köylerinde yaygın. -
şalvar davası
*** fazlaca spoiler içerir***
aristophanes'in lysistrata adlı eserinden sinemaya ve türkiye'de zamanın mevcut durumuna uyarlanan harika bir film. 1983 yılında kartal tibet yönetmenliğinde çekilen filmin başrol oyuncuları müjde ar ve şener şen. pek tabii sinemanın halil ergün, ihsan yüce, tuncay akça, gökhan mete, pembe mutlu, ayten erman, sırrı elitaş, sevil üstekin gibi kıymetli oyuncuları da oynamakta. bu noktada başarılı bir uyarlama ortaya koyan filmin senaristi, asılacak kadın, kupa kızı, çıplak vatandaş, namuslu gibi müjde ar ve şener şen'in oynadığı filmlerin yönetmenliğini ve senaristliğini yapmış olan başar sabuncu'yu saygı ve rahmetle analım.
sayamayacağım kadar çok güldüğüm şener şen mimiği var filmde ve konusu itibariyle de çok seviyorum filmi. köyde kadınlar ağanın tarlasında çalışıyor, çocuk bakıyor, ev işlerini yapıyor, su taşıyor ve yetmezmiş gibi her akşam kocalarının uçkuru yüzünden cinsel ilişkiye zorlanıyorlar. köyde herhangi bir gebelikten korunma yönteminden bihaber olunduğu için devamlı hamile kalıyorlar, köy çocuk dolu. erkekler kadınlar hamileyken de rahat durmadığı için bu süreçte de ayrı zorlanıyor. erkeklerse sabahtan akşama kahvedeler, nerede kadın görseler göz dikiyor akşamı zor ediyorlar. köyün ağası ömer (şener şen) bu durumdan çok memnun. hem tarlasındaki işler yürüyor hem de gelecekte bu işleri yapacak yeni işçiler büyüyor.
elif (müjde ar) ise vaktiyle kocası ile beraber şehre gitmiş, orada kocası bir iş kazası nedeniyle vefat edince evini, bahçesini satmak niyetiyle köye dönüyor. artık kılığı kıyafeti, düşünceleri, konuşmaları değişmiş. köye geldiğinde tüm erkekler başına üşüşüyor, başta ömer ağa olmak üzere.
evinin önünden geçen kadınların halini gördükten sonra evi satıp gitme planını biraz ertelemek zorunda kalıyor. kadınların evlerindeyken bu durumdan kurtulması için birkaç çözümü deniyor. mesela kasabadaki doktordan gebeliği önleyici yöntemlerle ilgili afişler, broşürler alıyor. kadınlara prezervatif dağıtıyor, ağa önlerini kesiyor. yataklara uzanan çanlar bağlıyorlar ve kim çanı çalarsa onun evine bir bahane ile gidip kadınları dışarı çıkarıyorlar, ağa fark ediyor bu yöntem de yalan oluyor. ertesi akşam kadınlar sağlam bir dayak yiyerek yine yatağa girmek zorunda kalıyor. iş şiddete varınca artık kadınlar evlerdeki silahları alıp çocukları da evde bırakarak elif'in evine sığınıyor ve şenlik başlıyor.
çocukların bakımından tarlada çalışmaya, su taşımaktan yemek yapmaya tüm işler bir anda erkeklere kalıyor. erkeklerin kadınların yaptığı her bir işi yaparken pes ettiği yerlerde ömer ağanın tekrarladığı bir repliğin film içerisinde akıp gitse de çok etkili olduğunu düşünüyorum. her seferinde:
"ya bunlar kadın, kadın halleriyle bu kadar işi yapıyorlardı da siz niye yapamıyorsunuz?"
"ama onlar kadııın…"
"e siz de erkeksiniz!"
ömer ağa için kimin sömürüldüğü önemli değil, ömer ağa tarlasındaki işlerin sekteye uğramamasını istiyor sadece. evinde iki kadın var ve o bu dertlerin hiçbiriyle karşılaşmadığı için anlamıyor da aynı zamanda. burada, erkeklerin pes ettiği noktalardaki diyaloglarda sınıfsal farklılıklar da pek ince işlenmiş.
ne yapsalar etseler kadınları elif'in evinden alamıyorlar. bir de silahlı kadınlar tabii. ağa iyi kötü çocukların bakımından yemek derdine, sırf çalışsınlar diye yardımcı olmaya çalışıyor. ama erkeklerin tek derdi bu değil ki, kadınlar en çok da cinsellikle ilgili başlarını yakıyor. artık pes edeceklerini gördüğü yerde ağa iki günlüğüne ortadan kayboluyor.
burada biraz halil ergün'ün oynadığı recep karakterine parantez açalım. kasabaya tamirat için gelen recep bu çatışmanın ortasında kalıyor, kadınların bu yöntemi ile ilgili biraz inançsız amma elif'e de vuruluyor tabii. arada kadınların suyu bittiğinde falan destek oluyor, arabuluculuk deniyor. tam da ağanın gittiği noktada bu iki tarafı kahvede bir araya getiriyorlar. kadınların talepleri sert:
resmi nikah, düzgün davranış, tarla ve ev işlerinin ortak yapılması, aralıklı doğum, hamile kadınların son iki ayında cinsel ilişki yasağı gibi talepleri var. erkekler kabul etmeyince masayı dağıtıp çıkıyorlar.
ağanınsa yeni bir çözümü var: köye iki tane seks işçisi getirmek. erkekler bir anda işkolik oluyor. tarlada çalışan erkekler mesai bitiminde bir bilet alıyor ağadan, kadınların olduğu yerde mührü bastırıp güle oynaya cinsel ilişkiye giriyorlar. kadınlar bu hali görünce pes eder gibi oluyor, evlerine dönmeye karar veriyor ama iş işten geçmiş. geri döndüklerinde elleri başlarında otururken recep'in aklına bir fikir geliyor: şap.
ağanın eşlerinden hatice'nin yardımıyla erkeklerin çorbasına şap ekleniyor. halleri perişan, ne bilet istiyorlar ne mühür. seks işçilerinden biri belki de gönlün sadece eşini istiyordur deyince erkekler artık tamamen pes ediyor. ağaya da karşı geliyorlar.
elif ve recep kadınlara nasıl davranmaları gerektiğini öğretiyor, diğer tarafa da erkeklere karşı nasıl bir duruş sergilemeleri gerektiğini. toplu nikah kıymaya gidiyorlar ve film tarlada herkesin hep birlikte çalıştığı bir sahne ile bitiyor.
kısaca lysistrata ile farklılıklarından bahsederek sonlandıralım.
şalvar davası'nın temel sorunu kadın, toplumsal cinsiyet, eşitsizlikler, köy yaşamının zorluklarının kadınların omuzlarında oluşu. lysistrata'da kadınlar bu eylemleri bitmek bilmeyen savaşı (bkz: peloponez savaşı) bitirmek için yapıyor.
lysistrata, savaşta olan çeşitli şehir devletlerinden kadınları bir araya toplayarak sevişmeme yemini ettiriyor. tüm kadınlar erkeklere cinsel ilişki ile ilgili karşı koyarlarken atinalı kadınlar akropolis'i ve parthenon'da saklanan devletin yedek akçesini ele geçirerek atina'yı savaşta zor duruma sokuyor. en nihayetinde planlarını uygulayarak barışı sağlıyorlar.
temel odağın cinsellik olmasıyla beraber her iki eserlerde de kadınların direnişi ve erkeklerin yönettiği bir ortamda kendi rollerini oynamamaya karar verdiklerinde nasıl bir değişim olduğunu görüyoruz. şalvar davası bu anlamda mekânsal ve zamansal olarak konunun çok iyi işlendiği, önemli replikleri ve soruları barındıran başarılı bir uyarlama. -
apag
adult performance artists guild (apag) yetişkin film sektörü oyuncularını, striptizcileri, içerik üreticilerini ve aktarıcılarını, platform çalışanlarını, telefon seksi operatörlerini, webcam performansı yapanları ve seks işçilerini temsil eden bir sendikadır.
kendisi de bir yetişkin film sektörü aktörü olan sean michaels'in ilk başkanı olduğu sendika, mayıs 2021'de birleşik devletler tarafından tanınan ilk pornografik işçi sendikası olma özelliği taşımaktadır. 2018 yılında yine 20 yıla aşkın süredir sektörde çalışan alana evans başkanlığı devralmıştır. 1,402 üyesinin olduğu bilinmektedir.
- endüstri genelinde uygulanacak sağlık hizmetleri, emeklilik birikimi, ücretlerin iyileştirilmesi, çalışan haklarının genişletilmesiyle ilgili çalışmalar yürütmek,
- mesleki ayrımcılıkla mücadele etmek,
- yetişkin eğlence sektöründeki yapımcı şirketlerin, kanun koyucuların ve sosyal medya platformlarının dahil olduğu anlaşmaların parçası olmak,
- resmi kurumlarla endüstriyi etkileyebilecek yeni yasalar üzerine görüşmeler gerçekleştirmek,
- çoğu bağımsız sözleşmeci olan sendika üyelerinin lehine işçi sözleşmelerinin düzenlenmek.
- oyuncu rıza kontrol listesi formlarının ve tecrübeli eski oyuncuların film çekimlerine dahiliyetiyle gerçekleştirilecek set görevlileri programını teşvik etmek.
- ücretlerin ödenmesini teminat altına alınması, sosyal güvenlik sistemine kayıt imkanının sağlanması ve oyuncular için yapımcı şirketlerin std testlerini ödemesi gibi hakların sağlanması için çalışmak,
- onlyfans gibi çevrimiçi işçilik için bilgilendirmelerin yapılması, instagram ve twitter gibi platformlardan seks işçileri tarafından üretilen içeriğin kaldırılmasına itiraz etmek üzere pazarlıkları sürdürmek
bu sendikanın çalışma alanlarından bazıları. web sitesinde ayrıntılı bir tüzük bulunmaktadır ve incelemeye değerdir. -
daha güzel yaşamak parayla mı?
öncelikle şunu söylemeliyim:
omlet yaparken başlayan bir düşünce silsilesi ya da yağmurdan kaçarak yaşanan bir akşamüstünün canlılığıyla paylaşılanlarla tahminim diğerleri de kendi yaşamlarından tecrübelerle yola çıkılarak yazılanları keyifle okudum. ben de, bu haller çok hoşuma gittiğinden bir günden yola çıkarak yazayım.
açılan kimi başlıklarda verdiğim örneklerde denk gelen olmuştur, köyde yaşayan bir yazarım. buraya gelişimin en üst başlık olarak gerekçesi elbette doğal, sade ve küçük bir yaşamdı. büyüdüğüm şehirde buraya gelişime kadar yaşadığım hayata bakılırsa da bunu büyük ölçüde başarmış durumdayım. beş yıldır buradayım. yaklaşık bir buçuk yıldır da bir ilişkim var. birlikte yaşıyoruz. sevgilim gelene kadar karşılayabildiğim en lüks şeyler internet faturam ve birlikte yaşadığım bir köpeği doyurup sağlık giderlerini karşılayabilmekti. sevgilimin gelişiyle bunca yıldır kullandığım otostop yöntemi yerine motorsiklete binebilmek ve + iki kedi ve bir köpeği daha besleyebilmek lükslerim sıralamasında ilk ikiye yerleşti.
bunca küçülme merakına rağmen, bu küçük hayatımda maddi olanakların sağladığı bu iki lüksten baya memnunum ve hayatımı da daha güzel yaptı açıkçası. örneğin, motorsiklet bizim için ihtiyaçları temin etmenin yanı sıra kendimizi dağlara vurmak için de çok önemli bir hale geldi. yürekleri köyü de geçip iyice yabana çekilmek isteyen bu çift için bu hayalle bağlantıda kalmak ilişkiyi de canlı tutuyordu. mesela benim yaratıcılığımı tetikliyor, onun için de gündelik yaşamdan kaçıp nefes almak için bir aralık yaratarak motivasyonunu artırıyordu. bu arada, her ikimizin de bolca yalnız geçireceği zamana ihtiyacı var, oluşumuz böyle. motorsikletin bize bu alanı tanımak açısından da çok önemli bir katkısı vardı.
bir noktada maddi olarak zorlandığımız için motorsikleti sattı. bu süreçte kimi zaman eş dosttan pazara gidip gelmek için ya da birkaç günlüğüne emanet araç aldığımız oldu. ama dağ yollarına emanet vurulmaz, orman gezilerimiz sonlandı tabii. aylardır çalışılan saatlerin haricinde ihtiyaçları karşılamak için pazara gidip gelmek veya köy içi dolaşmak dışında evdeydik.
yaklaşık iki ay önce uygun fiyatlı bir motorsiklet denk gelince, taksitli olması şartıyla karşılama hesap kitabını da yapınca bir motorsiklet edindik. ama iki aydır elimizde olmasına rağmen bu gezileri çoktan unutmuş halde garip bir rutinin içinde sıkılıp duruyorduk. ben doğru düzgün yazmıyor boyalarıma dokunmuyorum, o da aylardır oltayı şurasını burasını tamir etmek bahanesiyle bile eline almıyor mesela.
geçenlerde uyanınca tabiri caizse kafası geldi ve yola çıktık, dağın öte yüzüne. akşam saatlerinde eve vardığımızda ruhumuz yıkanmış gibiydi. dün o balık tutmaya gitti ve gözlerinin içi gülerek döndü, ben de birkaç gündür yeni bir resme girişmiş durumdayım. canlandık, içimiz gıdıklandı, neşemiz yerine geldi.
rutinlerine aşırı düşkün biri olarak rutinin de "daha olanı" sağlayabileceğini düşünüyorum. rutinlerimi uygulamak benim "daha sağlıklı" olmamı sağlıyor mesela. angelo'nun yazıda parmak basmak istediği şeyi doğru anladıysam buna biraz da katılarak, ister maddiyatla karşılanabilir olsun ister ruhani bir deneyim onu akıl etmedikçe, istemedikçe, aramadıkça, peşine düşmedikçe pek de gerçekleştirilebilir olduğunu düşünmüyorum. buna rutin de dahil ki bir rutini bilinçli olarak sürdürebilmek için sıkı bir motivasyon gerekiyor, eğer daha'nın peşindeysek. benim anlattığım hikayede para aslında daha güzel yaşamamızı sağlayan bir rutinin gerçekleştirilebilmesi için bir araç. fakat iki aydır evin önünde duran motorsikleti birinin dağ patikalarına doğru sürmeyi akıl etmesi gerekiyordu.
acaba ismail angelo'nun gördüğü gibi gerçekten alışkanlıkla mı yapıyor bunu yoksa hayatının "daha …" olmasına katkısı var mı bu rutinin? sanırım burada da angelo'nun ismail'i bizden daha iyi tanıyor olmasının bunu bir alışkanlıkla yaptığını söylemesinde etkisi var, bu bilgiye sahip oluşuyla ortaya koyduğu yargılar biraz üstten bir dil duymamıza neden oluyor gibi gibi.
bir de, ilk elden başlığı okuyunca aklımıza gelenler, yazdığın konuyu okurken birer gözlük takmamıza sebep oluyor ister istemez. "para" kelimesi hafiften gölge düşürüyor sanki. benim "daha güzel yaşamak parayla mı?" cümlesine yazından azade vereceğim yanıtlar çok daha farklı olurdu. bu açıdan uğur ismail'i görüyor ve artırıyorum. *** -
romatoid artrit (ra) nedir?
yaşam boyu benim de bedenimde ve ruhumda etkisi olacak hastalık. ben hediye olarak görüyorum. ancak sağlık tavsiyesi vermekten çok korktuğum için bunu anlatmayacağım. belki tavsiye niteliği taşımayacak bir şekilde ifade edebileceğime inanırsam yazarım altına bir gün. peki, nedir bu türkçe'de iltihaplı eklem romatizması olarak da bilinen romatoid artrit?
romatoid artrit, eklemlerde iltihap, şişkinlik, ağrı ve ileri seviyelerde şekil bozukluklarına sebep olan, bağışıklık sisteminin gereği gibi çalışmamasıyla eklemlere "saldırarak" sinovyum adında eklem sıvısı sağlayan zarların astarına zarar veren kronik otoimmün bir hastalıktır. genellikle el, diz ve ayak bileği eklemlerinde görülür ve çoğunlukla vücudun iki tarafındaki eklemleri de (her iki el, her iki diz gibi) etkiler. sadece bununla kalmaz, bazı hastalarda gözler, kalp, dolaşım sistemi akciğerler gibi vücudun diğer bölgelerinde de sorunlara neden olur.
sevgili doktorumun bu hastalık için mottosu: öldürmez süründürür ki yüzde yüz katılıyorum.
hastalığın olayı şu:
normalde bakteriler, virüsler gibi dış güçlerle mücadele etmeye programlı bağışıklık sistemim zannediyor ki dış güçler beni ele geçiriyor. gidiyor bedenimin öz evladı hücrelerime saldırıyor. iltihaplı kimyasallar salgılıyor, eklemlerimin sorunsuz hareket etmesini sağlayan dokulara atağa geçiyor. aslında ortada hiç mevzu falan yok, iç mihraklık bir durum da yok. velhasıl, sinovyum dediğimiz bu yapı iltihapla beraber kalınlaşıyor. eklemlerde kızarıklık, şişlik başlıyor ve allahım maçı bitir dedirtecek ağrılara sebep oluyor.
bunlar bir romatoid artrit hastasında en görünür belirtiler. ancak bu hastalığın görünmeyen pek çok etkisi de var. kronik halsizlik, yorgunluk, brainfog diye anılan bir tür dalgınlık hali (annemin idrak edemediği şeylerden biri mesela kızım sen beynini mi aldırdın dediği noktalarda bu halde olduğum), sabahları uyandığınızda kişiye göre değişmekle birlikte bir süre vücutta ciddi bir katılık hissi, eklemleri hareket ettirememe, genellikle iltihap nedeniyle bu hastalıktan muzdarip olmayan kişilere göre vücut ısısının yüksek olması. yaşam kalitesini ciddi anlamda düşüren şeyler bunlar.
bir de alevlenmeler (flare) var. bir çeşit atak gibi görebiliriz bunu. ra semptomları gelip gidici, geldiği zamanlarda bu flare dönemleri. günlerce de sürebilir aylarca da. kimi zaman işe gidebilecek düzeyde yaşarsınız bunu kimi zaman ağrıdan kendinizden geçerek yatağa yapışırsınız. ben gerçekten böyle noktalarda bayılıyor muyum uykuya mı dalıyorum hala emin değilim.
kronik romatoid artritte, parmaklarda eklem deformasyonları nedeniyle şekil değişiklikleri olabiliyor. swan neck ve boutonniere görülen formlardan. benim sol yüzük parmağımda boutonniere formunda deformasyon var, gerçekten hareket kabiliyetini sınırlayan bir şey.
gözlerde kuruluk, ağrı, iltihap, kızarıklık, ışığa hassasiyet, görmede sorunlar; ağızda kuruluk, diş eti iltihabı, enfeksiyon; deride romatoid nodüller; akciğerlerde nefes darlığı, yara ya da iltihaplanma; damarlarda, sinirlerde, deride ve diğer organlarda hasara yol açabilen iltihaplanmalar; kanda normalden düşük kırmızı kan hücresi bulgusu; kalpte kaslara ve çevresine hasar verebilecek iltihaplanma, ileri düzeyde lenfoma gibi çeşitli sorunlara da yol açabiliyor.
bir de kostokondrit (costochondritis) var. kaburgaların göğüs kemiğine yapışmasını sağlayan kıkırdak dokularda iltihaplanma. göğüste ani ve şiddetli ağrıya neden oluyor. kalp krizi geçirdiğinizi düşündüren bir ağrı saplanıyor ancak ağrının yeri itibariyle kalp hastalıklarındaki göğüs ağrısından ayrılıyor. doğrudan ra ile ilgili olan bir şey değil. ancak ra'dan kaynaklanan iltihaplanmanın buradaki kıkırdağa da zarar vermesi mümkün ve romatolojik hastalıklara sahip kimselerde de rastlanıyor. bunu deneyimlemekten biraz korkuyorum.
ben eklemlerimdeki durum dışında yukarıdaki belirttiklerimden gözlerle ilgili olanları deneyimliyorum. gözlerimdeki incecik damarlarda sıklıkla kanamalar oluyordu ve bu nedenle gittim göründüm. sonuç olarak ra kaynaklı aşırı kuruluk ve iltihapla ilgili olduğunu öğrendim.
hastalığın teşhisinde sağlık hikayesinin yanı sıra, fiziksel gözlem dışında kan testlerine ve saptanamayan durumlarda mr ya da ultrason gibi görüntüleme yollarına başvuruluyor. bu görüntülemelerde temelde kemiklerin ne kadar erozyona uğradığına bakılır ancak hastalığın erken evrelerinde bunların saptanması mümkün olmayabilir. bu nedenle kan testlerinde genellikle a'dan z'ye her şeye bakılır ancak özellikle aşağıdakiler gibi romatoid artritle ilişkilendirilen bir takım verilere:
eritrosit sedimantasyon (esr) – yani kırmızı kan hücreleri olarak bilenen ve solunum sistemiyle vücuda giren oksijenin doku ve organlara aktarılmasına vesile olan eritrositlerin tortulaşma ve dibe çökme (sedimantasyon) hızına bakılır. iltihap olduğu takdirde bazı protein yapıları kırmızı kan hücreleri ile daha çabuk buluşur ve daha hızlı çökmeye neden olur. iltihap varlığı, otoimmün hastalıklar ve kanserli dokular için çok önemli bir testtir.
c-reaktif protein (crp) – karaciğerde üretilen bir protein olan bu arkadaşın vücudun enfeksiyon, tümör, travmalara yanıt vermek gibi bir görevi var. crp konsantrasyonunun artması vücut ısısının yükselmesine ve akyuvar sayısının artmasına neden olur. bunu vücut iltihaplanmaya neden olan etkeni ortadan kaldırmaya çalışmak için yapar. sağlıklı insanlarda bu çok düşüktür. ra olduğu durumlarda yüksektir.
romatoid faktör (rf) – bağışıklık sistemi tarafından üretilen bir otoantikor kendisi. antikorlar dış mihraklara saldırırken rf gibi otoantikorlar vücudun kendi hücre veya dokularının bazı yapılarına karşı üretilir, iltihap ve yangıya sebep olur.
anti siklik sitrüllenmiş peptid (anti-ccp) – bu bir antikordur. yukarıda açıkladığımız rf romatoid artrit teşhisinde sıklıkla kullanılsa da buna özgü bir kan değeri değildir. diğer romatolojik hastalıklar, kronik karaciğer hastalıkları gibi farklı durumlarda da kullanılır. bu nedenle romatoid artrit hastalığına daha özgü olan anti-ccp oldukça önemli bir bulgu haline gelmiştir.
rf ve anti-ccp'nin birlikte pozitif çıkması hastalığın önemli bir düzeyde ilerlediğine yönelik bir bulgudur. elbette her ikisinden birinin pozitif çıkması da ileri testlerin yapılması konusunda uyarıcı bulgulardır. ra hastası kişilerin %60-70'inde anti-ccp bulunmaktadır.
haklı olarak diyebilirsiniz ki neden oluyor?
bu hastalık nedeni haaaalaaa araştırılmakta olan ve tam olarak şudur sebebi denilecek bir saptamanın mevcut olmadığı bir hastalık. kalıtsal durumlar, düşme vb. travmalar, hormonlar, bir takım enfeksiyonların uzantısı, bağırsaklardaki bazı durumlar… bu kısım o kadar uzun ve ben o kadar çok okudum ki inanın anlatırken işin içinden çıkamam, üzgünüm.
ra tedavisinin temel odağı iltihaplanmayı en aza indirmek mümkünse durdurmak, semptomları hafifletmek, eklem ve organ hasarlarını önlemek, yaşam kalitesini artıracak önlemler alabilmek ve uzun vadeli sorunları "geciktirmektir."
ağrı kesiciler, steroid olmayan antienflamatuvar ilaçlar (nsaıd), doğal hormon gibi davranarak iltihabı azaltan kortikosteroidler, hastalığı modifiye eden antiromatizmal ilaçlar (dmard) ve hedefli dmard'lar, biyolojikler denilen yine dmard'ların özel, farklı ama oldukça kuvvetli ve çeşitleri olan türü ilaçlar kullanılmaktadır. dmard'ların vücudun mikroplarla mücadele gücünü düşürüp vücudu enfeksiyona açık hale getirdiğini belirtmek gerekir.
ra görünür eklem bozulmaları olmadığı takdirde dışarıdan görebileceğiniz bir şey değil. benim gibi bunla yaşayanlara tek söyleyeceğim, lütfen çevrenizdekileri bilgilendirin bu konuda çünkü biliyorum ki vücudumuz her zaman bizden beklenenleri karşılayabilecek şekilde çalışmıyor. etrafınızda ra ile yaşayan biri varsa da lütfen onunla iletişim kurarken bunu hep aklınızda tutun. kimi zaman matkapla bileklerimizi deliyorlarmış gibi ağrılar yaşıyoruz ve kronik ağrılarla yaşamanın psikolojik yükü gözden kaçırılmaması gereken bir unsur. okuyun, sosyal medyada bu hastalıkla ilgili deneyimlerini paylaşan bireylere bi' göz atın, dinleyin bunla yaşayanları (instagram'a rawarrior yazın ve sadece otoimmün hastalığı olanların yaptığı sayısız meme'i görünce bile şaşıracaksınız)
romatoid artritle ilgili yurtdışında ve türkiye'de çalışan çeşitli sivil toplum örgütleri ve araştırma merkezleri var. daha fazlası için hem kaynak olarak kullandığım hem de daha fazla bilgi edinilebilecek linkleri buraya bırakıyorum.
türkiye'den:
türkiye romatizma araştırma ve savaş derneği , https://www.trasd.org.tr/
(niye savaş dediklerini hala sorguluyor olsam da)
türkiye romatoloji derneği, https://www.romatoloji.org/
dış kaynaklar:
arthritis foundation, https://www.arthritis.org/
american college of rheumatology, https://rheumatology.org/
versus arthritis, https://www.versusarthritis.org/
john hopkins arthritis center, https://www.hopkinsarthritis.org/
arthritis society of canada, https://arthritis.ca/
archives of rheumatology, https://www.archivesofrheumatology.org/
ra warrior, https://rawarrior.com/ -
gangsta's paradise
amerikalı rapçi coolio ve l.v tarafından icra edilen efsane şarkı. çete yaşamından bahseden bu parça dün akp'nin seçim klibinde kullanılmasıyla twitter'ın gündemindeydi ve tabii ki yorumlardan sonra kaldırdılar. cahillik mi desem ilahi adalet mi desem, ne desem :) şurada hala var klip
nakaratı stevie wonder'ın pastime paradise isimli şarkısından alıntılanan bu şarkı başrolünü michelle pfeiffer ve antoine fuqua'nın paylaştığı, pfeiffer'ın eski bir deniz piyadesi olarak bir lisede öğretmenliğe başlaması ve sınıfta sert çocuklarla karşılaşmasıyla yaşanan olayları konu alan dangerous minds isimli filmin soundtrack'i.
1995 yılı u.s billboard'da en iyi satan single'dır. mtv video music awards'da en iyi rap videosu ve filmden alıntılanan en iyi video ödülünü almıştır. grammy'de yılın kaydı ve en iyi solo rap performans ödüllerini almıştır. 90'ların en iyi rap şarkıları listelerinde yer almaktadır.
28 eylül 2022'de coolio vefat ettikten sonra uzun süre yine gündeme oturmuş şarkıdır.
şarkıyı hepimiz biliyoruz ama belli ki akp'liler bilmiyor. bir de bunu görünce uzunun togg sürerken bunu dinlediğini hayal edip epeyce güldüm.
orijinalini unutmayalım