• jean baudrillard'a göre içindeki estetik ögeyi yitirdiğinden beri "hiçten az" olandır.

    bir veczi de şu şekildedir: "hiçbir şeye benzemeyen, beş para etmez bir sanat hiçbir şeye benzememeye çalışmakta. hiçbir anlama sahip olmadığı halde anlamsız görünmeye çalışmaktadır"

    sylvere lotrınger ise sanat ile baudrillard ilişkisi üzerine yazdığı bir yazısını şöyle bitirmektedir: "bundan böyle sanatın canını çok acıtacak akılcı açıklamalarla karşı karşıya kalacağı, uykusunda dolaşan bir uyurgezere benzeyeceği, ne tamamıyla ölü ne de tamamıyla canlı olduğu, bir daha asla eski sağlığına kavuşamayacağı, bir tür coşkudan yoksun tadı kaçmış ve yolsuzluk kokan bir ortama ait insanlar tarafından icra edileceği söylenebilir."

    (bkz: !sanatçı gariplikleri)
    (bkz: sanatçı)
    (bkz: sanat eseri)
    (bkz: sahte sanatçılık oyunu)
    (bkz: sanat dünyasının kurduğu komplo)
    (bkz: çağdaş sanat)

  • sanatçı'nın bireyselliğinin sunumu olan eserin/performansın evrensel izleyici ile sanatçı arasında duygu temelli bir bağ yaratması etkinliği.

  • sanat tartışmalarını artık kimsenin takip edemeyeceği hale getiren, sanat olarak anlaşılan şeyin pratik hali ile teleonomik hali arasındaki arasındaki bağın tam olarak kurulamamış olmasıdır.

    sanat, sanatçı'nın bireyselliğinin sunumu olan eserin/performansın evrensel izleyici ile sanatçı arasında duygu temelli bir bağ yaratması etkinliği iken sanatın teleonomisi sanat içgüdüsü eserinde aktarıldığı üzere cinsel seçilimle de yoğun olarak bağlantılı bir sosyalleşme halidir.

    sanat etkinliğini bu bağlamda ele aldığımızda sanat tartışmalarını iki ucunu bir tek hipotez altında birleştirebilme imkanımız doğar. ancak önce sanat tartışmalarını iki ucunda kısaca bahsedelim.

    tartışmanın bir tarafında sanatın her türlü sınırda olma halini ifade ettiğini ve sanat olarak ortaya atılan her türlü fark arayışının sanat olduğunu iddia eden genellikle post-modernist olarak bilinen bir zihin seti yer alırken, bunun karşı tarafında sanat olarak adlandırılmaya namzet her türlü etkinliğin tarihsel bir biçimde takibini mümkün kılan bir tanım seti peşinde olan ve sanatın temelde güzellikle bağlantılı olduğunu iddia eden benim bütünlükçü olarak tanımlamak istediğim taraf yer alır.

    post-modernist tarafın temel handikapı sanatı ve sanatçıyı piyasa ve network koşullarına terk etmesi iken bütünlükçü tarafın temel handikapı sanatın ve sanatçının sürekli değişerek güncel kalmasını engelleme potansiyeli taşımasıdır. eğer sanatı post-modernistlerin anladığı şekilde anlarsak ne sanat değildir? sorusunun, eğer sanatı bütünlükçülerin anladığı şekilde anlarsak en yeni sanat eseri hangisidir? sorusunun yanıtını bulmakta epey zorlanırız. bu sebeple değiştirilmesi gereken sanat tartışmasının bu iki ucundaki argümanlar değil, tartışmanın bizzat kendi eksenidir.

    ben sanat tartışmasını bu iki soruyu da daha kolaylıkla yanıtlayabilecek bir yola doğru itmek istiyorum. bunun yolunun da yeni bir sanat hipotezi sunmaktan geçtiği kanaatindeyim.

    ilk paragrafta bahsettiğim üzere öncelikle sanatın pratik ortaya konuşu ile onun teleonomik hali arasında bir ayrım yapmak gerekiyor. ilk olarak sanatın pratik ortaya konuşundan başlayacağım ancak bugün değil, ilk tekrar düşünmeye fırsatım olduğunda.

    (bkz: fakirlik)

  • 6610 no.lu entryden devam.

    öncelikle sanatın pratik olarak ortaya konuluşundan bahsedelim. dutton sanatın ne olduğunu anlamak için makul bir yol öneriyor ve diyor ki sanatı anlamak için uç örneklere gitmek yerine bilakis herkesin üzerinde mutabık kaldığı örneklere bakmak gerekir. ben de bu mantığı devam ettirmek istiyorum. ilk sanat eserleri olarak düşündüğümüz mağara resimleri, takılar, ilkel danslar vs.'de olan ortak özelliklere baktığımızda karşımıza çıkan basit patternler üzerinden araştırmamızı başlatabiliriz. bu patternleri aşağıdaki şekilde tasnif ederek başayabiliriz:

    1- evrensel ve anonim izleyiciye sunum
    2- üretimdeki bireysel motivasyon
    3- pozitif etkileşim beklentisi ve olanağı

    evrensel ve anonim izleyiciye sunum'dan başlayalım. geçmişten bugüne sanatçı olarak bildiğimiz insan tipi - ben sanatçı tipinin sapiens örgütlenmesi içinde mecburi olarak doğan tiplerden biri olduğu olduğunu düşünüyorum, lider, yargılayıcı, tüccar, savaşçı, filozof, şakacı tipleri gibi- ne yapıyorsa yapsın, yaptığının bir şekilde izleyici karşısına çıkacağını bilerek yapar. bugün dahi sanatçıların uykularını kaçıran kimi zaman yargılayıcı, kimi zaman hayran olmaya teşne izleyicidir bu. sunumun gerçekleşeceği anın baskısı -ki aynı zamanda sanatın tecessüm edip ömrünün sınanmaya başlanacağı anın başlangıcıdır- sanatçıyı üretiminde bir fazlalık, bir yetenek gösterişi üretmeye iter. zira izleyici her zaman hataları görmeye hazır dahası, isteklidir. denis dutton bu durumu sanatın değerli oluşunun bir kanıtı olarak ele alır. ona göre eğer taklit edilebiliyorsa ya da hayranlık uyandıracak bir değer taşımıyorsa dikkatli -çoğu zaman kıskanç- izleyici gözleri tarafından süratle afişe edilecek ve sanatçı yaptığı işin karşılığı olarak hakaret, küçümseme ve kınama alacaktır. sanat üretiminin bir kaynak israfı mı yoksa kaynağın en güzel kullanımlarından biri mi olduğu meselesi ancak kaynakların sağlayıcısı olan izleyicinin karar vereceği bir meseledir.

    lascaux mağarası'ndaki resimlere georges bataille sanatın doğuşu diyor, bu sebeple elimizdeki en eski sanat eseri olarak bu örneği almayı münasip görüyorum. lascaux mağarası'nın duvarları gerçekten de hayranlık uyandıracak resimlerle doludur. bugünün bakış açısından bile duvarlara bu kadar canlı şeyler resmedebilmek takdire şayandır. bizim konumuz açısında ele alırsak duvarlara bunları çizen sanatçı, bu çizimlerin mağaranın diğer sakinleri tarafından görüleceğini ve değerlendirileceğinin farkındadır. evrimsel eleme sisteminin hala son derece etkin ve acımasızca çalıştığın m.ö. 20-10.000'li yıllarda mezkur insan grubunun önceliği hala gıda ve güvenliktir. bu şartlar altında grubun tüm üyelerine her gün en baştan ve aktif bir şekilde ihtiyaç vardır. bu şartlar altında günlerini hatta belki aylarını duvar boyamaya ayıran üye ya da üyelerden biri olmak son derece risklidir zira eğer bu konuda gerçek bir başarı ortaya konamazsa insan grubu tarafından sanatçı olarak değil, bedavacı-parazit olarak bellenecektir. bu dönemde insan gruplarının kendi aralarındaki değerler dikkate alındığında, yani gruptan dışlanmanın ölümle eşdeğer olduğu hatırlandığında, bir insanın başına gelebilecek en kötü şeyin "bedavacı, parazit" olarak bilinmek olduğu kolaylıkla görülebilir.

    elbette bu örnek ile ilgili dönemlerde insanlar gıda toplamak dışında bir şeyler yapmıyorlardı demek istemiyorum. hatta daha yakından bakarsak ilgili dönemin insanalarının şimdiki insanlardan çok daha fazla boş zamanı olduğunu söyleyebiliriz. bu örnekte dikkat çekmek istediğim şey her şeyin bir grup içinde olup bittiği bir dönemde boş zamanı diğer üyelerle daha fazla sosyalleşmek ve hem cinsel hem doğal seçilimde avantaj sağlamak için harcamak yerine büyük ihtimal yalnız başına üretim yapmaya ayıran insanın aldığı riskin büyüklüğüdür. bu risk sunum riskidir ve sanat dair herhangi bir şey yapmaya yeltenen her insanın yüzleşmesi gereken bir olgudur. boş zamanın olması sanatçı tipinin grup gereksinimlerinden bağımsız olarak zaman ve kaynak harcamasına öncelikle pejoratif bir yerden yaklaşılacağı varsayımını etkilemez. son avda yaralanmış olan üyenin, av sırasında yeterince katkı sağlayamamış üyenin bir de boş zamanında okçuluk çalışmak yerine duvarlara resim çizdiğini görürse ne düşüneceğini tahmin edebilirsiniz.

    meseleyi daha iyi anlamak için bugünün küçük şehirlerine ya da bir evde yaşayan kalabalık ailelere bakılabilir. böyle mekanlarda hiçbir şey tamamen kişisel değildir, herkes herkes hakkında hemen hemen her şeyi bilir ve herkesin yaptığı şeyin dışında verilen her uğraş aşırı derecede dikkat çeker ve herkesi ilgilendirir. lisede sürekli yanımda taşıdığım ve bir şeyler karaladığım bir defterimin ne kadar dikkat çektiğini hatırlıyorum, elimden fiziksel güç kullanarak dahi alınmaya çalışıldığı olmuştur. ilk sanatçıların bundan çok daha aşırı bir şekilde toplum gözetiminde olduğunu söylemek zannediyorum ki yanlış olmayacaktır. sanatçı ne yapıyorsa, yapışından itibaren sunuluyordu ve meraklı gözler tarafından değerlendirileceğini biliyor ve bundan ıstırap duyduğu kadar bunu arzuluyordu da. sanatın ilk örneklerini gördüğümüz dönemlerde insan gruplarının iç etkileşimleri sunumu bu şekilde sanat etkinliğinin içine zorla gömmüştür ve bundan sonraki tüm sanat etkinlikleri de bu gömülü niteliği içinden taşımak zorunda kalmıştır.

    bir kaç karşı argümanla bu akıl yürütmemizi çürütmeye çalışalım. da vinci'yi ele alalım. da vinci yine mona lisa tablosunu yapsaydı ancak yaparken de bitmiş halini de hiç kimse asla görmemiş olsaydı. mona lisa tablosu bitmiş halde da vinci'nin odasında dururken de vinci bir meseleye sinirlenip tabloyu yakmış olsaydı, yaktığı şeye bir sanat eseri diyecek miydik? bizim hipotezimize göre bu sorunun yanıtı hayırdır. zira tablo henüz sunulmamış olduğundan "sanat" edimselleşmemiştir. kafka örneğini de verebiliriz. bilindiği üzere kafka pek çok eserini arkadaşı max brod'a verip imha etmesini istemiştir. kafka'nın ölümünden sonra brod ilgili eserleri düzenleyip yayımlamıştır. kafka ilgili eserleri yayımlamak istemese bile eserlerinin sunulmuş olması sanat mekanizmasını edimselleştirdiğinden sanat olarak değerlendirilmelidir. gombrich sanat yoktur aslında sadece sanatçılar vardır derken kısmen doğruyu söylüyordu. izleyici yoksa yapılan işin sanat olup olmadığını konuşmak için bir sebep dahi yoktur.

    eğer sanattan sunumu çıkarırsak herkesin kendi kendine karaladığı her şeyi, duşta söylenen şarkıları, ayna karşısındaki dansları, sarhoşken yazılan şiirleri vs. sanat eseri olarak saymamız gerekecektir. bu sebeple sanatın pratik varlığının vazgeçilmez birinci unsuru olarak sunumu alıyoruz.

  • zanaat ile aralarındaki farklardan biri r.g. collingwood'a göre zanaatçinin eseri önceden bilmesidir. yani zanaatçi elindeki iş bittiğinde ne çıkacağını bilmekte ve zaten sadece bunu en güzel şekilde yapmak istemektir. sanatçı ise eserinin ne olduğunu bittiği zaman öğrenir. o belirli bir şeyi yapmak peşinde değildir, eseri her an değişime ve sıçramaya açıktır.

    sanat içgüdüsü, sf.261

  • gombrich sanatın öyküsü adlı eserinin birinci bölümünde diyor ki: "[…] ilkel sanatçıların çoğu yapıtının amacı bu tuhaf [hayvanlarla bağlar kurulan ruhani ayinler] ritüellerin bir parçası olmaktır ve bu durumda önemli olan, bir heykel ya da resmin bizim standartlarımıza göre güzel olması değil, "işe yaraması" yani istenen büyüsel etkiyi sağlamasıdır (gombrich, 2019, s. 43)."

    ben farklı düşünüyorum. kabile içerisinde sanatçı toplumsal aktivitelere mutlaka katılım sağlamak isteyecektir, hatta bununla görevlendirilecektir bile ancak sanatçının bunları yapabiliyor olana kadar geçirdiği bir süreç de hesaba katılmalıdır. kimse daha önce başka şeyler çizmemiş, bir şeyler çizmeyi bilmeyen bir insana büyüsünü yaptırmak istemez.

    o halde bu büyücü-şaman sanatçı, büyü yaptığı kadar kendisi için ya da sırf güzellik için de bir şeyler yapıyordur. sanatın doğuşu ritüellere bağlamak yerine, ritüellerin içine sanat sayılabilecek şeylerin dahlini konuşmak daha mantıklı geliyor. örneğin duvara saçma sapan şeyler çizen ve sadece arkadaşlarına gösteren afacan bir genç bana büyüler yapabilmek için daha iyi bizon çizme alıştırması yapan bir çocuktan daha gerçekçi geliyor. sanat yeteneğin keşfi ve bunun ilgi çektiğinin anlaşılmasının doğal sonuçlarından biri olarak sanatın ritüellerin içine sızdığını düşünüyorum.

    kaynak
    gombrich, e. h. (2019). sanatın öyküsü (e. erduran & ö. erduran, çev.; 11. bs). remzi yayınevi.

  • arthur c. danto'ya göre "cisimleşmiş anlam"dır.

    "bir şey bir anlam taşıyorsa -bir şey hakkındaysa- ve o anlam, eserin içinde cisimleştirilmişse ki, bu çoğu zaman anlamın sanat eserini maddesel olarak oluşturan nesne tarafından cisimleştirildiği anlamına gelir, o zaman o şey bir sanat eseridir. özetle, teorim, sanat eserlerinin cisimleştirilmiş anlamlar olduğudur."

    danto, a. c. (2014). sanat nedir (z. baransel, çev.; birinci baskı: kasım 2014). sel yayıncılık. sf.145.

  • "toplumun kendi kendini kavrayış ve kendi kendini idealize ediş aracıdır."

    sevan nişanyan, pazar sohbetleri, tam bu an

    tabii katılmıyoruz. toplum kendi kendini kavramaz ya da idealize etmez. toplum içinde kendine saygı yükselirse, kavrama becerisi olarak felsefe ve güzelleştirme becerisi olarak sanat hareketlenmeye başlar.