son oylananları (285) - sayfa 7

başlık listesine taşı
  • nullius in verba

    ""nullius in verba" : "on the words of no one" veya "on the words of no master"
    demek, veya "dont take anyone's word for it" şeklinde de tercüme etmek mümkün.

    yani, denemeden, sınamadan, üzerinde düşünmeden, hiçbir kimsenin, hangi yetkili
    olursa olsun, dediğini doğrudan kabul etmeyin ve inanmayın anlamına geliyor.
    burada özellikle de ima edilen, deney ve verilerle (data) desteklenmeyen
    açıklamaların kabul edilmemesi.

    "the motto of the royal society, "nullius in verba" (latin: "on the words of no
    one"), signify the society's commitment to establishing the truth of scientific
    matters through experiment rather than through citation of authority. although
    this seems obvious today, the philosophical basis of the royal society differed
    from previous philosophies such as scholasticism, which established scientific
    truth based on deductive logic, concordance with divine providence and the
    citation of such ancient authorities as aristotle."

    kaynak
    http://www.phys.boun.edu.tr/

  • sesin yolculuğu genç besteciler festivali

    cemal reşit rey cemal reşit rey olalı böyle sanat görmemişti.

  • yaşam nedir?

    yaşamı anlamak için andy pross'un yaşam nedir? adlı kitabından faydalanacağım. bu kitapta pross yaşamı anlamanın önündeki engelleri tartışırken esas sorunun canlı diyebileceğimiz bir mekanizmanın termodinamiğin ikinci kuralıyla -her şey düzensizliğe meyleder- nasıl uyum içinde olabileceğini anlamak olduğunu söyler. zira üzerinde konuştuğu tüm çözüm yolları bu meşhur ikinci kuralla bir şekilde uyumsuzluk içinde görünmektedir. pross, bu kuralın kimya dünyasında karşılığının "kimyasal tepkimelerin görece kararsız materyallerin daha kararlı olanlara dönüşmesi" olduğunu söyleyerek kendi yaşam hipotezinin açımlamaya başlar. (pross, 2016, s. 64) meselenin teknik detaylarını burada vermeye gerek yok, aklımızda tutmamız gereken şey; bir kimyasal tepkimenin, daha yüksek serbest enerjili ve kararsız materyallerin katalizör ve reaktant denen aracılar ile daha düşük serbest enerjili ve kararlı materyallere dönme yönünde bir kurala uygun davrandığından haberdar olmaktır.

    ikinci önemli nokta kataliz ve otokataliz arasındaki farktır. aradaki temel fark kataliz sürecinde ürün ile katalizör birbirlerinden farklı maddelerken, otokataliz sürecinde ürün ile katalizör aynıdır. pross herhangi bir otokatalizör örneği bu noktada vermez, onun yerine farkın anlamına odaklanır. kataliz doğrusal ve otokataliz ise üstel artar. daha da basitleştirelim, 100 gr madde üretmek kataliz süreçte milyarlarca yıl alırken, otokataliz sürecinde bir saniyenin altında gerçekleşir. pross "yaşamın temelinin katalitik ve otokatalitik tepkimelerin hızları arasındaki farkta yattığını söylemek istiyorum." diyerek bu sürecin önemine dikkat çeker. (pross, 2016, s. 67) kataliz süreci için su örneği verilebilirken -su çıktılı hidrojen ­ oksijen tepkimesinde ürün su, katalizörse bir metal ya da metalik bir bileşiktir.- otokatalize asetonun bromla tepkimesi örnek verilebilir. bu tepkime sonucu bromoaseton ve hidrojen bromürün ortaya çıkar. çünkü hem tepkime bir asidin varlığıyla katalize edilir, hem de ürünlerden biri (hidrojen bromür) bir asittir.

    bu noktada rna hakkında da birkaç şeyi tekrar hatırlamamız gerekiyor. birincisi doğrudan pross'tan gelsin: "rna gibi kendilerini kopyalayabilen moleküller, serbest durumdaki yapıtaşlarının birbirleriyle bağ kurarak orijinal molekülün kopyasını mey­ dana getirmelerini sağladıkları için kendi kendilerini üretirler." bu işlemi yapabilmelerinin sebebi de rna moleküllünün bir şablon gibi davranabilmesidir(mills vd., 1967). bu süreçte kopyalanan kopyalayanın kendisi olduğu için yukarıda verdiğimiz tanımlara uygun bir şekilde tepkime oto-katalitiktir. ikinci önemli gelişme, moleküllerin daha önce enzimler olmadan kendini kopyalayamayacaklarının varsayılmasıydı. bu varsayım da düzensizliğe meyilli bir evrende düzenin ortaya çıkışının anlaşılmasını zorlaştırıyordu. ta ki 1986'da moleküllerin kendilerini bir enzime ihtiyaç duymadan kopyalayabildikleri ispatlanana kadar.(von kiedrowski, 1986)
    rna olsa bile tek bir molekülün ikinci bir enzime gerek kalmadan kendini kopyalayabilmesi yaşamın varlığı için yeterli değildir elbet, ancak tepkimenin hızı ve kendiliğindenliği göz önünde bulundurulduğunda kimya içinde yeni bir dalın ortaya çıkışına sebebiyet verecek kadar ciddiye alınmak zorundalığı doğar, bu yeni dala da biyoloji denir.

    buraya kadar olan argümanları kısaca toplayalım ve basitleştirelim:
    1- kimyada bazı tepkimeler anormal derecede hızlı gerçekleşir ve aşırı derecede üretim yaparlar bunlara otokatalitik tepkimeler deriz.
    2- rna şablon gibi davranır ve başka bir şeye ihtiyaç duymadan kendisini otokatalik şekilde kopyalayabilir.
    3- maddeler dünyasında dışarıdan bir itici güç olmadan kendi kendini kopyalayabilen moleküllerin varlığı ispatlanmıştır.

    kimyada kararlılık

    kimyada kararlılık görece daha basit bir kavram. tek cümleyle kendi halini koruyan şeye kararlı denir. kararlılık statik ve dinamik olarak ikiye ayrılır. statik kararlılıkta şey, tepkimeye girmeyerek kararlılığını korur ve ortaya çıkışından yok oluşuna kadar aynı parçalardan mürekkep kalır. dinamik kararlılık ise bir nehir gibidir, suları sürekli yenilenir ancak genel yapı olarak asla değişmez.

    statik kararlılık pross'un "sıradan" kimya dediği alana girerken dinamik kararlılık kendini kopyalayan sistemlerin dünyasına ait bir kavramdır. sürekli kendini kopyalayarak, tıpkı bir nehrin damlalarının sürekli yenilenmesi gibi, kendini yenileyen ve sabit kalışını bu şekilde sağlayan yapılara pross "dinamik kinetik kararlılık (dkk)" diyor. (pross, 2016, s. 76) buradaki kinetik kelimesi ise sürekli üreme/kopyalanma ve bozunma/ölme arasındaki denge olarak düşünmek gerekiyor. örneğin sivrisinekler ve böcekler yüksek bir dinamik kinetik kararlılık gösterirken pandalar düşük dinamik kinetik kararlılık gösterir. yani kısaca ölme/bozunma süreleri kopyalama/üreme hızlarından sineklere nazaran daha düşük.

    kararlılığı anladıysak eğer kararlılığın özellikle evrimsel anlamda ne kadar önemli olabileceğine dair bir referans verelim. richard dawkins örneğin herkesçe bilinen en uyumlu olanın hayatta kalması kuralını aslında en kararlı olanın hayatta kalması şeklinde de söyleyebileceğimizi iddia ediyor. (dawkins, 1995) maddenin kararsız durumda kararlı duruma geçmesi yönünde bir meyli olduğunun farkına varılması son derece önemli bir nokta. çünkü yukarıda belirttiğimiz üzere yaşamın ortaya çıkışı teorilerinin önünde duran en büyük engel termodinamiğin ikinci kanunuydu. maddenin kararsızlıktan kararlılığa geçiş meyli bugüne kadar bilim insanlarının en çok zorlandığı sorunu, dağılmaya yazgılı evrenin nasıl birleşen mekanizmalar yarattığını, aşmış gibi görünüyor.

    ancak argüman tabii ki de burada bitmiyor. çarpıcı bir diğer nokta yakın zamana kadar sadece canlı olarak bildiğimiz sistemlere ait görünen evrimsel seçilimin moleküler düzeyde de kendini gösteriyor oluşudur. yani kendini kopyalayabilen, canlı değil sadece bir molekül olan rna'nın kendini kopyalarken mutasyona uğrayıp, kendi çevresinde kendinden yavaş kopyalanan diğer rna moleküllerini yok ettiğini de gözlemlemiş durumdayız. (mills vd., 1967) referans verdiğimiz deneyde bir çözelti içinde 4000 nükleotidden oluşan rna ipliği giderek kısalmaya başlamış ve 550 nükleotidden mürekkep bir rna kendini daha hızlı bir şekilde kopyalamayı keşfederek orijinal rna ipliğini yok etmişti! bu deneyde önemli olan şey evrim sürecinin varlığı değil, evrimin tamamen kimyasal bir yapıda olması yani maddeye özgü olmasıdır.

    buraya kadar olan argümanları da bir önceki basitleştirilmiş ve özetlenmiş argümanlarla birleştirelim.
    4- kendini kopyalayabilen moleküller kararlılık kavramını önemli hale getirirler.
    5- kendini kopyalayabilen cansız maddeler, düşük entropi yüksek kararlılığa meyillidirler.
    6- kararlılık statik ve dinamik olarak ikiye ayrılır. dinamik kararlılık kendini kopyalayabilen maddeler dünyasına aittir ve bu dünyada evrimin kuralları işlemeye başlar.

    yaşamın kökeni

    insanın evrende kapladığı yer sadece gözlemlenebilir evrenin yaklaşık 0.0000000000000000000000000000000000000000000000000000000000000000002358'ine eşittir . canlılık ise 3.4 milyar yıl ile 3.9 milyar yıl arasında tarihleniyor.(mojzsis vd., 1996)(wacey vd., 2011) ilk canlının ortaya çıkışı ile ilgili üzerinde en çok mutabık kalınan görüş ilk canlıların okyanus tabanlarındaki bacaların etrafında ortaya çıktığıdır diyebiliriz.(wächtershäuser, 1992) öte yandan "virüsler canlı mıdır?" tartışması hala "canlı"'yı tam olarak tanımlayamadığımız için çözülemiyor. yanıt, "keyfiyete" bırakılmış durumda.(villarreal, 2004, s. 105)

    pross canlılığın cansız rna'dan türediği temel fikrinde ancak hiçbir canlılık emaresi olmayan dünyada canlılığı ortaya çıkaracak ilk rna nasıl ortaya çıktı diye sorulabilir. bu son derece makul soru yaşamın başlangıcı ile ilgili tartışmaları uzun süre tıkamış olmasına rağmen artık aşıldığını söyleyebiliriz. tamamen prebiyotik ortamda rna'nın ortaya çıkabileceği de kanıtlanmış durumda.(powner vd., 2009)

    biyoloji kimyadır bölümüyle birlikte ise tartışmanın göbeğine gelmiş bulunuyoruz. pross şöyle söylüyor "biyolojiyle kimyayı ayıran uçurumun üzerine köprü kurulabileceğini, darwinci kuramın maddenin daha genel kimyasal bir kuramına entegre edilebileceğini, biyolojinin kimyadan başka bir şey olmadığını, daha somut olmak gerekirse kimyanın bir alt dalı, kopyalanma kimyası olduğunu göstermeye çalışacağım."(pross, 2016, s. 116)

    bu köprüyü de kuracak olan şey sistem kimyasıdır. sistem kimyası basitçe biyolojik olanı oluşturan kimyasal sistemlere odaklanır. temel bir varsayımı alıp onun adım adım nasıl bir can yarattığını inceler. pross bir boeing uçağını anlamak istiyorsanız öncelikle wright kardeşlerin yaptığı ilk uçağın, uçuşla doğrudan ilintili parçalarını inceleyerek başlarsınız diyerek sistem kimyasını nasıl anlamamız gerektiğine dair basit bir örnek veriyor.

    o halde bakılması gereken temel nokta kendini kopyalayabilen moleküllerin doğasıdır. bu doğada unutulmaması gereken nokta rna'nın seçilime tabii olduğudur.(voytek & joyce, 2009) ancak buna doğal seçilim demek hatalı olur, buna daha çok hızlı olanın yavaş olanı yok etmesi olarak bakmak gerekir.

    evrim şu şekilde anlaşılmalıdır "kopyalanma, mutasyon, karmaşıklaşma, seçilim, evrim. ve bu akış hem kimyasal hem de biyolojik evreler için geçerlidir." (pross, 2016, s. 126) karmaşıklaşma hem biyolojide hem de kimyada temel eğilimdir. burası çok önemli zira bir molekülün karmaşıklaşmasının kural olarak belirlenmesi yaşamın abiyogenesisini çok daha anlaşılır kılmaktadır.

    o halde doğal seçilim hızlı olanın yavaş olanı yok ettiğini kinetik seçilime eşittir. aynı sürecin kimyadaki adı kinetik seçilimken biyolojideki ismi doğal seçilimdir. aynı şekilde uyum gücü dinamik kinetik kararlılığa eşittir. yani bir şey kendisi kalmak için ne kadar verimli bir şekilde enerji harcıyorsa en uyumlusu odur.

    bir diğer önemli nokta popülasyonlar üzerinden ilerleyen evrim meselesidir. burada çeyrek tür teorisi ve nüfusun heterojenliğinin pozitif etkisini görüyoruz. evrimsel süreçte kişilerin nereye hareketlendiğinden ziyade grupların nereye doğru hareketlendiğine bakmak gerekiyor.(eigen & schuster, 1979)(pross, 2016, s. 134)

    kopyalanma son tahlilde bir sayı oyunundan farklı bir şey değildir.(pross, 2016, s. 136)

    yaşam süreci için doğrudan alıntı: " süreç kendini kopyalayabilen ama kusurlu biçimde de kopyalanabilecek oligomerik varlığın ortaya çıkmasıyla başlar. bir rna molekülü ya da bir benzeri, süreci başlatabilecek türden bir molekül için örnek gösterilebilir; ama başka olasılıklar da dışlanamaz. her halükârda, sürecin ilkesini araştırırken o molekülün kimliğinin tam olarak belirlenmesi gerekli değildir. molekül ya tek başına ya da çok küçük bir ağın parçası olarak kendini kopyalamaya başladığında, bu varlıkların dünyasında işleyen itici kuvvet -yani daha fazla dkk'ya ulaşma güdüsü- sayesinde kararlılığını (daha önce gördüğümüz gibi dinamik kinetik türden) artırma eğilimine girer.

    şimdi de ikinci adım: kopyalanma süreci arada bir mutasyonlarla gerçekleşir ve böylece kendini kopyalayabilen farklı farklı varlıklar ortaya çıkar. ayrıca genetik çeşitliliğe yol açan ek bir mekanizma olarak yatay gen transferi de hesaba katılacak olursa, genetik çeşitliliğin yalnızca kopyalanma adımından kaynaklanmak zorunda olmadığı anlaşılır. gelelim karmaşıklaşma adımına. kendini kopyalayabilen her­ hangi bir molekül (ya da ağ) bir kez oluştuktan sonra, potansiyel olarak daha karmaşık kopyalayıcıların oluşmasına yol açacak başka materyallerle etkileşme eğiliminde olacaktır. karmaşıklaşma süreci ta en başta, moleküler düzeyde, sistem öteki kararlılık çeşidiyle ­ dkk- yönetildiği sırada devreye girer. elbette karmaşıklaşmanın yalnızca kendini kopyalayabilen moleküller sınıfıyla sınıdandırılması gerekmez. kendilerini kopyalayabilen ve yanı sıra başka kimyasal sınıfların -örneğin kopyalanma tepkimesine kendi katalizörlük becerilerini de katan peptidlerin- oluşumunu katalize etme becerisine sahip olan dizilimler, karmaşıklaşma ve kendini kopyalayabilen daha kararlı sistemlere doğru evrilme sürecine ayrıca katkı yaparlar. dolayısıyla karmaşıklaşma, kendilerini kopyalayamayan moleküllerin de giderek karmaşıklaşan ve kendilerini kopyalayabilen ağların oluşmasına katkı yaptığı bir birlikte evrilme sürecini içerir. böyle bir sistem, bütüncül olarak otokatalitik kaldığı sürece kendini sürdürür. demek ki, giderek daha karmaşık kimyasal ağlar oluşturmak suretiyle, kendilerini kopyalayan moleküllerin dkk'sını artıran ve kendini kopyalayan kararlı sistemler üreten mekanizma karmaşıklaşmanın ta kendisidir. ve nihayet: seçilim. kendini kopyalayabilen çeşitli sistemlerden oluşan bir popülasyon ortaya çıktığında, (kinetik) seçilim devreye girerek popülasyon içinde kendini kopyalayabilen moleküllerden popülasyonun dkk'sına daha çok katkı yapabilecek olanların oranını yükseltir. sürüp giden kopyalanma, mutasyon, karmaşıklaşma ve seçilim döngülerinin sonucu da elbette evrimdir. şimdi evrimi iten güç nedir konusuna geri dönelim. "uyum gücünü maksimuma çıkarma"nın "dkk'yı maksimuma çıkarma"ya tercüme edildiği önceki irdelememiz, biyolojinin son tahlilde ait olduğu fiziksel-kimyasal dünya çerçevesine sağlam biçimde yerleştirilmesine yardımcı oldu. nasıl ki "bilindik" kimyada tüm fiziksel ve kimyasal sistemlerin hareketi en kararlı durum yönündeyse, kendilerini kopyalayabilenler dünyasındaki istikamet de en kararlı durumu hedefler -ama o dünyaya uygulanabilecek bir kararlılıktır bu, yani dinamik kinetik kararlılık. gördüğümüz gibi maddi dünya bir bakıma, "bilindik" kimya dünyası ve kendini kopyalayanlar dünyası olmak üzere iki paralel dünyaya bölünebilir. "bilindik" dünyadaki dönüşümler ikinci yasa, kendini kopyalayanlar dünyasındaki dönüşümler ise ikinci yasa'nın bir benzeri sayılabilecek bir kural tarafından yönetilir. o halde şurası apaçık ortada ki, bizler aynı anda iki farklı kimyasal dünyada -farklı türden kararlılıklarca yönetilen, dolayısıyla da oldukça farklı iki kimyaya işaret eden- iki dünyada yaşıyoruz. gördüğümüz gibi, bu kimyalardan birine -kendini kopyalayanlar dünyasının kimyasına-biyoloji deniyor."(pross, 2016, s. 142)

    bir diğer sorudan devam edelim: nasıl olur da kimyasal dönüşümleri yöneten iki yasa olabilir? pross'un yanıtı şu: "hiçbir fiziksel ya da kimyasal sistemin ikinci yasa'nın katı taleplerini yerine getirmeksizin bir değişim geçiremeyeceği doğrudur. aksini iddia etmek topların kendiliklerinden yokuş yukarı yuvarlanabileceklerini söylemekle aynı şeydir ki, toplar bunu yapmazlar. gelgelelim, eğer kendini kopyalayabilen bir sistem enerji toplayıcı bir sistem de edinmişse, işte o zaman doğa istediğini gönlünce yapabilir."

    bu açıklamanın ardından pross şu şekilde sorarak devam ediyor: "bu iki kararlılık türünün çoğu kez çelişen talepleri­ ne karşın, böyle bir sistem daha yüksek dkk yönünde ilerlemeyi ikinci yasa'nın sıkı kurallarıyla rahatça bir arada tutabilir. peki ama bu doğal olarak nasıl gerçekleşmiş olabilir?"

    yanıtı ise şu şekilde: "kısa süre önce ben gurion üniversitesi'nin kimya bölümü'nde iki meslektaşım -emmanuel tannenbaum ve nathaniel wagner­ ile birlikte gerçekleştirdiğimiz kuramsal bir simülasyonda, çevreden enerji sağlamasına -diyelim fotosentezin ilkel bir çeşidiyle ışık enerjisi toplamasına- yarayan rastgele bir mutasyon geçirmiş kop­ yalanabilen bir molekülün, böyle bir beceriye sahip olmayan bir benzerini rekabette alt ederek soyunu tüketeceğini gösterdik.(wagner vd., 2010)"

    kitabın sorusunu kitabın sonunda pross şöyle yanıtlıyor: "yaşam, kopyalanma tepkimesinden kaynaklanan, kendini sürdürebilen, kinetik olarak kararlı dinamik bir tepkime ağıdır. tanımdaki her sözcük tanıma önemli bir unsur katar. "kendini sürdürebilen", sistemin en tepedeki ikinci yasa'nın gereklerini yerine getirebilmek için enerji toplama yeteneğine sahip olması gerektiği anlamına gelir. "kinetik olarak kararlı" ve "dinamik" sözcükleri, öteki kararlılık türünün özelliklerini ifade eder; "ağ" ve "kopyalanma" ise yeterince açıktır. (pross, 2016, s. 150)"

    kaynaklar
    - dawkins, r. (1995). gen bencildir (a. ü. müftüoğlu, çev.). tübitak.
    - eigen, m., & schuster, p. (1979). the hypercycle: a principle of natural self-organization. springer.
    - mills, d. r., peterson, r. l., & spiegelman, s. (1967). an extracellular darwinian experiment with a self-duplicating nucleic acid molecule. proceedings of the national academy of sciences, 58(1), 217-224. https://doi.org/10.1073/pnas.58.1.217
    - mojzsis, s. j., arrhenius, g., mckeegan, k. d., harrison, t. m., nutman, a. p., & friend, c. r. l. (1996). evidence for life on earth before 3,800 million years ago. nature, 384(6604), 55-59. https://doi.org/10.1038/384055a0
    - powner, m. w., gerland, b., & sutherland, j. d. (2009). synthesis of activated pyrimidine ribonucleotides in prebiotically plausible conditions. nature, 459(7244), 239-242. https://doi.org/10.1038/nature08013
    - pross, a. (2016). yaşam nedir? (r. gürdilek, çev.). metis yayınları.
    - villarreal, l. p. (2004). are viruses alive? scientific american, 291(6), 100-105. https://doi.org/10.1038/scientificamerican1204-100
    - von kiedrowski, g. (1986). a self-replicating hexadeoxynucleotide. angewandte chemie ınternational edition in english, 25(10), 932-935. https://doi.org/10.1002/anie.198609322
    - voytek, s. b., & joyce, g. f. (2009). niche partitioning in the coevolution of 2 distinct rna enzymes. proceedings of the national academy of sciences, 106(19), 7780-7785. https://doi.org/10.1073/pnas.0903397106
    - wacey, d., kilburn, m. r., saunders, m., cliff, j., & brasier, m. d. (2011). microfossils of sulphur-metabolizing cells in 3.4-billion-year-old rocks of western australia. nature geoscience, 4(10), 698-702. https://doi.org/10.1038/ngeo1238
    - wächtershäuser, g. (1992). groundworks for an evolutionary biochemistry: the iron-sulphur world. progress in biophysics and molecular biology, 58(2), 85-201. https://doi.org/10.1016/0079-6107(92)90022-X
    - wagner, n., pross, a., & tannenbaum, e. (2010). selection advantage of metabolic over non-metabolic replicators: a kinetic analysis. biosystems, 99(2), 126-129. https://doi.org/10.1016/j.biosystems.2009.10.005

  • !rakam

    felsefeciler tarafından söylenileni sayısalcılar da anlasın diye bulunmuştur. onlar yine dönüp harfe gelmişlerdir. *

  • !filozof

    bilebildiği en eski ile bilebildiği en yeni arasındaki tüm bağı kendinden geçirebilen kimse, düşünür.

    (bkz: kime filozof denir?)

  • mitos nedir?

    uyarı!!11birb

    (uzun süredir bu şekilde kenardakilere bekliyordu, bugün postladım. bir ara geri dönmeyi umuyorum.)

    uyarı!!11birb

    kökeni grekçe söylev, hikaye veya anlatılan olay anlamına gelen mythos kelimesi olan, belli bir topluluk için kolektif bir önem taşıyan geleneksel hikaye(1).

    platon'a göre karşıt ucu logostur.

    mitosları anlatan eserlerin sahiplerini tanınsa dahi, örneğin sophokles, ondan çok daha uzun zamandır aslında mitoslar toplum tarafından sözlü gelenek şeklinde anlatılıyordu. bu sebeple mitlerin birbirinden ciddi derecede farklı pek çok versiyonları bulunabilmektedir. örneğin sophokles'in oedipus'u her şey ortaya çıktıktan sonra hayatına normal akışında devam ederken, homeros'un oedipus'u kendi gözlerini kör edip kendini yollara vurur.

    mitoslar üçe ayrılır, ilahi mitoslar (doğa üstü varlıkların olduğu ve daha çok yeryüzünün ortaya çıkışıyla ilgili olanlar), sagalar(kahramanların hikayelerini ele alır ) ve halk hikayeleri(tanrı/çaların sıradan halkla girdiği münasebetler yoğunluktadır ve didaktiktirler genelde).

    campell'a göre "kozmosun sonu gelmez enerjilerini insanın kültürel yaratımına akıtan gizli bir yarık(2)"tır.


    kaynak:
    powell b., klasik mitoloji, çev.sinan okan çavuş, bilge kültür sanat, 2018, istanbul.s14
    kahramanın sonsuz yolculuğu s.13

  • 3 mayıs 2023 babala tv ali babacan yayını

    daha önce abdüllatif şener'in yayınını özetlemeye çalışmıştım(bkz: 26.01.2023 babala tv abdüllatif şener yayını) ali babacan için de aynı şeyi yapmak için oturdum ancak fark ettim ki ali babacan'ın yayınından çıkarılacak çok daha önemli dersler var. bu sebeple biraz farklı bir şey yapıp kendimce üzerine konuşulmaya değer gördüğüm şeylerden kısaca bahsetmek istedim.

    öncelikle program hakkında bir kısa özet: tüm program ali babacan'ın devletin esasında nasıl çalıştığını anlatması, akp hükümetinin aldığı her kararın kendisiyle alakalı olmadığını izah etmesi, kendine atılan iftiraları genellikle video kanıtlarla bertaraf etmesi, kendi döneminde kendi sorumluluk alanında alınan kararların da arkasında olduğunu ve gerekirse yargılanmaya da açık olduğunu belirtmesi ve hukukun üstünlüğünü cumhurbaşkanı değil cellat seçmeye çalışan yurttaşlara izah etmesiyle geçiyor.

    öncelikle yayının başında ali babacan'ın diğer hiçbir siyasinin aklına gelmeyen bir şey yapıp, geçmişle ilgili daha evvel yanıtlanmış soruları yanıtlarıyla birlikte twitter'dan paylaştığını öğreniyoruz. buradan görebilirsiniz. bence kesinlikle çok şık bir hareket.

    şimdi önemli noktalara geçelim.

    1- babacan muhatabı olan gençleri ciddiye alıyor, ödevini önceden yapıp soru(n)lara hazırlanıyor. bu sebeple de sakin tavırlı ve serin kafalı kalmayı başarıyor. gençliğe ve soru(n)lara karşı bu yaklaşımın türkiye siyasetinde uzun süredir görülmediği konusunda babacan'ın destekçisi olsun muhalifi olsun herkesin hemfikir olacağını düşünüyorum. bu yaklaşım ile ciddiye alınmış tüm yurttaş gençler adına babacan'a teşekkür ederim .

    2- babacan kendisinden son derece emin. "yanıt veremeyeceğim soru yok, hesabını veremeyeceğim icraatim yok" diyor. türkiye'de gerçekten iktidarda bulunup bunu söyleyeyebilecek lider sayısı sizce kaç?

    3- babacan yanıtlarının hemen hepsinde bir ders veriyor. kılıçdaroğlu'nun 2008'de kendisi hakkında söylediği "yüce divanda yargılayacağım!" sözüne karşılık 2013 ya da 14'te kendisi için "ali babacan temiz adam" deyişini ekrana yansıtıyor ve soruyu soran genç gibi pek çok kişinin aklında yer tutan bir şüpheden olumlu bir geri dönüş yaratıyor. ayrıca soru vasıtasıyla bence şu kendi aleyhine yanıtlanması imkansız şu soruyu türetiyor "ben başbakan yardımcısı iken ana muhalefet partisi lideri bile benim için temiz adamdır diyor. diğer liderleri destekleyen arkadaşlar kendi liderleri için de böyle bir referans gösterebilirler mi?" elbette ortalama yurttaş seviyesi için idrakı zaman alacak bir sorudur ancak biz buradan yine de altını çizmiş olalım.

    4- ali babacan 15 dakikalık kendini izah etme bölümünde ise ethos'unu anlatıyor. bence burada özellikle özgürlükçü kimselerin kıymetini anlamaları gereken bir mesele var. (bkz: cincinnatus kimdir?) kısaca cincinnatus bir romalıdır. zamanında hatırı sayılır bir idarecidir ancak görevi bırakıp kendi işine gücüne dönmüştür. tarlasını sürerken roma'dan bir heyet gelir ve senatonun kendisini diktatör atadıkları haberini verir. cincinnatus sabanını olduğu yerde bırakır ve roma'ya döner. ordunun kontrolünü ele alır, roma'yı içinde bulunduğun derin krizden kurtarır ve işi bitince diktatörlüğü bırakır ve tarlasına geri döner.

    bu hikaye özellikle özgürlükçü düşün dünyasında çok önemlidir. öyle ki, george washington'ın da içinde bulunduğu kıta ordusu subayları tarafından 1783'te, amerikan iç savaşının hemen ertesinde kurulan cincinnati derneği'nin adı da bu hikayeden gelir. dernek bugün dahi faaliyettedir ve abd'nin ohio eyaletindeki cincinnati şehrinin adı bu dernekten gelir. türkiye'de roma tarihinde bir efsane olmuş ve amerika'nın kurucu babalarına esin olmuş bir kişiye benzer özellikler gösteren başka bir siyasetçi var mıdır? varsa ben tanımıyorum. tanıyanlar lütfen aşağıda belirtsinler. bu sebeple özellikle özgürlükçülerin oy tercihlerinde bir kere daha bu mesel üzerinden düşünmelerinde fayda görüyor ve devam ediyorum.

    5- babacan teşkilatları nasıl inşa ettiklerini ve hazırlıkları anlatıyor. burada iki meseleyi anlamadan geçmemek lazım:

    a- ayinesi iş ise kişinin, teşkilatların inşasına bakarak babacan'ın liyakat esasına göre örgütlendiğini gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz. herkesin dilinden düşmeyen bir kelime liyakat ancak gerçekten önemli meselelerde de bu liyakat ilkesini gözeten diğer liderler bunu ispatlamak için ne öne sürebilirler? babacan sadece bunun için bile gerçekten bir övgüyü hak etmiyor mu?

    b- babacan üst düzeyden çalışmanın anlamını bilen bir lider. uzlaşma, sapiensler arasında geleceği bağlayacak şekilde olacaksa ancak bir metin üzerinden sağlanabilir. bugün türkiye'de hiçbir parti değil böylesine metinlere dayalı bir hazırlık yapmak, böyle bir konseptten dahi haberdar değildir. aradaki fark ise bence, babacan'ın daha önceki devlet idaresi deneyimi ile kişiliğinde açıkça görülebilecek ve eğitim hayatı üzerinden kanıtlanabilecek hazırlıklı ve çalışkan oluşun birleşimidir. babacan ve deva dışında hiçbir parti ve ve lider bu iki güçlü özelliğe -deneyim ve çalışkanlık- birden sahip değildir.

    6- oğuzhan uğur'un da dayanamayıp araya girerek ali babacan'ın takribi 1 yıldır neredeyse her gün söylediği "aday değil, yöntem önemli" mantığını tekrardan belirtmek zorunda kalması kötü gerçekten. hala türkiye'de bunu anlamayan var mıdır? muharrem ince taraftarları haricinde bence yoktur. üstelik devamında ali babacan bence yine türk siyasi tarihinin geleceğini şekillendirecek bir şekilde kılıçdaroğlu'nun dürüstlüğünden bahsetti. burası son derece önemli. chp türk solunun kalesi sayılırken ali babacan tartışmasız şekilde türk sağından sayılacak bir kimsedir ve bu iki liderin karşılıklı bir şekilde "dürüstlük ve temizlik" ilkeleri üzerinden anlaşmaları bence bundan sonraki ittifaklarda da, ülkeyi yönetirken de çok önemli olacaktır. bilim, bize dürüst ve temiz insanların, birbirleri ile dürüstçe çalıştıklarında rakipleri kim olursa olsun kazanacaklarına dair bir ipucu vermiştir. inanmayanlar için (bkz: en iyi işbirliği stratejisi hangisidir?)

    7- annan planı sorusunda planın türkiye'nin aleyhine olduğunu düşünen, "yankı odası verisi" ile hareket ettiği belli iyi niyetli genç bir yurttaş var ve annan planının ne kadar kötü olduğu ile ilgili bir soru soruyor. yanıt olarak babacan, kktc yurttaşlarının %64,91'nin evet gkry tarafının ise %75,38'nin hayır dediği uzlaşmada sizce büyük stratejide kim kaybetmiş olabilir diye soruyor ve bence sadece soruyu yanıtlamıyor, bir yandan da dış ilişkilere nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda bir ders veriyor. bu noktada önemli olay bu dersi ne yazık ki oğuzhan uğur'un da almaması. uğur'a sormak lazım, madem biz bu kadar kaybediyoruz, neden rumlar ağlaya ağlaya reddediyorlar planı? onlar mı çok aptal yoksa sen mi yankı odası verisi üzerinden düşünüyorsun? zannediyorum kendisi de en azından bu mesele üzerine tekrar düşünmekte fayda olacağını idrak etmiştir.

    8- özlem gürses hatalarını soruyor ali babacan ise özelleştirmelerde tekelleşen kurumların ortaya çıkışından ve '17 referandumunda açıkça ve her yerde hayır propogandası yapmayışından pişman olduğunu açıkça belirtiyor. bu soruya açıkça yanıt veren diğer liderlerin yanıtlarını bilen varsa lütfen aşağıya yazsın.

    9- bir diğer soruda -ki sonrasında babacan'ın yanıtı cumhur ittifakı trolleri tarafından mal bulmuş mağribi gibi sevinçle köpürtüldü- ypg terör örgütü mü değil mi meselesinde babacan yine bence uluslararası ilişkiler'in nasıl ilerlediğine dair bir ders veriyor. babacan bir şeye terör örgütü ya da değil demekten öte onun hakkında bir karar almak için tüm dünyayla olabildiğince mutabık kalmak gerektiğini izah ediyor. şunu halk olarak anlamayı reddediyor gibiyiz, bu dünyada tek başımıza yaşamıyoruz. özellikle diğer devletleri de ilgilendiren ve bir dünya sorunu haline gelmiş olaylarda "ben böyle yapacağım!" demek kimi durumlarda hak olmakla birlikte, uzun vadede devletin başına çözdüğünden daha büyük sorunlar açma potansiyeline sahiptir. babacan bunu bizzat bildiği için buna uygun bir politika geliştirmeye çalışıyor ancak yurttaşların yankı odası verilerine dayalı radikalliğini aşmakta zorlanıyor. bu meselede kendisi yalnız değil. tüm bilimle, sanatla ve felsefeyle uğraşan insanların da kendini yurttaşlara anlatmakta aşağı yukarı aynı zorlukları yaşadığını biliyoruz. bu konuda kendisinin yapacağı bir şey yok, belki millet ittifakı eğitim sistemini gerçekten düzeltmeyi başarırsa 3-4 jenerasyon sonra hamasete karşı aklın bir şansı olabilir.

    10- bir diğer nokta deva'nın teorik pozisyonu. bir soruda liberal olduğunuzu söylüyorsunuz diye soruluyor babacan değiliz demiyor, ancak onaylamıyor da. net bir şekilde biz demokratız diyor. bunu bence ayrı bir başlık altında konuşmak gerekiyor. (bkz: demokrat olmak ne demektir?)

    11- ali babacan her kendinden emin insan gibi sakin ve özgüvenli kalıyor halkın karşısında. ince ve özdağ'ın saldırgan tavırlarından sonra eminim pek çok insana ilaç gibi gelmiştir. devleti yöneten insanın her zaman şahin olması gerektiğini düşünmek bizim militarist tarih eğitimimizin bir sonucu maalesef. bizde lider işgal eder, toprakları büyütür, had bildirir, bir şeyler yasaklar, birilerine kapak yapar ve herkes ondan korkar. erdoğan tam olarak bu hamasetle büyümüş ve bunun etkisinden çıkamamış kitlelerin fanatikliği sayesinde iktidarda kalıyor. ancak garip olan hala hesap vermeye açık, uzlaşmaktan yana, itidalli, güler yüzlü liderin kıymetini bilmiyor oluşumuz. bu jenerasyon bile erdoğan ile büyümüş olmasına rağmen bunu anlamadıysa işimizi epey zor olacak demektir.

    12- en eğlenceli noktalardan biri ali babacan'ın kurmay jokerlerini kullanması. yurttaş hukukla ilgili bir şey soruyor, köln hukuk mezunu yanıtlıyor, yurttaş özelleştirmeyle ilgili bir şey soruyor 11 sene hazine müsteşarlığı yapan adam yanıtlıyor. bu durum çok pozitif olmakla birlikte bana şu soruyu düşündürdü: ya gençlik talep etmesi gereken şeyi bilmiyorsa? bilmediğimiz şeyi arzu da edemeyiz değil mi? bence babacan buradaki kurmay seçimleri ve onlara danışma sıklığı ile aslında gençlere neyi arzulamanın kendi yararlarına olduğuna dair bir orta açıyor. bu ülkede halk hazır olmamasına rağmen ona bir sürü hak veren bir lider daha var, adı neydi onun?*

    13- bir diğer önemli nokta ince mi erdoğan mı sorusu. babacan burada bence yine bir devlet adamlığın gösteriyor ve bir koca siyasi yapı ile baştan aşağı düşman kesilmeyi ve devr-i sabık yaratmayı reddediyor. sadece erdoğan'ın vadesi dolmuştur deyip konunun spekülasyona dönüşmesinin engelliyor. bu yaklaşım muhalefette neredeyse kimsede yok. herkes cellat arayan yurttaşların istediğini yerine getirme peşinde. sadece babacan gerçekten de erdoğan kitlesinin -ki %20-30 arasındaki değişmektedir- ve orada siyaset yapmış herkesin "cezalandırılması gereken kategorik olarak kötü insanlar" olmadığını söylüyor. duygusal olarak ben de bu söyleme biraz bozuluyorum ancak siyasiden beklentimiz nedir, doğru olması mı bizim duygularımızı okşaması mı?

    sonuç olarak bu yayında bence babacan'ın neden diğer liderlerden bir kaç gömlek üstün olduğu görülmüştür. elbette bir siyasi olarak ali babacan mükemmeldir diyemeyiz ancak uzlaşma, önceden planlama, bilimsellik, liyakate gerçekten önem verme, itidal, nezaket, dürüstlük, metinsellik, gerçekçilik gibi türk siyasetinde hasret kaldığımız pek çok erdeme sahip görünmektedir. partisi bu seçimde chp listelerinden girmiş olsa dahi bence bir sonraki seçimde türk siyasetinin en güçlü aktörlerinden birisi olacaktır.

  • yankı odası verisi

    kişinin kendi yankı odası dışında herhangi bir çapraz okumaya tabii tutmadığı ve bu sebeple sahihliğinden %100 emin olduğu veri.

    en iyi örneklerini babala tv yayınlarında gençlerin heyecanlı ve sesleri titreyerek sordukları sorulardan görebilirsiniz. bu verilerin ne kadar hatalı olabileceğini ise özellikle ali babacan'ın babala tv yayınındaki sorulara verdiğini yanıtlara bakarak değerlendirebilirsiniz.

    konuyla ilgili bir bilimsel yaklaşım için (bkz: yankı odaları ve yanlış bilginin yayılması)

  • yapay zeka nedir?

    kendisini aşağıdaki şekilde gerçek biliminsanlarının gerçek çalışmalarına referanslar vererek tanıtabilendir. an itibarıyla beni ikinci kere işsiz bırakmıştır.

    "aı, or artificial intelligence, is a field of computer science and engineering concerned with the development of systems that exhibit intelligent behavior, similar to that of humans [3]. aı has been advancing in various fields, including anesthesiology, where it has been used for depth of anesthesia monitoring, control of anesthesia, event and risk prediction, ultrasound guidance, pain management, and operating room logistics [4]. ın the medical field, aı has the potential to revolutionize nearly every aspect of medicine, from diagnosis to treatment [5]. aı is also being used in education, where it is being used to automate tasks such as answering diagnostic and user questions, speech and facial recognition, and even mıce education [6]. aı is a subset of computational intelligence, which includes neural networks and fuzzy systems [7]. other applications of aı include automation, computer vision, artificial creativity, expert systems, and knowledge management [7]. aı is also being used in the tourism industry to change tourist behavior and improve the industry as a whole [8]. aı has the potential to transform healthcare by increasing the availability of healthcare data and rapid progress of analyst techniques, and has been identified as an early candidate to be revolutionized by aı technologies . aı is also being used in cancer prevention, where it is being used for prediction of cancer patients [9]. aı is a living, evolving system, and has become an integral part of our daily routines [10].

    kaynak

    [3] (2011). artificial intelligence. wıres comp stat, 2(4), 168-180. https://doi.org/10.1002/wics.200
    [4] (2020). artificial ıntelligence in anesthesiology. anesthesiology, 2(132), 379-394. https://doi.org/10.1097/aln.0000000000002960
    [5] (2022). a revıew of artıfıcıal ıntellıgence and ıts applıcatıon ın the future medıcal fıeld. ıjsrem, 12(06). https://doi.org/10.55041/ijsrem17329
    [6] (2020). the research on mıce education from the perspective of artificial ıntelligence.. https://doi.org/10.2991/assehr.k.200316.179
    [7] (2014). medical expert systems for diagnosis of various diseases. ıjca, 7(93), 36-43. https://doi.org/10.5120/16230-5717
    [8] (2021). how artificial ıntelligence will change the future of tourism ındustry: the practice in china., 83-94. https://doi.org/10.1007/978-3-030-65785-7_7
    [9] (2023). svm-based classification on afm images of prostate cancer cells.. https://doi.org/10.1117/12.2667179
    [10] (2022). contemporary evolution of artificial ıntelligence (aı): an overview and applications.. https://doi.org/10.3233/atde220731 "

  • ai nedir?

  • boğa boğa

    adını ilk defa bugün duyduğum film. @magneto 5.5 verdiyse katiyen izlemem.

  • fatmagül berktay'da liberalizm

    (bkz: fatmagül berktay kimdir?)

    berktay'ın 19. yüzyıldan 20. yüzyıla modern siyasal ideolojiler kitabındaki liberalizm çalışmasını çok değerli bulduğum için burada okumasını yapıp sizlerinde yararlanmasını sağlamak istiyorum.

    berktay, maurice merleau-ponty'den bir alıntı ile başlıyor liberalizm bölümüne "gerçek özgürlük, başkalarını oldukları gibi kabul eder, kendi inkarıymış gibi görünen öğretileri bile anlamaya çalışır ve hiçbir zaman önce anlamadan yargılamaz."

    berktay'a göre liberalizmi tanımlamak zordur. ancak "bir bütün olarak liberalizmi batı kültüründen bağım­sız tanımlamak pek olanaklı değildir."(1) genel bir tanımı olarak da "aydınlanma geleneğine dayanan ve siya­sal iktidarı sınırlandırarak bireysel hak ve özgürlükleri tanımlayıp sa­vunmaya yönelen siyasal ve ekonomik felsefe." burada liberalizmin bir felsefe olarak tanımlandığına dikkat çekmek istiyorum. bir ideoloji derekesine indirilemeyecek epistemolojik ve etik bir anlayışı olan bir düşünce olarak bu derinliğinin türkiye'de idrakını zorlaştırdığını söylemek mümkün maalesef. bir tanım da max lerner'den gelsin: "liberalizm, bir yönetim meto­du ve siyasası olarak, toplumu örgütleyen bir ilke ve birey ile topluluk için bir hayat tarzı olarak özgürlüğü savunan inanç, felsefe ve hareket­tir."(2) burada da bir hareket oluşu eklenmiş ki liberalizm tarihinden öğrendiğimiz şekilde(3) türkiye'deki alımlanmasının aksine liberalizm diğer fikirlere eklenmeye çalışan ürkek bir fikir olmaktan ziyade kralları öldüren (fransız ihtilali), bağımsızlıklar ilan eden (abd'nin bağımsızlığı) ve devrimler yapan(1830-48 ihtilalleri) bir "hareket"tir. türkiye'ye maalesef anti-kemalizm üzerinden giriş yaptığı ve islamcı sünepelerin elinde uzunca kaldığı için bu karakterini ortaya koyamamıştır.

    bir diğer tanım ise irene collins'ten : "insanlığı nihai mü­kemmelliğe götürecek olan ilerlemenin, özgür kurumlar aracılığıyla gerçekleşebileceğine duyulan inanç"(4) yani felsefedir, harekettir ve inançtır. yukarıdaki gerekçeyle yine türkiye'de bir ruh olarak anlaşılmasının önüne geçilmiştir. oysa thomas paineve thomas jefferson gibi fikir adamlarının metinlerine bakıldığında hürriyet şuurunun ne denli güçlü bir inanç ile birlikte var olabildiği kolaylıkla anlaşılabilir.

    liberalizm özellikle 19. yüzyılda aydınlanmanın mirasçısı, statüko karşıtı ve muhafazakarlığın birinci hedefiydi. monarşi, kilise, aristokrasi gibi kurumların karşısında bireyin yanındaydı. mill'in dediği gibi: " iyi amaçlar için bile olsa, itaatkâr araçlar haline getirmek amacıyla bireyi cüceleştiren her toplumsal dü­zen, küçük adamlarla büyük bir başarı elde edilemeyeceğini öğren­mek"(5) zorunda kalır.

    liberalizm john locke'tan da her insanın özgürlük eşitlik ve mülkiyet gibi doğal haklarının olduğu inancı ve hükümetin kaynağı olarak toplum sözleşmesini almıştır. liberalizm insanın rasyonel bir canlı olduğunu, toplumdaki ayrıcalıkların ortadan kaldırılarak fırsat eşitliğinin sağlanmasını ve insanların "ahlaki eşitliğini" savunur. buradaki eşitlikten sosyalizm benzeri bir eşitlik anlaşılmamalı elbette, liberal eşitlik sonuçta herkesin eşit olacağı bir dünya değil herkesin olabildiğince eşit başlayıp adilane bir şekilde kendini var edeceği bir toplumun hayalini kurar. bu noktada bir tanım da fernand braudel'den "liberalizm, düşünce özgürlüğünü yücelten ve dinsel birliğin; toplum­sal ya da ulusal birliğin olmazsa olmazı olmadığını savunan bir felse­fedir. bu ise, zorunlu olarak, tolerans fikrine ve eski homo homini res sacra (insan insan için kutsaldır) deyişinde dile geldiği gibi başkaları­na ve insan bireyine saygı gösterilmesi demektir".(6) liberaller için bu toplumu kurmanın yegane yolu da hukukun üstünlüğüne dayanan vatandaşına karşı nötr bir devletle mümkündür. zira bireyi toplumdan ve devletten koruyacak olan şey temelinde hukuktur.

    liberalizmin tarihini berktay kısaca özetlemiş olsa da kişisel olarak bunu daha büyük bir başlık altında ele alacağım için şimdilik geçiyorum ama yine de fikir vermesi için kısaca değinelim. liberalizm elbette bir siyasal ideoloji olarak değil ancak bir özgürlük felsefesi olarak pre-sokratik filozoflardan başlar, roma'yı kateder ve siyasal zemine burnunu ilk defa magna carta ile sokar. patristik ve skolastik baskı dönemlerinde tiran katline ferman veren (bkz: salisburyli john - john of salisbury) ile ölmediğini hatırlatır. rönesans ve reform ile girişinde devasa "libertas" yazan venedik'ten tekrar uyanır. din savaşları, modern bilimin yükselişi, aydınlanmanın etkileri ve feodalizmin zayıflaması ile tekrar bir ivme yakalar. ingiltere'de 1688 görkemli devrimi ile "kralına" anayasacılık, dinsel hoşgörü ve serbest piyasa dayatır. iner hollanda'ya yerleşir. amerikan bağımsızlık bildirgesi'nde doğal hukuk teorisi olarak ortaya çıkar. oradan avupa'ya geri döner ve fransa'da ihtilal ile kral kellesi alıp aristokrasiye liyakatı dayatır. aynı dönemde ingiltere'de bill of rights ile bireyin kişiliğini ve haklarını berkitir. macaristan'da kossuth, italya'da mazzini, hollanda'da thorbecke, güney amerika'da bolivar olur devlet kurar, millet yaratır, medeniyet inşa eder isyan eder. liberalizm tarihi mücadelenin, inisiyatif almanın, onurlu bir yaşamı kendin kadar tüm insanlık için istemenin tarihidir.

    klasik - ya da ilk- liberaller kendi fikir sistemlerini ekonomi-politik olarak adlandırırlardı. bu sebeple liberalizmi anlamak için onun ekonomik fikirlerini bilmek zorundayız. berktay hocamızı takip edere kısa bir özetle toplamayı uygun buluyorum bu noktada.

    liberal ekonominin temeli bireyin "homo economicus" olarak varsayılmasıdır. homo economicus kendi çıkarlarının ve çevresinin farkında olan, kendi kaynak ve imkanlarını bu farkındalık dahilinde kendi çıkarını maksimize etmek için kullanan insanı tanımlar. homo economicusların hür takasları da neyin ne kadar üretileceği ve nasıl dağıtılacağı - ki berktay bu iki meselenin her ekonomik sistemin ilgilenmek zorunda olduğu temel konular olduğunu söyler- hususunu tüm topluma fayda sağlayacak bir şekilde çözer. zira toplumun refahını artırmanın yolu tek bireylerin refahını artırmaktan geçer ve kişiler kendi refahlarının nasıl artacağını en iyi kendileri bilirler. üstelik bu sistem liyakatı da öne çıkararak toplumdaki yetenekli kişilerin de öne çıkmasını sağlar.

    bu mantıksal süreç içerisinde de devlete düşen doğal olarak "gece bekçiliği"dir. yani piyasanın ve aktörlerin güvenliğinden emin olmak, ona teleolojik bir yol göstermeye çalışmamak ve mümkünse çok da gölge etmemektir.

    liberalizmin devletle olan ilişkisi de meşhurdur. her ne kadar devletin bizim toplumumuzda anlamı "baba" olsa da liberallerin bunu kabul etmeleri mümkün değildir. liberaller yukarıda da değindiğimiz üzere devlete zorunlu bir kötülük olarak bakarlar. thomas jefferson'un "en iyi yönetim, en az yönetimdir" veczini ciddiye alırlar. devletin tamamen ortadan kaldırılması kimi liberter yaklaşımlara göre peşinden koşulması gereken bir şey olsa da adam smith'in devlete verdiği görevler bence hala devlet dışında bir organizasyon tarafından yapılamayacak görevlerdir. smith devletin sadece şu 3 işi yapması gerektiğini söyler: 1-topluluğu dışardan gelebilecek saldırılara karşı korumak 2- toplumun üyelerini ken yurttaşlarının baskı ve sömürülerinden korumak 3- toplumun geneli için faydalı olacak ancak yatırımcılar için faydalı olmayacak altyapı faaliyetlerini yürütmek. bu listeye belki ülkenin dış temsili sağlamak, makro politikalar hakkındaki nihai kararları vermek, bağımsız kurumların kurulması denetle(n)mesi, yargı süreçlerinin tarafsızlığının sağlanması (güvenlikle bağlantılı olduğu içim smith değinmiş sayılır ancak yine de isminin geçmesinde fayda görüyorum) ve afet durumlarında acil hareket koordinasyonu gibi ek vazifeler de eklenebilir. liberalizmin temel ilkelerinden olan "bireyin yapabildiği hiçbir şeyi devletin yapmaması" kuralı bugün de aynı şekilde geçerlidir ve uygulanmalıdır ancak ülkemiz için maalesef epey zaman alacak gibi görünmektedir bu geçiş.

    liberalizmin politik ayağı özellikle demokrasi hususunda her zaman iki temel sebeple eleştiriye tabi tutulmuştur. birincisi oy hakkının hemen tüm millete verilmemiş olmasıdır. liberallerin genel oy hakkını en başından beri savunmamış olmalarının eleştirisini biraz anakronik bulduğumu itiraf etmeliyim. orta çağ zihniyetinden yeni çıkan bir toplum geçiş sürecini hak eder. ancak esas nokta burası değil. esas nokta o dönem insanlarının devleti yönetmek derken bugün anladığımız pek çok katmandan oluşan ve sadece oy vererek en başındaki kişiyi seçtiğimiz bir süreç değildir. dünyayı çok daha doğrudan anlayan dönem insanları için devlet yönetmek kişisel ve aktif bir eylemdir. zira kendilerinden önce devleti yöneten aristokratlar meseleyi bu şekilde anlıyorlardı. yeni gelen liberal jenerasyon da yönetmeyi soylu sınıfın anladığı şekilde anlamak zorundaydı zira onlardan devralmaya çalışıyorlardı. haliyle yasaları yapacak insanların bir şekilde birbirlerini tanımaları, aralarında ilişkilerin olmasını ve yüz yüze bir şekilde, sorumlu tutabilecekleri kişinin adını ve soyunu bilmek gibi devralınmış düşünceleri de vardı. üstelik oy hakkının birazının bile özellikle jakobenler elinde nasıl bir şiddet dalgası yarattığını görmüşlerdi. bu sebeple ben liberal düşün dünyasındaki oy verecek kişinin mülk sahibi beyaz erkek olarak genişletilmesini eleştirilecek değil, sonraki güzel gelişmelere yol açmış kıymeti bilinecek bir şey olarak değerlendirmek taraftarıyım. ikinci mesele ise kadınların oy hakkı meselesidir. her ne kadar adam smith gibi kimi düşünürler kadınların oy vermelerini savunmuş olsalar dahi yine günün koşullarında bunun zaten mümkün olabilecek bir şey olmadığını yine kadın hareketlerinden anlıyoruz. kadınlar oy verebilecekleri bir zemin olduğunu sezdikleri anda zaten öne çıkarak haklarını sonuna kadar istemeyi ve er ya da geç almayı bilmişlerdir. bu sebeple 19. yüzyıl başlarında kadınların oy vermesi meselesinin ana mesele olarak düşünülmemiş olması o dönem madenlerde çalıştırılan çocuklar, hayvanlara zulüm, mahalle baskısı, 2slgbtqıa+ hakları, akran zorbalığı vs. meseleleri kadar gerçekten hayati, ancak ikinci plandadır.

    demokrasi tartışmaları ile ilgili olarak o dönem liberallerinin oy hakkının kısıtlanmasına yönelik direnişini/tereddütünü de o dönem seçmenlerinin de o dönem aristokratları kadar zorbalığa meyilli oluşuyla birlikte düşünmek gerekiyor. daha çok insanın oy hakkının doğrudan "çoğulcu" bir sistem yaratmayacağı zaten aşikar. nitekim fransa'da napolyon'un yeğeninin imparator olarak seçilmesi demokrasinin onun anlamını anlamayan bir popülasyoda beklenen pozitif sonuçları üretmediğini görmek zor değil.

    kıymetli fatmagül berktay hocamız bu. noktadan sonra liberalizm içindeki ayrımları tartıştığı/anlattığı için burada yer vermeyeceğim. ancak ilk paragrafta künyesi verilen kitaba yolu düşen her ilgilinin sonuna kadar okumasında faydalar görüyorum.


    kaynak
    1- john zvesper, "liberalizm", blackwell'in siyasal düşünce ansiklopedisi h, der. d. miller; ümit yayıncılık, 1995, s.54.
    2- encyclopaedia brittanica'nın 1960-73 yıllan arasındaki, max lerner imzalı "liberalism" mad­desi.
    3- rosenblatt, h. (2018). the lost history of liberalism: from ancient rome to the twenty-first century. princeton university press.
    4-irene collin.s, liberalism in nineteenth-century europe, historical association, londra, 1957, s.4.
    5-j.s. mili, on liberty, routledge & sons, 1910, s.172.
    6- fernand braudel. a history o f civilizations, penguin books, 1993, s.329-30.

  • gelir dağılımı üzerine

    amerika'da yapılan şahane bir gelir dağılımı araştırmasına denk geldim. en güzel kısmını sizler için altta paylaşıyorum.

    2000-2020 arasında amerikalıların %10'luk dilimlerinin toplam gelirden aldıkları payın ortalaması şu:
    0-10 ----- 1,7%
    10-20 ----- 3,5%
    20-30 ----- 4,4%
    30-40 ----- 5,3%
    40-50 ----- 6,4%
    50-60 ----- 7,7%
    60-70 ----- 9,3%
    70-80 ----- 11,3%
    80-90 ----- 14,7%
    90-100 ----- 35,7%

    bu arada %5, 25,7% alırken %1'in de 13,5% aldığını da belirtelim. (1)

    türkiye'de ise bu denli ince bir araştırma var mı ben bulamadım. ulaşabildiğim tek şey %20'lik dağılımlar(2) ki o da şu şekilde:

    0-20 ----- 5.9
    20-40 ----- 10.6
    40-60 ----- 14.9
    60-80 ----- 21.1
    80-100 ----- 47.5

    avrupa ortalaması ise şu şekilde
    0-20 ----- 7-9 arası
    20-40 ----- 12-15 arası
    40-60 ----- 17-20 arası
    60-80 ----- 22-26 arası
    80-100 ----- 35-45 arası

    bu veriler herkesin ulaşabileceği ya da zaten daha önce mutlaka bir yerde gördüğü veriler. ben sadece bu dağılımın insan grubunun doğası ile ilgili bize bir şey söyleyip söylemediği hakkında biraz spekülasyon yapmak istiyorum.

    bildiğimiz şey şu ki devlet müdahalesi olmadığında para en fakirlerden en zenginlere doğru hızlanarak akıyor. avrupa -özellikle nordik ülkeler- bu konuda abd ve dünyanın geri kalanına göre biraz daha iyi durumda. ancak bunun sebebi piyasa ekonomisi değil, ağır vergiler ve yeniden dağıtım politikaları. liberal düşünce içindeki en büyük tartışma aslında en başından beri bu. tek cümlede özetlemek gerekirse, insanların hayırseverliği insanlığa yetmiyor.

    "kendim için yapıyorum!" motivasyonu; farklılığı, zenginliği ve refahı yaratan ancak aynı zamanda da onun bölüşülmesini engelleyen şey. peki bu sorunu nasıl çözebiliriz? çok farklı öneriler var elbette. sosyal demokratlar avrupa'daki gibi vergileri artırıp yoksullara dağıtma peşinde. ancak bu da avrupa'nın amerika karşısında geri kalmasının temel sebeplerinden biri. sosyal demokrasilerde tembeller çalışmaya ikna edilemiyor, sermaye birikimi abd örneğindeki gibi aşırı yükselmediğinden büyük yatırımlar ya yapılamıyor ya da doğrudan devlet tarafından finanse edilmek zorunda kalıyor. üstelik bizim gibi seküler aydınlanmanın tamamlanmadığı ülkelerde devlete verilen her kuruşun suistimal edileceğinden eminiz.

    liberterlerin önerisi kulağa ne kadar mantıklı gelse de henüz denenmiş değil ve sonuçlarından emin değiliz, durumu daha da kötü bir hale getirme ihtimali var. üstelik toplumsal dayanışma üzerindeki etkileri de negatif olabilir. liberal eşitlikçi rawls ve dworkin'in fikirleri ise dünyanın bugünkü noktasında uygulanması imkansız fikirler. sosyalistlere, nasyonalistlere ve islamcılara değinmiyorum bile.

    o halde yeni bir düşünceye, yeni bir yaklaşıma ihtiyaç var. dünyada bunun üzerine çalışan çok fazla sayıda ekonomist olsa da gelir dağılımı sorunu sadece ekonomik bir sorun değil. tüm siyasal sistemi revize etmek ve hatta ahlaki normları en baştan tartışmak gerekiyor. umuyoruz orta-uzun vadede burada gerçekleşecek tartışmalarla da bu yeniliğe katkı sağlayanlar arasında olabiliriz.


    kaynak
    1-https://www.bea.gov/.../distribution-of-personal-income
    2-https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2180996

  • !düzelmesi gereken atasözleri

  • !düzelmesi gereken atasözleri

« / 19 »