son oylananları (285) - sayfa 15

başlık listesine taşı
  • sparta, spartan, lakonik

    öncelikle, (bkz: sparta nasıl bir polistir?)

    "sparta adı lakedaimon polisinin merke­zi durumundaki askeri bir karargah olan sparta'dan kaynaklanmaktadır. sparta soy bağlarıyla birbirine bağlı topluluk üyeleri­nin hep birlikte sade bir yaşam sürdüğü bir karargah yerleşimi olduğu için, bu sı­nıfın sade yaşantısına atfen spartan (sa­de, dünya zevklerinden uzak yaşam tar­zı), yine bu sınıfın kültür ve sanat dünyası­na uzaklığı ölçüsünde yalın hayatları sözü çok fazla önemsemediğinden lakonik (kı­sa ve özlü söz) sözcükleri günümüze ka­dar gelmeyi başarmış durumdadır. sparta karargahında yaşayan özel statülü bu gru­ba, aynı terimden hareketle spartan denil­diği gibi spartiat da denir."

    kaynak
    ağaoğulları, m. a., türk, d., yalçınkaya, a., yılmaz, z., & zabcı, f. (2012). sokrates'ten jakobenlere: batı'da siyasal düşünceler (3. bs). iletişim yayınları. sf.30

  • sparta nasıl bir polistir?

    ayhan yalçınkaya hocamızın uygun gördüğü başlıkla, "büyük sessizlik ya da eşitliğin eşitsizliği" olarak özetlenebilecek bir polistir.

    sparta ile ilgili bilgileri maalesef kendilerinin sağlam bir yazılı kültürü olmadığı için çevredeki dostları ve düşmanlarından öğreniyoruz. aynı hunlar ve göktürkler için olduğu gibi. heredotos ve thukydides kısmen sparta ile ilgili bilgiler verse de esas kaynak ksenophon ve plutarkhos'tur.

    "peloponnesos yarımadasının güneyinde dört ya da beş küçük yunan köyün­den oluşan bir toplululuktur spartalılar. bu köyler lakonia ya da lakedaimon ovasının yerleşim birimleridir ve topluca sparta polisini oluştururlar; yerleştik­leri ova ve polisin genel adı yüzünden spartalılar, lakedaimonlular olarak da anılırlar." coğrafyası itibarıyla denize uzaktır ancak tarıma verimlidir, bu sebeple denizci değil çiftçi bir topluluktur.

    spartalılar akhaları yıkan dorların soyundandır ve ele geçirdikleri yerleri genel olarak kabile içinde eşit dağıtırlar. bu dağıtım sadece toprakları değil aynı zamanda o toprak üzerinde yaşayan insanları da içerir. bu kölelere helot denir. bu dağıtıma kleroi denir. başlangıçta ele geçirilen toprakların on bin aileye dağıtıldığı düşünülmektedir.

    m.ö. sekizinci yüzyılda spartalılar messenia'yı fethederler ve bu şekilde artık kurulumunu tamamladığı söylenebilir.

    siyasal örgütlenmenin temelinde söylenceler yer alırdı. kurallar rhetra'ya göre düzenlenmişti. çekirdeğinde 3 kabile olsa dahi zamanla ikiye düşmüştür bu sebeple de her zaman iki arghagetes'leri olmuştur. diğer önemli kurumlar ise gerousia ve apella'dır.

    bu üçüne ek olarak bir de sparta'nın beş köyünün her birinin bir ephoros'u (devlet denetçisi) vardı. asli görevleri helotları gözetlemek ve kontrol altında tutmaktır.

    sparta 3 toplumsal katmandan oluşmaktadır. spartiatlar, perioikoslar ve helotlar.

    helotların m.ö. 630'daki ayaklanmaları şiddetle bastırıldı ancak bu süreç sparta'yı askeri ve dışa kapalı bir topluluk olarak iyice berkitti. m.ö. 550'de ticaret ve onun yarattığı kültürel hareketlilik neredeyse tamamen bitmişti. ünlü lykurgos yasaları bu dönemin ürünüdür. lykurgos, toprakları yeniden dağıtarak spartiarlar arasındaki tehlikli eşitsizliği ortadan kaldırmaya çalıştı.

    spartalılar eğitime özel bir önem verirlerdi. spartiatlar agoge denilen sıkı bir eğitime tabii tutulurlardı.

    sparta bu asketik, sade ve yalın hatalarını sürdürdükleri müddetçe güçlü kalmışlardır ve genel olarak emperyal politikalar izlememişlerdir. ancak bu özellikleri kayboldukça çözülüp dağılmaya başlamışlardır. bu dağılma ise büyük bir zaferin ardından başlamıştır.

    (bkz: peloponez savaşı) bu zaferin etkisiyle kendi değerlerini yitirmeye başlayan sparta, 371 yılında kendileri gibi dor kökenli olan thebai'lilere yenilecek ve bir daha asla eski gücünü toparlayamayacaktır. bu savaşlar sonucunda kalan spartiat sayısı da 700'e düşecektir.

    son not olarak; "sokrates'in öğrencilerinden antisthenes şöyle demektedir: "sparta, diğer şehir devletlerinin hepsinden üstündür. atina ile karşılaştırılacak olursa sparta, bir kadın topluluğunun yanındaki düzenli bir erkek topluluğunu andırıyor." ama tarihe damga­sını vuracak olan bu "kadın topluluğu"dur."

    kaynak
    ağaoğulları, m. a., türk, d., yalçınkaya, a., yılmaz, z., & zabcı, f. (2012). sokrates'ten jakobenlere: batı'da siyasal düşünceler (3. bs). iletişim yayınları. sf.34

  • atilla yayla, kemalizm, türkiye ve liberalizm

    bugün atilla yayla'nın kemalizm: liberal açıdan bir tahlil isimli kitabını okudum bu kitabı ya da atilla hoca'nın diğer kitaplarını satın almak için bu linki takip edebilirsiniz.

    bu yazıda kemalizm kitabından bazı parçaları alıp, atilla hoca'nın liberal yaklaşımını daha ileriye götürebilir miyim, daha adilane bir yerden kemalizme yaklaşabilir miyim bunun denemesini yapacağım. en son noktada da öğrencileri ile yaşıt olan bir kimse olarak kendisine bir kaç "yeni kuşak" tavsiyesi vereceğim. umarım standart türk akademisyeni kibrini aşmayı başarabiliriz. zira bildiğim kadarıyla hocası olarak gördüğü insanların eserlerini aşmaya, en azından cüret eden, buna vakit ayıran çok fazla talebe yok.

    hocamız sf.17'de şöyle söylüyor: "türkiye için iyi bir sistem arayışı içerisinde mahalli şartları tek egemen şart haline getirmeme­liyiz. elbette mahalli şartları dikkate almalıyız. ama mahalli şartların esiri olmamalıyız. insanlık tarihi boyunca geçerli olan ideallerin varlığını unutmamalıyız. eğer mahalli şartları aşırı derecede abartırsak, faşistleri de, nazileri de, stalin'i de meşrulaştırmamız gerekebilir. çünkü onların da kendilerine göre şartları vardı."

    metnin geri kalanında da hocamıza eleştirim aslında tam olarak bu hat üzerinden olacak. evet şartlara tamamen teslim olmamak gerekir ancak şartların eylemler ve fikirler üzerindeki etkileri de coğrafyaya ve kültürel gruplara göre aşırı derecede değişebilir. bu sebeple hocamızın çok abartmamamız gerektiğini söylediği şartları tekrar hatırlatalım.

    1927 yılında türkiye'nin nüfusu 13.648.000'dir. bu nüfus içinde okuma bilenlerin sayısı (okuma-yazma değil, çünkü yazma bilenler çok azdır) 1.120.000 kişi, okuma bilmeyenlerin sayısı ise 12.528.000 kişidir. oran olarak, okuma bilenlerin oranı % 8,9, bilmeyenlerinki % 91,1'dir(1). o yıllarda azınlıkların yoğunlaştığı istanbul ve izmir illeri ile memurların çok olduğu ankara ili dışarıda bırakılacak olursa, geri kalan 60 ilde okuma bilenlerin oranının % 6,6 olduğu görülmektedir. başgöz ve wilson (1968)'un araştırması da okulların durumuna ilişkin tabloyu betimlemektedir: 1923–1924 öğretim yılında, yaklaşık 480 medresede sayıları 6.000–18.000 arasında tahmin edilen bir öğrenci kitlesi okumaktadır. laik denebilecek yaklaşık 4894 ilkokul, 72 rüştiye ve 22 idadi vardır. bu okullarda sırasıyla 342.000 (ilkokula gitmesi gereken toplam çocuk nüfusunun belki de yüze 20'si), 5.900 ve 1.240 öğrenci kayıtlıydı. yüksek öğrenim gören öğrenci sayısı ise 2.900'dür(2).

    şimdi, %90'dan fazlası okuma yazma bilmeyen bir toplum olmaktan daha kötü olan şeyler var. bu şeylerin başında da dini inançların yegane hakikat kaynağı olması meselesi gelmektedir. türkiye demokrasisinin neden zamanında tam olarak doğru çalışmadığını sormak yerine, böyle bir şey gerçekten mümkün müydü bunu sormak gerekiyor. ufak bir örnek için şunu hocamıza hatırlatabiliriz: hocam en son kitabınız, türkiye liberalizminin en büyük hocalarından biri olmanıza rağmen kaç sattı? edmund burke'ün 1790 tarihli "fransa'daki devrim üzerine düşünceler" kitabı bir hafta içinde yedi bin nüsha satmıştır(3). bir şey okumayanın herhangi bir ümmiden farkı yoktur veczinin ışığında, dönemin türkiye'si için liberal gelenekler ile birlikte hareket etmek şöyle dursun liberalizm neredeyse duyulmamıştır bile diyebilir miyiz? bu nokta gerçekten önemli.

    yine aynı sayfada hocamız "diğer taraftan, evrensel geçerliliği olan değerlerin türki­ye'de kök salabilmesi için mutlaka yerli kaynaklada irtibatla­rının kurulması gereklidir." dedikten sonra bu yerli kaynakları atatürk ve islam olarak tanımlıyor ve ekliyor: "eğer liberalizm, piyasa ekono­misi, liberal demokrasi gibi değerlerin islam'la hiçbir şekilde bağdaşmaz olduğu yolunda bir kanaat türkiye'ye hakim olur­sa, peşinen söyleyelim ki, bunların hiçbir şansı yoktur." islamla liberalizmin bağdaşması katoliklik ile liberalizmin bağdaşması nasıl olduysa öyle olabilir ancak. müslümanların yoğun olduğu topraklar otuz yıl savaşları gibi bir din savaşı asla yaşamadığından herkesin dini kendine anlayışı, hala bile türkiye'ye hakim olmamıştır. islam, tarihinde hiç bir zaman görüşlerden bir görüş, dinlerden bir din olarak görmemiştir kendini. bilakis her zaman devlet aygıtını ele geçirmeyi ve türkiye'yi islami ahlak kuralları dahilinde, yani şeriat ile yönetmeyi amaçlamıştır. 100 yıllık kemalist vesayet bu "devleti ele geçirip onu şeriatla yönetme" kafsını yenememiştir ve bugün eğer devlet dairelerinin tarikatlar arasında liyakat ve şeffaflık gibi değerler hiçe sayılarak pay edildiğini görmüyorsanız sizi 2008 yılının atilla yayla'sına havele ediyorum. 20 senelik akp iktidarı döneminde de islam'ın değil liberal değer yargıları ile uyuştuğunu bilakis, liberal değer yargılarına saldırdığını görmek için de alim olmaya gerek yoktur.

    inanmıyorsanız freedom house'a soralım; türkiye 2001 yılında kemalist vesayetin sokaklarda tanklar yürüttüğü zaman "partly free" iken(4) 2022 yılında "not free" statüsüne düşmüştür(5). yani demokratik akp türkiye'si, totaliter kemalist türkiye'den daha az özgürdür.

    sadece türkiye'de değil tüm sapiens gruplarında, bir din hakikat tekeli olma iddiasından vazgeçtiği anda tüm ciddiyetini yitirir. bu sebeple de dinde ahlakın kişiselliği ve çoğulculuğu oksimoron bir konsepttir. fransa örneğinde kendisine liberal diyen bir grup katolik din adamı bile ortaya çıkmıştır (bkz: l' avenir gazetesi). ancak çok geçmeden gerçek katoliklerden yani papalıktan liberalizme karşı gerçek görüş ortaya konmuştur, aynen aktarıyorum : "france's church hierarchy publicly censored these views(liberalizm ve katoliklik birbirine düşman değildircilik), and l' avenir lasted only one year. then, in an act that would have momentous consequences for the history of liberalism, pope gregory xvı released his encyclical mirari vos (1832), reprimanding all catholic liberals. not mincing his words, he called liberalism a deadly "pestilence" because it led to religious indifference and caused people to question the obedience they owed their governments. the pope explicitly condemned the separation of church and state and freedom of conscience; he even defended book burning."(6)

    yani, ya liberalizm hakikatin tekele alınamayacağının herkese kabul ettirecektir ya da din ile bir bağlantı kurması mümkün değildir. devrim zamanının fransa'sında, hocamızın da çok iyi bildiği gibi kemalist vesayeti devede kulak bırakacak gelişmeler yaşanmıştı. ancak bu tartışmaya burada uzun uzadıya girmeye gerek yok. eleştiriye dönersek dinin liberalizm ile uzlaşacağını düşünmek ya dini bilmemek ya da liberalizmi temel değerlerinden kolaylıkla taviz verebilecek bir fikir olarak değerlendirmek anlamına gelir. türkiye'de tam olarak bu yazının yazıldığı gün, liberal değerlerle barışık olduğunu iddia eden dini-siyasi hareketin, tam olarak anti liberalizmin kalesi olduğunu anlayabilmek için biraz tarafsız olmaktan başka bir şeye ihtiyaç yoktur. hocamızın 2008'de kemalistlere önerdiğini, bir klasik liberal olarak kendisine önermekten çekinmeyeceğim.

    hocamızın aşırı iyimserliği ve yılların verdiği kemalizm tiksintisi akp hareketinden haddinden fazla ümit bağlamasına sebebiyet vermiştir. örneğin bir cümlesi şu şekildedir: "türkiye'de şu anda bir süreç işliyor. islamcı camianın çeşitli faktörlerin etkisiyle bir ölçüde liberal demokrasiye ve piyasa ekonomisine daha yakın hale geldiğini kendi gözlem­lerimden söyleyebilirim. aynı şey atatürk'ü izleyenler arasın­ da da gerçekleşmelidir ve bu noktada celal bayar'ın tarihi bir fonksiyonu olabilir." burada islamcıların liberal değerleri sindirmekte kemalistlerden daha ileride olduğunu ima etmektedir. 2008'de kesinlikle haklıydı, bugünün türkiye'sinden tekrar sormak isterim kendisine, hocam hala aynı fikirde misiniz?

    hocamızın temel iddialarından biri kemalizmin ifade hürriyeti bastırdığıdır. bu konuda %100 haklıdır. kendi başına gelenler bu durumun belki on binlerce kanıtından sadece biridir. diğeri, kemalizmin bazı tarihi gerçekleri çarpıtmış olmasıdır. bu konuda da hocamız %100 haklıdır. cumhuriyet gökten zembille inmemiş, bir sosyo-kültürel evrim sürecini takip ederek bir noktaya ulaşmıştır. ancak osmanlı'nın son dönemindeki siyasal-sosyal hayatın cumhuriyetin ilk yıllarında olduğundan daha aktif olduğunu söylemek haksızlıktır. zira nüfusun %90'nının okuma yazma bilmediği ve bu istatistiğin değişmesi için bir şey yapılmadığı bir ortamda, büyük bir kaç şehir içindeki toplam sayıları iki bini geçmeyecek insanlar arasındaki tartışmaları sanki osmanlı devleti son döneminde liberal özgürlükler en büyük gündemmiş gibi lanse etmek en hafif tabiriyle kötü osmanlı abartısıdır. üstelik osmanlı'nın son dönemindeki icraatlerden biri olarak 1915 olaylarını hatırlatmakta fayda var, onlar da osmanlı idi değil mi? cumhuriyetin reformları kadar kusurları da osmanlı ile göbekten bağımlıdır bu sebeple, kemalizm cumhuriyet abartısının karşısına muhafazakarın osmanlı abartısını koyarak tarafsız bir bakış açısına ulaşamayız.

    hocamız bu noktada bir parantez açıyor ve "en başta vurgulanması gereken husus, liberal düşüncenin reform yapılmasına olumlu bakabileceği, ancak, reform çabalarının bir tür devrime dönüştürülmesini hoş karşılamayacağıdır." buyuruyor. kendisine 1789'dan başlayıp turuncu devrime kadar olan tüm süreci hatırlamak gerekiyor mu gerçekten? liberallerin krallarını ve kendilerinden olan pek çok liderlerini giyotine yolladığını, kiliseleri gerçekten ahır yaptıklarını, takvim sistemlerinden gün sistemlerine kadar hemen her meselede radikal devrimler yaptıkları, 1830-48 devrimleri bilinmemekte midir? elbette bu değişikliklerin halkın tepkisinin çektiğini napolyon'un imparator olarak geri dönüşünden anlayabiliriz ancak yine de liberalizmin devrime hoş bakmadığını söylemek onu muhafazakar pencereden alımlamak ve başka bir tür alımlamanın mümkün olmadığını ima etmektir ki ne tarihsel gerçeklerle ne de liberal tavırla örtüşmemektedir.

    dahası hocamız osmanlı dönemi reformları ile cumhuriyet dönemi reformları arasında şöyle bir benzetme yapmıştır: "türkiye'nin hem osmanlı hem cumhuriyet döneminde re­formlarla ilgili ortak sorunlar yaşadığı görülür. her iki dö­nemde de reformların bir bölümü tepeden inmeci ve baskıcı özellikler taşımıştır. her ikisinde de ana hedef, istisnalar bir yana bırakılırsa, bireylerin özgürlük alanının genişletilmesi ve özgürlüğün kurumsallaştırılmasından ziyade, devletin kur­tarılması veya kurulması ve bireylerin aleyhine olacak şekil­de güçlendirilmesidir."
    şimdi hocamıza sormak isteriz osmanlı'nın son dönemleri ve cumhuriyetin ilk dönemleri arasında hatta bu dönemi 3. selim'in reformlarından başlatalım, kaç tanesi halkın baskısıyla gerçekleşmiştir? fes'in getirilmesi mi, yeni batı tipi okulların açılması mı, ordunun modernleşmesi mi, nüfus sayımları ve kitlesel aşılamalar mı, piyasa dinamikleri mi? bunların hangileri anadolu'da yaşayan insanların özgürlükçü çabalarıyla gerçekleşmiştir? değil liberal tartışmalar, herhangi bir idare sisteminin tartışmaya açıldığından dahi haberi olmayan insanların hayatlarındaki reformlar elbetteki üstten gelecektir ve üstten gelecek reforma karşı duracak yegane kurum dini kurumdur. bu halde çatışma doğal olarak batılılaşmaya çalışan devlet idaresi ve değişim sebebiyle lokal otoritesi sarsılacak olan dini gruplar arasındadır.

    reformlar hususunda osmanlı ile türkiye arasındaki temel benzerlik budur ve bugün hala devam etmektedir. istanbul sözleşmesinden çıkmayı savunan, eğitimin ağırlık noktasını pozitif bilimlerdeki gelişmelerden dini yetkinliğe kaydıran, teknolojik gelişmeleri kültürel hayattan ayrı bir teknik meseleymiş gibi algılayan taraf osmanlı'da da, cumhuriyetin ilk yıllarında da olduğu gibi yine dini kesimdir. reformların, devletin karşısında bireyi zayıflatmak gibi bir amaç taşıdığı yorumuna ise temelden katılmıyorum. zaten mülk olan, tebaa olan halkın hangi hakları vardır ki reformlarla ellerinden alınacaktır? 20. yy başında anadolu entelijansiyası özel teşebbüsün ve ifade özgürlüğünün farkındaydı ancak bunların istenilen sonucu vermesi için gerekli olan temellerin atılması gerekiyordu. kemalizm işte bu temelleri atmanın bir yöntemi olarak düşünüldüğünde liberal düşünce tarihi içinde eleştirilmekten ziyade övülmeyi hakeden bir yapıdır. ilerleyen satırlarda bu düşüncemi daha da net bir şekilde ifade edeceğimi düşünüyorum.

    hocamızın bir diğer iddiası "osmanlı imparatorluğu'ndaki sosyal hayatı çok renksiz ve zayıf gösterme çabaları da gerçeği tahrif etmektedir." cümlesinde tecessüm etmiş, osmalı'da sosyal hayatın renkliliği savunusudur. kadınların başlarını açamadığı bir ortamda sosyal hayatın renkliliğinden söz etmek demek yine hocamızın sevdiği ifadeyle söylersek "ontolojik olarak imkansızdır". hocamızın bugün berlin'e gidecek kadar parası olduğuna, pek çok kereler de yurt dışında bulunduğuna eminim. ancak hususi olarak gençlik sosyal hayatı nasıl anlıyor sorusuna bir yanıt aramak için bir seyahat gerçekleştirirse, sonra türkiye'ye dönerek islam işkencesini başlarını örtmek zorunda kalarak yaşayan yurttaş kızların "razı gelmek zorunda olduğu" sosyal hayat ile karşılaştırırsa bence vurgulamak istediğim noktayı daha iyi idrak edecektir. osmanlı'da evet bir sosyal kültürel hayat vardır, ancak o hayat amsterdam ile ığdır arasındaki sosyal hayat farkı kadar farklıdır, seküler devletlerle kıyaslandığında.

    modernleşme konusunda ise hocamız şöyle söylüyor: "eğitimde, orduda, hukukta modernleşme hareketlerinin de osmanlı'da başladığı ve hatta, geniş bir perspektiften bakıldığında, cumhuriyet fikrinin bu modernleşme sürecinin bir ürünü olduğu açıktır. ve, şüphe yok ki, bu modernleşmenin başını, silahlı veya silahsız bürokratlar değil, politikacılar, yani saray çekmiştir. bu da anlaşılır bir durumdur. kendisini ülkenin sahibi olarak gören monarkların ülkelerinin güçlü ve problem­ siz olmasını arzu etmesinden ve bunu sağlamak için gerekeni yapmaya çalışmasından daha tabii ve daha beklendik bir durum heralde olamaz." öncelikle buradaki monarşi sempatizanı tavrı anlamakta zorlanıyorum. osmanlı'da monark olan sultan'ın sahibi olduğu bir mülk olmak tam olarak neresinden liberal değerlerle uyuşuyor gerçekten dinlemek isterim. ancak daha önemli olan konuya geçmek istiyorum. hocamız cumhuriyetin osmanlı'dan başlamış bir sürecin neticesi olduğu konusunda haklıdır ancak bu modernleşme değil liberal değerleri topluma tanıtmayı amaçlamak, ülkedeki insanların huzur ve güvenini bile sağlayamamakta ve siyasi çalkantıların ortasında bir oraya bir buraya savrulmakta, ara sıra da kitlesel cinayetler işlemektedir. üstelik politikacıların modernleşme girişimleri neredeyse hiçbir zaman liberal değerlerle alakalı değildir, bilakis milliyetçi ya da islamcı fikirlerin her zaman daha önde olduğu görülmektedir. bu şartlar altında sanki osmanlı kendi yağında kavrulmaya devam etse 1932 yılında liberal değerlerin kalesi olacakmış gibi yansıtmak bence, akademik tarafsızlığa uygun düşmemektedir.

    yayla cumhuriyet konusunda tamamen haklıdır. ancak; "cumhuriyet şunu başardı! "cumhuriyet bunu yaptı! " cumhuriyete şunları şunları borçluyuz" türünden sözler, özellikle, 23 nisan, 29 ekim, 10 kasım gibi önemli sembolik tarihlerde kimilerinin dillerinden hiç düşmemektedir. oysa, cumhuriyet, aynen diğer rejimler gibi, bir özne değildir, bir
    şey yapıp ettiği de yoktur. sadece, cumhuriyet dönemi diye bir dönem ve bu dönemde iktidara sahip kişi ve kadroların gerçekleştirdikleri icraatlar vardır." cümlesine karşı, o kadroların yaptıklarının nedeni olarak cumhuriyeti görmeleri bu eylemleri cumhuriyetin eylemleri yapmaz mı diye sormadan da edemeyeceğim. bu basit dilbilgisi meselesini uzatmaya gerek yok.

    önemli bir argüman da cumhuriyetin en az iki döneme ayrılması gerektiğidir. 1923-1946 ve 1950 ve sonrası arasında ona göre "muazzam" farklar vardır. mesela "ilk dönem sistemin halkın hayat se­viyesini yükseltmekte başarısız olduğu, halkın iktidar sahip­lerinden sadece siyasi olarak değil sosyal ve ekonomik olarak da soyutlandığı ve baskı altına alındığı bir dönemdir." ekonomi konusunda yayla haklıdır, türkiye'nin ortalama büyümesi 1923-1950 arası 3.8 iken, 50-80 arası 7.6'dır(7). halkın sosyal anlamda baskı altına alınması ise halkı tanımlarsak değişiklik gösterir. halk şeriatçılarsa evet baskı tartışmasız yüksektir, ancak halk seküler kentlilerse ortadaki politikaya baskı mı denmelidir emin değilim. mesela kemalizm baskı ile insanları aşılamış, baskı ile kız-erkek çocuklarını aynı okulda okutmuş, baskı ile dindarlarda görülen çocuk gelin vakalarını azaltmış, baskı ile kızların okula gitmesini sağlamış, baskı ile insanların sağa sola çaput bağlamamasını sağlamış, baskı ile büyücüleri, cin çıkarıcıları ilh. cezalandırmış, baskı ile insanları tek eşliliğe zorlamış, baskı ile radyolardan klasik müzik dinletmiştir. baskı mıdır? evet. özgürlüğe faydalı mıdır? yine evet. kemalizmin jakoben özellikler gösterdiğini inkar etmek akıl karı değil ancak kemalizmsiz bir türkiye bana britanya monarşisinden ziyade suud monarşisine yakın hissettirmektedir.

    bir diğer iddia "[...] kemalist totaliterizmin dönemin sosyalist ve nasyonal sosyalist totali­ter sistemlerindeki kadar koyulaşmadığı da açıktır. sistemin totaliter rengi bazen koyulaşmakta, bazen, onu otoriterizme dönüştürecek ölçüde soluklaşmaktadır. sistemin almanya ve rusya ölçüsünde totaliterleşmemesinin sebepleri arasında en başta gelenler, gelişkin bir ideolojik temelin bulunmaması ve mustafa kemal'in pragmatik ve hayata dönük kişiliğidir." hocamız burada tamamen haklıdır.

    hocamızın 41. sayfada tek adam sisteminin yaşayan birinin etrafında oluşmasının izah edilebilir olduğunu ancak ölmüş bir kişinin ardından bu şekilde sürmesinin türkiye'ye has olduğunu söylüyor. milyonlarca kemalistin bu şekilde davranmaya devam etmesi gerçekten de tuhaftır ilk bakışta. ancak sormak isterim, bu inancın temelinde ülkenin seküler kanadının atatürk'ten sonra bir daha ateist bir lider bulamaması olabilir mi? ağır bir dinci cehalet altında cumhuriyet ile kazanılmış bir kaç ufak hürriyetin de islamcılar tarafından geri alınması korkusu insanları bu şekilde yönlendirmiş olabilir mi? islamcıların bugünkü iktidarında cumhurbaşkanına hakaretten açılan soruşturma sayısı iki yüz bini geçtiyse(8), hocamızın yakinen bildiği " yargı tacizi"nin mütemadiyen kullanıldığı sonucunu çıkarabilir miyiz? liberallerle yıllarca işbirliği yapan, avrupa birliği'ne girmek için son sürat çalışan, genelevlerden, eşcinsel derneklerden oy isteyenlerin durumu buysa, cumhuriyetin ilk yıllarında olası bir islam iktidarında neler olacağını liberal açıdan konuşmak ister miyiz? türkiye'de kemalizmi var eden sadece asker ve onun demir yumruğu değildir, kemalizmin alternatifinin ne olduğunun halkın bilinçaltında gayet iyi bilinmesidir. nitekim demokrat partinin iktidarı ele aldıktan sonra milli şefi aratacak bir sertlikte toplum üzerine baskı kurduğunu da hocamız ilk defa benden duyuyor olamaz değil mi?

    bir diğer başlık: kemalizm din midir? hocamız neden olmadığını ve olamayacağını çok iyi anlatmış. ancak bu bölümde metnin buraya kadar olan bölümünden alışık olduğumuz muhafazakarlık sinmiş bazı kesitler var. örneğin hocamız "bazı müslümanların koyunun kürkünde, arının peteğinde, karpuzun çekirdeğinde "allah", "muhammed" yazılarını arayışı gibi, bazı kemalistler de dağların gölgesinde atatürk'ün siluetini, kaya parçaların­ da atatürk'ün suretini aramaktadır." derken %100 haklıdır. ancak "bazı müslümanlar depremi ahlakın bozulmasına bağlarken, kimi kemalistler deprem tahribatının sebebini ata­türk'ün dediklerinin harfiyen yapılmamasında bulmaktadır." örneğini verirken kendisine sormak isterim: atatürk'ün dediklerinin harfiyen yapılmaması yüzünden deprem oldu diyen kemalist kimdir ve bu cümle ile ne demek istemiştir? zira islamcılar, gerçekten ahlaksızlık yüzünden deprem olduğunu iddia etmektedirler(9). ki bu adam da en okumuşları. bu yüzden kemalist ile islamcıyı karşılaştırmak seküler bir liberal için kemaliste hakaret sayılırken, görünen o ki muhafazakar bir liberal için normal sayılmaktadır. ne diyelim, yahudi ve hristiyan arkadaşları olduğu için onlardan biri olup cehenneme gidecek ve zamanın sonuna kadar işkence görecek olan hocamız istediği seçimi yapmakta özgür(10).

    sayfa 47'de başlayan atatürk kemalist miydi tartışması ise son derece gereksiz. kemalist sayılsın ya da sayılmasın türkiye'de sekülerlerin gerektiğinde şiddet kullanacak kadar dini cehalete karşıt olmasının ve milliyetçilerin gerektiğinde şiddet kullanacak kadar uniter devlet yanlısı olmasının adı kemalizmdir. darbelerin atatürk adı ile birlikte anılmasında da atatürk'ün bunu beğenip beğenmeyeceğinden ziyade, kemalizm dışında askerlerin elinde normatif bir temelin olmayışı yatar. 60'ta kimi sol-liberal değerler olsa dahi diğerlerinde normatif bir temeli aramak bile nafiledir.

    sayfa 49 itibarıyla da kemalizm bir ideoloji ya da fikir sistemi midir tartışması başlar. yayla ikisi de değildir der ve bence tamamen haklıdır. atatürk'ü yüceltmek için onun genel kültürünün abartmak anlamsız bir çabadır. zira falih rıfkı gibi bir atatürk aşığı bile atatürk için "umumi kültürü sınırlı bir osmanlı subayı"dır der.(11)

    sayfa 53'te ise yayla "türkiye tipi laikliğin gerçekten laiklik olduğunu iddia edebilmek için siyaset teorisinin terminolojisini çok zorla­mak gerekmektedir. din adına veya din yüzünden toplumsal grupların birbirini baskı altına almasını önlemek, yani genel özgürlüğün bir parçası olarak din özgürlüğünü korumak için siyasetin ve hukukun dini etkilerden ve dini etkileme çabala­rından azami ölçüde arındırması demek olan laiklik, türki­ye'de, en azından, dinle ilişkisi kamu otoritesi tarafından belir­lenen bir toplum yaratma teşebbüsüne dönüşmüştür." sormak gerekiyor, din adına, toplumsal gruplardan bir tanesi sürekli sizin bahsettiğiniz şekilde kalanları baskı altına almak istiyorsa ve bu devlet tarafından sertlikle engellenip yerine bundan daha rasyonel, en azından kitabı türkçeye çevirmeyi akıl edecek, bir dini anlayış öneriliyorsa gerçekten burada bir eleştiri yapmak normal midir? hocamızın bahsettiği diyanet işleri ve cumhuriyetin 90'larda yaşar nuri öztürk, bugünlerde de caner taslaman ile yürütülen rasyonel islam hareketidir. bu hareketi tenkide tabii tutmak gerçekten liberal bir tahlil midir yoksa dine seküler aydınlanmasının sokulması karşısında duyulan örtülü bir kaygı mıdır? hocamızın bahsettiği ideal laiklik elbetteki türkiye'ye hiç gelmemiştir ancak yine yukarıdaki soruya dönmek gerekiyor, gerçekten dünya standartlarında bir laikliğin türkiye'ye gelme ihtimali var mıydı? hala bile var mıdır? kemalizm hocamızın da türk akademisyenlerinin de genellikte doğru okudukları üzere pratik bir harekettir. ihtiyacı çözemeye çalışmaktadır ve türkiye'nin o dönemde de bu dönemde de ihtiyacı olan şey tüm dinlere eşit mesafede yaklaşan laiklik değil, bir dinin diğerlerini ezmesine karşı vatandaşını koruyan sert laikliktir. hocamızın buradaki eleştirilerini de liberal cenahtan değil, muhafazakar cenahtan geliyor şeklinde değerlendirebiliriz.

    sayfa 54'te ise artık şaşırtıcı bir seviyeye ulaşan bir eleştiri görüyoruz. atatürk'ün mirası nedir diye soruyor hocamız ve akıl ve bilim cevabı karşısında liberal bir eleştiriyi elzem görüyor. "akıl ve bilim mülkiyet konusu olmadığına göre miras bıra­kılmaları da söz konusu olamaz. burada kast edilen, bu yüzden, ancak ve ancak, akla ve bilime başvurmanın salık verilmesi ola­bilir." diyerek akademik derinliğini bir kere daha ispatladıktan sonra bizi aydın despotizmine karşı ve akla %100 güvenmenin tehlikelerine karşı uyarıyor. elbette haklı bir karşı çıkıştır, aklın yolu 30'larda insanların kafataslarını ölçerek onları aşağı ya da yukarı olarak sınıflandırmaya izin veriyordu. bu sebeple akla karşı da her zaman skeptik olmakta fayda vardır. ancak buradan sonra hocamız maalesef muazzam bir hata yapıyor ve 1- bilimin ilgilenmediği konular vardır. 2- fen bilimlerinden sosyal bilimler için çıkarılacak az ders vardır 3- bilime dayanarak özgürlüğü, adaleti açıklayamaz, ahlak kuralları geliştiremez, en iyi yöntem biçiminin ne olduğu ve kimin yönetmesi gerek­tiği gibi sorulara cevap bulamayız. gibi ard arda üç adet avrupa'da olsa kariyer bitirici cümle kuruyor. eğer bu konuda fikirlerini değiştirmek isterse duymak isteriz yok eğer hala bu konuda ısrarcıysa 1- bilimin ilgilenmediği konular hangileridir? 2- hiç robert sapolsky ya da sean caroll denen isimleri duydunuz mu? 3- özgürlüğü, ahlakı, adaleti bilim dışında hangi kaynaklara dayanarak açıklamaktasınız? sorularını yanıtlamasını rica ederim kendisinden.

    sayfa 56'da ise çağdaş uygarlık tartışması vardır. hocamız 30'lu yılların totaliter rejimlerinin de çağdaş uygarlık iddiasında olduklarını ve kemalizmin liberal ülkelerden ziyade bu ülkelerle paralellikler taşıdığını söylemektedir ve haklıdır. 30'ların türkiye'si birleşik krallıktan çok nazi almanyasına yakındır. ancak unutmamakta fayda var ki mezkur dönemde winston churchill'in dahi hitler hakkında o kadar kötü düşünmediği bilinmektedir(12). hatta churchill'in aslında düşündüğümüzden daha karanlık görüşleri olduğu da güncel tartışmalar arasında(13). bu sebeple kemalizme bu şekilde bir eleştiri yöneltilmesi ne kadar sağlıklı emin değilim. kemalistlerin "liberal demokrasi, piyasa ekonomisi, insan hakları, siyasal katılım, sınırlı ve anayasal yönetim."'den hoşnutsuz olması iddiasını ise şu soruyla gençlik için daha anlaşılır bir hale getireceğim, (bkz: atilla yayla döneminin furkan bölükbaşı'sı mıdır?)
    türkiye'de kemalizmin alternatifi olarak ldp varmış ve islami idare gerçek bir tehdit değilmiş gibi düşünmek benim değil tarihin yargılayacağı bir hatadır. zira sadece bu hakikat, kemalizmin normatif-etik temeli olmaya yetmektedir. özgürlük, neyden kaçmak istediğini kesinlikle biliyor.

    türkiye'de ulus yaratma çabalarına ilişkin tartışma ise malumun ilanı olduğundan üstüne pek konuşmaya gerek yok.

    kemalizmin medenileşmesi gerekir iddiası ise tamamen doğrudur. ancak kemalizmden daha vulgar olanlar belirli bir noktaya geldikten sonra yapılması gerekmektedir. tarikatların egemenliğine karşı kemalizmi seçmeyecek olan liberal ben tanımıyorum.

    sayfa 62'deki akıl almaz iddiayı da elimiz batmışken değerlendirelim. hocamıza göre "1950'de demokrasiye geçiş bir anlamda kemalizmin aşırılık­ıarına bir reddiyedir ve onu olması gereken mevkiye koyma çabasıdır. 1950 sonrasında türkiye'nin siyasi rejiminde tesis edilen neredeyse her şey kemalizmden ve tek parti diktatörlü­ğünden bir kaçıştır. başka bir deyişle, türkiye olabildiği kadar demokrasi olmayı kemalizm sayesinde değil kemalizme rağ­men gerçekleştirmiştir." açıkça sormak gerekiyor; cumhuriyet ilan eden, kadınlara seçme seçilme hakkı veren, siyasi parti denemeleri yaptıran, ordudaki sonsuz gücüne rağmen iktidarı devreden insanlar nasıl oluyor da iktidarı alır almaz öncekileri aratacak kadar despot olanlardan daha az demokrat oluyorlar? yayla eğer kemalizmin vesayetten vazgeçmeyişini demokratlığı yavaşlatan bir eylem olarak görüyorsa haklıdır, vesayet ve demokrasi birlikte olamaz ancak vesayetin olmadığı zamanlarda ülkenin idaresi islami bir otoriterliğe mi yoksa liberal bir demokrasiye mi doğru evrilmiştir, yorumu kendisine bırakıyorum. eğer yanıtı bulmakta zorlanırsa, kemalizm düşmanlarına ait olmayan bir kanal ararken uzun uzun düşünebilir.

    kitabın geri kalanı yayla'nın yukarıda tartışılan meseleleri cumhuriyet mitingleri münasebetiyle tekrar gündeme getirmesi ve chp-kemalizm'e akıl vermeyle geçiyor. 2008'in yayla'sı verdiği akıllarda son derece liberaldir ve haklıdır, ancak 2023 yayla'sını bugünlerde de sahada görmek isteriz. devletin belirli dini gruplar tarafından ele geçirilmesi, eğitim sisteminin bilimsellikten uzaklaştırılması, ülkenin demografisini bozacak akıl dışı politikalar, yayın-ifade özgürlüğü üzerindeki muazzam baskı, parti kapatma, keyfiyetle politikacı cezalandırma, dış ilişkilerde ve ekonomide rasyonalizmden tamamen kopuş, adalet sisteminin siyasal enstruman haline getirilmesi, kamusal idarenin tek parti dönemi ile tamamen aynı şekilde parti-devlet şeklinde yönetilmesi, ayyuka çıkmış yolsuzluk ve skandallar ve daha sayamayacağımız bu gibi onlarca anti-liberal durum karşısında kemalizme ve chp'ye karşı açık sözlülüğünü ve liberalliğini, erdoğan'a ve akp'ye karşı da göstermesini umuyoruz.

    son olarak bir genç kardeşten notlar: hocam ben sizin klasik liberal değil, liberal değerlerle barışık bir muhafazakar olduğunuz kanaatindeyim. ancak alana yaptığınız katkılar tartışmasız sizi bir önder konumuna getirmektedir. bu sebeple her zaman size karşı iyi niyetimi ve saygımı korumakla ve size yardımcı olmakla yükümlü hissediyorum kendimi. bu sebeple bir hususta sizi ciddiyetle uyarmak isterim. (bkz: yankı odaları ve yanlış bilginin yayılması) başlığında konuyla ilgili bir akademik makaleden anladığım kadarıyla sosyal medyada yankı odaları aidiyetler üzerinden kuruluyor ve tenkit, öteki aidiyetten geldiği zaman otomatik olarak kötü, bizim aidiyetten geldiği zaman otomatik olarak iyi şeklinde değerlendiriliyor. zira aynı aidiyet çemberindeki kişilerden haberdar olmak, aynı dezenformatif verinin pek çok kaynakça doğrulandığı ve desteklendiği ilüzyonunu yaratıyor. sizin özellikle twitter sayfanızda furkan bölükbaşı denen ve türkiye'de literally trollüğün milad noktalarını temsil eden, bugün de iktidar yandaşlığı tarafından motive edilmiş bir şekilde aynı troll zihniyeti uyarınca hareket etmeye devam eden kişiyi bol bol retweetlemiş ve ciddiye almış görünüyorsunuz. bu durumu sizin artık iyice yaşlanmış olmanız ya da bir yankı odasına düşmüş olmanızdan biriyle açıklamak zorundayım ve ben yankı odasını tercih etmek istiyorum. ancak biliniz ki genç liberal entelijansiya içerisinde okur yazar kim varsa bu troll'ün yaptığının farkındadır ve sizinle olan yakın ilişkisine inanamamaktadır. örneğin bu yazıda sizinle neredeyse duygusal bir bağ kurmuş bir akademisyen dahi, sizi övdüğü bir paragrafın sonuna "entelektüel dürüstlük ve tarihe not düşmek adına hiç dokunulmadan bırakılmış bu son paragraf özelinde, yazar artık kesinlikle böyle düşünmüyor, çünkü atilla yayla maalesef muhafazakâr akp'li bir devletçi olmuştur." notunu düşmek zorunda kalmıştır.

    bizim için değerlisiniz hocam, lütfen biz genç, seküler ve devletin baskısını hanesinin içinde hisseden liberallerle klasik liberal ilkelerde buluşun.

    kaynak
    1-http://www.elestirelpedagoji.com/...e/elestirel_pedagoji_sayi_30.pdf
    2- başgöz, ilhan & wilson, h.e. (1968). türkiye cumhuriyetinde eğitim ve atatürk. dost yayınevi, ankara:1968.
    3-öztürk, a., & çevik, c. (ed.). (2022). kavramlar tarihi: özgürlük (1. bs). doğu batı yayınları. s.284
    4-https://freedomhouse.org/...orld_2001-2002_complete_book.pdf
    5-https://freedomhouse.org/countries/freedom-world/scores
    6-rosenblatt, h. (2018). the lost history of liberalism: from ancient rome to the twenty-first century. princeton university press.
    7-chatgpt, yeni google ile tanışın:)
    8-https://www.cumhuriyet.com.tr/...ayandi-305-cocuk-davalik-1981115
    9- https://www.youtube.com/watch?v=Rwg2VP4Xfk4&t=86s
    10-maide,51. kuran
    11- falih rıfkı atay, çankaya.
    12-https://winstonchurchill.org/...id-churchill-ever-admire-hitler/
    13- https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-53029852

  • bülent arınç

    depremi fırsat bilip seçimi ertelemeyi gündeme taşıyarak, özündeki akp çürümüşlüğünü kamuoyuna en açık şekilde gösteren kişi. seçim yaklaştıkça kimlerin çürük kimlerin temiz olduğu adım adım ortaya çıkıyor. eski akp'li babacan deprem bölgesinde 1 haftadır, eski akp'li şener babala'da siyaset dersi veriyor. bülent arınç'tan benim bu ana kadar ümidim vardı, artık yok.

  • !sözlükteki akp'liler

  • orta doğu

    aslında bizlerin, yani osmanlı imparatorluğu'nun, güvenli birliği altında olduğu için avrupa'da olduğu gibi büyük din savaşları yaşamamış, bu sebeple de sekülerliğe geçişte sıkıntılar yaşamak zorunda kalmıştır. avrupa'nın 30 yıl savaşlarını şu zamanlarda yaşayacak kadar dini radikalizmi vardır ancak bu savaşlar sonrasında tekrardan medeni bir dünya inşa etmeye yetecek kadar teorisi yoktur.

    iqsözlük ve y kuşağının düşünürleri bu açığı kapatmak ve dünyanın ortadoğu olarak bilinen bu bölgesinden tekrar medeniyetin yükselmesini sağlamak ile yükümlüdür. eğer nasıl bir dünyada yaşamak istediğimizi kendimiz yazmaz ve kendi kurallarımıza sadık kalmazsak ortadoğu denen çukurda nesillerce boğulmaya devam edeceğiz.

  • turkish philanthropy

    ahbap'a iki milyon dolar bağışlamış, buradan twitter hesabına ulaşılabilecek kar amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşu. buraya tıklayarak anasayfalarına ulaşabilrsiniz.

  • cool olmak

    "gençlerin takıldığı pret-a-revolter [isyana hazır olma] anlayışının artık hüküm sürmediği mekanlarda "kötü", "cool" olarak karşımıza çıkar. değerlilik mi yoksa değersizlik mi?" diye sorar sloterdijk(1) ve "atılan zarın sonucuna göre değişir" diye yanıtlar.

    bence bir eşcinsel erkeğin bir kadından çocuk sahibi olma ihtimali kadardır "cool"un gerçek bir değişiklik yaratma ihtimali. mümkün ancak baharatsız. zira eğer isyan yoksa, inisiyatif alma zorunluluğu hissedilmiyorsa ve herkes harekete geçmek için çok önemliyse bu durum kolaylıkla tüm pasif kitlelerin de arkasında toplanacağı genel bir işlevsizlik hali doğurur.

    cool yaşama karşı ilgisizliği ile karakterini kazanır ve bu ilgisizlik maskülen değerlerin toto genere yitirilişinden başka bir şey değildir temelde.

    sloterdijk, p. (2008). kapitalist dünyanın iiç-evreninde (1. bs). kırmızı yayınları.s.274

  • !salartesi

    haftanın üçüncü günü. plebler arasında çehar-şenbe yani 4. gün olarak bilinir.

  • parokyalizm

    cahilliğin bilimsel ismi. bir olayı tek bir bağlamıyla düşünmek, kendi sahip olduğu görüşün veya inanışın hiçbir şekilde tartışmaya açık olmadığını düşünmektir.

    cümle içinde örnek/tanım da denis dutton'dan gelsin: "[ kant'ın kozmopolitliğini övdükten sonra ] bunun tersine parokyalizm annenizin dizinin dibinde öğrendiğiniz değerleri mutlak doğrular olarak alır ve bunlar başka insanların ( ve onların annelerinin) değerlerinden tartışmasız üstündür: benim dinim tek doğru din, yalnızca benim adetlerim rafine ve medeni, sadece benim dilim şiir yazmaya müsait, benim müziğim en güzel müzik gibi."

    sanat içgüdüsü, sf.234

  • deprem vurdu iktidar yıktı

    türkiye işçi partisi'nin bu videosunun adı. insanları doğruyu görmeye zorlayan bir video olmuştur.

  • kültür savaşı

    en güncel anlamıyla, belirli hayat görüşlerine sahip insanların kamu politikaları yönlendirmek amacıyla birbirleri ile mücadele etmeleri.

  • muhafazakarlık

    karl mannheim'ın tanımıyla " değişmeye yönelik tedbirli bir isteklilik halidir. "

  • denis dutton

    sanat içgüdüsü kitabı türkçeye ayrıntı yayınları aracılığı ile çevrilmiş sanat filozofu. sanatın insana ait olduğunu ve bireysel seçilimde avantaj sağladığı için gelişip yayılmış olduğunu iddia etmektedir.

    "anlatılan, okunan, dramatik veya şiirsel olarak performansı yapılan hikayeler yazılı yazısız, ileri teknolojisi olan olmayan tüm bilinen kültürlerde birbirinden bağımsız olarak icat edilmiştir.[…] kurgu sevgisi, kurgu içgüdüsü; hiyerarşi kadar, evlilik, şakalar, din, tatlı, yağ ve ensest tabusu kadar evrenseldir."(dutton 2017, 128)

  • the ayılar

« / 19 »