entry'ler (1948) - sayfa 4

başlık listesine taşı
  • camialaşmak

    bir insan topluluğunun belirli bir entelektüel fikir birliği temelinde duygusal bağlarla birbirine bağlanması.

    camialaşmanın dört açık faydası vardır:
    1- toplumsallaşmayı kolaylaştırmak (aidiyet, iş birliği, dayanışma, sosyalleşme, onaylanma, güvenlik vs.)
    2- iktisadi dayanışmayı sağlamak (iş bulma, iş kurma, iş paslama, işte güvenilirlik vs.)
    3- siyasal etkiye sahip olmak (örgütlü oy olmak niteliği siyasiler tarafından, siyasi kararların camiayı etkilemesi nedeniyle siyasilere doğru)
    4- ortak planı edimselleştirme ihtimalini artırmak.

    kültürümüzde camialaşmak kendisine çok benzeyen bir kaç kelimeden nüanslarla ayrılır. örneğin örgütlenmek siyaset kokarken, cemaatleşmek din, camialaşmak spor kokar.

    ülkemizde camialaşmak dendiğinde akla hemen futbol kulüpçülüğü gelse de insanların neredeyse sonsuz farklı düzlemde camialaştığını görebiliriz. camia doğası gereği dışlayıcı olsa da bu dışlayıcı tutum tek boyutludur. örneğin hem gs hem fb taraftarı olamazsınız ancak aynı anda doktorlar derneği yönetiminde olan sosyalist parti üyesi hayvansever bir gs delegesi olabilirsiniz. birey ne kadar fazla camianın üyesi olursa yukarıda bahsettiğimiz faydalardan o ölçüde yararlanır.

  • neo-sokratizm

    ne olduğu üzerine spekülasyon yapmadan önce (bkz: neo-sokratesizm) kulağa hoş gelmediği için neo-sokratizmi tercih ettiğimi belirtmeliyim.

    uzun zamandan beri çağın sokrates benzeri bir filozofu çağırdığını düşünüyorum. buradaki videoda slavoj zizek 'in de aynı şeyi söylediğini görünce bunun üzerine bir kaç kelime karalamak istedim.

    zizek konuşmasında sokrates'in "tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir" anlayışı ile sadece soran tarafta kalmasının bugün en çok ihtiyaç duyulan şey olduğunu iddia ediyor. sokrates'in kendi dönemindeki toplumsal yıkım döneminde ortaya çıktığını ve doğrudan buna bir tepki olduğuna değinerek başlıyor. sokrates'in çözümünün ise milet okulu filozofları gibi (bkz: miletos okulu) yeni, kapsayıcı prensipler ortaya atmak değil, her şeyi sorgulamak olduğunu tespit ediyor.

    sokrates'in sadece sorgulayan tarafta kalarak da basit bir "çözüm noktasına" varmaktan kurtulduğunu belirtiyor. böylelikle radikal uncertainty sürecinde kalınıyor. başlangıç noktası ise kelimelerin ne anlama geldiğini aydınlanmak olarak belirleniyor. güzellik nedir? adalet nedir? toplum nedir? vs.

    zizek'e göre sokrates, soran bir hiç olarak daha önce keşfedilmemiş evrenselliklerin kapısını açmaya çalışıyor. en azından zizek'in çıkarımı bu. fakat bence sokratesliğini bu amaca yönelik bilinçli bir çaba ile yapmıyor. sürecin doğal sonucu olarak bu sürecin simgesine dönüşüyor sadece.

    zizek'e göre sokrates'in göstermeye çalıştığı şey "aynı kelimeleri kullanarak farklı şeyler söylüyor oluşumuz anlaşma zeminini ortadan kaldırıyor"dur. ancak konfüçyüs gibi diğer dönem düşünürleri ile paylaştığı bu noktadan sokrates çözüm önermeyişi ile ayrılıyor. sokrates konfüçyüs gibi geleneklere geri dönmeyi önermiyor, bunun yerine kendini sıfır noktasına hapsediyor. böylelikle kendi fiziksel varoluşu üzerinden yeni bir uzlaşma zemini yaratmayı başarıyor. zizek aynı şeyin isa için de geçerli olduğunu iddia ediyor. isa da kriz anında bir çözüm olarak eskiye dönmek yerine kendi varlığı üzerinden yeni bir zemin inşa etmeye kalkışan bir persona olarak okunabilir. yani toplumsal netice açısında isa'ya sokratesçi diyebilmek mümkün.

    peki nasıl? zizek üç temel prensip takip edilerek kendi varlığı üzerinden bir ortaklaşma zemini kurmanın mümkün olduğunu iddia ediyor. bu üç prensip şu şekilde:

    1- kendinden şüphe et
    2- tüm hiyerarşileri askıya al.
    3- prensipte eşitlikçi olarak kal.

    zizek'e göre bu prensiplerin hayata geçirilmesi ile birlikte çok daha özgürleştirici bir evrensellik ortaya çıkar. bu evrenselliğin başlangıç noktası da sokrates olarak düşünülebilir.

    zizek ek olarak sadece felsefi spekülasyonlarla yetinmememiz gerektiğini ancak kelimelerin anlamları üzerine dalgalanmalar yaratmamız gerektiğini söyler. bilimin bu konuda son derece yararlı olduğunu da vurgular.

    ------------------------

    buraya kadar zizek'in sokrates'e dönmekten ne anladığını basitçe özetlemeye çalıştım. ancak bu açıklamada benim ilk gözüme çarpan şey geriye dönüş öneren konfüçyüs'ü sokrates'ten daha işlevsiz bulan zizek'in konfüçyüs ile aynı şeyi yapıp bir çeşit "sokrates'e dönüş"ten bahsetmesi.

    ------------------------

    ilk söylemek istediğim bu, geriye dönüş hem imkansız hem gereksizdir. ne kant'a ne hegel'e dönüş mümkün değildir. dönüşten geçmişte kalmış bir fikirler demetini değil, geçmişteki fikirleri de kapsayan geniş, tutarlı ve yeni bir gelecek hayalini anlamamızın daha uygun olacağını düşünüyorum. ki bu mesele idealizmi yeniden tanımlarken ve kullanmaya başlarken tekrar lazım olacak. bu arada dönüşüm kelimesinin bu iki anlamlılığı için türkçeye de sonsuz teşekkürler. sokrates'e geri dönmekten bahsederken zizek'in de dönmek fiilini bu anlamda kullandığını tahmin ediyorum -ya da umuyorum-.

    ------------------------
    kendinden şüphe tanrının görevlendirmesi ile aşılır. sokrates'e geri dönmek yerine sokrates'ten öğrenmemiz gerekir. isa sokrates gibi asılmayı başarmışken muhammed gerektiğinde putlara alan açmayı bildi.
    ------------------------

    aslında sokrates'lik zizek'in anladığı anlamda bir çeşit peygamberliktir. zira sadece isa değil, muhammed de kendi ağzından tanrının bir "kulu ve elçisi"dir. o da bir hiçtir ve a)prensipte eşitlikçidir b) kendinden önceki tüm hiyerarşileri askıya alır c) kendisinden şüphelidir. fakat burada kendinden şüphe etmek meselesini biraz daha açmak gerekiyor. sokrates sadece hiçbir şey bilmediğini söylemez, aynı zamanda hiçbir şey bilmediğini bilerek, bunu bilmeyen herkesten üstün bir konumda olduğunu söyler. insanların en bilgesi olduğu yönündeki tanrı kelamını çürütmeye çalışır ve "başaramaz". islamda da çalışarak peygamber olunmayacağı ancak peygamberliğin tanrı tarafından verileceği söylenir. yani aslında isa da muhammed de sokrates'in delphoi'den haber almadan önceki hali ile sonraki hali nevinden bir dönüşüm yaşar. kendisi peygamber olmadan önce muhammed sıradan bir yurttaştır. kendisine peygamberlik tebliğ edildiği andan itibaren kurucu hiçe dönüşür. zizek'in isa'da gördüğünün de bu olduğunu düşünüyorum.

    ------

    ikinci olarak zizek'in analizine genel olarak katılmakla birlikte türkçede bu bakış açısını zenginleştirmek için bir kaç kelam etmenin faydalı olacağına inanıyorum. zira dünyanın genel gidişatına uygun olarak türkiye'de de bir kurucu hiç kimliğine ihtiyaç var.

    o halde neo-sokratizmin üç prensibinin yanına birinci ilke olarak kurucu hiçliği ekleyebiliriz. ikinci ilke olarak ise ben bireysel aktivitenin değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. sokrates'gillerin (peygamberler, kimi filozoflar, alimler, teorisyenler, şeyhler, hocalar, kanaat önderleri, kinikler, sofistler vs. ) ikinci ilkeleri inandıkları doğrultusunda tebliğci bir yaşam sürmeleri. sokrates eğer fikirlerini sadece bir kağıda yazıp ilgililerin o metinlere ulaşmasını bekleseydi ne platon gibi bir kimsenin dikkatini çekmeyi başarabilecek ne kamusal bir davada öldürülerek bir efsaneye dönüşebilecek ne halkın çoğuna ulaşmayı başarabilecekti. o savunmasında da belirttiği gibi kimseden para almamış, bilgeliğini maddi kişisel çıkarlar için kullanmamış ve davranışlarındaki samimiyet ile fikirlerindeki derinliği birleştirerek bir fikir insanı olmanın ötesinde felsefe tarihinin kurucu figürlerinden biri olmayı başarmıştır. fikirleri ile eylemleri arasındaki paralellik -ki bunu kant, sartre, heidegger, nietzsche gibi filozoflarda da görürüz- logos ile pathosun optimal bileşimi olarak yaşadığı toplum içinde de bugünlere kadar taşınan bir filozof mitinin yaratılmasına katkıda bulunmuştur. günümüzde dünya çapında binlerce felsefe çalışanı olmasına rağmen filozof figürünün hala istisnaen görünür olmasındaki sebebin altında da sokrates'teki bu becerinin kayboluşu olduğunu düşünüyorum.

    ------------------------------------------------
    devam edecek (umarım.)

  • vis existendi

    spinoza'da lat. "varoluş gücü".

  • aydınlanma

    düşmanın dışarıda değil içeride olduğunu varsayar. her aydınlanma önce en yakınındakileri temizleyerek başlar. sonra dışarıya doğru ya yayılır ya da kendi içindeki düşmanları bulamayacağı kadar azaltır. böylelikle yayılamayan her aydınlanma totaliterliğe dönüşür. cehlin panzehiri nasıl aydınlanma ise aydınlanmanın panzehiri de cehalettir. içinden çıkmayı henüz başaramadığımız ikilem budur.

  • bireylik

    "bedenin bütün parçalarını sonsuzca etkileyen bütün değişiklikler karşısında belli bir hareket ve durgunluk oranının korunması, sürekliliğidir bireylik."

    deleuze, g. (2000). spinoza üzerine on bir ders. öteki yayınevi.sf.22.

    tabi burada deleuze spinoza'dan bahsediyor. kendisinin fikri gibi düşünme hatasına düşülmemeli. ha kendi fikrin bundan başka mıdır? onu deleuze uzmanlarına sormak lazım.

  • occursus

    lat. karşılaşma. "sevdiğim bir şeyi yerim; ya da başka bir örnek: bir şey yerim, zehirlenir, yere yığılırım. kelimesi kelimesine gündelik anlamıyla birinci durumda iyi bir karşılaşma, ötekindeyse kötü bir karşılaşma söz konusudur. bütün bunlar, occursus kategorisine dahildir."

    deleuze, g. (2000). spinoza üzerine on bir ders. öteki yayınevi.sf.23.

  • affectio

    spinoza terminolojisinde duygulanış. "duygulanış iki bedenin, iki cismin bir karışımıdır; öteki üzerinde eyleyen dediğimiz bir bedenle berikinin izini alan başka bir bedenin. bedenlerin her karışımına duygulanış denir."

    deleuze, g. (2000). spinoza üzerine on bir ders. öteki yayınevi.sf.19.

  • hür

    "sırf kendi tabiatının zorunluluğu ile var olan ve etkinliği yalnız kendisi ile gerektirilmiş bulunan şeye hür diyorum."

    spinoza, b. de, & ülken, h. z. (2009). geometrik düzene göre kanıtlanmış ve beş bölüme ayrılmış olan etika (3.baskı). dost kitabevi, sf.32.

  • tanrı

    spinoza'ya göre "mutlak olarak sonsuz bir varlığa, yani sonsuz sıfatları olup başsız ve sonsuz (ezeli) özü bu sonsuz sıfatlarında her biriyle ifade edilmiş olan cevher (bkz: töz)"

    spinoza, b. de, & ülken, h. z. (2009). geometrik düzene göre kanıtlanmış ve beş bölüme ayrılmış olan etika (3.baskı). dost kitabevi, sf.32.

  • tavır

  • sıfat

    spinoza'ya göre "cevherde (bkz: töz), onun özünü meydana getirmek üzere algıladığımız şey".

    spinoza, b. de, & ülken, h. z. (2009). geometrik düzene göre kanıtlanmış ve beş bölüme ayrılmış olan etika (3.baskı). dost kitabevi, sf.32.

  • töz

    "kendi başına var olan ve kendisi ile tasarlanan, yani kendisini teşkil edecek başka hiçbir fikrin yardımı olmaksızın hakkında fikir edindiğimiz şey"dir spinoza'ya göre.

    spinoza, b. de, & ülken, h. z. (2009). geometrik düzene göre kanıtlanmış ve beş bölüme ayrılmış olan etika (3.baskı). dost kitabevi, sf.31

  • causam sui

    "özü varlığı kuşatan, başka deyişle tabiatı ancak var olarak tasarlanabilecek olan şeye, kendi kendisinin nedeni (causam sui) diyorum."

    spinoza, b. de, & ülken, h. z. (2009). geometrik düzene göre kanıtlanmış ve beş bölüme ayrılmış olan etika (3.baskı). dost kitabevi, sf.31.

  • aşk ahlakı

    hilmi ziya ülken'in 1931 yılında daha 30 yaşındayken kaleme aldığı ve ayhan bıçak tarafından "türkiye'de felsefe yapmanın dönüm noktası" olarak tanımladığı eserdir.

  • felsefe problemi kurmak

    "bir sorunun geniş çaplı araştırılıp bütünlüklü bir şekilde temellendirilmesi felsefe problemi kurmak olarak adlandırılmaktadır."

    türkiye'de felsefe cilt 1, ayhan bıçak, doğu batı yayınları, sf.22.

« / 130 »