entry'ler (1925) - sayfa 113

başlık listesine taşı
  • cadıları tespit yöntemleri

    bir cadıyı üç şekilde tanırız arkadaşlar

    1- su üstünde durma testi. cadılar vaftizi reddettikleri için su onların vücudunu kabul etmeyecektir. suçlanan kişiyi bağlayıp suya bırakın, su üstünde kalanlar cadıdır batanları da hemen kurtarmak gerekir.

    2- şeytan noktası testi. şeytan cadılık bulaştırmak için vücudunuza girer ve o giriş noktası acıya karşın hissizleşir. her yerinden suçluya acı çektirin, eğer bir yerde acıyı hissetmiyorsa şeytan oradan girmiştir ve cadıyı yakaladınız demektir.

    3- gözyaşı testi. suçluyu alın ve ona isa'nın çarmıha geriliş hikayesini anlatın. ağlamıyorsa cadıdır.

    kaynak
    d. robinson, wild beasts and ıdle humours: the ınsanity defense from antiquity to the present (cambridge, ma: harvard university press, 1996)

  • neden semboller için ölüyoruz?

    örneklerle başlayalım.
    1-hz. muhammed'i terörle bağlantılı gösteren karikatürler çizen charlie hebdo çalışanlarından 12 kişi öldürüldü. yani, insanlar sırf bir şeyler çizdikleri için öldürülür.

    2-gettysburg savaşı'nda birlik içinde flamayı taşıyan john eakin 3 kurşunla vurularak öldürüldü. sonrasında flamayı albay robert allen aldı. kısa süre içinde öldürüldü. sonra flamayı teğmen john lee devraldı. o da anında öldürüldü. çatışmanın sonunda bayrak er marshall sherman'ın elinde kalmıştı. yani insanlar sırf bir bez parçası yere düşmesin diye öldürülür.

    3- 2015 ortalarında ondokuz yaşındaki zihinsel engelli tavin price, los angeles'ta çeteciler tarafından rakip çetenin rengi olan kırmızı çorap giydiği için öldürüldü. yani, insanlar çorabının rengi yüzünden öldürülür.

    4- 1980'de kuzey irlanda maze hapishanesi'nde normal mahkum kostümü giyerek siyasi mahküm statüsünden çıkarıldıkları için açlık grevine gittiler. 53 gün sonra bir tanesi komaya girince talep kabul edildi. yani, insanlar bir renk farklı kıyafet giymek istedikleri için öldürülüyorlar.

    örnekler uzayabilir. türkiye'de yan yan baktığın için, evlenmeden seks yaptığın için, kocana iyi hizmetkar olamadığın için, rakip takım forması giydiğin için, başka bir siyasi fikri desteklediğin için, tatbikata gidiyoruz diyen komutanının emrine uyduğun için öldürülebilirsin. peki nedir bunların önemi? nedir bu sembolün bizde yarattığı "her şeye değer!" duygusu? gelin bunu öğrenelim.

    anlamamız gereken birinci nokta insana ait olan dil meselesi. hayvanlarda mesaj anlamın kendisidir. yani yırtıcı geliyor diye çığlık atıyorsan yırtıcı geliyor diye çığlık atıyorsundur. insanlarda ise bu durum yalana da elverişli olacak şekilde farklıdır. picasso'nun o meşhur diyaloğunu hatırlayın:
    - bay picasso bu ne biçim balık?
    + bay vasat o bir balık değil, resim.

    yani insanlar baktıkları şeyin baktıklarından farklı bir şey olduğunu anlama hatta bunu sanat aracılığıyla yaratma kapasitesine sahipler ancak ortalama insanda bu fark hala tam oturmamıştır. sapolsky'nin ağzından söylersek : "metaforik olanla gerçek olan arasında ayrım yapma ve o şeyin "sadece bir mecaz" olduğunu hatırlama konusunda aslında oldukça kötüyüz.

    daha iyi anlayabilmek beynimizin içinde bu metaforik iletişimle ilgili neler oluyor ona bakmamız gerekiyor. beynimizdeki frontal kortikal anterior singulat korteks, yani acc, acının anlamını değerlendirir. ayağınızı bir yere vurursanız da burası harekete geçer, bir gruptan dışlanırsanız da. yani duygusal acılar sadece metaforik değildir, gerçekten acıtır. aşk acısı gerçek bir şeydir. daha ötesi aslında anti-depresan hapı aldığınızda aldığını şey fiziksel bir ağrı karşısında içtiğiniz ağrı kesiciyle aynı mantıkta çalışıyor. bir eğlenceli bilgi daha, kıskanmak da aynı acı bölgesini harekete geçiriyor.

    insular korteks ile devam edelim. çürük bir eti ısırdığınızda burnunuzu buruşturur, üst dudağınızı kaldırır, gözlerinizi kısarsınız. aynı şey çirkin birini gördüğünüzde ve kardeşinizle seks yaptığınızı düşündüğünüzde de olur. yani başkasının adına utanç duymak, bir şeyi iğrenç olarak nitelemek ve gerçekten de o şey karşısında midenizin bulanması çok normal. bu ilişki iki yönlüdür. yani iğrenç bir şey yedikten sonra normal bir olaya daha iğrenmeye hazır bakarsınız aynı şekilde kendinizden gurur duyduğunuz bir eylemden sonra yediğiniz yemek daha lezzetli gelir(1,2). bir diğer örnek kötü bir kokunun olduğu ortamda hepimiz olduğumuzdan daha muhafazakar oluruz.(3) yani iğrenme ile ahlaki pozisyonumuz arasında doğrudan bir korelasyon var. paul rozin'den alıntı yapacak olursak: "iğrenme, etnik veya grup dışı bir işaretleme işlevi görür." bu noktada bir yorum olarak islamın yok olmamasının altında temizlik alışkanlığı olabilir mi konusunu da eklemek isterim. zira kirli-iğrenç-kötü kokan = öteki, temiz- sağlıklı- iyi kokan = biz diye ayıran beyinlerimiz(4) içinde açıkça "biz" olan islami tarafın temizlik konusunda batıya yukardan bakıyor olması - toplumdaki fransızlar ve parfüm meselesi örneğin- bunun kanıtlarından biri olabilir. allahın varlığı konusunda tartışmasız imanlı babannem almanya'dan döndükten sonra tüm almanya'nın köpek boku kokuyor olduğunu söylemişti. zira sokağa kakalarını yapan köpekler ve onu ince poşetlerle yerlerinden alan - ve almayan!- insanlar babannemde doğrudan iğrenme yaratmıştı. bu üstünlüğü nereden geliyor peki? temiz olduğu hissiyatından, islamdan. (bkz: islam ve temizlik) bu konunun detaylarını sonra burada konuşabiliriz. şimdi meseleye geri dönelim.

    beyin, iğrenme ve ahlak ilişkisinde şahane bir çalışma daha var. insanlara 2 gruba ayrılıyor. bir gruba yalan söylemeleri isteniyor. diğer gruba ise bir yalanı yazmaları. çıkışta iki grup üyelerine de temizlik malzemeleri sunuluyor. yalan söyleyenler daha çok ağızla ilgili temizlik malzemeleri alırken yalanı yazan grup daha çok el sabununa yöneliyor(6,7,8,9). yani açıkça yalanı fiziksel bir kir gibi taşıyor bedenimiz. şahane bir şey değil mi bu?

    bir diğer önemli bulgu temasla anlam arasındaki ilişki. araştırmalara göre daha ağır bir dosyada verilen cv'ler daha çok dikkate alınıyor, daha yumuşak parçalarla yapboz yapan insanlar daha sert parçalarla çalışanlara göre bir sonraki meseleyi daha yumuşakbaşlı bir şekilde değerlendiriyor, daha sert koltukta oturanlar daha yumuşak koltukta oturanlara göre insanları daha esnek ve yumuşak olarak algılamaya meyilli oluyorlar. eline sıcak bir şey tutuşturup konuşturduğunuz iki insan eline soğuk bir şey tutuşturup konuşturulan iki insana göre birbirlerini daha sempatik buluyor. soğuk el, soğuk duygu. yani, beyin gerçek duyu ile metaforik değerlendirmeyi ayırmada başarısız, bu sebeple de kolaylıkla manipüle edilebiliyor.

    bunun sebebi beynimizde ortaya çıkan bu soyutlama becerisinin çok yeni olması. milyonlarca yıllık bir evrimin üzerine böyle bir bilinç sprandel'i ortaya çıkınca beyin onun için ayrı bir şey geliştiremediği sürece onun bir diğer kısımla algılama eğilimi gösteriyor. yani birini yargılamak istiyorsanız beyninizin soyut düşünceyle ilgili kısımları ne kadar az gelişmişse temas ya da dışsal verilere o kadar çok yaslanacaksınız demektir. yani aslında semboller için ölüşümüzün temel sebebi beynimizin yeterince evrimleşmemiş olması. daha da derine gidersek aşırı pahalı olan von economo nöronları beynin düşünen yerinden ziyade hisseden tarafına yönelmiş durumda. bunu bilinçli olarak olması gereken noktaya doğru zorlamazsak basitçe savaşları asla bitiremeyebiliriz.

    (bkz: politik kutuplaşma evrimle ne oranda bağlantılı?)

    kaynaklar
    1-c. chan et al., "moral violations reduce oral consumption," j consumer psych 24 (2014): 381;
    2- k. j. eskine et al., "the bitter truth about morality: virtue, not vice, makes a bland beverage taste nice," plos one 7 (2012): e41159.
    3-e. j. horberg et al., "disgust and the moralization of purity," jpsp 97 (2009): 963.
    4-c. b. zhong and k. liljenquist, "washing away your sins: threatened morality and physical cleansing," sci 313 (2006): 1451;
    5- l. n. harkrider et al., "threats to moral ıdentity: testing the effects of ıncentives and consequences of one's actions on moral cleansing," ethics & behav 23 (2013): 133.
    6-m. schaefer et al., "dirty deeds and dirty bodies: embodiment of the macbeth effect ıs mapped topographically onto the somatosensory cortex," sci rep 5 (2015): 18051.
    7- c. denke et al., "lying and the subsequent desire for toothpaste: activity in the somatosensory cortex predicts embodiment of the moral-purity metaphor," cerebral cortex 26 (2016): 477.
    8- d. johnson et al., "does cleanliness ınfluence moral judgments? a direct replication of schnall, benton, and harvey (2008)," soc psych 45 (2014): 209;
    9- j. l. huang, "does cleanlines ınfluence moral judgments? response effort moderates the effect of cleanliness priming on moral judgments," front psych 5 (2014): 1276.

  • atatürk ateist midir?

  • kötülüğün sıradanlığı

  • efendi ahlakı nedir?

    "nedir soyluluk? ... eylemleri değildir onu belli eden- eylemler hep çok anlamlı hep çok dipsizdir- ; ne de "yapıtları" dır. bugün, sanatçılar ve akademisyenler arasında, soyluluğa çabalayan derin bir isteği yapıtlarıyla ortaya koyan yeterince insan bulunabilir: oysa, bu soyluluk gereksinimi temelden sotlu bir ruhun kendisi hakkındaki, araştırılmaz, bulunmaz, belki de yitirilmez, bazı temel kesinlikleri. – soylu ruhun kendine derin bir saygısı vardır! –(1)

    soylu olanı sürü insanından ayıran en temel özellik, onun kendisine olan bu derin saygısı, kendisini olumlamasıdır. kendini olumlayan ve değer koymaya muktedir olan ( gerçekten ustanın hakkıdır değerler yaratmak(2) ) her şeyden önce özgürdür. kendisinden başka hiçbir otoriteyi tanımaz. " özgür insan ahlaksızdır, çünkü o her konuda geleneğe bağlı değil, kendine bağlı kalmak ister: başlangıçtan itibaren insanlığın tüm durumlarında "kötü", neredeyse "bireysel", "özgür", "başına buyruk", "alışılmamış", "şaşırtıcı", " değişik" anlamına gelir." (3)

    soylu insan hiç şüphesiz bencildir. zira türün geri kalanı için kendisinin refahının en hayırlısı olduğunu bilir. amacı kendini aşmak, alt etmek olan insanoğlunun tek umudur ondadır, bu yüzden gelişme kapasitesi olmayan sürülerin kendisi için feda edilmesine karşı çıkmaz. "iyi ve sağlıklı aristokrasinin temel özelliği, kendini bir işlev (krallığın ya da devletler topluluğunun işlevi) olarak duymakta değil de işlevlerin anlamı, en yüksek yargılama makamı gibi duymaktır. – bu yüzden, temiz bir vicdanla, araçlar haline getirilen sayısız insanın kurban edilmesini kabul eder. temel inancı, toplumun toplum için değil de yalnızca seçilmiş varlık türlerinin kendilerini daha yüksekgörevlere, genel olarak daha yüksek varlıklara çıkardıkları bir altyapıve ön taslak için varolmasıdır."(4)

    nietzsche'nin soylu insanı toplumsal kastın tepesindedir. o seçilmiş olandır. kusursuz oldukları için kusursuz olmanın ayrıcalıklarına sahiptirler (dünyadaki mutluluğu, güzelliği ve lütufkarlığı temsil etmek gibi). buna karşılık terbiyesizliğe veya pesimist bir bakış açısına, çirkinleştiren bir göze ve öfkeye hakları yoktur. onların onaylayan ve olumlayan içgüdüsü dünyanın kusursuz olduğunu düşünür. soylular başkalarının felaketlerini bulacakları yerde mutluluklarını bulurlar. kendilerine ve başkalarına karşı serttirler. en büyük zevki kendilerini yenmekten alırlar. zor olan görev onlar için ayrıcalık, ağır yüklerle oynamak bir istirahattir. ikinci sırada olmaya hakları yoktur. onların kaba işlerini onlar için başkaları üstlenir. onlar hüküm sürerler fakat bunu istedikleri için değil sadece varoldukları için yaparlar. tamamen doğal, tamamen kendiliğinden(5).

    soyluyu köleden ayıran bir başka özellik ise harekete geçiş ve yaratım motivasyonlarıdır. köleyi harekete geçiren şey hınçken; soylu, kendiliğinden harekete geçer ve büyür. kendisine biz mutlular, biz seçkinler, biz iyiler diyen soylu ahlakı; sadece daha neşeli bir şekilde evet diyebilmek için karşıtını ele alır(6).

    nietzsche, efendi ahlakında "iyi" ve "kötü"nün zıtlığı, yaklaşık olarak "soylu" ile "aşağı" zıtlığı anlamına geldiğini belirtmektedir. "iyi" ve "kötü" zıtlığının kökeni farklıdır. korkak, endişeli, küçük ruhlu, ufak yararlar düşünen, ayrıca özgür olmayan bakışlarıyla güvenilmez olan, kendini küçük gören, kendilerine kötü davranılmasına izin veren insanlar bu ahlakta aşağı görülmektedir. ona göre, sıradan insanların yalancı olduğu, bütün aristokratların temel inançları arasındadır. bu yüzden o, eski yunan soylularının kendilerine "biz doğrucular" dediklerini aktarmaktadır. o, değer sözlerinin önce insanlara uygulanır, sonra da buradan eylemlere uygulandığını belirtmektedir. nietzsche, soylu insanın kendini belirlediğini, onanma gereksinimi duymadığını, "bana zararlı olan şeyin kendisi zararlıdır" diye yargıda bulunduğunu belirtmektedir. soylu insan kendini genellikle şeylere onur veren biri olarak bilmekte ve değer yaratan kendisi olmaktadır. o, kendisinin bir parçası olarak bildiği her şeye onur verir. nietzsche'ye göre böyle bir ahlak, kendi kendini yücelten ahlaktır. soylu insan yardıma muhtaç bir insana yardım ederken acımadan dolayı değil daha çok güç fazlalığının doğurduğu itkiden yardım eder. nietzsche soylu ahlakına sahip insanların psikolojisini kendine inanç, kendisiyle övünme, bensizliğe olan temel düşmanlık ve ironi, duygudaşlığa ve sıcak yürekliliğe karşı, hor görme olarak sıralamaktadır(7).

    nietzsche'nin soylu insanı modern düşünceye karşıdır ve 19. yüzyılın sonlarına doğru avrupa'da iyice yaygınlaşmaya başlayan "herkesin birbirine karşı olan sorumluluğu" fikrine tepkilidir: "ataların lehine, gelecek olanların aleyhine inanç ve ön yargı güçlü olanın tipik ahlakıdır. yönetenler ahlakı modern beğeniye karşı, en sıkıcı, en yabancı konumdadır, insanların yalnızca eşitlerine karşı görevleri vardır; yabancı olana, aşağı düzeyde olana, insan, istediği gibi ya da "gönlünün çektiği gibi" davranabilir ilkesinin katılığıyla-: burada acıma ve benzeri duygular yerini bulur. uzun teşekkürler ve uzun intikamlar yeteneği ve görevi – ikisi de yalnızca eşitler arasında – kısaslarda incelik, aşırı abartılmış dostluk kavramı, belli bir düşman olma zorunluluğu (sanki kıskançlık, kavgacılık, kibir oyunları için bir lağım olarak – temelde iyi dost olabilmek için ): bütün bunlar soylu ahlakının tipik özellikleri...(8)"

    nietzsche soylu ahlakına sahip bir insanın anlamakta en çok zorlandığı şeyin "değersizlik" olduğu kanısındadır. çünkü ona göre, bu insanlar sahip olmadıkları halde çevresinde kendileri hakkında iyi bir kanı olduğunu varsayıp buna kendileri de inanmaktadır. o, bu konu da soylu insanın şöyle diyeceğini söylemektedir:"değerim hakkında yanılabilirim ama yine de değerimin benim tanımladığım gibi kabul edilmesini beklerim". ya da diyecek ki: "birçok sebepten dolayı, başkaları hakkında iyi kanılar taşımaktan zevk alabilir, belki de onları sevip yücelttiğim için, onların bütün zevklerinden zevk alırım, bunu paylaşmasam bile, benim için yararlıdır hala ya da yararlı olacağını umarım, ama bunların hiç biri değersizlik değildir(9).

    nietzsche'ye göre soylu ahlakı serttir, hoşgörüsüzdür. bunun sebebi hiç değişmeyen uygunsuz koşullara karşı sürekli olan savaşın tipleri belirlenmesi ve sertleştirmesidir. "gencin eğitiminde, kadınlar için yaptıkları düzenlemelerde, evlilik törelerinde, yaşlı – genç ilişkilerinde, ceza yasalarında ( yalnızca sapkınlara yönelik olan). soylular bu hoşgörüsüzlüğü erdem saydılar ve adına "adalet" dediler. az ama güçlü özellikler taşıyan bir tip, haşin, kavgacı, aklı başında, bir insan türü bu biçimde değişen kuşakların ötesinde belirlenmiştir.(10)"

    son olarak, yukarıda saydığım özellikler dışında üstün olan, kölelerin hakim olduğu bir toplumda kendini "çılgın" olarak gösterir. "kaçınılmaz bir şekil de herhangi bir ahlaklılığın boyunduruğunu kırıp yeni yasalar koymak isteyen üstün insanlara, eğer gerçekten çılgın değillerdiyse, kendilerini çılgın yapmaktan, ya da çılgınmış gibi göstermekten başka çare kalmıyordu... yani sadece dini ve siyasi yönetmelik alanında değil, bütün alanlardaki yenilikçiler için geçerlidir: - hatta şiir veznini yenileştiren kimsenin de kendine çılgınlık onayı alması gerekiyordu. (çok hoşgörülü zamanlara kadar şairlerin elinde bundan belli bir çılgınlık geleneği kaldı.) - "insan çılgın değilse ve öyle görünmeye cesaret edemiyorsa, kendini nasıl çılgın yapar?" eski uygarlığın hemen hemen bütün önemli insanları bu korkunç düşünceyle meşgul oldular. kızılderililerde büyücü, ortaçağ hıristiyanlarında aziz, grönlandlılarda angekok, brezilyalılarda paye olmak için hazırlanan reçeteler temelde birbirinden farklı değildir: anlamsız şekilde oruç tutmak, cinsel ilişkiden hep uzak durmak, çöle gitmek veya bir dağa veya bir sütuna tırmanmak veya "bir gölü gören kocamış bir söğüdün üzerine oturmak" ve kendinden geçme veya zihinsel karışıklığı beraberinde getirecek hiçbir şey düşünmemek. bütün çağların en üretken insanlarının belki de içinde kıvranmış olduğu en acı ve en gereksiz ruhsal ıstıraplar vahşiliğine göz atmaya kim cesaret edebilir! yalnız ve şaşkın olanların iniltisini dinlersek: "ah, siz ilahi varlıklar, bana çılgınlık verin artık! çılgınlık verin ki sonunda kendime inanabileyim!(11)"



    kaynakça:

    1- f.w. nietzsche, iyinin ve kötünün ötesinde , (çev.)ahmet inam , istanbul: say yayınları , 2013, sf.210
    2- a.g.e., s.195
    3- f.w. nietzsche, tan kızıllığı , (çev.) özden saatçi, istanbul: say yayınları , 2013, sf.19
    4- ff.w. nietzsche, iyinin ve kötünün ötesinde , (çev.)ahmet inam, istanbul: say yayınları ,
    2013, sf.190
    5- f.w. nietzsche, deccal, (çev.) arzu yarbaş, , izmir: ilya yayınevi, 2005, sf.103
    6- f.w. nietzsche, ahlakın soykütüğü üstüne, (çev.) aslı yarbaş, izmir: ilya yayınevi, 2007,
    sf.35
    7- f.w. nietzsche, iyinin ve kötünün ötesinde , (çev.)ahmet inam , istanbul: say yayınları ,
    2013, sf.191-193
    8-a.g.e.,s.192
    9- f.w. nietzsche, iyinin ve kötünün ötesinde , (çev.)ahmet inam , istanbul: say yayınları , 2013, sf.194-195
    10- a.g.e.,s.196
    11- f.w. nietzsche, tan kızıllığı , (çev.) özden saatçi, istanbul: say yayınları , 2013, sf.23,2425

  • sürü ahlakı nedir?

    köle ahlakının ortaya çıkışını nietzsche yahudi tarihine dayandırır. "köleleştirilen yahudiler ( babillliler tarafından) "dinmek bilmez bir nefretle" soylu ahlakın "iyi = soylu = güçlü =güzel = mutlu = tanrı'nın sevgilisi" eşitliğinin yerine köle ahlakının "iyi = acı çeken = yoksul = güçsüz = alçak" eşitliğini getirerek ilk önce soyluları yozlaştırmışlardır."(1)

    peki köleleştirilmiş yahudiler nasıl olmuştu da efendi olan babilliler'i yenmişlerdir? bu durum şöyle açıklanabilir; yenilmiş yahudiler başka hiçbir çareleri olmadığı için sahip olmak zorunda kaldıkları değerlere ( dayanışma, paylaşma, vicdan, sabır ilh.) sahip çıkıyormuş gibi görünmüşlerdi. burada çok önemli bir noktayı görmek gerekir. köle yahudiler, köleleştirilmiş olmalarına rağmen hala köle ahlakına sahip değillerdi. açıkça mücadele edemedikleri efendilere karşı kara propogandayla, kalemle mücadele ediyorlardı. köle ahlakı hıncın üzerine kuruludur oysa yahudi rahiplerde hınç yoktu. hınç nietzsche'de dışarı atılmamış ve ruhu zehirleyen öfke demektir. yahudi rahiplerde hıncın olmamasının sebebi ise yahudi rahiplerin kılıçla olmasa dahi kalemle mücadele ediyor oluşlarıydı. öfkenin bu dışa vurumu sayesinde yahudiler hınçla dolmuyor ve dolayısıyla köle ahlakına sahip olmuyorlardı. babilliler'in yenilmesi ise işte tam olarak bu yahudi tiyatrosunun sonucuydu. yahudi rahipler önce kavramları yeniden yapılandırdı. bu yapılandırma esnasında soylulara ait kavramlardan "özgüven" "küstahlığa" , "kararlılık" "acımasızlığa" ilh. dönüştürüldü. aynı zamanda kölelere ait kavramlar da değişti; "güçsüzlük" "tevazuya", "korkaklık" "dost canlısı olmaya" evrildi ve bu kavramlar erdem konumuna yükseltildi(2). yahudi rahipler soyluların dekadan içgüdülerini teşvik edip doğrulayarak, onları "efendi" ahlakından "köle" ahlakına geçirmiş, böylece baskıyı sona erdirmişlerdir.

    bu hikayede ilk başta yenilmiş olan efendilerin, köle kılığında kazandığı zafer anlatılmıştır fakat eğer zaferi kazananlar yine efendilerse hristiyanların yahudilerden devraldığı bu ahlak neden bu kadar kötüydü? "durumu farklı kılan, hristiyan rahiplerin köle ahlakını içselleştirmiş olmalarıdır. önceleri salt tiyatro olan, onlar için mutlak hakikatti. bu haliyle "diğer yanağını" çevirmeyi gerektiriyor, sağlık kazandıran intikam pratiğini onlara yasaklıyordu."(3)

    köle ahlakı yahudilerden içselleştirilmiş bir biçimde hristiyanlara (roma'ya) geçmiş ve avrupa'nın efendi milletlerinin yakasına yapışmıştır. o günden bugüne kadar süregelen bu köleleşme durumu avrupa'yı bugünkü pasif, edilgen, hınçlı, korkak ve çürümüş dekadanlığına ulaştırmıştır. "üstün insanların işi bitmiş, normal düzeydeki insanın ahlakı zafer kazanmış. üstün insandan kurtuluşuemin adımlarla ilerliyor!her şey gözle görülecek şekilde yahudileşiyor, hristiyanlaşıyor ya da kabalaşıyor!(4)

    peki bu köle ahlakına sahip insanların özellikleri neydi? sürü insanının ,soylu ve etken "sarışın canavar"(5) karşısında özelliklerini şöyle anlatır;
    öncelikle sürü öfke doludur. güçlülere ve bağımsızlara karşı sürekli bir hınç duygusu ile yaşamaktadır. "o efendi olmak istemektedir. bunun için onun " sen mecbursun"u vardır.o tekil insanı sadece bütününanlamında, bütünün iyiliğine geçerli kılmak istemektedir, o kendini bütünden çözenlere kin beslemektedir.o ona komşu olan bütün bireylere kinini çevirmektedir"(6)

    sürü insanı nietzsche'nin vaaz ettiği dionysosçu olumlamayı, hayatın iyi kötü tüm fırsatlarına karşı evet diyen tavrını yadsır. onun yerine içi "hayır"larla ve mecbursunlarla dolu, farklı olan her şeye tepkili bir yaşam önerir. "seçkin ahlak bütünüyle kendi kendine yönelik muzaffer bir onaylamadan doğarkeni köle ahlakı daha en baştan, "dışında", "başka" , "özünde olmayan" bir şeye hayır diyor.: ve bu "hayır" onun yaratıcı hareketi. ...köle ahlakıneydana gelebilmek için, daima önce bir karşıt dış dünyaya ihtiyaç duyar, fizyolojik açıdab smylemek gerekirse, gerçekten harekere geçebilmek için dış dürtülere ihtiyaç duyar – onun hareketinin özü tepkiye dayanıyor.(7)"

    nietzsche kendi ahlak anlayışında iyi olan tüm sıfatları efendiye uygun görürken sürü insanını tanımlamak için; korkak, endişeli, küçük ruhlu, ufak yararlar düşünen, özgür olmayan, güvenilmez olan, kendini küçük gören, kendilerine kötü davranılmasına izin veren, köpek gibi olan, yılışan, dalkavuk gibi sıfatları uygun görür.(8)

    sürü insanı ötekinden ve radikalden hoşlanmaz. onu düşündürecek ve mevcut durumun rahatlığından ( ki bu durum rahat olmak zorunda değildir, alışılmış olsun yeter) alıkoyacak her şeye karşı tepkilidir. " sürünün içgüdüsü ortayı takdir eder ve orta çağı ev yüksek, en değerli olarak nitelendirir. ...ortada korku sona erer. burada insan tek başına değildir, burada eşitlik vardır, burada insan kendi varlığını doğru hisseder. burada memnuniyet egemendir. güvensizlik istisnalar için geçerlidir, istisna olmak demek suçlu olmak demektir."(9)

    sürü insanı kendini tanımlayamaz. kendine hiçbir iyi sıfatı uygun görmez; "ezelden beri bütün bu nasılsa oluşmuş toplumsal katmanlarda sıradan insan , yalnızca kendisini nasıl görüyorsa öyledir: - hiç de olumlu değerler yüklemez kendine ayrıca ustasının ona yüklediği değerlere uydurur kendini."(10) kendini olumlayamayan kendine değer vermeyen sürü insanı doğası gereği kendisi hakkındaki diğer yorumlara son derece açık, hatta bağımlıdır; "değersiz kişi ( sürü insanını kastediyor ) kendisi hakkında işittiği heriyi kanıdan hoşlanır (yararlılığını tümüyle gözönüne almayarak hem de doğruluğuna ve yanlışlığına bakmadan ), hakkındaki kötü kanılar da acı verir ona : çünkü ikisine de teslim olmuştur; içinde başgösteren şu en eski teslim olma iögüdüsüne uygun olarak onlara tutsak olduğunu hisseder."


    sürü insanının en göze çarpan özelliklerinden birisi de kurnazlığıdır. "asil insan kendisine karşı açık yüreklilik ve inançla yaşarken, hınçlı insan ne samimidir ne saf ne de kendisine karşı dürüst ve açık ruhu şaşı bakar ; tini, gizli delikleri, arka yolları, arka kapıları sever; saklanmış her şey onun dünyası, onun güvencesi, onun merhemi gibi gelir ona; iyi bilir susmayı, unutmamayı, beklemeyi, geçici olarak kendini küçültmeyi ve alçaltmayı. böylesi hınçlı insanlardan oluşan bir ırk sonunda, herhangi bir asil ırka oranla, kaçınılmaz olarak daha kurnaz olur, nitekim kurnazlığa büsbütün farklı paye de verir, birinci derecede bir var olma koşulu olarak görür onu, oysa asil insanlar için kolaylıkla lükse ve incelmişliğe kaçan nahoş bir tat taşır kurnazlık: - burada, bilincine varılmamış düzenleyici içgüdülerin sekmez işlerliği yanında, bir tür akılsızlık bile denebilecek, tehlikenin ya da düşmanın üzerine o yiğitçe gidişin yanında veya asil ruhların her zaman birbirlerinin farkına varmalarını sağlamış olan öfkenin, sevginin, hürmetin, minnetin ve öcün o coşkulu birdenbireliği yanında hiç de esaslı bir yer tutmamıştır kurnazlık.(11)"

    kaynakça
    1- julian young , nietzsche, (çev.) bülent o. doğan, istanbul:türkiye iş bankası kültür
    yayınları, 2015, sf.693
    2-f.w. nietzsche, iyinin ve kötünün ötesinde , (çev.)ahmet inam , istanbul: say yayınları , 2013, sf.191
    3-julian young , nietzsche, (çev.) bülent o. doğan, istanbul:türkiye iş bankası kültür yayınları, 2015, sf.770
    4- f.w. nietzsche, ahlakın soykütüğü üstüne, (çev.) aslı yarbaş, izmir: ilya yayınevi, 2007, sf.34
    5-f.w. nietzsche, ahlakın soykütüğü üstüne, (çev.) aslı yarbaş, izmir: ilya yayınevi, 2007, sf.39
    6- f.w. nietzsche, güç istenci , (çev.)sedat umran, istanbul: birey yayıncılık,2002, sf.155
    7- f.w. nietzsche, ahlakın soykütüğü üstüne, (çev.) aslı yarbaş, izmir: ilya yayınevi, 2007, sf.35
    8-f.w. nietzsche, iyinin ve kötünün ötesinde , (çev.)ahmet inam , istanbul: say yayınları , 2013, sf.192
    9-f.w. nietzsche, güç istenci , (çev.) sedat umran, istanbul: birey yayıncılık, 2002, sf.156
    10-f.w. nietzsche, iyinin ve kötünün ötesinde , (çev.)ahmet inam , istanbul: say yayınları , 2013, sf.194
    11-f.w. nietzsche, ahlakın soykütüğü üstüne, (çev.) aslı yarbaş, izmir: ilya yayınevi, 2007, sf.37

  • sürü bireyi nasıl ele geçirir?

    öncelikle şu bilgi ile başlayalım: yetişkin insanlar da maymunlar ve bebekler gibi bir insanın 3 kere yaptığı şeyden daha fazla 3 farklı insanın aynı şeyi yapmasından daha fazla etkilenirler. yani bir kişinin bizim karşımızda 3 kere gökyüzüne bakmasındansa 3 kişinin birer kez bakması bizim gökyüzüne bakış arzumuzu daha çok etkiler(1).

    elbette bu hemen hepimizin zaten bildiği bir şey. hepimiz toplumun çoğunluğunun genelde yanlış olduğunu biliriz ancak yine de o anda, orada bulunduğumuzda gruba uyup sonrasında pişman olacağımız şeyler yapmaktan geri durmayız. peki bu nasıl gerçekleşiyor? nasıl oluyor da hayatında bir sineği dahi incitmemiş insanlar lince katılıp, dükkanlar yağmalayıp, katliamlar gerçekleştirebiliyorlar? işte bunun yanıtını vereceğim.

    1- kademeli artışın ikna edici gücü.

    milgram deneyini hatırlayalım. tam olarak bilmeyenler buradan ulaşabilir. burada birey şu şekilde manipüle edilir: "225 volt elektrik verdin zaten 226 volttan seni alıkoyan ne? çok saçma, yapmışken tam yap." ya da "madem bunları boykot ediyoruz o zaman dükkanın önünü de kapatalım kimse alamasın. zaten kimse onlarla çalışmak istemiyor. bak kapattık gitti. hadi şimdi de yağmalayalım zaten bu dükkanın kimseye bir faydası yok."

    kademelilik hali, potansiyel dirençli kişiyi savunma pozisyonuna iter. saldırganlığın ahlakla değil, akılcılıkla ilgili bir mesele olduğu imajını yaratır. böylece bir noktadan sonra artık "gerisini getirmemek " anlamsızlaşır ve yanınızdaki insanların da aynı duygusal durumda olması sizi cesaretlendirir.

    çözüm: kitlesel olaylarda sürüleşmemek için her vites yükseldiğinde gruptan bağımsız olarak tekrar durumu değerlendirmek gerekir.

    2- sorumluluk meselesi.

    eğer bu eylemin sorumluluğu bana kalmayacaksa, yani yazılı olarak amirlerimden gelen bir talimatsa o işin ahlaki tarafını düşünmeye daha az teşne olurum. bu işi "polislik, askerlik, gardiyanlık" seçerken bunların olabileceğini zaten biliyordum. ben sadece işimi yapıyorum. o halde insanlara işkence yapabilir, onları aşağılayabilir ve toplumca imha edebilirim.

    çözüm: kitlesel eylemlerde size verilen görev eğer temel insan haklarına aykırı ise o emri kimden aldığınızın bir önemi yoktur. her zaman en temelde bir insan olduğunuzu ve yaptığınız eylemin sizinle hayatınızın sonuna kadar geleceğini unutmayın.

    3- suçluluğun dağıtılması
    belki duymuşsunuzdur kurşuna dizme sırasında kurşuna dizen 5 askere aralarından birine sahte mermi verildiği söylenir. hepsi aynı anda ateş eder ve hepsi kendi kurşununun sahte olmasını umar. böylelikle birisini öldürmüş olmanın sorumluluğu hem beşte birine düşer hem de böyle bir durumda belki de benim mermim sahteydi şeklinde düşünüp rahatlamak daha kolaydır. ayrıca "zaten ben yapmasam başkası yapacaktı."

    çözüm: lince katılan 100 kişiden biri olmanız sizi %1 değil, %100 linççi yapar. bunu unutmayın yeter.

    4- anonimlik.

    eğer yüzünüz görünmüyorsa ve kimse sizi tanımayacaksa suç işlemek daha kolaydır. bu sebeple göstericilerin en saldırganları yüzlerini kapatır ve güvenlik güçleri illegal bir şey yapmadan önce kasklarındaki ya da göğüslerindeki numaraları silerler. bu saklanma davranışının ardında sadece tanınıp tanınmamak yatmaz, aynı zamanda bu bir persona yaratımıdır. böylelikle kendiniz de yaptığınız vicdana aykırı eylemlerden daha az sorumlu hissedersiniz.

    çözüm: kimse kendi yüzünü kendinden saklayamaz. kendinizi böyle çocukça kandırmaya yeltenmeyin.

    o halde toparlayalım. bir gruba soykırım yaptıracaksanız önce öteki grubu dövdürerek başlayın. kademeli olarak artırın. sonra sorumluluğu sizin aldığınızı söyleyin ve vatan için bunun gerekli olduğunu hatırlatın. sonrasında etraftaki kalabalığın göstererek " zaten olacak " olduğunu belirtin hem "6 milyondan 300 tanesini sen öldürmeyeceksen neden buradasın ki?" en sonunda da başlarına birer maske geçirin ve şu mesajı verin: "sizler, yani, babalar-anneler-evlatlar-komşular- bitki yetiştirenler- evde hayvan besleyenler- doğa aktivistler, sizleri ilgilendiren bir olay yok, bu işi maskeli bir grup insan yaptı. sizler sakince evlerinize dönüp çocuklarınızın başını okşamaya devam edebilirsiniz."

    böylece insanların bireyliklerini sabote eder, sürü ruhu içerisinde onlara istediğinizi yaptırabilirsiniz.

    ayrıca (bkz: kötülüğün sıradanlığı), (bkz: sürü ahlakı nedir?) (bkz: efendi ahlakı nedir?)


    kaynaklar
    1- s. asch, "opinions and social pressure," sci am, 193 (1955): 35.
    2- sapolsky, r. m. (2021). davranış: en iyi ve en kötü haliyle insan biyolojisi. pegasus yayınları.
    s.464-466

  • christina maslach

    zimbardo'nun meşhur stanford hapishane deneyinde, zimbardo'yu 6. günün sonunda deneyi bitirmeye ikna eden öğrenci hanım. sonradan zimbardo ile evlenmişlerdir.

  • solomon asch uyum deneyi

    1950'li yıllarda swathmore koleji'nde çalışan asch deneklere iki adet kart verir. bu kartlardan birinde tek bir çizgi diğerinde ise farklı uzunluklarda 3 çizgi vardır. soru basittir, ilk karttaki çizgi ikinci karttaki çizgilerden hangisiyle eşittir?

    insanlar tek başlarına bu deneye girdiklerinde %99 oranında doğru yanıtı buluyorlar. ancak 7 kişilik bir grupla girdiklerinde - ki bu diğer kişilerin hepsi deneyin manipülatif bir parçası- ve bu 7 kişi aynı hatada uzlaştıklarında deneklerin üçte biri aynı hataya uyum sağlıyor ve grubu takip ediyor.

    kaynak
    sapolsky, r. m. (2021). davranış: en iyi ve en kötü haliyle insan biyolojisi. pegasus yayınları.s.456

  • adalet

    özgürce uzlaşmanın kavramıdır. özgürce uzlaşılmış kurallara dayalı bir topluma da adil toplum denir.

  • itaat ile uyum arasındaki fark nedir?

    sapolsky'e göre itaat grupla, uyum otoriteyle iyi geçinmektir.

    kendi yorumum olarak eklemek istediğim ise şudur: uyumsuz dediklerimiz aslında grubun total refahını yükseltmek amacıyla da hareket etme potansiyeline sahiptir. yani uyumsuz, mevcut otoriteyi rahatsız eder ve bu çıkıntılık halinde grupla pozitif ilişkisini bazen itaat ederek bazen de itaat edilecek hale gelerek sürdürdüğü müddetçe liderlik denen özelliği inşa etmeye devam eder.

    grup otoriteyle her zaman tam uyumlu değildir ve grup adil olmaya çok daha yatkındır. bu sebeple toplumsal ilerlemenin altında yatan toplumsal dinamik bana göre uyumsuz itaatkarların otorite ile olan ilişkisindeki gücüne paraleldir.

    yani, otoriteyle problemi olan ancak grupça "iyi" olarak bilinen çocuklar kazanırsa herkes kazanır. otoriteyle arası iyi olanlar kazanırsa hiyerarşi katılaşır, değişim ihtimali azalır ve özgürlük hissi istisnaen tadılabilecek bir lüks haline gelir. doğu kafası ile batı kafası arasındaki temel farklardan biri de budur.

    bu sebeple uyumsuzluk mecburi, itaat; adalet ne kadarsa o kadar.

    kaynak
    sapolsky, r. m. (2021). davranış: en iyi ve en kötü haliyle insan biyolojisi. pegasus yayınları.s.451

  • ömer göksel

    özellikle yalak ve çılgın profesör serileriyle öne çıkan türkiye'nin en underrated çizerlerinden. halihazırda uykusuz dergisinde çizmektedir.

  • oğuzhan uğur'a açık mektup

    dostum merhaba,

    bu yoğun tempo içerisinde umarım bu metni okumaya vakit bulabilirsin, ben de elimden geldiğince kısa tutacağım. bu mektubu buradan okuyabileceğin üzere nihat genç'in senin hakkındaki yazısının gördükten sonra kaleme alıyorum.

    nihat genç sana "paracuk"larını korumak için memleketi satan bir vatan haini, memleket gençlerini fetö, pkk ve liberalizm sempatizanı yapmak için atatürkçülük "ayağı" yapan bir yalancı, omurgasız, haysiyetsiz, namussuz, ciğerleri çürümüş, götü başı oynayan ve "pkk diliyle iç savaş iklimleri hazırlayan pilli bebek oyuncak siyasilerin oyuncağı" diyor. haksızlığına ve saldırganlığına gelmeden önce; bu ne edepsizliktir?

    daha önce de bu yazısında epey sert yüklenmişti sana. sen de twitter'dan "silkinmem lazım" demiştin. açıkçası bu tavrın beni çok şaşırtmıştı zira hakan şükür'ün konuşmasına bu kadar sert bir tepkinin gelmesi aslında hakan şükür'ü olduğundan daha önemli, tartışmalı bir adam haline getirerek onun etkisini artırmadı mı? bu tartışma büyüyüp ilker canikligil senin boşluğunu doldurduğunda ve ilker canikligil'in kolejli nezaketi şükür'ü durduramayınca aslında nihat genç'in en çok korktuğu olmadı mı? hakan şükür neredeyse 3 saat kesintisiz bir şekilde 800.000 aboneli bir kanalda konuşmadı mı? üstüne kendi hür iradenle soruları takip etmekten vazgeçip "otorite"ye itaat etmiş olmak sence sana yakıştı mı?

    bildiğim kadarıyla ailevi sebeplerin de etkisiyle türkçü camiaya yakın hissediyorsun kendini. seküler bir milliyetçiliğin -ki atatürkçülük temelde budur- ülkemiz ve insanlarımız için en hayırlısı olduğunu düşünüyorsun ve bu konuda açıkça bildiklerini, öğrendiklerini kamu ile paylaşmaktan imtina etmiyorsun. ben de bir on yıl kadar seninle aynı fikir safında idim, artık değilim ve gördüğüm kadarıyla sen de -belki farkında değilsin ama- tam olarak sınır çizgisindesin.

    liberal deyince senin de aklına batılıların hedefleri doğrultusunda çalışan, kendi ülkesini peşkeş çekmeye hazır, omurgasız, beyni yıkanmış, para düşkünü, batı hayranı, yerli işbirlikçi, ülkenin gerçek ihtiyaçlarından bihaber, kandırılacak kadar naif, "karı kızla takılan", korkak liboş tipinin geldiğini biliyorum. nihat genç'in sana söyledikleri ile ne kadar benzer değil mi? galiba benim başıma geldiği gibi, senin mahallen de seni ait olduğun yere, bireysel düşünmeye, batıyı batı yapan değerlere yani aydınlanma ve liberal düşünceye itiyor.

    nihat genç'in ve türkiye'de hemen her sürü ahlakının egemen olduğu yerden bakıldığında liberaller gerçekten de öyleler. gerçekten de liberallerin batılı bir ajandaları var. mesela hakan şükür olsan bile ifade hürriyetinin sağlanması. mesela ele geçirilmiş bir pkk'lı olsan bile kişisel hakların dokunulmazlığı, işkencenin önlenmesi. mesela her şeyi bilmekten çok sormayı, noktadan çok soru işaretini savunmak. mesela tarikat olsan bile ezilmekten çok anlaşılmak, denetlenmek ve toplumsal uzlaşının tarafı haline getirilmek. mesela göçmen, mülteci, sığınmacı, kaçak göçmen olsan bile temel insan haklarına uygun muamele görmek, mancınıkla atılmamak mesela, ucuz işçi olarak çalıştırılmamak, çoluk çocuğunla oturduğun evden polis copuyla zorla çıkarılarak yaka paça idam edileceğin ülkeye gönderilmemek. türkiye'nin en okumuşları akp'den kaçmak için yurtdışına giderken taliban denen akıl almaz medeniyetsizlikten kaçanları korku içinde yaşamamasını savunmak. mesela azınlıklardan korkmamak, kürtlerin de kendini eşit hissetmesini sağlamak. mesela "yerli ve milli" drone için bile kamusal ihale kanunlarını çiğnememek, yolsuzluğu aklamamak. mesela kendi ülkesinin çocuklarını ezen çin, rusya gibi otoriter devletlere mesafeli olmak. mesela kızların istediğini gibi giyinme, istedikleriyle sevişme haklarından yana olmak. mesela ibneyi küfür olarak kullanmamak, travestiyi e-5 caddesinde fuhuşla geçinmeye zorlayacak kadar toplumdan dışlamamak.

    ben de uzun süreler türkiye'de dört temel kafa olduğunu düşünüyordum. sosyalistler, kemalistler, milliyetçiler ve islamcılar. ancak görüyorum ki aslında sadece iki tip kafa var. sorulardan yana olanlar ve cevaplardan yana olanlar.

    biliyorsun ki kitle için sorular kafa karıştırıcıdır, uzun yanıtlar ise sıkıcı. onlar bir kaç kelimeyi geçmeyecek yanıtların arkasında birleşmeyi, gücü ele geçirmeyi ve kendilerinin rahatsız hissettiren kim varsa imha etmeyi amaçlarlar.

    diğer taraftaki bireyler için ise bir kaç kelimelik yanıt olmaz, zira sadece yanıtların dayandığı bilimsel kaynaklar bile sayfalarcadır. hedef gücü ele geçirmek değil gücün seni ele geçirmesini engellemektir, zira yaratılmış bir otorite pozisyonunu biri mutlaka ele geçirecektir ve önemli olan pozisyonun nasıl kullanılacağıdır. seni rahatsız edenleri değil seni onaylayanları uzaklaştırmak gerekir zira "sen haklısın!" diyen konuyu kapatıyordur, "sen haksızsın, çünkü..." diyen ise aslında ya bir soru soruyor ya da bilmediğin bir şeyi öğretiyordur.

    bu iki insan tipi, yani ister birey-toplum de, ister efendi ahlakı köle ahlakı, her ideolojik çatı altında görülebilir. ancak takip edebildiğim kadarıyla birey olarak düşünebilen insanlar her çatı altında ağırlıksız bir vitrin ögesinden fazlasını ifade etmiyor. sosyal medya ile birlikte fikrin geçerliliği de kalabalıkların like'ları ile ölçüldüğünden neredeyse tüm etkileri silinmiş durumda. yanıt veren sonsuz kaynaklara karşı soru soran -iqsözlük ve m.a.m. ve belki bir kaç grup daha hariç- hiçbir mekanizma, kurum yok. en hakiki mürşit'e dayanarak konuşanlar "kafa s.kiyor", karmaşık hakikati izah etmeye çalışanlar "bayıyor" ve rahatsız eden soruları soranlar "diğerlerinin ajanı" olarak derhal dışlanıyor. geriye kokoreç ısmarlayarak * tavlanabilen bir gençlik, duyanın mutlu olduğu sorular ve he deyip geçmekten farksız yanıtlar kalıyor.

    senin için değeri nedir bilmem ancak şunu açıkça söylemek istiyorum ki nihat genç'in bedeninde tecessüm etmiş sürü ahlakına karşı ben, soruların ve soruların yanında olan senin yanındayım. onlar biliyor olmaya, emin olmaya, inanmaya devam etsinler biz de sormaya ve şüphe duymaya. ancak vatanperverliği, karakterimiz olan hürriyeti ve soru işaretinin şerefini bu sürüye bırakmaya niyetimiz yok. senden de sadece kendi inandığın özgürlükçü değerleri takip etmenden başka bir beklentimiz, ricamız yok.

    senin kendinde fazla olanlara dayanarak hasan can'a, efe aydal'a sorduğun soruyu ben de bizde fazla olanlara dayanarak sana sormak istiyorum; oğuzhan, soru sorma konusunda yardıma ihtiyacın var mı? lütfen elimizden bir şey geliyorsan haberdar et bizi.

    sevgilerle,

  • 1000. entry

    hayırlı uğurlu olsun.

    kaliteli ve çok üretmeye devam. burayı hakikatin kalesi, fikir savaşlarının arenası, her sivil entelektüelin not defteri yapacağız!

  • basmakalıp içerik modeli nedir?

    sıcaklık-soğukluk ve yetkinlik-yetersizlik eksenleri üzerinden "onlar"ı kategorize edişimizi gösteren bir model.

    bu modeli orta dünya üzerinden açıklamak zannediyorum ki kimseyi incitmeden meseleyi anlatmaya en uygun yöntem olacaktır.

    i- iyi
    y- yetkin
    k- kötü
    yz- yetersiz

    biz olarak insan ırkını alacağız. insanlar iy sınıfındadır. hem yardımsever, hem fedakar, hem anlayışlı hem de merhametli -yani- "iyi"lerdir. üstüne medeniyetler kurar, yüksek binalar ve mancınıklar yapar, en gelişmiş kılıçları ve miğferleri üretebilirler -yani- yetkindirler. insanlar kendi gruplarını her zaman bu kategoride anlarlar, iyi ve yetkin. buradaki esas duygu gururdur.

    elfler ise ky sınıfındandır. soğukturlar, kibirlidirler, entel kuntel konuşurlar, insanları ve diğer ırkları aşağı görürler. bir yandan da en iyi silahları onlar yapar, en iyi ilaçları onlar bulur, madenleri en iyi onlar işler, savaşta en büyük faydaları onlar sağlar. onlardan bahsederken yüzümüz buruşur, kimse oturup bir elfle iki lafın belini kırmak istemez ancak bir yandan da elfin hakkını elfe vermek gerekir. buradaki esas duygu kıskançlıktır.

    hobbitler ise iyz sınıfındadır. bir hobbit derdinizi dinler, işinize koşar, arkadaşı için canını feda eder, yemeğini paylaşır ve her zaman güvenilirdir. ancak kimse savaşta kullanacağı kılıcın ve kalkanın hobbit malı olmasını istemez. mecbur değilse kimse bir elf dururken bir hobbit doktora görünmez. mecbur değilse kimse hobbit ilacını elf ilacına tercih etmez. kimse evini insanlar, elfler, cüceler dururken hobbitlere yaptırmaz ve kimse savaşta sırtını bir hobbit'e dayamak istemez. buradaki esas duygu acımadır.

    orklar ise kyz sınıfındadır. ölen arkadaşlarını yerler, kötü kokarlar, çirkindirler, hain ve korkaktırlar. öte yandan savaşmayı bilmezler, ordu idare edemez paso terse düşerler, kılıçları kalkanları zayıf, savaş aletleri işe yaramazdır. hem kötüdürler hem de beceriksiz. buradaki esas duygu ise tiksintidir.

    siz de eğer dikkatli düşünürseniz "onlar" olarak tanıdığınız tüm grupları bu 4 kategoriden birinden gördüğünüzü fark edersiniz. mesela tuttuğunuz takımın en büyük rakibi hangi kategoriye girer? sizi terk eden eski manitanızın yeni sevgilisi? şirketinizdeki o "diğer" işi yapanlar?

    onlar, "biz"in gözünde kategori de değiştirebilirler. mesela uruk-hai'ler orkların kyz'den ky'ye geçişini temsil eder. frodo ise iyz'den iy'ye geçerek elfler ülkesine geçmeye hak kazanmıştır. saruman iy'den ky'ye geçişin örneği iken hobbitlere yol gösterme sürecinde gollum kyz'den iy'ye geçişi temsil eder.

    kaynak
    s. fiske et al., "a model of (often mixed) stereotype content: competence and warmth respectively follow from perceived status and competition," jpsp 82 (2002): 878

    sapolsky, r. m. (2021). davranış: en iyi ve en kötü haliyle insan biyolojisi. pegasus yayınları.s.407-412

« / 129 »