favorileri (278)

başlık listesine taşı
  • vanitas akımı

    "all is vanity." diyen bu sanat akımı 17. yüzyıl hollanda'sının barok dönemine aittir. "memento mori" - remember you must die fikrinden ilhamla yapılan resimler hayatın geçiciliği ve ölümün varlığını hatırlatmak üzerinedir. sembollerin çokça kullanıldığı akımın eserleri kafa tası, solmuş çiçekler, kum saati gibi güçlü simgeler bulundurur.
    akımın sanatçıları iki farklı yaklaşıma sahiptir: ilki, bulunduğumuz dünyanın geçiciliğini ölümden sonra var olan sonsuz yaşamla kıyaslayan umut dolu bir yaklaşım; ikincisi ise sahip olduğumuz tek yaşamın ölümlü dünyamız olduğunu savunan yaklaşımdır.

    görsel: "vanitas—still life with bouquet and skull," by adriaen van utrecht (1642)


    kaynak: artsandculture
    thecollector

  • pieter claesz

    1597-1661 yılları arasında yaşamış hollandalı barok ressamdır. natürmort (still life) ustasıdır ve kullandığı farklı tekniklerle en yaratıcı natürmort ustası olarak anılır.

    birlikte çalıştığı willem claeszoon heda'ya kıyasla daha renkli ve daha dekoratif natürmortlar ortaya koyduğu gibi eserleri çoğunlukla allegorik anlamlar taşımaktadır. vanitas akımından etkilenen claesz'in resimlerinde insanın ölümlülüğünü hatırlatan kafa taslarına rastlamak mümkündür.
    görsel: vanitas


    görsel: sürahili natürmort


    kaynak: claesz

  • evrimsel siyaset felsefesi

    7

    kısaca toparlayalım.

    a- insanların davranışlarında gözlemlenen karmaşıklık insan davranışının canlı davranışı dışında görülmesini mümkün kılmaz. bir dişi ile çiftleşmek için onun kıçını koklamak, ona bir yuva yapıp içini süslemek ya da ona bir pırlanta vermek arasında evrim açısından hiçbir fark yoktur. yemek için avlanmak, yetiştirmek, toplamak arasında bir fark yoktur. hepsi temel amaca hizmet eder.

    b- insan popülasyonlarının nüfuslarında sıçramalar yaratan hadiseler sapiens tarihinin çağları olarak tanınmalıdır. bu sebeple insan tarihini 6 çağa ayırmak gerekiyor:
    b - 1 - ateşe kadar
    b - 2 - tarıma kadar
    b - 3 - devlete kadar
    b - 4 - aydınlanmanın sonuna kadar
    b - 5- post-organizmaya kadar
    b - 6- bilgiye kadar

    genel şablonu bu şekilde belirledikten sonra siyaset felsefesinin tartışmalarına bu çerçeveden bakabilir ve günümüz bunalımını anlayabiliriz.

    günümüzdeki siyasal bunalım her birini kendi içinde alt başlıklarıyla inceleyeceğimiz üç farklı kökene sahiptir. bu kökenlerden birincisi birey-toplum dengesinin kurulmasıdır. ikincisi farklı sapiens popülasyonlarının farklı çağlarda yaşaması meselesidir (bkz: sapiens nüfuslarının farklı çağlarda yaşaması). üçüncüsü ise evrim sonrası etiktir.

  • eşkıya

    yavuz turgul'un şener şen'i başrolünde oynattığı 1996 yapımı filmi. 70'lerin sonundan beri televizyon karşısında tutunamayan ve bitti denilen türk sinemasını düzlüğe çıkaran film olarak bilinir.

    --spoiler--
    urfalı baran* bir eşkıya çetesinin üyelerindenken 1960 yılında yakalanmış, tam 35 yıl cezaevinde kaldıktan ve tüm arkadaşlarını hapishanede kaybettikten sonra tahliye edildiğinde kimseyi bulamamış bir adamdır. urfa'da yaptığı araştırmada ihbar edilmelerine sebep olan kişinin eski arkadaşı berfo* olduğunu öğrenir. berfo'nun yaptıkları bunla kalmamış, baran'ın zulaladığı paraları çalan ve baran'ın yavuklusu keje'yle evlenen berfo istanbul'a göç ederek zengin olmuş ve adını değiştirmiştir. baran hiç yol iz bilmediği bu şehre tereddüt etmeden gider.

    haydarpaşa'dayken, trende yanında oturan bir adam polislerin kendisini aradığını görünce valizlerini değiştirir, "valizi şu adrese götürüp demircan'a ver" der. baran denileni yapar. cumali adındaki bu genç*, teşekkür babında kalacak yeri olmayan baran'a kendi kaldığı otelde bir oda açar. içinde yaşlıca bir fahişe, bir beyaz rus ve artık çalışamayan bir sinema oyuncusunun olduğu bu külüstür otel tarlabaşı'nın ortasındadır (ama film balat'ta çekilmiş o ayrı). baran bir gün televizyonda berfo'yu da görür. mahmut şahoğlu ismiyle çok zengin olmuş olan berfo'nun baran'a ulaşması uzun sürmez.

    ne yaptıysa aşkı için yaptığını ve hiç pişman olmadığını söyleyen berfo, sadece keje'nin 35 yıldır ağzını açmamasına üzülmektedir. baran'ı da bu yüzden çağırmıştır. "belki seni görünce konuşur" der. ve keje gerçekten de baran'ı görünce hayata döner. baran keje'yi kaçıracaktır ya, başına bambaşka bir sorun çıkar. cumali, mahalledeki sevgilisi emel'in "abisi" sedat'ı hapisten kaçırmak için demircan'ın haplarından çalarak kendi adına satmıştır. ancak hapisten kaçırdığı sedat emel'in abisi değil sevgilisidir. kullanıldığını anlayınca cumali hızla giderek emel'le* sedat'ı* öldürür. polisten kaçarlarken bu sefer de hesaplardaki açığı fark eden demircan'a yakalanırlar. oğlu gibi sevdiği cumali'yi korumak için eşkıya tereddüt etmeden berfo'yu bulur. "bana şu kadar para verirsen keje'nin peşini bırakırım" der. berfo bir çek yazar, ama çek karşılıksızdır. böylece mafya cumali'yi öldürür.

    cumali'nin ölümüyle alayına isyan modunu açan baran, önce berfo'yu sonra da cumali'nin katili olan demircan ve adamlarını öldürür. artık eşkıya'nın son savaşı başlamıştır.
    --spoiler--

  • muhsin bey

    yavuz turgul'un şener şen'in üstüne halen yapışmış olan rolü biçtiği ilk film budur herhalde. değişen dünya, değişime direnen bir adam ve madara edilmesi.

    --spoiler--
    muhsin kanadıkırık* tarlabaşı'nda oturan bir müzik yapımcısıdır. tam bir istanbul beyefendisidir, krem rengi paltosunu üstünden çıkarmaz, başta kadınlar olmak üzere herkese saygıyla davranır, sık sık huzurevinde kalan yaşlı bir assolisti ziyaret eder. akşam rakısını içerken pikabına bir safiye ayla atar. 80'ler istanbulunda pıtrak gibi artan taşralıları, kebap kokusunu, seviyesizliği, arabesk müziği hiç sevmez.

    ilkeleri yüzünden artık ofis kirasını bile ödeyemez hale gelmiş, menajerlik yapacak sanatçı bulamaz olmuştur. bir gün, asker arkadaşının yeğeni olan urfalı ali nazik* kendisine bir kaset yaptırmaya gelir. masum görünüşünün altında hırslı bir şark kurnazı yatan ali nazik, muhsin bey'in yıllardır muzdarip olduğu çürük dişi çektirerek muhsin beyin gözüne iyice girer. muhsin bey bu yapışkan gence albüm yapmayı kabul ettiğindeyse parasızlık kafalarına dank eder. yarışmaya başvurulup dolandırıldıkları zamansa artık başka çarelerinin olmadığı kafalarına dank eder. benzeri bir dolandırıcılık ta kendileri yapacaklardır. nitekim yaparlar...

    sahte yarışma paralarıyla ali nazik'in albümünü yapan muhsin bey, gönül rahatlığıyla polise teslim olur. altı ay sonra hapisten çıktığındaysa her şey değişmiştir. tarlabaşı'na açılacak bulvar sebebiyle evi istimlak edilmiş yıkılacaktır. ali nazik evine hiç bakmamış, tüm çiçekler kurumuştur. inceden hoşlandığı konsomatris sevda ali nazik'e kaçmış, assolist ölmüştür. tüm bunların müsebbibi ali nazik ise dandik bir pavyonda arabesk okumaktadır...

    --spoiler--

    turgul-şen ikilisinin eşkıya, gönül yarası, kabadayı ve av mevsimi filmlerinde de 1987 yapımı muhsin bey'in olay örgüsü ana hatlarla tekrar edilmiştir diyerek kapatalım.

    .

  • 6-7 eylül olayları

    faşizmin, ırkçılığın bir başka şekilde yansıması.
    6-7 eylül olaylarını anlatırken hep ''atatürk'ün selanik'teki evi bombalandı haberine karşılık olarak halk galeyana geldi'' denir.
    ama aslında halk galeyana gelmedi, içlerinde azınlık nefreti hep vardı. olaylar 1955'de olmasa 1956'da olurdu o zaman da olmasa bugün olurdu.

    kapitalizm var olduğu müddetçe her zaman bir yerlerde azınlıklar(özellikle para onlardaysa) öldürülecek, topraklarından edilecektir. bu kaçınılmaz bir gerçektir çünkü faşizm gücünü paradan, para gücünü faşizmden alır.

    6-7 eylül olayları bir daha bir daha ve bir daha gerçekleşecektir, illa türkiye'de olacak diye bir kaide yok her yerde olabilir, ancak türkiye'nin kozmopolit, faşizan ve neoliberal/vahşi kapitalist yapısı bu olayların bir daha olmasını çok daha olası yapıyor.

    dün yunanların ve ermenilerin başına gelenler ileride arapların başına gelecek.
    ben arapların güvensiz koşullar altında(zafer turizm gibi:) ülkelerine dönmesini istemiyordum.
    ancak artık kendileri için dönmeleri gerek yoksa her an bir katliam bir pogrom meydana gelebilir.

    kapitalizm bize özünde insan olduğumuzu unutturmaya çalışıyor.
    bize aynı topraklarda yaşadığımızı unutturmak istiyor, birlikteliğimizi bozmak istiyor.

    hiçbir ırkın düşmanı yoktur, savaşlar ırklar arasında da gerçekleşmez.
    savaşlar burjuvalar ve halk arasındadır.

    neyse dönelim 6-7 eylül olaylarına:

    bu olaylar sadece bir ırkçı saldırı değildi, ''atatürk'ün selanik'teki evi bombalandı'' haberini yakalanan bir türk konsolosluk yetkilisi olayları kışkırtmak için kurguladıklarını itiraf etti.
    yani aslında sermayenin el değiştirmesi istendi. para bizde kalsın anlayışı onlarca insanı öldürdü, yüzlerce belki binlerce insanı yaraladı ve on binlerce insanı yurdundan etti.

    ne diyorduk tarih derslerinde?

    ''anadolu'nun kapıları 1071 yılında malazgirt savaşıyla birlikte türklere açılmıştır.''

    herhalde kocaman bir kapı yoktu ortalıkta değil mi?
    bu toprakların kilidi savaşarak, kan dökerek açıldı, kabul etseniz de etmeseniz de bu topraklar türklerin yurdu değil.

    hem yunanların, ermenilerin vs... topraklarını zorla ellerinden aldık hem de yıllar sonra onları yurdundan ettik.

    insanlık suçu...

  • gemide

    yeni sinemacıların ilk filmi, serdar akar'ın yüz aklarından, erkan can'ın temel rolünden adamakıllı sıyrıldığı film.

    --spoiler--
    istanbul boğazına demirleyen bir kum kosterinin kaptanı olan idris*, lostromo kamil* ve serdümen ali* şehre erzak almaya inen makinist boksörü* beklemektedir. boksör sonunda gelir, ama eli boştur. soyulduğunu söyler. bunun üzerine tüm ekip hızla karaya çıkarak laleli'ye inerler.

    laleli sokaklarında saatlerce ekibi gezdiren boksör, tam okların kendine döndüğü bir anda yoldan geçen bir kadın ve üç adamı işaret eder. çıkan kavgada kaptan birinin başına beton parçasını indirir, boksör de paraları ve kadını kurtarmayı başarır. gemiye geldiklerinde kadına tecavüz eder, onu iş üstünde basan ali ise oracıkta sızar.

    ertesi gün taşlar yerine oturduğunda kaptan kadini hatırlayıp nerede olduğunu sorar. boksör "karada bıraktım" dese de gemide esir tuttuğu ortaya çıkar. kaptan önce kadını kamarasına alır ve kimsenin el sürmemesini emreder. ama ali ile boksör kadının peşinde akbaba gibi gezmektedir. hatta kaptana en yakın kamil bile su koyvermektedir. öte yandan tecavüz ettiği kadının bakire çıkması üzerine telaşlanan boksör, suç ortağı olarak ali'yi gösterir. ali "ben yapmadım" dese de kendinden emin değildir. o da kaptanın dövdüğü adamın öldüğünü anlatarak "beni yakarsanız hepinizi yakarım" diye tehdit eder (hâlbuki karaya çıktığında dövdükleri üç adamı da sapasağlam görmüştür).

    olaylar karıştıkça, filmin başında geminin cumhurbaşkanı olarak her şeyin kendi emrinde tertipli, disiplinli, çakı gibi olduğunu anlatan kaptan aslında kimseyi yönetemediğini, herkesin arkasından iş çevirdiğini anlar ve çaresizlik içinde sorar. "nabıcaz be kamil, anamız sikildi"...
    --spoiler--

    ayrıca filmle paralel kurguda akan film için (bkz: laleli'de bir azize)

  • laleli'de bir azize

    yeni sinemacılar'ın ikinci filmi. gemide filminin eş zamanlısıdır. sanırım bütçe sıkıntısından dolayı senaryo ikiye bölünmüş ve yarısını serdar akar yarısını kudret sabancı almış, çünkü iki senaryo birleştirilince tam bir tarantino filmi gibi ilerliyor.

    ayrıca gemide'deki "bakire fahişe nasıl olur", "ali neden kaptana yalan söyledi", "boksör neden yolda gördüğü insanlara taktı" soruları da bu filmde cevap buluyor.

    --spoiler--
    laleli'de bir fuhuş şebekesinin ara elemanlarından olan aziz*, kendi işini kurmaya çalışan hırslı bir adamdır. bir gün, yamuk lakaplı bir müşteriden "bakire kız" siparişi alır. bu işi patronuna iletmeden yardımcıları makor* ve doktor* ile beraber kendi hesabına halletmek isteyen aziz, bir yakınından rumen bir fahişe bulur. fahişeyi zar dikme ameliyatına sokan üç kafadar o akşam dört gemici tarafından saldırıya uğrarlar. kendilerine geldiklerinde aziz'in başı yarılmış, kadın da paralar da kaybolmuştur. (bkz: gemide)

    üç kafadar kendilerini çarpanları ve kadını aramaya başlarlar. bu arada adamlardan birini yakalayarak konuşturan doktor, "git söyle arkadaşımızı öldürdüğünüzü" der. sonra da kadını nereye bırakacaklarını gözlemeye başlarlar. nihayet kadının polisler tarafından yaralı bulunup hastaneye kaldırıldığı ortaya çıkınca üçlü kızı konuşturur ve geminin adını alır. ancak gemiye geldiklerinde idris kaptan ve avanesi ortalıkta yoktur. böylece darmadağınık bir gemide buldukları esrarı içerek kara kara düşünmeye başlarlar...
    --spoiler--

  • tamer karadağlı

    devlet tiyatroları genel müdürlüğüne atanan ve çok tartışma çıkaran aktör. kimi "ülkücü diye istemiyorsunuz" diyor, kimi de "ne güzel oyuncu işte"... peki nedir? bugüne kadar devlet tiyatroları genel müdürlüğü yapan isimleri bir sayalım:

    muhsin ertuğrul: kurucu müdür, ayrıca tiyatronun geçen yüzyıldaki en büyük üstadı, yönetmenliği de yöneticiliği de bir numara.

    cevat memduh altar: müzikoloji profesörü, alanında epey yetkin bir uzman. ayrıca tiyatro dışından gelen tek müdür. henüz kurumun kendi yöneticilerini yetiştirme durumu yok herhalde (yıl 1951).

    cüneyt gökçer: hocaların hocası, yüzlerce talebe yetiştirmiş (aralarında bugünün saygın aktörleri aktrisleri de var), ankara devlet konservatuvarının mezunu ve hocası, bilkent tiyatro bölümünde kurucu başkan, rejisörlüğü ayrı bir zirvede (pavarotti ile kapışmış adam), oyunculuğu için de kral lear'i izleyin.

    ergin orbey: her ne kadar arzu film'deki rolleriyle hatırlansa da 1960'lardan beri oyun yönetmiş bir rejisör ve akademisyen kimliği ağır basan bir eğitmen, devlet konservatuarında hocalık yapmış, üstüne anadolu üniversitesinin güzel sanatlar bölümünün kurucusu.

    turgut özakman: kendisi aktör değil avukat, ama oyun yazarlığında da büyük bir üstat. piyesleri hâlen sergilenir ve beğeniyle izlenir.

    raik alnıaçık: rejisör kimliğiyle ön plana çıkmış. 30'dan fazla oyun sahnelemiş, ilk yönetmenliğinde yaşı 27.

    bozkurt kuruç: yılların yönetmeni, hem de ingiltere'de yönetmenlik okumuş, burslulardan. son zamanlarına kadar sahnedeydi. vefatından birkaç yıl önce ankara devlet tiyatrosunda suç ve ceza oynamıştı.

    mehmet ege: kurum dışından gelen ikinci müdür. zamanında kurumda oyunculuk vs yapmasına rağmen trt'de yetişmiş. liyakat bakımından en tartışmalılardan biri.

    yücel erten: almanya'da yönetmenlik okumuş, ankara devlet konservatuvarı ve dtcf tiyatro bölümünde hocalık yapmış, tam bir hoca.

    tamer levent: kurumun içinden plesibitle seçilmiş müdür. yurtiçi ve yurtdışında pek çok yerde ders vermiş, yönetmenlik yapmış. en son camdaki kız dizisinde de oynamıştı.

    avni dilligil: bir yolsuzluk davası sebebiyle görevden alınan tek müdür. diyarbakır devlet tiyatrosu müdürlüğü yapmış, kurumda yönetici olarak çalışmış.

    faruk günuğur: kurumda genel müdür yardımcılığı gibi görevlerde bulunmuş, yöneticilikten gelme bir isim. ayrıca aktörlüğü de var.

    lemi bilgin: akademik kökenli biri. odtü'de, hacettepe 'de, dtcf'de ders vermiş, ayrıca dt'de yöneticilik yapmış. oyunculuğu da gayet iyi, hatta tamer karadağlı gibi seslendirme de yapıyor.

    mine acar: akp'nin kuruma atadığı ilk genel müdür. çok tartışılmış, bir türlü benimsenmemişti. bu arada kendisi oyuncu değil dramaturg, kurumda da yönetici.

    mustafa kurt: kurumun bir önceki genel müdürü. adana devlet tiyatrosu müdürlüğü, genel müdürlükte başrejisörlük yapmış, pek popüler olmasa da kurumdan çıkmış biri.

    nejat birecik: kurum dışından gelen bir müdür, başka tiyatrolarda yöneticilik yapmış. iktidara yakınlığına rağmen çiğ davranışları (kültür bakanına eliyle yemek yedirirken poz vermişti) sebebiyle hızla görevden alınarak yerine tekrar mustafa kurt getirildi.

    ve şimdi de tamer karadağlı... birçok kişi onu çocuklar duymasın'daki toksikleşen rolüyle tanıyor. ama o role sığmayacak bir isim. amerika'da oyunculuk eğitimi almış (ayrıca kendisi motorcudur), ingilizceye aksanlara kadar hâkim, pek çok dizide oynamış, dublaj yapmış bir isim. gelin görün ki tiyatrodan kopmuş, son tiyatro oyunu 2010 tarihli. üstelik devlet tiyatrolarında 90'lardaki bir oyunu saymazsak deneyimi olmamış. devlette ve özel tiyatrolarda yönetmenlik deneyimi 0. saydığımız isimlerinse hemen hepsi devlet tiyatrolarında yönetmen, bir kısmı dt'de çeşitli idari görevlerde bulunmuş... bu anlamda tamer karadağlı'nın liyakatsiz olmasa da teamül dışı bir atama olduğu çok açık. kurum dışından gelme saydığımız (henüz dt'nin kendi kadrolarının yetişmediği dönem diye cevat memduh'u mazur görürsek) üçüncü müdür. ve bu üç atamada da siyasi bağlantılar söz konusu. mehmet ege, kurumun bağlı olduğu kültür bakanlığında bürokrat olup dönemin bakanı fikri sağlar'a yakın biriydi. nejat birecik, devlet tiyatrolarının özelleştirilmesi tartışmalarında hükümet görüşünün başlıca sözcüsüydü. ve tamer karadağlı, gezi eylemlerini desteklediği halde zamanla birçok ülkücü gibi cumhur ittifakının makbul aktörlerinden biri oldu. bunu da bildikleri için "siz pkk'lısınız, ülkücü diye istemiyorsunuz" diye ağlıyorlar ya...

  • iblis'i öldür

    birgün yazarı ve gazeteci timur soykan'ın bu yıl çıkan romanı. politik polisiye diyebileceğimiz bir tür.

    --spoiler--
    karısını rehin alan bir koca ve rehinesi polis operasyonu sonucunda öldürülür. emniyet müdürlüğü bu olay için usulen operasyon ekibine bir soruşturma açar, müfettiş olarak da fetö bağlantısı yüzünden kızağa çekilmiş torun torba sahibi emniyet müdürü yusuf'la kumar ve alkol bağımlısı bıçkın komiser levent'i görevlendirirler. dosya usulen açılmış ve hemen kapatılması istenmektedir. ancak polislerin şüpheli tavırları ve arabulucu psikologun "son silah sesi diğerlerinden sonra duyuldu" ifadesi üzerine müfettişler vicdanlarının sesini dinleyerek soruşturmayı derinleştirirler.

    tesadüfen bulunan bir amatör video çekiminde de üçüncü silah sesinin sonradan duyulduğu, dolayısıyla cinayetlerin çatışma sırasında değil kasten işlendiği anlaşılır. üstelik olay yerinde plakasız bir cip görülmektedir. bir süre sonra cipin bahis çetesine ait olduğu ortaya çıkar. çetenin başında iblis lakaplı eski kumarhaneler kralının olduğunu ve emniyetteki bazı tarikatların da taşeron olarak kullandığı bu çetenin haberler üzerinden bahis oynattığını anlayan polisler, tam bu sırada başka bir cipin yusuf müdürün torunlarını kaçırmasıyla kendi kumarlarını oynamaya karar verirler: torunlara karşılık iblis'in oğlu kaçırılacaktır...
    --spoiler--

  • türk aile yapısı sisteminin en büyük sorunu

    türk aile yapısından önce bence devletin -belki de devletlerin- sorunu korku hükümranlığı. "sanki birileri, mevcut düzen sonsuza kadar bozulmasın diye inanılmaz bir çaba gösteriyor, resmen baskı uyguluyor." bu cümlede "sanki" yok mesela devletimiz söz konusu olduğunda.
    aslında korku en temel duygumuz olduğundan erk sahibi insanoğlunun hemen her yerde yaptığı zaten budur.

    eğitim uygulamalarında bile yeni kurtulduğumuz bir şey; 40 yıl önce sınıfta öğretmeninden dayak yemek çok sıradan bir şeyken bugün buna rastlamak neredeyse mümkün değil.

  • !modernizm ve post-modernizm üzerine

    modernizm ve post-modernizm'in arasındaki temel fark modernizmin her şeyi keskin çizgilerle ayırarak birbirinden bağımsızlaştırmasına karşılık, post-modernizmin bir şeyi diğerinden ayıracak tüm hatları imha etmeye çalışmasıdır.

    modernizmin hatası bir şeyin diğerinden insan aklının katkısı olmadan tamamen ayrılmayacağını kabul etmemesi iken post-modernizmin hatası şeyleri birbirinden ayırmamanın şeyleri birbirine çok yakın tutacağını ve nihayetinde hakkında konuşulamayacak hale getireceğini görememesidir. modernizm siyah ya da beyazken post-modernizm sınırları reddeden bir spektrumdur. modernizmde bir günde maymundan insana geçilmişken post-modernizmde bir fil bile doğru koşullar altında bildiğimiz sapiense dönüşebilir. modernizmde siyaset cinayetsiz mümkün değilken post-modernist siyasette kontrol mümkün değildir.

  • oyunbozan

    zeki alasya'nın metin akpınar'sız ilk filmi. başrolünü okan bayülgen ile paylaştığı bu nesli çölgeçen filminin üç oyuncusu da (mafya babasi, mafyanın metresi ve zeki abinin kızı) yunanlıydı.

    --spoiler--
    metin*, istanbul'un varoşlarında yaşayıp evlilik hazırlığı yapan bir taksicidir. her sabah aynı saatte, hapisten kanser hastalığı sebebiyle bırakılmış muhalif şair kemal yılmaz'ı* alıp hastaneye götürür, her sabah ta aynı trafik polisi "burada bekleme yapma" diye onu uyarır.

    bir sabah metin polisi "abi gel çay ısmarlayayım, termosum var için ısınır" diye arabaya alır. tam çaylarını içerlerken önlerinden bir mercedes hızla geçer. polis metin'e "şunu takip et" der ve kovalamaca başlar. arabadan bir mafya lideri, metresi ve iki koruması inerek infaz yaparlar. bu arada müdahale etmek isteyen polis vurulur, metin yakalanır. polisin ölüsü arabayla beraber yakılır ve metin'in cenazesi kaldırılırken mafya metin'e sahte bir kimlik ayarlayarak aralarına alir. ilk verdikleri iş te kemal yılmaz'ı öldürmektir. ancak kemal metin'i tanıyıp durumu anlayınca metin işi yapamaz, ikisi beraber mafyadan kaçarak bir dağ evine sığınırlar. mafya da peşlerine düşünce olaylar gelişir...
    --spoiler--

  • vitriol

    felsefe taşı peşindeki simyacı okültistlerin sloganının kısaltması. açılımı şöyledir 'visita interiora tellus rectificando invenies occultum lapidem' ve şöyle demektedir; 'dünyanın merkezini ziyaret et, dümdüz aşağı in orada saklı taşı bulacaksın'.

  • abuzer kadayıf

    metin akpınar'ın zeki alasya'sız ilk filmi. yönetmeni tunç başaran olan film, ibrahim tatlıses'e yaptığı göndermelerle dikkat çekmişti.

    --spoiler--
    karısı tinercilerce öldürülen sosyolog ersin balkan*, sokak çocukları problemini çözmek için kolları sıvar. amacı bir vakıf kurup çocukları barındırmak, rehabilite etmektir ama buna da para lazımdır. event işlerinden anlayan urfalı abdo* sayesinde "abuzer kadayıf" sahne adıyla arabesk bir kaset çıkarır. artık ersin gündüzleri bir istanbul beyefendisi, geceleri ise ibrahim tatlıses çakması kıro, avam, seksist ve mafyatik bir medya ikonudur. kısa sürede popüler olmayı başaran abuzer hızla vakıf kuracak parayı toplamayı başarır. "eh vakfımızı kurduk artık eski kişiliğime dönebilirim" dediği andaysa abdo acı gerçeği yüzüne vurur: dünya kadar iş almıştır ve bunlardan vazgeçince ağır tazminat yüküyle karşı karşıya kalacaktır, yani abuzerlikten kurtuluş yoktur... öyle ki, abuzer artık çoktan ersin'in bedenine yerleşip smeagol ve gollum gibi ersin'le birbirine girmiştir bile:

    ersin: ya bu oyunun bir kuralı vardı, bu oyunun saygın bir kuralı vardı. bütün bu soytarılıklar maskaralıklar onun içindi... şimdi kendi kişiliğime dönemiyorum aklımı kaçıracağım.
    abuzer: zaten sen aklını bozmusşan. bu kadar seneye haybeye okumuşsan, üç kuruşluk memurken milyarlarca oyniysen, yetmemiş halkın sevdiği saydığı bir sanatçı olmuşsan, daha allah'tan belanı mı arıysen eyi?
    ersin: bana bak bana, bana bak, yaşamın içinde değer verdiğimiz kavramlar aynı değil. beğenilerimiz farklı. bu nedenle aynı düzeyde buluşmamız imkansız, anladın mı?
    abuzer: hiç bi bok anlamadım, türkçe konuşsana.
    ersin: tamam allah'ın cezası, tamam tamam. yani şunu diyorum; paraymış, şöhretmiş, bunlar benim umurumda değil...
    abuzer: umurunda değil, çünküm sen salaksın! geldiğin yerin gıymatını bilmirsen... gittiğin yerde halk peşinden geliy, bakanı mebusu yüksek memuru sana itibar ediy, millet seni elinin üstünde tutiy. ama seen?
    ersin: evet evet, ama ben şunu diyorum, bunlar benim umurumda değil, ben bunlara önem vermiyorum!
    abuzer: he ya, sen alışıksındır böyle şeylere değil mi ersin efendi? hayatın hep böyle geçti. okulda yıllarca ders verdin, seni adam yerine goyan oldu mu? yalan mı diyom hoca?
    ersin: hiçbir şeyi doğru demiyorsun. çünkü sen doğru nedir bilmiyorsun. yıllarca milleti uyuttun, kaderdi, talihti, dertti diye. seviyesiz televizyon programları yaptın, diziler çektin, duygu sömürüsü yapıp milyarları cebine indirdin. yalan mı dallama?
    abuzer: duygusuz sanat olur mu kıro? halk beyle istiy.
    ersin: yeter be, yeter! halk böyle istiyor diye ben böyle yapmayacağım yapamayacağım, anlıyor musun? senin yok olman gerek.
    abuzer: ben kolayından yok olmam. kasetçiler yok olmaz, medya yok olmaz, milyonlarca seyirci yok olmaz. bunu anla artık, anlıy mısen? halka karşı gelinmez, halk böyle istiy.
    ersin: hayır hayır, halk böyle istemiyor. bu seni yaratan, senden çıkarı olan güçlerin yalanı. halka iyiyi, halka doğruyu, halka yararlıyı vermedikleri için bu yalanı savunuyorlar. defol hayvan. defol! seni yok edeceğim, seni yok edeceğim...
    abuzer: yok ya? ben kolayından yok olmam hoca, azıcık insafa gel please, please hoca akıllı ol! yav ben koskocaman bir ateş yakmışam, binlerce kişi bu ateşin etrafında ısınıyi, sen tek başına işiyerek bu ateşi yok etmek istiysan. senin sidiğin buna yetmez hoca!
    ersin: sus abuzer sus, abuzer defol git beynimden, sus!
    abuzer: esas susmayan sensin, isyan edip tepişen sensin nankör hoca.
    ersin: sus!
    abuzer: susmayacam çünkü ben haklıyam
    ersin: sus, yalvarırım sus
    abuzer: beni yok edemezsin nankör hoca!
    ersin: sus, sus, yeteeeeeeeerrrrrr!
    --spoiler--

/ 19 »