en çok favorilenenleri (100)

başlık listesine taşı
  • hepimiz gogol'un palto'sundan çıktık

    uzun uzadıya yazılacak bir başlık. ama cık. yok bugün bende o heves, o arzu, o iştiyak.
    şöyle ucundan kıyısından bir açıklayalım, sonra dileyen istediği kadar yazsın.
    şimdi efendim, gogol, bildiğiniz üzere rus edebiyatına yöne veren yazarlardan biri. bunu özellikle nasıl yapmış? yukarıdaki başlık cümlesinden de anlaşılacağı üzere 'palto' adlı öyküsüyle. (bu öykü de ayrı bir başlık açılarak incelenmeli, yorumlanmalı.)
    bu öyküde o güne değin alışılmışın dışında bir karaktere hayat veriyor gogol. sıpsıradan bir insana ait, o sıradan insanın sıradan heveslerine dair hem komik hem acıklı bir öykü bu. bu öykü kendisinden sonra gelenlere ışık oluyor, rehber oluyor bir nevi.
    peki başlığa konu olan sözü kim söylemiş?
    o konuda da pek çok spekülasyon var.
    kimileri bu sözü (bkz: dostoyevski)'te atfederken, kimileri de başka isimler veriyor. mesela, h. e. bates bunun gorki'nin bir sözü olduğunu iddia ederken, kimileri de turgenev'e ait olduğunu, çünkü dostoyevski'nin değil ama turgenev'in gerçek bir gogol hayranı olduğunu iddia ediyor.
    kim söylediyse söylesin, önemli olan böyle bir sözün söylenmiş olması.

    bu sözü bizim edebiyatımızla bağdaştırırsak, elbette, taaa, cumhuriyetin ilk yıllarında yayımlanan hasan ali yücel dönemi dünya klasikleri çevirilerinden itibaren gogol'la tanışan tüm türk yazarlarının da gogol'un paltosundan çıktıklarını* söyleyebiliriz. ama çok önemli iki ekleme yaparak:
    bunlardan birincisi batı'ya her anlamda yüzümüzü döndüğümüz 'tanzimat' yıllarında çalakalem de olsa yazdığı yüzlerce öyküyle 'batılı' anlamda öykücülüğümüzü başlatan ahmed midhat efendi ise, ötekisi de günümüz yazarları da dahil olmak üzere, edebiyatımızda yazarlarımızı en çok etkileyen yazar olma ünvanını taşıyan sait faik'tir.

  • unutulmuş türkçe kelimeler

    sözlükler, memleketin farklı coğrafyalarından insanların toplandığı yerler. yöresel olarak günümüzde de kullanılan pek çok sözcüğü bugün kullanılan yörenin dışında pek bilen olmuyor. türkçenin hem tarama hem derleme sözlüğü var. meslek gerektirmesinin dışında bunlara bakıldığını sanmıyorum.
    böyle bir başlıkla belki, eskiden kullanılan ama günümüzde unutulmuş sözcükleri bu sözlük çatısı altında biriktirebiliriz diye düşündüm. herkes kendi duyduklarını yazsa, dünyanın sözcüğü olur. böylece hem sözlüğe hem kültüre katkımız olur. ben başlıyorum:

    beket-(mek): kapatmak. (örn: kapıyı beketsene.)

    nanna (anneanemin annesi) yörük kızıydı, yaşlılar hep çok üşüdüğü için sık kullanırdı bu sözü, ondan aklımda kalmış. araştırmadan, etmeden şu anda da futbol terimi olarak kullanılan "bek" sözcüğünün ve yine yaşayan türkçe içinde kullanılan bek-çi sözcüğünün bu "bek"le aynı kökten türediğini düşünmüştüm. çünkü bence 'cuk' oturuyordu. öyle değil elbette, alakası yok. biri has be has türkçeden, öteki ingilizceden. bunu fark ettiğimde epey hayal kırıklığı yaşamıştım. bekçi 'bek'ten geliyor, tamam, ama futbol terimi olarak kullanılan 'bek'in benim yazdığım kapatmak anlamına gelen 'bek' sözcüğüyle anlam ilişkisi olsa da etimolojik açıdan herhangi bir bağı, bağlantısı yok.

    fark et-(mek)-->arapça+türkçe : ayırdına var-(mak)--> türkçe

    apar-(mak): alıp götürmek--> 'geçme namert köprüsünden, ko aparsın su seni.' (evliya çelebi)

    yu-(mak): yıka-(mak)--> nanna bu sözcüğü de çok kullanırdı, eş anlamlı bir ikileme içinde--> yunmuş yıkanmış (çamaşır)

    kaltak: üzeri meşin, halı vb. şeylerle kaplanmamış olan eyerin tahta bölümü (tdk)

    örnek:
    şalvarı şaltak osmanlı
    eyeri kaltak osmanlı
    ekende yok biçende yok
    yiyende ortak osmanlı

    (not: yukarıda verilen örnek dörtlükten de anlaşılacağı üzere, zaman içinde dilde oluşan değişimler nedeniyle 'kaltak' kelimesi (üzerine oturulan 'şey' anlamındayken) anlam değişikliğine uğramış, günümüzde hepimizin malumu olan anlamını almıştır.)

  • manipülatör

    insanda vantilatör, akümülatör, santrifüj gibi çağrışımlar yapan bu sözcük aslında modern çağlardan çok önceleri de 'mana' olarak vardı, şimdi de var ve insan olduğu sürece de olmaya devam edecek.
    son günlerde bu sözcüğün çeşitli varyasyonları üzerine epey yazı gördüm: yok backfire effect, yok mandela etkisi, misinformation effect, monte carlo yanılgısı, post-truth, anchoring effect.......
    manipülatör manipülasyon yapar.
    nedir?
    yönlendirme, etkileme, hile, yalan, acındırma, ikna, göz boyama, hedef şaşırtma, yüceltme, karalama, duygu sömürüsü, kamuoyu oluşturma, yalnızlaştırma ve daha birçok tekniği kullanarak karşı tarafı etkiler, şekillendirir.

    biz manipülasyonun 'device' tarafından değil pskolojik tarafından baktığımız bir yazı döşeniyoruz şimdi. bu nedenle önce bir yerlerden(!) alıntılayıp psikolojik manipülasyon tekniklerine bakalım önce:
    "sosyal psikologların üzerinde çalıştıkları manipülasyon tekniklerinden bazıları:

    -foot in the door, kapıya ayak koyma tekniği (freedman ve frazer, 1966)
    -low ball, oltaya takma tekniği (cialdini, 1978)
    -door in the face, yüzüne kapıyı çarpma tekniği (cialdini, 1975)
    -açık ve zımni tarzlar
    -klasik ve yeni tarzlar"

    devamında;
    "-gaslighting
    -psikolojik savaş
    -reklam
    -şantaj
    -toplum mühendisliği
    -yalan
    -zihin kontrolü........"gibi diğerleri.

    tam burada, kaynakları çeşitlendirme babında onedio'nun bu konulu bir sayfasına yönlendirme yapalım.
    yönlendirme

    dedik ya insanlığın başlangıcından beri var bu diye. geçmişte bu göz boyayıcılar, belki de 'büyücü' olarak nitelendiriliyordu. yapılan manipülasyonlar da 'büyü' diye.

    ve dünyanın gelmiş geçmiş en iyi manipülatörleri de politikacılar elbette. her çağda, bazı insanlar, bilgi, beceri ve konuşmadadaki ustalıklarıyla (ikna) başka insanları etkileri altına almayı başarabiliyordu. shakespeare'in ünlü julius caesar oyununda marcus antonius'un caesar'ın ölümünden sonraki tiradını hatırlayın: "dostlar, romalılar, vatandaşlar...." hitabıyla. bu konuşma, klasik bir ikna konuşması örneği olarak her daim karşımıza çıkar.

    bu son derece tehlikeli beyin yıkama oyununda, şu anda dünya yüzünde var olandan fazla insan kırılmıştır türdeşleri tarafından.

    hala bu yöntemleri kullanarak malını kolayca satabilir, seçim kazanabilir, savaş çıkarabilir, birinin ölümüne -kolaylıkla- neden olabilirsiniz.
    ama bunun bir kandırmaca olduğunu, bu kavramı hayatında duymamış milyonlara anlatamazsınız. evet, yine geldik dağdaki çobana!
    ünlü halk düşünürü aysun kayacı'ya da buradan bir selam çakarak yolumuza devam edelim; bu, aslında inanılmaz bereketli ve üzerine milyonlarca yazı yazılabilecek konuyu yavaşça sonlandıralım.
    neden her konuyu eğitim şart diyerek bitirmek zorundayız?
    aslında pekala da biliyorum ama iş dönüp dolaşıp benim de içinde bulunduğum camiada bitiyor. bir ülke insanlarını oyuncak edecekseniz eğitim sistemini yerle bir edin, ortada sistem falan bırakmayın, oyalama taktiği uygulayın, sürüm sürüm süründürün, sürüncemede bırakın. (hatırlatma: (bkz: köy enstitüleri))

  • türkiye'de seçimler

    onnot1: yazi tabletten yazilmaktadir, harfler icin kusura bakilmasindir.
    onnot2: asagiya yazacaklarim tamamen oznel yorumlarimdir, dogrulugu ve yanlisligi onemsizdir, kisisel tarihime not dusmek amaciyla yazilmaktadir.

    secim sonucunu onceden biliyordum, simdiye kadar da hep bildim. sonuclar benim icin surpriz degildi yani. peki bir an icin umut tasimadim mi icimde? tasidim elbette. sonra yuzde kirk sekiz(?)in isyanini da tasidim, hala tasiyorum, hep de tasiyacagim.

    bu halki taniyorum ben. kokenlerim manisa alasehir. dedemin anlattiklarini; ikinci dunya savasi sirasinda nasil ac kaldiklarini, supurge otu tohumundan nasil ekmek yapildigini, yasli insanlarin, daha once savasmis olanlarin bile nasil yeniden askere cagrildigini -ikinci dunya savasi yillari, halk ulkesine savas gelmedi, nasil gelmedi, buna sevinmez, yalnizca o yillarda cektigi acilari bilir- sonra chp'nin basindaki inonu'nun tek parti donemini bitirdigini, ege'nin verimli topraklarindan cikan okumus bir toprak agasinin nasil yillarca iktidarda kaldigini, 60 darbesi olmasa -tipki bugunku gibi- daha nasil yillarca iktidarda kalacagini, chp doneminde acliktan, sikintidan, korkudan, mutsuzluktan kirilan halkin menderes doneminde nasil refaha kavustugunu, sonrasinin nasil sikinti icinde gectigini......

    babamsa, 80 oncesi donemdeki sag-sol catismalarini, darbeden sonra ortaligin nasil duzene girdigini
    -cunku aslinda milyonlar yalniz gundelik yasar ve onu ilgilendiren yalnizca gundelik duzenidir-, erbakan'in, ozal'in sahneye cikisini.......

    simdi gelelim bu secimlere:
    fakir ve siradan insanlar sanssizdir. dogduklari kosullar; aileleri, cevreleri, gittikleri okullar, arkadaslari......her sey.
    bu yetersizlik ve tikanmislik icinde ortalama ya da altindaki zekalariyla hayatlarinda hicbir seyi degistiremezler. (bu yuzden sans oyunlari oynarlar, piyango bileti alirlar ornegin.) hep ayni dongunun icinde kisilip kalmislardir. kafalari basmadigi icin universiteye gidemezler, gunumuz kosullarinda gitseler bile dogru duzgun is bulamazlar. (iktidardaki partiye yanlansalar bile kosullarini degistirecek olcude buyuk paralar kazabilecekleri islere, memuriyetlere sahip olamazlar, evet yandas olsalar bile.)
    memuriyete kapilanamayan digerleri, cogunluk, sozunu ettigimiz kisir dongunun icinde kendilerine bicilen siradan hayatlari yasarlar. gecimlerini -yetersiz de olsa- saglayacaklari bir is, asik olmadan bir evlilik (istisnalar kaideyi bozmaz), cocuklar, olunceye kadar gececek sikinti icinde, sikici, siradan bir hayat.
    oysa cok zeki olmasalar da onlarin da hayalleri vardir. ve gorurler, izlerler. televizyondaki diziler, filmler onlara baska dunyalari ve baska hayatlari gosterir. hic oturamayacaklari evleri, hic gidemeyecekleri yerleri, hic evlenemeyecekleri kadinlari/erkekleri, hic giyemeyecekleri kiyafetleri, cogaltin cogaltabildiginiz kadar.......
    ve onlar da arzularlar, isterler, dus kurarlar bu asla sahip olamayacaklari, insan, yer, nesne ve hayatlara dair. iclerinde bir nefret buyur. onlar da pahali bir kafede guzel bir kizla beraber oturup sohbet etmek isterler, deniz kiyisindaki hos bir otelde gunes batarken buzlu limonatalarini (!) icmek....... ah!
    neden butun bu guzellikler hep kendilerini onlardan daha ustun goren o digerlerinin olsun ki!
    sonra iclerinden biri cikar. karisinin kafasi kapali, siradan bir adam. yuksek okul diplomasinin olup olmadigi bile belli olmayan. ustelik o, onlarin dilini, tam da onlarin anlayacagi/kullanacagi gibi konusmaktadir.
    simdi geliyoruz ikinci onemli noktaya:
    din ve inanclar
    bu iklimde din ve inanclar hep en kutsaldir. bu osmanlida da boyleydi, bugun de boyle ve yakin gelecekte de boyle olacak.
    onlar inanclari(ni) sorgulamazlar, en buyuk korkulari -pek cogunun- cehennem korkusudur. gunah islerler elbette ama allah buyuktur ve nihayetinde onemli olan inanmaktir. ote dunyada gunahlarinin cezasini cekecek olsalar bile en sonundaki cennet hayali ne guzeldir.
    ciddi ciddi.
    bu yazdiklarim cok bilinen ve evet cok siradan.
    ama gercek bu.
    siz bu insanlara 'gercekten dusunmeyi' ve her seyi ama her seyi 'sorgulamayi' ogretemedikten sonra bu ulkenin geleceginde hicbir seyi degistiremezsiniz.
    bugun fatih altayli'nin yazisini da okudum.
    kilicdaroglu ve chp konusunda soylediklerine katiliyorum. bu nedenle onun yazdiklarini tekrarlayacak seyler yazmaktan kaciniyorum. okumayanlar icin
    ondan farkli olarak, dedigim nedenden dolayi yani milyonlarin icindeki o 'diger mahalle' nefretini silmeden ve inanclarını sorgulamayı ogretmeden, bu ulkede hicbir seyin degisecegine/degisebilecegine inanmiyorum.
    bu simdi boyle, halkin zihniyetini soyledigim anlamda degistiremedikten sonra bes yil sonra da boyle olacak ve daha sonra da. onlar kalabaliklar ve daha da cogalacaklar. (diger mahallede zaten kacan kacana)
    ve evet insanlar olumlu, gunun birinde sirasi gelen olecek ama o 'zihniyet'i temsil edecek baska bir olusum cikacak ve yine kazanacak.
    bu halk tepeden inme 'demokrasi'yi hicbir zaman anlamadi/icsellestiremedi. ve hele bu 'demokrasi' onlara 'moderniteyi' 'kadin haklarini -hele ki kadin haklari!-' ve 'laik'ligi (summe hasa!) getirdi.

    yazi cok uzadi, gereksiz tekrarlara dusmek istemiyorum.
    sonuc:
    ben umutsuzum. bu umutsuzluk hala keyfimi kaciriyor. cevremde benim 'zihniyet'imdeki pek cok insanin dedigini soyleyebilirim tam burada: 'benim tuzum kuru', 'yasasin bana dokunmayan yilanlar', 'bana ne, benden sonra tufan'.........
    ama demiyorum.
    umutsuzlugum devam edecek. hayal kirikligim olmadigi icin bu daha da uzun surecek. ama mucadele etmeye -kendi gucumle, yapabildiklerimle- devam edecegim. ve yasayacagim.
    hayat devam ediyor ve 'yarin baska bir gundur'.

  • 'borgia'lar

    başlığı nasıl açayım diye epey düşündüm. çok ünlü ve tarihe yöne veren bir aile 'borgia'lar. the borgias diye açmak içime sinmedi; çünkü hem aynı adlı bir kitap var ve ben kitabı tanıtmıyorum hem bu isimde bir dizi var, ben diziyi de tanıtmıyorum. üstelik bu ingilizce bir ad ve aile ispanyol asıllı italyan bir aile. yine ingilizce 'house of borgia' desem, ingilizce olacağı için yine olmayacaktı. italyancası olan 'casa borgia' ya da 'la famiglia borgia' da içime sinmedi, en iyisi türkçeye uygun hale getirilmiş bu haliydi. şimdi gelelim bu 'molto famoso' aileye. keyifli okumalar.*

    bir aile düşünün. ölümlerinden yüzlerce yıl sonra bile hala yüz buruşturularak hatırlanan, müziklere, tablolara, filmlere, bilgisayar oyunlarına esin kaynağı olmuş ve olmaya da devam edecek bir aile.
    o aileyi başlatan kişi ispanyol asıllı bir soylu kişi. daha sonra tarihteki ilk ispanyol asıllı papa oluyor. (alfonso de borgia. papalık adı: papa ııı. callistus) daha sonra yeğeni, rodrigo de lanzòl-borgia da onun yolundan gidiyor. ama bu rodrigo, dünyevî arzuları çok güçlü bir adam. özellikle de cinsî iştahı. pek çok kadınla illişkisi oluyor. daha kardinalken, vanozza dei cattanei'den dört çocuk yapıyor ki, bunlardan ikisi, ahlaksızlıkları ve adam öldürmedeki ustalıklarıyla tarihte kendilerine haklı bir yer ediniyorlar.
    önce bu dört çocuğun adlarını yazalım, sonra o iki ünlü tarihi kişiyi özellikle vurgulayalım:
    giovanni, cesare, lucrezia ve gioffre.
    ama illaki cesare ve dahi lucrezia. (ana karakterlerimiz bu ikisi.)

    giovanni'nin ölümü erkek kardeşi cesare'nin elinden oluyor. ya da şöyle diyelim. cesare ve lucrezia arasında ensest bir ilişki var, bu babaları tarafından da biliniyor ve destekleniyor. işte bu iki sevgili kardeş abilerini bir şekilde ortadan kaldırıyorlar. işin bizi ilgilendiren kısmı ise, o sırada kardeşine (ii. bayezid) karşı yaptığı hükümranlık savaşı sonrası yenilen ve pek çok diyarı gezdikten sonra yolu kendisi istemese de roma'ya düşürülen cem sultan yüzünden giovanni ve cesare'nin zaten rekabet yüzünden açık olan aralarının iyice açılması. giovanni ortadan kaldırıldığı sıralar cesare babasının torpiliyle kardinal. ama abisinin ölümünden sonra din adamlığını bırakıyor ve bir fransız prenses ile evleniyor.

    gelelim sevgili papamıza. bu adam -o dönemdeki bütün papalar gibi- o kadar güçlü ki, sabahlara kadar sefahat alemlerinden çıkmıyor ve bunu da herkesin gözü önünde yapıyor. bu anlattıklarım 15 yy. sonlarında geçen olaylar ve o zamanın pek çok yazar ve tarihçisi tarafından kayda alınmış olaylar. bizler tabii ki olanları onların kaleminden öğreniyoruz.
    rodrigo papalığı sırasında kendisinden çok genç giulia farnese ile de ilişkiye giriyor ve ondan da bir kızı oluyor.

    sırada kızkardeş lucrezia var. daha 13 yaşındayken -tabii ki babasının isteği ile- milano bölgesindeki güçlü sforza ailesi ile iş birliği için giovanni sforza ile evlendiriliyor ama lucrezia'nın babası ve abisinden kalır yanı yok. papa babasının artık bu aileye ihtiyacı kalmayınca, gebe haliyle kocasından boşandırılıyor ama çocuk zaten kocasından değil, perotto adlı genç bir seyisten. babasının gücüyle hala bakire olduğu ve evlilik hükümlerinin yerine getirilmediği söylenerek kocasından boşandırılan lucrezia, gizlice doğururken, cesare tarafından öldürülen -ya da öldürttürülen- çocuğun babasının cesedi de tiber nehrinin karanlık sularından çıkarılmaktadır. lucrezia daha sonra yine ve yine evlendirilecektir, hep aynı nedenle; siyaseten. gerçi son kocasını sevdiği söyleniyor. elbette başka başka ilişkiler de yaşarken, kocasına bir yığın çocuk doğurmuş, son doğurduğu çocuktan sonra o zamanların ve hatta günümüzdeki anne ölümlerinin en önemli nedeni olan lohusalık humması yüzünden de gececik yaşında ölüp gitmiştir. yaşadığı zaman diliminde 'üstat bir zehir uzmanı' olarak tanınsa da, öldürdüğü ya da ölümüne neden olduğu kişilerin ölümündeki asıl günahın onu bu hale getiren babasında aranması gerektiğini söyleyebiliriz.

    cesare, babasından öğrendiği siyasi oyunları büyük bir beceriyle oynasa, hatta babasının ölümünden sonraki papaların seçilmesinde sürekli parmağı olsa da, bir çekirge olarak ne yazık ki, çok zıplayamamış, siyasi hesapları bir yerde ters tepmiş ve sonunda kendisi de bok yoluna gitmiştir. (şunu da ilave edelim; leonardo da vinci bile cesare için iki yıl 1501-1503 yılları arasında bizzat hizmet vermiştir.)

    en küçük oğlana gelirsek, bu oğlancık da, babasının istediği gibi siyasi bir evlilik yapmış ama her ailede olduğu gibi borgialarda da olan o rezilden vezir de çıkar hikayesi gerçekleştiği için pek etliye sütlüye karışmamış, karısı sayesinde kazandığı toprakları oğluna bırakabilmiştir. ve hatta ve hatta, 1644-1655 yılları arasında papa olan papa x. ınnocentius, gioffre borgia'nın torununun torunudur. yani papalık tarihindeki papalardan biri daha bu ailenin soyundan gelir. (şunu da not düşelim; gioffre'nin torunlarından biri daha önce 'aziz' bile ilan edilir. yani hepsi de hırsızlık, uğursuzluk, rüşvet, torpil, cinayet, seks manyaklığı ile suçlanmamışlar.)

    hikayemizin sonunda yeniden baba rodrigo'ya dönersek, (ki papalık adı; vı. alexander'dır.) bu sevimli ve azgın büyükbaba, papa olarak papalık yatağında huzur içinde ölmüştür. (bkz: yatağında huzur içinde ölmek)

    o dönem öyle bir dönem ki, ispanyollar yeni dünya dedikleri amerika kıtasını keşfetmişler, tonlarca altını avrupa'ya yığmakla meşguller. bir yandan engizisyon ateşleri yanar, suları kaynarken, bir yandan da sanatta ve edebiyatta yeni bir çağın müjdeleri çağıldamaktadır. her ne kadar iki aile de iktidar mücadeleleri yüzünden can düşmanı olsalar da, tıpkı medici ailesi gibi borgiaların da rönesans'a olumlu etkileri olduğunu inkar edemeyiz.

    evet son olarak medicilere de göz kırptıktan sonra yazımızı sonlandırabiliriz. dünya bugünlere kolay ulaşmadı. ve bence de adalet yaratılan en güzel ütopyaydı.

    ek: vatikan'ı ziyaret ettiğinizde borgiaların kötü şöhreti nedeniyle 400 yıl kapalı tutulan ve rodrigo tarafından yaptırılan borgia dairelerini mutlaka geziniz. oradaki odalardan birinde -azizler odası- hiç beklemediğiniz birini, cem sultan'ı da size doğru bakarken görebilirsiniz. size bu odalardaki resimleri görebileceğiniz bir link de bırakayım: borgia daireleri

  • şikayetname

    "selam virdim, rüşvet değildir deyu almadılar."
    yeniden selam olsun fuzuli'ye.
    genelde sinifa girip selam verdigimde yeterli karsilik goremezsem kurdugum cumledir. simdi tatil ve ben bugun de kurdum bu cumleyi.
    belediye calisanlari, chp ve belediyeler, chp'li belediye calisanlari.....et cetera......
    oysa selam butun dillerde en guzel sozcuktur.
    bugun tunceli'yi de konustuk epey, hakkinda yazasim da vardi, ilerleyen zamanlarda yazarim da.
    ama bugunluk/gecelik yeter.
    selam olsun hepinize, guzel gunleriniz, serin geceleriniz olsun.

  • politik doğruculuk

    sozluklerde okudugum hemen herkesin nefret ettigi kavram. black mirror'in son sezon son bolumunu biraz da korkarak actim. korku filmlerinden nefret ederim ve insanlarin korkmaktan mazosistce zevk almalarini da, anlayabilsem de, anlamli bulmam.
    son bolumun adi seytan79. adindan dolayi once biraz tereddut etsem de, 'black mirror'larin genel gidisati icinde, bolumun benim zannettigim gibi olmayacagi acikti. (izlemeye baslamadan once tek cumlelik arastirma yapmadigimi anlamissinizdir.)
    izledim.
    -bundan sonrasi acayip spoiler icermektedir, ben uyarimi yapayim, yine de siz bilirsiniz.-
    izledigim diger black mirror bolumlerinden oldukca farkli bir bolumdu. fantazyayla baslamasi, dini inanislardan beslenmesi bunda etkiliydi elbette ama adamlar yine yakalamislardi seyirciyi -nereden kiskaca alacaklarini-.
    siradan, bakimsiz, yalniz bir gocmen kadin. hint asilli. bir magazada ayakkabi departmaninda satis gorevlisi. kendisinden ve kendisinin temsil ettigi her seyden nefret eden bir beyaz kadin var yaninda onunla ayni isi yapan.
    kotu bir evde, kotu bir semtte oturuyor. minnacik pis bir arabasi bile var. evden ciktigi andan, isten ciktigi, evine gittigi ana kadar surekli duygularini baskalarindan saklayan mimikler gelistirmis, surekli gulumsemekte.
    burada yine hakkinda bir cumlelik arastirma yapmadan oyuncuya bakalim. bu kiz olmus arkadaslar. yasadigi her anin duygusunu seyirciye gecirmekte usta bir oyuncu bu kadin. onun hissettikleri -en azindan kendi adima, bana- aynen seyirciye gecmekte.
    butun bunlar, hikayenin devami, onun acimasiz katilligi falan degil bu yazinin konusu.
    su:
    kiyametin kopmamasi icin oldurulmesi gereken ucuncu kisi. o politikaci.
    onun o gocmenlerden nefret eden diger satici kizla yaptigi konusma, onu kendisine oy vermeye ikna edisi.
    ve sonra hint asilli kahramanimizin politikacinin gelecegi ile ilgili gordugu tum o goruntuler. o igrenc fasistin ilerde nasil yukselecegi, basbakanken cikartacagi savas, milyonlarin olumune nasil neden olacagi falan.
    hayir bunlar da degil asil konumuz.
    konu, izleyen herkesin onun olmesini ayni derecede isteyecek olmasi.
    ben istedim.
    (istemeyecek olanlarla ayni dunyada yasamak bile acikli geliyor bana.)
    bu pisligin olmemesi ve sonunda kiyametin kopmasi...... hic onemli degil. zaten o olmedikten sonra kiyamet de kopsundu yani. iste bu nedenle 'demon' ve kahramanimizin aldiklari kararla sonsuzluga birlikte gitmeleri benim icin de tatminkar bir sondu.
    simdi ben politik dogrucu muyum?
    ve evet simdi dusundugumde, j. k. rowling'in girdigi tartismada sonuna kadar onun tarafini tutmanin disinda simdiye kadar hep ezilenlerin yaninda oldum, hep asagilananlari asagilayanlara karsi durdum, ayrica siyah elfler daha yakisikli diye dusunuyorum.*

    so: you can count on me for political correctness.

  • halk ağır vergiler altında zevkle inliyordu

    ekşi'deki hoş başlıklardan biri. bugün için buraya da aktarayım dedim, bulunsun, lazım falan olur belki.
    (soru ekini yanlış yazmışlar ama olsun. ne yani, kıyamet mi kopacak.)

    ekleme:
    (bu fıkra da oradan)
    "padişahın biri halkının vergiye karşı hangi noktadan sonra direneceklerini test etmek ister. bunun için vezirlerini çağırır.

    vezirleri huzura çıkar, saygılı bir şekilde beklerler.

    padişah;

    köprülere adam koyun, geçenden bir akçe alsınlar! der.

    aradan bir süre geçtikten sonra padişah vezirlerine sorar:
    — nasıl, halk hayatından memnun mudur? herhangi bir şikâyet var mı?

    vezirler:
    — hiç bir tepki yok sultanım!

    — iyi o zaman. köprünün diğer tarafına da bir adam koyun, çıkandan da bir akçe alsın!

    aradan bir süre geçmiş, padişah tekrar sormuş vezirlerine:
    — var mı halinden şikâyet eden?
    — yok!

    halkının tepkisizliğine kızan padişah, gürlemiş:
    — köprülerin ortasına da birer adam koyun, gelip geçeni …. yapsın!

    aradan birkaç gün geçmiş, halktan bir tepkinin olmamasına içerleyen padişah, çağırmış vezirlerini,
    —halkı dinleyelim hele bir, demiş. gitmişler köye, padişah sormuş:
    — halinizden memnun musunuz, var mı bir şikâyetiniz?

    ses yok. padişah tekrar :
    —taş üstünde taş omuz üstünde baş komam! var mı şikâyeti olan hemen söylesin! diye gürleyince arkalardan cılız bir ses duyulmuş:

    —padişahım, o köprünün ortasındaki adam var ya!
    —eeee! demiş padişah bir umutla… ne olmuş o köprünün ortasındaki adama?

    — aksamları çok kalabalık oluyor, sıra uzuyor, eve geç kalıyoruz, mümkünse bir adam daha koysanız…"

  • özge

    öz ve özge; ne güzel sözcükler. (öz; ben demek, özge; başka, başkası.)

    "ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
    ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı."
    -fuzuli (16. yy)-

    yukarıya yazdığım beyitin açıklamasını da yazayım, öylesine güzel ki.

    bana, gönül(ümün) ateşinden başka ne kimse yanar, ne de tan yelinden başka kimse kapımı açar-->( o kadar yalnız ve kimsesizim ki, sabahları kapımı aralayan sabah rüzgarından başka uğrayanım yok. beni benden başka düşünen, derdime benden başka üzülen bir allahın kulu dahi yok.)

    (koca divan şiirinin içinde en sevdiğim birkaç beyitten biri.)

  • ko

    eski türkçedeki (kastımız 8. yy ve sonrası), kon-(mak), koy-(mak) ve koş- fiillerinin ortak atası olan bir fiil kökü.
    türkiye türkçesinden bir örnek yunus emre'den (1238?-1328?) gelsin:
    "ko ayruklar sözin, sen seni güt"-->başkalarının sözünü (sözlerini dinlemeyi) bırak, kendi kendinin efendisi ol (kendi yargılarına güven.).
    (13. yy. türkçesi. yunus azıcık sözle koskoca bir 'felsefe'yi özetlemiş. şahane bir sehl-i mümteni örneği ve ne güzel bir türkçe; arı, duru, öz.)
    bir de;
    "geçme namert köprüsünden ko aparsın su seni" (evliya çelebi) örneğini verelim.
    örneklerde de görüldüğü gibi, 'ko'-->bırak-(mak), izin ver-(mek) gibi anlamlar da taşımakta.

    amq-->bu yazılışın anlamını hepimiz biliriz. işte bu kısaltmanın sonundaki 'q', bahsettiğimiz 'ko-' kökünden türeyen koy-(mak) fiili.

  • duha koca oğlu deli dumrul

    duha koca oğlu deli dumrul destansı hikayesi; asıl adı kitab-ı dedem korkud ala lisan-ı taife-i oğuzan (oğuz boyunun diliyle dedem korkud kitabı) olan ve bir önsözle on üç* destansı hikayeden oluşan dede korkut hikayelerinin dresden nüshasındaki sırayla beşinci sırasındaki hikayedir:

    "meğer hanım, oğuz'da duha koca oğlu deli dumrul derlerdi bir er var idi. bir kuru çayın üzerine bir köprü yaptırmıştı. geçeninden otuz üç akçe alırdı, geçmeyeninden döve döve kırk akçe alırdı. bunu niçin böyle ederdi? onun için ki benden deli, benden güçlü er var mıdır ki çıksın benimle savaşsın der idi, benim erliğim, bahadırlığım, kahramanlığım, yiğitliğim rum'a, şam'a gitsin, ün salsın der idi.

    meğer bir gün köprüsünün yanında bir bölük oba konmuştu. o obada bir iyi, güzel yiğit hasta düşmüştü. allah'ın emriyle o yiğit öldü. kimi oğul diye, kimi kardeş diye ağladı. o yiğit üzerine dehşetli kara feryat koptu.

    ansızın deli dumrul dört nala yetişti. der: bre kavatlar, ne ağlıyorsunuz, benim köprümün yanında bu gürültü nedir, niye feryat ediyorsunuz dedi. dediler: hanım, bir güzel yiğidimiz öldü, ona ağlıyoruz dediler.

    deli dumrul der: bre yiğidinizi kim öldürdü? dediler: vallah bey yiğit, allah taala'dan buyruk oldu, al kanatlı azrail o yiğidin canını aldı. deli dumrul der: bre, azrail dediğiniz ne kişidir ki adamın canını alıyor, ya kadir allah, birliğin varlığın hakkı için azrail'i benim gözüme göster, savaşayım, çekişeyim, mücadele edeyim, güzel yiğidin canını kurtarayım, bir daha güzel yiğidin canını almasın dedi. çekildi döndü deli dumrul evine geldi.

    hak teala'ya dumrul'un sözü hoş gelmedi. bak bak, bre deli kavat benim birliğimi tanımıyor, birliğime şükür kılmıyor, benim ulu dergahımda gezsin, benlik eylesin dedi. azrail'e buyruk eyledi kim ya azrail, var ve o deli kavatın gözüne görün, benzini sarart, dedi, canını hırıldat, al dedi.

    deli dumrul kırk yiğit ile yiyip içip otururken ansızın azrail çıka geldi. azrail'i ne çavuş gördü ne kapıcı. deli dumrul'un görür gözü görmez oldu, tutar elleri tutmaz oldu. dünya alem deli dumrul'un gözüne karanlık oldu. çağırıp deli dumruj söyler, görelim hanım ne söyler:

    der:

    bre ne heybetli ihtiyarım
    kapıcılar seni görmedi
    çavuşlar seni duymadı
    benim görür gözlerim görmez oldu
    tutar benim ellerim tutmaz oldu
    titredi benim canım cuşa geldi
    altın kadehim elimden vere düştü
    ağzımın içi buz gibi
    kemiklerim tuz gibi oldu
    bre sakalcığı akça ihtiyar
    gözceğizi fersiz ihtiyar
    bre ne heybetli ihtiyarsın söyle bana
    kazam belam dokunur bugün sana

    dedi. böyle diyince azrail'in hiddeti tuttu, der:

    bre deli kavat
    gözümün fersiz olduğunu ne beğenmiyorsun
    gözü güzel kızların gelinlerin canım çok almışım
    sakalımın ağardığını ne beğenmiyorsun
    ak sakallı kara sakallı yiğitlerin canım çok almışım
    sakalımın ağarmasının manası budur

    dedi. bre deli kavat övünüyordun: al kanatlı azrail benim elime geçse, öldüreydim, güzel yiğidin canını onun elinden kurtaraydım diyordun, şimdi bre deli geldim ki senin canını alayım, verir misin yoksa benimle cenk eder misin dedi.

    deli dumrul der: bre, al kanatlı azrail sen misin dedi. evet benim dedi. bu güzel yiğitlerin canını sen mi alıyorsun dedi. evet, ben alıyorum dedi. bre azrail, ben seni geniş yerde istiyordum, dar yerde iyi elime girdin değil mi dedi. ben seni öldüreyim, güzel yiğidin canını kurtarayım dedi.

    kara kılıcını sıyırdı eline aldı. azrail'e çalmağa hamle kıldı. azrail bir güvercin oldu. pencereden uçtu gitti. insan oğlunun ejderhası deli dumrul elini eline çaldı, kah kah güldü. der: yiğitlerim azrail'in gözünü öyle korkuttum ki geniş kapıyı bıraktı dar bacadan kaçtı, mademki benim elimden güvercin gibi kuş oldu uçtu, bre ben onu bırakır mıyım doğana aldırmayınca dedi.

    kalktı atma bindi, doğanını eline aldı, ardına düştü. bir iki güvercin öldürdü. döndü, evine gelirken azrail atının gözüne göründü. at ürktü. deli dumrul'u kaldırdı yere vurdu. kara başı bunaldı, darda kaldı. ak göğsünün üzerine azrail basıp kondu. demin mırıldanıyordu, şimdi hırıldanmağa başladı.

    der:

    bre azrail aman
    tanrının birliğine yoktur güman
    ben seni böyle bilmezdim
    hırsız gibi can aldığını duymazdım
    tepesi büyük büyük bizim dağlarımız olur
    o dağlarımızda bağlarımız olur
    o bağların kara salkımlı üzümü olur
    o üzümü sıkarlar al şarabı olur
    o şaraptan içen sarhoş olur
    şaraplıydım duymadım
    ne söyledim bilmedim
    beylikten usanmadım yiğitliğe doymadım
    canımı alma azrail medet

    dedi. azrail der: bre deli kavat bana ne yalvarıyorsun. allah taala'ya yalvar, benim de elimde ne var, ben de bir emir kuluyum dedi. deli dumrul der: peki ya can veren can alan allah taala mıdır? evet odur dedi. döndü azrail'e, peki ya sen ne eylemekli belasın, sen aradan çık, ben allah teala ile haberleşeyim dedi.

    deli dumrul burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:

    yücelerden yücesin
    kimse bilmez nicesin
    güzel tanrı
    nice cahiller seni gökte arar yerde ister
    sen bizzat müminlerin gönlündesin
    daim duran cebbar tanrı
    baki kalan settar tanrı
    benim canımı alacaksan sen al
    azraile almağa bırakma
    dedi. allah teala'ya deli dumrul'un burada sözü hoş geldi. azrail'e nida eyledi ki madem deli kavat benim birliğimi bildi, birliğime şükür kıldı, ya azrail, deli dumrul can yerine can bulsun, onun canı azat olsun der.

    azrail der: bre deli dumrul allah teala'nın emri böyle oldu ki deli dumrul canı yerine can bulsun, onun canı azat olsun dedi.

    deli dumrul der: ben nasıl can bulayım, yalnız, bir ihtiyar babam, bir ihtiyar anam var, gel gelelim. ikisinden biri belki canını verir, al, benim canımı bırak dedi.

    deli dumrul sürdü babasının yanına geldi.

    babasının elini öpüp söylemiş, görelim hanım ne söylemiş :

    ak sakallı aziz izzetli canım baba
    biliyor musun neler oldu
    küfür söz söyledim
    hak teala'ya hoş gelmedi
    gök üzerinde al kanatlı azrail'e emreyledi
    uçup geldi
    benim akça göğsümü bastırıp kondu
    hırıldatıp tatlı canımı alır oldu
    baba senden can dilerim verir misin
    yoksa oğul deli dumrul diye ağlar mısın

    babası der:

    oğul oğul ay oğul
    canımın parçası oğul
    doğduğunda dokuz erkek deve kestiğim aslan oğul
    penceresi altın otağımın kabzası oğul
    kaza benzer kızımın gelinimin çiçeği oğul
    karşı yatan kara dağım gerek ise
    söyle gelsin azrailin yaylası olsun
    soğuk soğuk pınarlarım gerek ise
    ona içme olsun
    tavla tavla koç atlarım gerek ise
    ona binek olsun
    katar katar develerim gerek ise
    ona yük taşıyıcı olsun
    ağıllarda akça koyunum gerek ise
    kara mutfak altında onun şöleni olsun
    altın gümüş para gerek ise
    ona harçlık olsun
    dünya tatlı can aziz
    canımı kıyamam belli bil
    benden aziz benden sevgili anandır
    oğul anana var

    dedi. deli dumrul babasından yüz bulmayıp sürdü anasına geldi. der:

    ana biliyor musun neler oldu
    gök yüzünden al kanatlı azrail uçup geldi
    benim akça göğsümü bastırıp kondu
    hırıldatıp canımı alır oldu
    babamdan can diledim ana vermedi
    senden can dilerim ana
    canını bana verir misin
    yoksa oğul deli dumrul diye ağlar mısın
    acı tırnak ak yüzüne çalar mısın
    kargı gibi kara saçını yolar mısın ana

    dedi. anası burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş : anası der:

    oğul oğul ay oğul
    dokuz ay dar karnımda taşıdığım oğul
    on ay diyince dünya yüzüne getirdiğim oğul
    dolma beşiklerle belediğim oğul
    dolu dolu ak sütümü emzirdiğim oğul
    akça burçlu hisarlarda tutulaydın oğul
    pis dinli kafir elinde esir olaydın oğul
    altın akçe gücüne dayanarak seni kurtaraydım oğul
    yaman yere varmışsın varamam
    dünya tatlı can aziz
    canımı kıyamam belli bil

    dedi, anası da canını vermedi. böyle diyince azrail geldi deli dumrul'un canını almağa. deli dumrul der:

    bre azrail aman
    tanrının birliğine yoktur güman

    azrail der: bre deli kavat daha ne aman diliyorsun, ak sakallı babanın yanına vardın can vermedi, ak bürçekli ananın yanına vardın can vermedi, daha kim verecek dedi. deli dumrul der: hasretlim vardır, buluşayım dedi. azrail der: bre deli hasretlin kimdir? der: el kızı helallim var, ondan benim iki oğlancığım var, emanetim var, ısmarlayacağım onlara, ondan sonra benim canımı alasın dedi.

    sürdü helallisinin yanına geldi, der:

    biliyor musun neler oldu
    gök yüzünden al kanatlı azrail uçup geldi.
    benim beyaz göğsümü bastırıp kondu
    benim tatlı canımı alır oldu
    babama ver dedim can vermedi
    anama vardım can vermedi
    dünya şirin can tatlı dediler
    şimdi
    yüksek yüksek kara dağlarım sana yaylak olsun
    soğuk soğuk sularım sana içme olsun
    tavla tavla koç atlarım sana binek olsun
    penceresi altın otağım sana gölge olsun
    katar katar develerim sana yük taşıyıcı olsun
    ağıllarda beyaz koyunum sana şölen olsun
    gözün kimi tutarsa
    gönlün kimi severse
    sen ona var
    iki oğlancığı öksüz koyma

    dedi. kadın burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:

    der:

    ne diyorsun ne söylüyorsun
    göz açıp da gördüğüm
    gönül verip sevdiğim
    koç yiğidim şah yiğidim
    tatlı damak verip öpüştüğüm
    bir yastıkta baş koyup emiştiğim
    karşı yatan kara dağları
    senden sonra ben neylerim
    yaylar olsam benim mezarım olsun
    soğuk soğuk sularını
    içer olsam benim kanım olsun
    altın akçeni harcar olsam benim kefenim olsun
    tavla tavla koç atını
    biner olsam benim tabutum olsun
    senden sonra bir yiğidi
    sevip varsam beraber yatsam
    alaca yılan olup beni soksun
    senin o namert anan baban
    bir canda ne var ki sana kıyamamışlar
    arşşahit olsun sekizinci kat gök şahit olsun
    yer şahit olsun gök şahit olsun
    kadir tanrı şahit olsun
    benim canım senin canına kurban olsun

    dedi, razı oldu.

    azrail hatunun canını almağa geldi, insan oğlunun ejderhası eşine kıyamadı. allah teala'ya burada yalvarmış, görelim nasıl yalvarmış:

    der:

    yücelerden yücesin
    kimse bilmez nicesin
    güzel tanrı
    çok cahiller seni gökte arar yerde ister
    sen bizzat müminlerin gönlündesin
    daim duran cebbar tanrı
    ulu yollar üzerine
    imaretler yapayım senin için
    aç görsem donatayım senin için
    alırsan ikimizin canını beraber al
    bırakırsan ikimizin canını beraber bırak
    keremi çok kadir tanrı

    dedi. hak teala'ya deli dumrul'un sözü hoş geldi. azrail'e emreyledi: deli dumrul'un babasının, anasının canını al, o iki helalliye yüz kırk yıl ömür verdim dedi. azrail de babasının anasının derhal canını aldı. deli dumrul yüz kırk yıl daha eşi ile ömür sürdü.

    dedem korkut gelip destan söyledi, deyiş dedi. bu destan deli dumrul'un olsun, benden sonra alp ozanlar söylesin, alnı açık cömert erenler dinlesin dedi.

    dua edeyim hanım: yerli kara dağların yıkılmasın. gölgeli koca ağacın kesilmesin. taşkın akan güzel suyun kurumasın. kadir tanrı seni namerde muhtaç etmesin. ak alnında beş kelime dua kıldık, olsun kabul. derlesin toplasın günahınızı adı güzel muhammed'e bağışlasın hanım hey!"

    not: bu destansı hikayeyi okuyup bitirdiyseniz, sizin de dikkatinizi muhakkak çekmiştir, hikayenin 15. yy civarında yazıya geçirildiği tahmin edilmesine rağmen, tanrı ve azrail'le olan bu teklifsiz samimiyet, aslında bu hikayenin çok daha önce, türkler islamiyeti yeni yeni kabul ettiği zamanlardan kalma olduğunu gösteriyor. bunu da not düşmek istedim.

    bir not daha: kazakistan'da bulunan ve on üç destansı hikayeyi kapsayan nüsha, şimdiye kadar yapılan incelemelere göre eldeki üç nüshanın en eskisidir. yalnız üzerindeki çalışmalar henüz bitmediği için bu bilgi henüz teyit edilmemiştir.

  • epiko romanesk

    epico-romanesque: destansı hikaye
    hem destan, hem hikaye özellikleri gösteren edebiyat ürünlerine verilen bir tür adıdır.
    ortaya çıkışı sözlü halk edebiyatı ürünlerine dayanır.
    bu türe örnek olarak bizim edebiyatımızdan, dede korkut hikayelerini verebiliriz.

    (aşağıdaki satırlar bana ait değil. yazı eski olduğu için nereden alıntıladığımı hatırlamıyorum. zaten eğer bilgi verirken tırnak içinde yazıyorsam o satırlar bana ait değil demektir.)

    "dünya edebiyatında ilk edebi örneklerin mitolojik eserler olduğu kabul edilmekle beraber pek çok ulusta, edebiyatın destanlarla başladığı bilinmektedir. destanlardan sonra ortaya çıkan halk hikayeleri mutlaka tarihi bir olaya dayanmamaları (destanlar, tarihi bir olaya dayanırlar.), nazım-nesir karışık olmakla beraber zamanla nesir kısmının ağırlık kazanması, kişilerin ve olayların gerçeğe daha uygun olması, kahramanlıktan çok aşk maceralarına yer verilmesi gibi özellikleriyle destandan ayrılmaktadır. böylece destanlarla modern roman arasındaki geçiş döneminde ortaya çıktıklarından "epico-roma-nesque" diye de adlandırılan halk hikayeleri, gerek konu gerekse şekil olarak hem epik eserlerin özelliklerini taşır, hem de modern romandaki tipleri ve olayları içerir."

  • iqsözlük

    beğendiğim yazıları hem 'fav'larım hem de 'like'larım. burada 'like'ın rengi beni gerçekten rahatsız ediyor. birini 'like'lamak bu kadar zor olmamalı.
    bu dertten sadece benim muzdarip olduğumu da düşünmüyorum. birçok arkadaş beğendiği bir yazıyı 'like'ladığını zannedip aslında 'like'layamıyor bence. keşke kırmızıyla yerleri değişse, en azından o hemen belli oluyor, üstelik 'hoşlanmama' burada pek de kullanılmıyor sanıyorum.
    bunların üzerine bir de 'derdini seveyim' tiki rica etsem mi acaba?*

  • cinas

    gamzedeyim.......-->gamzeli birine aşığım, gamzesinde kaybolmuş durumdayım.
    gam zedeyim.......-->gam; yani acı, üzüntü, sıkıntı içindeyim. (buradaki 'zede' farsça, tıpkı 'depremzede'deki gibi sonuna eklendiği sözcüğü kişileştiriyor, o kişi yapıyor.)
    (ayrıca; zede sözcüğü önündeki sözcüğe bitişik yazılır fakat ben burada ikisinin arasındaki ayrımı daha gözle görünür kılmak istedim.)

    edebiyatta bu sanata, cinas denir, edebi sanatların içinde, sözle ilgili sanatlardan biri olarak geçer. (anlamları farklı iki kelimenin yazılışları ve söylenişleri aynıysa ve bunlar bir uyum içinde bir arada kullanılıyorsa orada cinas var demektir.)

    özellikle 'mani' dediğimiz halk edebiyatı türünde çok sık kullanılır.

    bir örnek daha verelim ve konu daha iyi anlaşılsın:
    "bülbül eder güle naz
    ağlayan çok gülen az"

    şimdi @tevfik lukret hocamla da yazıştığımız bir dizeyi paylaşmak istiyorum sizinle.

    belki üstümüzden bir kuş geçer
    kanadından bir tüy düşer
    iner döne döne gökyüzünden
    hiç bir yüz güzel değil senin yüzünden

    (şarkının linkini de koyayım şuraya, belki okurken dinlemek isteyen olabilir.)

    son dizede belirginleştirdiğim 'yüzünden' sözcüğüne bakınız. önce tevriyede anlaştıysak da sonra ben karar değiştirdim. çünkü tekrarlanmıyor bile olsa şair, burada, iki anlamı birden kastetmiş -bence-.
    hatta daha ileri gidip acaba kinaye olabilir mi diye düşünmedim de değil.

    neyse işte. sizler bilimsel kaynaklı felsefi metinler paylaşırken bizler de bunlarla uğraşıyoruz işte. işin güzelliği de burada. herkes bildiğini/ilgilendiğini yazıyor. burada yazmamın temel nedenlerinden biri de bu. her yazıyı okuyorum, bazen yeni yeni şeyler öğreniyorum ve bu beni gerçekten mutlu ediyor. zaten amacımız da bir nebze mutluluk ve huzur değil mi bu hayatta?
    yazdıklarım sizi zerre kadar ilgilendirmese bile vakit geçirmek için okurken bir şeyler düşündürebilmek de önemli. *

  • açık istiare

    benzetmenin iki ana unsurundan benzeyenin olmadığı ama kendisine benzetilen olduğu için benzeyenin ne ya da kim olduğunu çıkarımlayabildiğimiz benzetme türüdür.

    attila ilhan'ın jilet yiyen kız şiirinden bir bölüm üzerinde örnekleyelim:

    "..........................................
    çarpılmışım başım sersem
    sevdim jilet yiyen kızı
    göğsündeki kumrulara değsem
    gagaları zehirli kırmızı
    ............................................."
    yukarıda kumrular, kendisine benzetilen ögedir, benzeyen söylenmemiştir ama biz kumrularla kastedilenin ne olduğunu anlarız. benzeyen, kızın memeleridir ve burada açık istiare vardır. devamında gaga olarak nitelendirilen de meme uçlarıdır, aynı şekilde gaga kendisine benzetilendir, meme uçları yani benzeyen söylenmemiştir, burada da açık istiare vardır.

    okuduğum bir ölüm ilanı şöyle başlıyordu:
    "canımın babası, arslanlarımın dedesi........."
    yukarıdaki can kendisine benzetilendir, adamın karısı kastedilmektedir. arslanlar da kendisine benzetilendir ve adamın erkek çocukları kastedilmektedir.

    görüldüğü gibi, açık istiareyi bulmak zor değildir ve dinlediğimiz her şarkıda, okuduğumuz her yazıda -eğer varsa- kolayca görebiliriz.

    ek: istiarenin türkçesi benim bir türlü ısınamadığım eğretileme. adı kendinden menkul*, çok eğreti duruyor.

/ 7 »