en çok favorilenenleri (47)

başlık listesine taşı
  • hazır ol cenge ister isen sulh-u salah

  • atatürk'ün şiiri

    yarın parlak bir dizesini okuyacağımız türkiye başlıklı şiirdir.

  • ignacz kunos

    büyük macar türkolog. istanbul üniversitesi halkbilim kürsüsünü başlatan insandır.

    türk folklor öğelerini derlediği gibi, kendisi de çeşitli formatlarında eserler çıkartmaya çalışmıştır. meraklısı için hikaye derlemesi.

  • daha güzel yaşamak parayla mı?

    öncelikle hepimiz ismailiz. her zaman, her konuda değil ama özenmeden yaşadığımız anlarda ıskaladığımız çok şey var, kabul. şu cümleyi pek beğendim:

    "hepimiz, ismailce rölantide yaşadığımız anlarda biraz farkındalıkla hayatımızı güzelleştirmeye çalışabiliriz."

    soru "mutluluk parayla mı?" olsaydı @gidiyorumbu haklıydı. bazı insanlar için sadece parayla alınabilecek şeyler ve para harcanarak yaratılabilen deneyimler mutluluk getiriyor. hatta onlar için güzel yaşamanın kıstası da bu mutlu olunan anlar.

    ama @angelo pratolini'nin önerdiği şey sanırım bu değil. bu yazıdan hepimizi sofistike nitelikleri yüceltmeye çağırdığını anlıyorum. (bkz: sophos) anlamsız rutinin içinde mutluluk yakalayan bir çok kişi olabilir, "konfor alanı" haz yaratmasaydı -veya stresi azaltmasaydı- bu kadar düşkünü olmazdık zaten. fakat insanı "daha güzel yaşatan" şeyi hepimiz seziyor olmalıyız.

    "daha güzel yaşamak" herhangi biri olmamakla mümkün olur. kendini belirlemekle, kabiliyetlerin elverdiğince istediğin insana kendini dönüştürmekle, herkesten başka özelliklere, fikirlere, yeteneklere sahip olmakla olur.

    son olarak ismail'e de buradan çağrı yapıyorum. lütfen konu hakkındaki görüşlerini bizimle paylaşsın. başlık sahibinin övgüsünden ötürü testi geçebileceğini düşünüyorum.

    not: çılbırı hiç sevmem.

  • rudyard kipling

    ismini yakınında doğduğu gölden alan, bombay doğumlu ingiliz şair.

    the white man's burden ve if şiirleri muhteşemdir. özellikle the white man's burden, oryantalistlerin ve kolonyalizm çalışanların araştırma ve eleştiri makalelerinin bir yerinde daha yüzyıllarca kalacaktır diye düşünüyorum.

    bu şiirde kipling, "beyaz adamın yükünü hafifletmekle" ne kastetmektedir? sosyal bilimler camiası ve meraklı entelijansiya, şiir yayınlanalı beri bu sorunun cevabını arıyor.

    bir taraf, diğer şiirlerindeki insanlık değerlerini referans göstererek şiirin ironi içerdiğini savlarken, diğer taraf tevil etmek yerine "müstemleke" edebiyatının müstesna bir örneği olarak okumak taraftarı. başka "hassas" bir cenah ise bu şiiri, "sömürü ideolojisini sanata taşımak" eylemi olarak görerek, bir utanç vesikası şeklinde adlandırılması gerektiği görüşünde.

    her üç durumda da bu şiirdeki -ve diğer şiirlerdeki- dile ve yaşama hakimiyetiyle kipling, şiir dünyasının devleri arasındadır. okuyunuz.

  • ömer nida kimdir?

    1929 trabzon doğumlu sosyalist ve toplumcu-gerçekçi şair.

    1955 basımı güngör gençay'ın hazırladığı 'genç şairler antolojisi'nde karşımıza çıkıyor.
    şöyle bir not düşülmüş: "orta okuldan itibaren mektebi bırakmıştır. halen sümerbank bez fabrikasında çalışmaktadır ve şiirleri bir çok dergide yayınlanmıştır."

    'sanaturyum havası' şiiri paylaşılmış:

    kadıköy'den - erenköy'e
    garipçe gidilir...
    içli bakışların ardısıra
    bir hafif öksürük duyulur beyciğim;
    ve insan uzaklara kaç türlü bakar,
    uzaklar kaç türlü görünür insana
    bilir misin, bilir misin beyciğim?

    erenköy'de çam kokusu,
    yollarında, bir ömrün ürkekliği...

    ---

    inceleyelim...

    sade ve kısa bir şiir. tarzda orhan veli var, zira bu yıllarda neredeyse her genç şaire sinmiş durumda. kafiyeyi kaldırınca ahengi sağlamak üzere 'haiku' gibi tarzlardaki zarif formlardan ilham almışlar. 'haiku'daki son dize bilindiği üzere bizdeki şah beyite benziyor. bu yüzden çok da yabancısı değiller bu tür bir matematiğin.

    dizelerinin konusu, gündelik yaşamdan, özel olarak ölümlülükten alınmış. rüştü onur ve muzaffer tayyip uslu'da da gördüğümüz, habis bir hastalığa gönderme var 'hafif öksürük' anılırken.

    "insan uzaklara kaç türlü bakar": burada okura sonsuz hislerin sonsuz çeşidi olduğunu hatırlatıyor. nitekim işi de o, insana kendini hatırlatmak.

    "bir ömrün ürkekliği": bu da hayatı olan insanların hepsinin bazen sarıldığı, bazen itiştiği bir hissi.

    ruhu şâd olsun.

  • cinas

    değerli @miteherik ile "cinas olması için kelime tekrarı gerekir mi?" sorusuna cevap ararken şöyle bir mesaj atmıştım, izni ile paylaşıyorum:

    "eskiden tekrar gerekmiyor diyorduk, şimdilerde cinas denince iki defa aynı kelime muhakkak geçecek deniyor. tabii ki yazılışı-söylenişi farklı olabiliyor. bunlara "natamam cinas" ya da "natam cinas" deriz.

    harfler de, vurgu da, harekeler de aynı olunca "vücuh-ı erbaa" bir cinas oluyor. ben "cinastır" derken tek seferle cinas olmalıdır anlamında şaka yapmaya çalışmıştım da pek başaramadım, "smiley" yetmedi :)

    tevriye için ise ilk seferinde düşünülmeyen anlamı kast etmek gerekiyor, zaten tevriye de örtmek demek. yani herkes ilk seferde aklına geleni anlayacak ama arif olan ikinci manayı anlayacak. bizim edebiyatımızda böyleydi.

    ama arap ve fars şiirinde türlere ayrılıyor, uzağı anlamak gerekiyorsa bunu önceden metinde sezdirmesi gerekiyor. (bkz: mübeyyene)

    yakın anlamı anlamak gerekiyorsa onu da sezdiriyor (bunun da bir adı var ama unuttum)

    önceden hangi anlamı anlattığına dair bir bilgi yoksa mücerrede tevriye oluyor. yukarıdaki şarkı sözlerindeki için mücerrede bir tevriyedir diyeceğiz böylece."

  • turgut uyar

    büyük romalı şair ve filozof lucretius'un "de rerum natura" isimli eserini eşi tomris uyar'la beraber dilimize kazandıran kıvrak zekalı ve yakışıklı ikinci yeni şairi.

    32 yaşındayken basılan "dünyanın en güzel arabistanı" kitabı, türk şiirinde garip'ten sonra gelen en büyük dönüşümün son müjdecisidir. bu kitaptan bir yıl önce cemal süreya ve edip canseverbugün fazlasıyla popüler olan üvercinka ve yerçekimli karanfil kitaplarını yayınlamışlar, turgut uyar da bu "ikinci yeni" tavrın evrenselleşmesine, bireyi layık olduğu gibi anlatabilmesine giden yolu açan lirizmi yaratarak katkıda bulundu.

    edebiyatımızın ruhuna bu kadar etki etmiş bir insanın sanatı hakkında değil de eşiyle ilişkisi hakkında kalem oynatılması bana ayıp geliyor. edebiyat dedikoduları ilgi çeken şeyler olabilir ama çoğu zaman aslolanı kaçırmamızı sağlarlar.

    turgut uyar, geyikli gece ile, ölümlü yaşamaya hergünkü çağrı ile ve daha nice güzel satırları ile hatırlanmaya değer çok yetkin ve etkili bir şairdir. insana onun gözüyle bakabilmemi sağlayan güzel dilimi bir kez daha sevmemi sağlamış, zamanının her delikanlı şairi gibi sirozdan gittiğinde de "bazı durumlarda" aklıma gelen güzelim dizeleri hatırama armağan etmiştir.

    ben de ona borcumu arada onu hatırlayıp "göğe bakarak" öderim. umarım huzurlu bir uykudur şimdiki hali.

  • bebeğe hediye alırken hegel'e gönderme yapmak

  • trt telaffuz sözlüğü

    yeni haberdar olduğum geç kalınmış güzel bir çalışma. yapanların ve yaşatanların ellerine sağlık.

    link

  • kendin yap

    "do it yourself - diy" konseptinin türkçesi.

    milletimiz uzun süredir yaptığı gibi istikrarı seçti. ekonomik anlamda bu istikrar, ürünlerde daha da pahalılık, ithal ürünleri temin etmede güçlük, ortalama insanın kaliteli ürünleri alamaması gibi şeylere yol açacak gibi görünüyor.

    28 mayıs itibariyle benim için bu yolu seçenlere kızma devri bitecek. çünkü mümkün olan en birleştirici dil ve en makul görünen yol haritası sunulduğunda bile bunu anlayamadılar. bu sebeple de verdikleri oyun hayatlarını, memleketimizi ve bizim hayatlarımızı kötü etkileyeceğin farkına varamadılar. belki er ya da geç bu oylarının siyasetteki ve ekonomide karşılığını gördükçe kafalarında bir ampul yanacaktır ama, önümüzdeki beş yıl için bu bir şeyi değiştirmeyecek sanki.

    ben bu ülkeyi seviyorum. bu ülkenin aydınlık düşünceye ve hoşgörüye inanan milyonlarca insanını da seviyorum. kendimi onlardan biri gibi hissediyorum ve onlarla aynı dili konuşup aynı ülkede yaşamaktan dolayı da sevinçliyim. evet bazen kötüler kazanıyor ve bu iyiler kazansın diye uğraşan ve umut besleyen insanlar için çok zor. ama her zaman olduğu gibi hayat devam ediyor. bu koşullarda benim kendim için çizdiğim yol seçimlerden önce hayal ettiğimden farklı olsa da yine kendi kendi hayatımda neşeyi ve huzuru yakalamaya çalışmaktan ibaret. dede baharı getiremediyse iş biraz daha başa düşüyor.

    gelelim "kendin yap" meselesine. müstakbel ekonomik daralışa benim cevabım bu olacak. artık gündelik hayatımda tükettiğim yiyecek ve içecekleri mümkün mertebe kendim üretmeye karar verdim. ekip biçecek alanım şu an için sınırlı (apartmanın ortak bahçesi) ama bu sınırlı topraktan bile yeterli emeği verirsem fazlasıyla verimli bir hasat alabileceğimi düşünüyorum.

    konservelemeye uygun sebzeler ve soslar için malzemeler yetiştirerek gıda masrafımdan kısacağım. bununla beraber et, tavuk, tavşan, kaz, ördek ve balığı toptan alarak tuzlama, kurutma, tütsüleme ve salamura işlemleriyle dayanıklı gıdalar haline getireceğim.

    rumuzumdan çıkarılması çok zor olmayan bir zevkim de var: içki. şiir seven içki de sever sanki. içkideki vergi yükü malumunuz, daha da ağırlaşacağını anlamak için arif olmaya gerek yok. bu durumda da en mantıklı seçenek içkiyi evde üretmek.

    4733 sayılı tütün, tütün mamulleri ve alkol piyasasının düzenlenmesine dair kanun şahsi tüketim için yılda 350 litreye kadar fermente içki üretmeye izin veriyor. bu miktar bir yıl için bana fazlasıyla yeter. keşke kanunca yasak olmasaydı da bir imbik alarak çok sevdiğim içkiler olan rakı ve cini de üretebilseydim. *

    şu an üzüm şarabı yapmak için doğru mevsim değil ama cider yapımına başlanabilir. bunun için ağırlıklı olarak halihazırda üretimde yaygın kullanılan golden ve granny smith cinsi elmalar kullanacağım. türkiye'deki cinslerle de denemeler yapmış olanları bulup, deneylerinin sonuçlarını öğrenmeye çalışacağım. belki beşer litre olmak üzere çeşitli elma türleriyle kendi deneylerimi de yapacağım. sonuçları merak eden olursa kendi başlığında paylaşırım.

    bir de henüz kediyle aynı evde nasıl yapacağımı bilemediğim boş akvaryumda bıldırcın besleme tasarım var. hem et hem de yumurta elde edilebilecek bir yöntem bu. bu sistemi de faaliyete geçirirsem ayrı bir başlık açacağım.

    nitekim ülkemizin bu hali beni bir şeyler denemeye ve öğrenmeye sevk etti. şer gördüğümden kendim için bir hayır çıkarmaya çalışıyorum. umuyorum ki bu tecrübem beni tatmin edecek sonuçlar verir ve çevremdekileri de daha fazla üretip, daha az tüketmeye teşvik edebilirim.

  • rakılı şiirler antolojisi

    cemal süreya: oteller hanlar hamamlar için sürekli şiir

    şu günlerde içkiye düştüm, ondan mıdır bilmem,
    daha çok seviyorum cansever'i, uyar'ı, can yücel'i
    bir de fethi naci'yi, ve elbet mustafa kemal'i
    ankara ankara
    bir kent değil burası, bir acenta dizisi,
    bir işhanı, bir umumi mümessizlik belki,
    büyük mağazalar, bahçeliğe özenen süpermarketler
    tutulmamak üzere verilmiş bir söz gibi.
    sahi kaçıncı sanat oluyordu şu mimari?
    birer önyargı gibi uzuyor çağdaş caminin minareleri.
    opera: içine dikiş gereçleri doldurulmuş ağırlıksız bir
    keman kutusu,
    osmanlı bankası davul;
    ve emlak kredi'yle başlayan camdan metalden bir melodika
    ordusu:
    dol (an) kara bakır dol!

    biletim öldü;
    gömleğim kirli.

    ek yapıların ana yapıları böyle ezip geçmesinde
    yoksa ölümcül bir beğeni de mi gizli?
    ne derdi buna sadettin köpek, necmettin pervane ne derdi?
    tiren kuşları daha eskişehir'den başlayarak
    çarpa çarpa bedenlerini kara vgonlara
    can boyasıyla çizer portresinin ilk çizgilerini.
    evliya çelebi'ye kenti gezdiren rehberin de
    sesi yeraltından geliyordu ve kemiktendi elleri.

    bir kadın torbaya doldurulmuş gibi yürüyor
    yine de, belli, içi içine sığmıyor.

    büyük millet meclisi'ni hiç gözden kaçırmamakta
    o nereye giderse peşini bırakmayan ankara oteli:

    iş bankası da kendine özgü bir humour'la süzüyor
    şimdi biraz daha aşağıda kalmış anıt-kabir'i.

    işe bak, dün humour sözcüğü için fransevi'yi açtıydım,
    "şetaret" diyordu yanlış okumadımsa şemsettin sami:
    ey şetaret bankası, artık gelmiş sayılırsın çankaya'ya!

    ben öyle her şeye dikkat eden bir adam değilim,
    ama biliyorum dçm için marmara oteli'ne gideceğim
    yakamda gizlilik rozeti, eh çobanıllık da caba;
    vergi iadesi için de stad otel var,
    paraşüt kulesini yukardan görmüş olursun ayrıca.

    adını titizce saklayan bir sokak buldum
    şimdi söyleyemem hangi alanın arkasında,
    oradan geçerken hep seni düşünüyorum,
    belki de oralarda bir yerdesin,
    sen tavşan aralığı,
    sen ağzımın tadı,

    bir buluş gibisin!

    - ağır ol bay düzyazı,
    sen ancak uçağa binebilirsin!

    ıı.
    ankara ankara.
    ey iyi kalpli üvey ana!

    ııı.
    biliyor musun başkentim nedense
    birbirimizden çekiniyoruz ikimiz de,
    sen yaslarına hiç yaslanmaz oldun
    ben acılarıma yeterince.

    tek boynuzlu yapılar arasında
    iki katlı ve gözlüklü bir hayırevi
    dayandım ak bedenine öptüm öptüm
    aşkım değilsen haber ver benzerimi!

    her şey öyle yeni ki burda
    kolunu kaldırsan yarının folkloruna katkı
    ama ben budalalıklarla doldurdum
    yıllarca bütün boş sayfalarımı.

    şurda işte tam şu noktada dede'nin
    iç çekişi bach'ın soluk alışına karışıyordu,
    bir kapıyı açtım ürktüm ve kapattım
    bir milyon adam ayakta bira içiyordu.

    kim kimdik o gün, unuttum şimdi,
    yalnız buz gibi bir odada oturduğumuz aklımda,
    hani o arsız sonbahar küçücüğü
    gözündeki arpacıkla ısıtmıştı hepimizi.

    sen temiz hava saklı su

    sen bayan nihayet

    sen bir mevsimin sanat eki

    çeşmeler adın kokulu!

    ıv.
    hoparlörlerinde halı ve mevlithan
    gri gözlerinde zararsız kırlangıçlar,
    alnaçlarının ardında kirli kan,
    önündeyse temiz ve vurulandan akan.

    bugünün şarkısıdır ama yarın için
    çıkan her kurşun patlayan silahlardan,
    katılaş dur yukarda katılaştığın kadar
    artık bir özel ad oldun ey duman!

    kooperatif evlerinin sözleri boğazlarında: çimento!
    alüminyum mırıldanıyor zorluyor güçsüz belleğini,
    adakale sokak'ta ilhan berk'i görür gibi oluyorum
    bir kentin tarihinde şairlerin ayak izleri

    şöyle mi derdi ilhan berk:
    "sevdiğim kadınlar yaşlandınız hepiniz
    ama, inanın, yine de özlediğim sizlersiniz."

    salah birsel bu dizeleri şöyle geliştirirdi:

    "isterseniz ilkyazın gazinosuna
    hep birlikte garson girebiliriz."

    aldı cahit sıtkı:

    "özgürlüğümün bir parçası oldun artık
    hangi kuytuya düşsen hemen yapraklanırsın orda."

    cahit külebi:

    "o ozanlar var ya büyük ozanlar
    biz yanarken çıkardığımız dumanlar."

    evet, mehmed kemal, yılmaz gruda, orhan veli,
    şimdi hepsi dipte, hepsi birer yeraltı suyu gibi.
    sevgilim bilemem sesimi duyuyor musun
    bir gökkuşağıyla doldurmak istiyorum içini.

    ve hasan şimşek, cahit sıtkı'nın kasabalısı,
    ve içtiği rakı kadar bembeyaz şahap sıtkı ki
    metin altıok'a devredip masadaki yerini
    inanılmaz biçimde bu kentten gittiydi.

    tam ataç sokak'tan pazaryeri'ne dönüyorum ki
    bir sürü giysiyi üst üste atmış omuzlarına
    terzi çırakları pat pat düşüyorlar ortaya
    rengârenk kır çiçekleri gibi.

    - şair arkadaş,
    bir derdin mi var
    bir şeyler çıkarmak mı istiyorsun derdinden
    ankara'ya gelmelisin.

    v.
    yakındoğu'nun düpedüz italyancası: farsça
    yakındoğu'nun zengin fransızcası: arapça

    yakındoğu'nun duru ingilizcesi: türkçe
    yakındoğu'nun dallı ispanyolcası: kürtçe

    yakındoğu'nun kırık portekizcesi: lazca
    yakındoğu'nun yatay çincesi: ürgüp, göreme

    yakındoğu'nun sıcak ve çılgın esperantosu: pazaryeri,
    hani geçen sayıda ondan söz etmiştim de.

    vı.
    ankara ankara
    müfettişler arasından geçiyor tiren

  • ıhlamur

    slavların ve benim kutsal kabul ettiğimiz ağaç.

    kokusunun ruhumda yarattığı hissi bir tek uzun süre görmediğim sevdiceğe hicranımın sonlanması hissi aşabilir.

    sıcakta gölgedir, serinde bir şarkı. çiçeği kaynayınca dinlendirir ve öldüğünde kerestesiyle keratalara oyuncak da olur.

    bin ıhlamur yetiştirmeden ölürsem gözüm açık gideceğim.

  • !ismet özel'e dair

    ismet özel her şair gibi akıldan daha çok his taşır.

    her büyük şair gibi her şeye herkesten başka bakar ve herkesten başka anlatır. bu hisleri muhattabına anlatabildiği nispette de şiirleri yücelir.

    ismet özel'in ideolojik duruşu bilinemez bir yerdedir. yer yer sosyalist, muhafazakar, devrimci, islamcı, milliyetçi, osmanlıcı, komünist öğeler görülür. bu düşüncelerin tutarsızlığından ve çatışmasından süzdüğünü sandığım coşkunluklarla bezer dizlerini.

    bana kalırsa, politik tartışmalara dair görüşleri kafası karışık bir adamın ipe sapa gelmez düşünceleridir. ancak bu durum ismet özel'in şairliğine zeval vermez. bilakis, belki bu karışıklık besler sanatını. zaten -kendisi buna katılmayacaktır ama- şairin, tutarlı ideolojik tavırları taşımak zorunluluğu yoktur.

    vatan şairi namık kemal'in vatanperver hisleri nasıl osmanlı devleti bittiği zaman değerinden kaybetmediyse, ismet özel'in hangi ideoloji olursa olsun, tuttuğu yoldaki tuğyanı da değerinden bir şey kaybetmez. hâla insana dair hislerdir.

    ismet özel'i büyük şair yapan da bu hislerin insanca anlatılmasıdır. hâsıl-ı kelâm, ismet özel oturup iki kelime siyaset konuşulacak biri değilse de, attila ilhan'ın ölümünden beri türkçenin yaşayan en büyük şairidir.

  • rakılı şiirler antolojisi

    didem madak: ağrı

    sonbaharların kralı gelirmiş meğer istanbul'a
    ciğerlerimin filmini çektiler
    ciğerlerim artiz oldular icabında
    akut alevlenmiş kronik bir sonbahar gibi bakıyordu
    sigara figüran falan.
    ben kırmızı bir yaprağı oynuyordum esas kız olarak
    uçuşuyordum, uçuşmakmış meğer benim anlamım
    ben bunu geç anladım.
    senin için şiir yazacaktım istanbul
    ismini ağrı koyacaktım.
    oysa bir şiir niyeydi sanki
    yer içer sevişir miydi sanki bir şiir
    hamsi ısmarlar mıydı mesela bir şiir insana?
    fotoğraf çektirebilir miydi mesela hipodromda atlarla?
    rakı içebilir miydi samatya'da
    bir şiir uyur muydu kuş gibi
    başını alıp da kanatlarının altına?
    oysa bir şiir neydi sanki
    ben seni ciğerimin köşesindeki arıza kadar sevdim
    bir şiir seni bu kadar sever miydi sanıyorsun istanbul?

    bağırdım sokaklarına kartondan postlar sermiş ayyaşlara
    bana kerametinizi gösterin
    keramatenizi gösterin bana!
    bir dikişte içtim bir şişe geceni
    yıldız komasına girmek istiyordum,
    istiyordum dolunay çarpsındı beni
    kurt adamlarım serbest kalsındı icabında
    kimim fazladan puştluğu varsa bir sigara sarsındı bana
    kin kusulsundu, öç alınsın
    icabında modern kadındım, ne zaman şişmanlasa ruhum
    hemen yarın yeni bir intihara başladım.
    ben fazla yemesem diyorum baylar yani
    bu kadar hınç bana fazla.
    icabında bir allah bir allah daha
    çok tanrılı bir din ederdi
    bırak müridin olayım istanbul

    sen beni hep bir şiir sanıyordun istanbul
    oysa çakmaktaşları gibi kıvılcımlıydı gözyaşlarım
    ağlamaktan kızaran bir örnek burnum ve gözaltlarımla
    bu şiiri ben yaralı bir panda vaziyetinde yazdım
    canım yandı
    bu şiiri ben bir yangın vaziyetinde yazdım
    şimdi bırak sana kedilerime süt getiren eski günlerimi anlatayım
    kapıma gül bırakan adamları
    ben de icabında bir hafıza mağduruyum
    cumartesi günleri gayri annemlerle birlikte
    sokaklarında eylemler yapayım.
    benim ne sakal yanığı günlerim oldu
    guruba bak ve beni an
    öpüşmekten yorgun ve kızıl
    bir şiir sana bunları söyler miydi sanıyorsun?
    yağmurlarında yıkanan kırmızı banklarına baktım
    bütün allar bir gün solarmış
    ben bunu geç anladım
    yağmur meğer tanrının zulmüymüş istanbul.
    ağrı neydi, neremdeydi, neresiydi ağrı
    kim bana kalbimin menzilini soracaksa sorsun artık
    ağrıdurmadanağrıdurmadanağrıdurmadan
    ağrı benim durmadan doruğuna tırmandığım
    meğer yüksek bir dağmış.

    üstümü ara
    cebimdeki şiiri usulca kaydırayım senden tarafa
    ellerimi de kaldırdım bak
    hazırım tutkumu tutukla.
    şiirsizim
    bu şiir senin ismini ağrı koyar mıydı sanıyorsun istanbul
    ben bu şiiri kusarak yazdım.

    ekim 2002, yakında kasımpatları da çıkacaktı.

/ 4 »