en beğenilenleri (78)

başlık listesine taşı
  • hazır ol cenge ister isen sulh-u salah

  • atatürk'ün şiiri

    yarın parlak bir dizesini okuyacağımız türkiye başlıklı şiirdir.

  • ömer nida kimdir?

    1929 trabzon doğumlu sosyalist ve toplumcu-gerçekçi şair.

    1955 basımı güngör gençay'ın hazırladığı 'genç şairler antolojisi'nde karşımıza çıkıyor.
    şöyle bir not düşülmüş: "orta okuldan itibaren mektebi bırakmıştır. halen sümerbank bez fabrikasında çalışmaktadır ve şiirleri bir çok dergide yayınlanmıştır."

    'sanaturyum havası' şiiri paylaşılmış:

    kadıköy'den - erenköy'e
    garipçe gidilir...
    içli bakışların ardısıra
    bir hafif öksürük duyulur beyciğim;
    ve insan uzaklara kaç türlü bakar,
    uzaklar kaç türlü görünür insana
    bilir misin, bilir misin beyciğim?

    erenköy'de çam kokusu,
    yollarında, bir ömrün ürkekliği...

    ---

    inceleyelim...

    sade ve kısa bir şiir. tarzda orhan veli var, zira bu yıllarda neredeyse her genç şaire sinmiş durumda. kafiyeyi kaldırınca ahengi sağlamak üzere 'haiku' gibi tarzlardaki zarif formlardan ilham almışlar. 'haiku'daki son dize bilindiği üzere bizdeki şah beyite benziyor. bu yüzden çok da yabancısı değiller bu tür bir matematiğin.

    dizelerinin konusu, gündelik yaşamdan, özel olarak ölümlülükten alınmış. rüştü onur ve muzaffer tayyip uslu'da da gördüğümüz, habis bir hastalığa gönderme var 'hafif öksürük' anılırken.

    "insan uzaklara kaç türlü bakar": burada okura sonsuz hislerin sonsuz çeşidi olduğunu hatırlatıyor. nitekim işi de o, insana kendini hatırlatmak.

    "bir ömrün ürkekliği": bu da hayatı olan insanların hepsinin bazen sarıldığı, bazen itiştiği bir hissi.

    ruhu şâd olsun.

  • nahit gelenbevi

    orhan veli'nin meşhur ben orhan veli şiirinde şu satırlar vardır:

    "bir de sevgilim vardır pek muteber;
    ismini söyleyemem
    edebiyat tarihçisi bulsun."

    edebiyat tarihçileri boş durmazlar ve bu muteber hanımefendiyi bulurlar. zaten pek saklanmadığı da aşikar. hem de orhan veli'nin ona yazdığı mektuplar yky'den "yalnız seni arıyorum" ismiyle basılır.

    mektuplarda, tutuşmuş aşk sözcükleriyle beraber nahit hanım'dan at yarışı tüyosu ve votka reçetesi isteyen bir orhan veli'yle karşılaşmak beni mutlu etti. ilgilisi mutlaka edinsin.

    hem aşk resmigeçidi hem de hicret şiirleri bu ilişki ışığında biraz daha anlam kazanıyor.

    gelelim nahit hanım'a: giritlidir ve pek güzeldir. ankara ve istanbul'da edebiyat öğretmenliği yapmış, edebiyat ve şiir dünyamızın önemli isimleriyle içli-dışlı bir yaşam geçirmiştir. ilk evliliği mühim bir bürokratladır, sonraki evliliğini ise "her gün yaşamak" isimli muhteşem bir şiirin şairi arif damar ile yapmıştır. nedense bu kadar şairin, şiirin içerisinde kendi yazdıkları -muhakkak vardırlar- ortaya çıkmamıştır.

    2002 yılında dünyadan giden bu güzel kadın, edebiyat dedikoduları defterlerimizin bir yerlerinde durur.

    göğe selam, nahit hanım.

  • ignacz kunos

    büyük macar türkolog. istanbul üniversitesi halkbilim kürsüsünü başlatan insandır.

    türk folklor öğelerini derlediği gibi, kendisi de çeşitli formatlarında eserler çıkartmaya çalışmıştır. meraklısı için hikaye derlemesi.

  • !ismet özel'e dair

    ismet özel her şair gibi akıldan daha çok his taşır.

    her büyük şair gibi her şeye herkesten başka bakar ve herkesten başka anlatır. bu hisleri muhattabına anlatabildiği nispette de şiirleri yücelir.

    ismet özel'in ideolojik duruşu bilinemez bir yerdedir. yer yer sosyalist, muhafazakar, devrimci, islamcı, milliyetçi, osmanlıcı, komünist öğeler görülür. bu düşüncelerin tutarsızlığından ve çatışmasından süzdüğünü sandığım coşkunluklarla bezer dizlerini.

    bana kalırsa, politik tartışmalara dair görüşleri kafası karışık bir adamın ipe sapa gelmez düşünceleridir. ancak bu durum ismet özel'in şairliğine zeval vermez. bilakis, belki bu karışıklık besler sanatını. zaten -kendisi buna katılmayacaktır ama- şairin, tutarlı ideolojik tavırları taşımak zorunluluğu yoktur.

    vatan şairi namık kemal'in vatanperver hisleri nasıl osmanlı devleti bittiği zaman değerinden kaybetmediyse, ismet özel'in hangi ideoloji olursa olsun, tuttuğu yoldaki tuğyanı da değerinden bir şey kaybetmez. hâla insana dair hislerdir.

    ismet özel'i büyük şair yapan da bu hislerin insanca anlatılmasıdır. hâsıl-ı kelâm, ismet özel oturup iki kelime siyaset konuşulacak biri değilse de, attila ilhan'ın ölümünden beri türkçenin yaşayan en büyük şairidir.

  • daha güzel yaşamak parayla mı?

    öncelikle hepimiz ismailiz. her zaman, her konuda değil ama özenmeden yaşadığımız anlarda ıskaladığımız çok şey var, kabul. şu cümleyi pek beğendim:

    "hepimiz, ismailce rölantide yaşadığımız anlarda biraz farkındalıkla hayatımızı güzelleştirmeye çalışabiliriz."

    soru "mutluluk parayla mı?" olsaydı @gidiyorumbu haklıydı. bazı insanlar için sadece parayla alınabilecek şeyler ve para harcanarak yaratılabilen deneyimler mutluluk getiriyor. hatta onlar için güzel yaşamanın kıstası da bu mutlu olunan anlar.

    ama @angelo pratolini'nin önerdiği şey sanırım bu değil. bu yazıdan hepimizi sofistike nitelikleri yüceltmeye çağırdığını anlıyorum. (bkz: sophos) anlamsız rutinin içinde mutluluk yakalayan bir çok kişi olabilir, "konfor alanı" haz yaratmasaydı -veya stresi azaltmasaydı- bu kadar düşkünü olmazdık zaten. fakat insanı "daha güzel yaşatan" şeyi hepimiz seziyor olmalıyız.

    "daha güzel yaşamak" herhangi biri olmamakla mümkün olur. kendini belirlemekle, kabiliyetlerin elverdiğince istediğin insana kendini dönüştürmekle, herkesten başka özelliklere, fikirlere, yeteneklere sahip olmakla olur.

    son olarak ismail'e de buradan çağrı yapıyorum. lütfen konu hakkındaki görüşlerini bizimle paylaşsın. başlık sahibinin övgüsünden ötürü testi geçebileceğini düşünüyorum.

    not: çılbırı hiç sevmem.

  • a woman waits for me

    walt whitman'ın şahane şiiri:


    a woman waits for me, she contains all, nothing is lacking,
    yet all were lacking if sex were lacking, or if the moisture of the
    right man were lacking.

    sex contains all, bodies, souls,
    meanings, proofs, purities, delicacies, results, promulgations,
    songs, commands, health, pride, the maternal mystery, the seminal
    milk,
    all hopes, benefactions, bestowals, all the passions, loves,
    beauties, delights of the earth,
    all the governments, judges, gods, follow'd persons of the earth,
    these are contain'd in sex as parts of itself and justifications of
    itself.

    without shame the man i like knows and avows the deliciousness of
    his sex,
    without shame the woman i like knows and avows hers.

    now i will dismiss myself from impassive women,
    i will go stay with her who waits for me, and with those women that
    are warm-blooded and sufficient for me,
    i see that they understand me and do not deny me,
    i see that they are worthy of me, i will be the robust husband of
    those women.

    they are not one jot less than i am,
    they are tann'd in the face by shining suns and blowing winds,
    their flesh has the old divine suppleness and strength,
    they know how to swim, row, ride, wrestle, shoot, run, strike,
    retreat, advance, resist, defend themselves,
    they are ultimate in their own right- they are calm, clear, well-
    possess'd of themselves.

    i draw you close to me, you women,
    i cannot let you go, i would do you good,
    i am for you, and you are for me, not only for our own sake, but for
    others' sakes,
    envelop'd in you sleep greater heroes and bards,
    they refuse to awake at the touch of any man but me.

    it is i, you women, i make my way,
    i am stern, acrid, large, undissuadable, but i love you,
    i do not hurt you any more than is necessary for you,
    i pour the stuff to start sons and daughters fit for these states, i
    press with slow rude muscle,
    i brace myself effectually, i listen to no entreaties,
    i dare not withdraw till i deposit what has so long accumulated
    within me.

    through you i drain the pent-up rivers of myself,
    in you i wrap a thousand onward years,
    on you i graft the grafts of the best-beloved of me and america,
    the drops i distil upon you shall grow fierce and athletic girls,
    new artists, musicians, and singers,
    the babes i beget upon you are to beget babes in their turn,
    i shall demand perfect men and women out of my love-spendings,
    i shall expect them to interpenetrate with others, as i and you
    inter-penetrate now,
    i shall count on the fruits of the gushing showers of them, as i
    count on the fruits of the gushing showers i give now,
    i shall look for loving crops from the birth, life, death,
    immortality, i plant so lovingly now.

    ---
    nevzat üstün çevirisi:


    beni bekleyen biri var, alabildiğine hazır, alabildiğine tamam,
    kusursuz bir kadın.
    bir eksiklik olacaktı dünyamızda, eğer erkeğin erkekliği,
    cinsiyet olmasaydı.

    cinsiyette her şey var, bedenler, canlar,
    anlamlar, sonuçlar, saflıklar, incelikler, ispatlar, söylentiler,
    türküler, emirler, sağlık, gurur, kadınlık sırrı, döl bereketi,
    bütün ümitler, iyilikler, hediyeler, ihtirasların her türlüsü,
    aşklar, güzellikler, yeryüzü nimetleri,
    bütün hükümetler, yargılar, tanrılar, dünyanın ünlü kişileri,
    bütün bunlar, daha niceleri, tohumun içindedir.

    sevişmenin tadını bilen ve çekinmeden söyleyen erkeği severim,
    sevişmeyi bilen ve çekinmeden söyleyen kadını severim.

    dişiliği olmayan kadını ne yapayım?
    beni doyuran, sıcak kanlı kadına, kadınlara gideceğim,
    beni anlıyorlar, beni istiyorlar,benim değerimi biliyorlar,
    ben de onların azgın kocası olacağım.

    onlar benden daha aşağı değil,
    yüzleri güneşlerle, rüzgârla yanmış,
    tenleri eski kutsal uysallığa, kuvvete sahip,
    yüzmeyi bilirler, kürek çekmeyi, ata binmeyi, güreşmeyi, ateş etmeyi, koşuşmayı,
    vurmayı,kaçmayı, ilerlemeyi, dayanmayı da bilirler onlar,
    haklarını sonuna kadar bilirler - sükûnet içinde, açıktırlar,
    kendilerini iyi tanırlar.

    sizi çağırıyorum,yaklaşın bana kadınlar,
    sizi bırakamam, ıslah edeceğim sizi,
    siz benimsiniz, ben de sizinim,bu işte hatır gönül yok,
    insanları düşüneceğiz,
    uykularımızda, saz sairleri, kahramanlar yatar,
    başkaları değil, onları yalnız ben uyandırabilirim.
    işte ben ey kadınlar kendi yolumdayım,
    kimse durduramaz beni, büyüğüm, haşinim, sertim, ama sizi
    seviyorum,
    gerektiğinden öte canınızı yakmam, korkmayın,
    devletlere gerekli oğullar, kızlar yaratacak erkekliğimi
    boşaltıyorum size,
    alabildiğine zorluyorum kendimi,yalvarmalara aldırmadan ben,
    uzun zamandır içimde birikeni size doldurmadan geri çekilmeye niyetim yok.

    içimin coşkun ırmaklarını boşaltıyorum size,
    gelecek binlerce yılı içinizde kucaklıyorum,
    size amerika'nın ve kendimin en değerli aşılarını katıyorum,
    sizden ateşli, güzel vücutlu kızlar, yeni sanatçılar, müzisyenler doğacak,
    size ektiğim çocuklar, bir gün kendi geleceklerinin çocuklarının ekecekler,
    tükenen aşkıma karşılık olgun kadınlar ve erkekler isteyeceğim,
    onların da başkalarıyla, bizim gibi kaynaşmalarını bekleyeceğim,
    onların da meyvalarınıza boşaltacağı coşkun sağanağa, benim
    şimdi size boşalttığım kadar güveneceğim,
    doğumdan, hayattan, ölümden, ölmezlikten, sevdalı ürünler bekleyeceğim,
    işte bunun için şimdi size aşk ekliyorum.

  • argo nedir?

    argo; bir topluluğun yalnızca birbirleriyle anlaşmak üzere yaşattıkları "özel bir sözcük dağarcığına dayalı konuşma biçimidir."

    küfür ve sövgü, argonun ancak bir parçası olabilir.

    "kaçarı şanlı, kovarı namlı, annesinden hazreti ali nişanlı. salozlara şap şap, kızlara hap hap. mevlanakapılı fayrap ömer köleleri..." cümlesinde müstesna bir örneğini gördüğümüz argo, hiç bir müstehcen ibare içermeyebilir.

    türkçe'nin büyük argo sözlüğünü -tanıklarıyla- yazan şahane insan hulki aktunç'un kitabının başında yer verdiği "özgür belirlemeler"i açıklayarak ilerleyelim.

    "argo, dilin gizli örgütüdür": argo, saklamak için kullanılır. kullanan kişilerin dışındakiler anlamasın diye, kelimeler ve gramatik farklılaştırılır.

    "argo, etik azınlıkla etnik azınlığı dilde buluşturur": toplumun dışındaki etnisitelerden ödünç alınan kelimeler (romanlar, domlar gibi), toplumdan zaten dışlanmış ve ahlak anlayışı toplumla bir türlü uyuşamayan -gayrikanuni uğraşlarla geçinen- kişilerin dilinde, fark edilme tehlikesine karşı bir siper olarak kullanılır.

    "argo, toplumsal yasaların boşlukları, satır arası beyazlıklarıdır": nefis bir ifade, sosyal düzenin çatlaklarında yaşayanlar, yasaların da, dilin de dehlizlerine sığınırlar.

    "argo, şifresi çözüldüğü anda yok olur.": çünkü artık işlevini yitirir, var oluş amacını kaybeder.

    "argo, kağıda değil duvara yazı yazar. ": isyandır. anlaşılmayı değil, hissedilmeyi ister.

    "argo, en mazlum olduğu anda en saldırgan olabilendir.": aktunç hoca'nın sık kullandığı tanık olan kemal tahir'in esir şehrin mahpusu romanında; bir çelebiyi makaraya saran "çakal" mahkumlar, argonun "asıl niyeti saklayan" özelliğinden yararlanarak bu "beyefendi"ye mazlum ve ahmak görünmeyi başarırlar. böylece çelebinin yanılgısından istifade edebilirler.

    "argo, alaydır": nasıl "sanat hakikati bağırmaz sezdirir" ise, argo da hakikati "incelikli haytalık" yöntemiyle anlatır.

    "argo, yabancılaşma ve yabancılaştırma gibi görünen yabancılaşmama çabasıdır.": kendisini genel iletişim dizgelerinden ve dağarcığından korumaya çalışırken, onlara bitişik yaşayıp onlara yeni olanaklar kazandırır.

    "argo, ambargodur.": toplumun dışlamaya çalıştığı topluluklar, toplumu yaşattığı dilden dışlama savaşıdır.

    "argo, hem toplulukların, hem bireylerin yaratısıdır.": çünkü, toplulukların toplumca, bireyin ise topluluklarca dışlandığı gerçeğine yaslanır.

    "argo, boyuneğmedir ve başkaldırıdır.": dilin verili anlamları karşısında susar. fakat, verili anlam dizgesini de dayattığı genelgeçer ahlakını yargılamak için alüst eder.

    "argo, denizin uzak kıyısıdır.": deniz (dil) ne kadar büyükse, argo da o kadar büyüktür.

    ---
    hulki aktunç'un bin cefa ve bin keyifle yaptığı bu muhteşem çalışmayı herkese şiddetle tavsiye ediyorum. hoca, kaşgarlı mahmut'a selamla ve onun güzide sözlüğünü incelemekle işe başlamış ve ömrü vefa ettiğince ,kendi deyişiyle "argoyu topluma ihbar" etmiş.

    dilimiz için gösterdiği kutsal çabaya saygılarımı sunarım.

    kaynak: aktunç, h. (1998). büyük argo sözlüğü: tanıklarıyla. yapı kredi.

  • punk nedir?

    60'lar karşı-kültürü 1965-1966'da new york'tan başlayarak ingiltere'ye sıçrayan ve 1970'lerin ortalarına doğru gerçek ifadesini bularak 21. yüzyıla kadar taşan çok güçlü bir sanat akımına ilham verdi: punk rock.

    ingilizlere mâl edilse de punk rock'ın icadı new york'a, daha da özelleştirilmesi gerekirse ilk punk rock müzik grubu the velvet underground'a aittir. "velvet underground 1966'da new york'ta konserler vermeye başladı ve punkın ortaya koyacağı nihilizmin ilk örneği oldu. dylan ve stones'un sanatsal somurtmalarının çok ötesine geçti ve 60'ların protest türünün politik hezeyanlarını netleştirdi."

    new york punk rock müziği eski rock müziğinden birçok temayı miras alıyordu. ancak 'davayı satmış' rock müziği yerine isyanı, devrimi, karşı olmayı anlatan, o zamana kadar işlenememiş temaları konu alan bambaşka bir müzik ve yaşam felsefesi vaaz ediyordu. piyasa ile uzlaşmıyor, uzlaşanları aşağılıyor, marjinalliğiyle dikkat çekiyordu. "böylece punk özellikle amerika'da rock müziği köklerine döndürmüş oluyordu." çünkü rolling stones'un, the beatles'ın yaptığı müzik türü rock müziğin punk rock'çılar için müziğin "piyasaya uygun hale getirmek için sulandırılması, yaratıcılığının tükenmesi, pazarın içine çekilmesi ve ana akım kuvvetlere yenilmesi anlamına geliyordu.

    ana akımın içerdiği rock müziği köklerine döndüren new york punk'ı; the velvet underground'ın 1967 albümü ile o zamana kadar 'beyaz pop'un tabu gördüğü temalar ve sözler yerleştirerek müziği o zamana kadar hiç bulunmadığı bir mecraya çekti. bu albüm "içinde 'heroin' gibi rock müziği sonsuza dek değiştirecek şarkılar barındırıyordu ve bu şarkı daha önce hiçbir rock şarkısında duyulmamış ince bir ahlaki çürümenin tadını çıkarıyordu."
    https://www.youtube.com/...26BjDZs&ab_channel=CIAOsydni

    punk müzik, birkaç yıl içerisinde atlantik'i geçti ve ingiltere'ye ulaştı. new york punk'ının aksine eski rock müziğine sırtını çevirdi ve apayrı bir sosyopolitik felsefe ile tütsülendi. punk kültürünün ingiltere'de en müşahhas biçimde ifadesini bulduğu yıllarda ana akım müzik piyasasının durumu karşı-kültürü tatmin edecek şekilde ilerlemiyordu. swearingen durumu şöyle anlatıyor: "rock radyosu, büyük başarılar içinde kendilerini bir zamanlar hayata ait yapan sokak öğesini kaybeden rolling stones gibi gruplara yer veriyordu. bir zamanlar, 1965 tarihli satisfaction'da olduğu gibi genç ve dikkat çekici olan imajları, 1978'deki miss you ile şık yüksek sosyete diskosuna dönüşmüştü."

    satisfaction: https://www.youtube.com/...xlFzDi0&ab_channel=ABKCOVEVO
    miss you: https://www.youtube.com/...uAz-I&ab_channel=MrShadoobie

    punk rock, işte böyle bir sanat konjonktürünün içinde sivrildi ve müziğin karşı çıkmasını istediği şeyler tarafından ele geçirilip içerilmesine oldukça karşıydı. çok geçmeden punk rock müziği punk alt kültürü olarak adlandırılabilecek yeni bir popüler yaşayış ve algılayış biçiminin duyurucusu ve taşıyıcı haline geldi.

    punk kültürü, punk müziği ile doğmuşsa da sadece punk müziğinden ibaret değildir. punk kültürü, güçlü protest fikir ve eylem düzlemini barındıran bir yaşantı haline gelerek kitlelere hızla yayıldı. bundan böyle punk sadece bir müzik biçimi olmayacak aynı zamanda bir muhalefet biçimini de içerecekti. punk kültürünü benimseyenler konserler, toplantılar, fanzinler yoluyla iletişim kurarak sadece sanatsal kaygılarını değil hareketin içermesi gereken politik düsturları ve eylem biçimlerini de tartışıyorlardı.

    her ne kadar homojen bir görünüm arz etmese de karşı olduğu konular bugünün yeni toplumsal hareketlerinin hala çok güçlü biçimde karşı olduğu konularla örtüşür. punk, ayrımcılığın ve otoritenin her türüne karşıdır: bunları sonlandırmak veya bunlardan kaçmak için mücadele eder. larry zbach en popüler punk fanzinlerinden biri olan mrr'da punk kültürünün ne anlatmak istediğini şöyle anlatıyor:

    "punk'ın asıl mesajının sınıfçılık, cinsiyetçilik, ırkçılık ve otoriterlik gibi birçok hedefleri var. 'punk'lar, punk hareketinin asıl mesajına kulak vermeden punk'ın formunu veya tarzını benimsedikleri zaman, insanların ırçılık, cinsiyetçilik, sınıfçılık ve otoritecilik hakkındaki ön yargıları tartışılmaksızın olduğu gibi devam ediyor; böylece punk hareketini yok edecek tohumlar da ekilmiş oluyor."

    zbach'ın bahsettiği 'apatik punk'lar punk'ın kitlelerce yanlış anlaşılmasına yol açan bir kütleyi oluşturur. bu kütle punk'ın açtığı yolda yürümekte oldukları halde gösterdiği hedefi ihmal etmektedir. punk bir isyan ve hezeyanın ifadesi olduğu gibi aynı zamanda toplumla kavgalı olsun olmasın, kendini yalnız hisseden gençlere bir aidiyet de sağlıyordu. hızlıca yayılmasının en büyük sebeplerinden birisi de bu aidiyet hissidir.

    toplumun geri kalanından farklı giyinen, farklı düşünen 'sürüden biri olmayan' punk'ların şeklî duruşları punk'ın felsefesine ilgi duymayan kişiler için de çekici gelebilmekteydi. bu durum punk'ın felsefi duruşunu da benimseyen insanlar için gayet üzücü olsa gerektir. o'hara gibi punk kültürü araştırmacıları punk'ın içinin boşaltılmasının, marjinalleştirilmesinin, geçici bir şiddet hevesi gibi gösterilmesinin suçlusu olarak medyayı işaret ederler.

    "punk'ın geçici bir heves ve moda olarak önemsizleştirilmesinin etkisi, daha önceki dönemde şiddet dolu ve olumsuz olarak nitelendirilmesinin etkisine benzer. şiddet eğilimli olmayan yeni punk'lar hareketin içine çekildi; fakat bunların punk eğilimleri de yoktu. "punk görünüşünü benimseyen insanların sayısı gittikçe artmaktayken, punk'ı benimseyenler arasında punk'ın içeriği hakkında fikir sahibi olanların sayısı gittikçe azalmaktadır."

    fakat punk hareketinin yeni mensuplarının punk hareketinin felsefesinden bihaber olmasını medya marifeti ile gerçekleştirilmiş egemen güçler komplosuna bağlamak naif bir çıkarım olacağı gibi o'hara punk kültürünün içindeki sekteryan odakları ve bunlar arasındaki iletişimsizliği ihmal etmektedir. bu iletişimsizliğin sebebi bu kültürün düstur olarak 'kendin yap' metodunu kullanması olabileceği gibi konserler, toplantılar şeklinde gerçekleşen etkileşimin anlık kalması, dayanıksız kağıtlara, az sayfa basılan fanzinlerin kalıcılığının bir kültür gündemini canlı tutmaya yetmemesi olabilir. ancak bu çıkarımdan hareket içindeki görüş ayrılıklarının ve merkezsizliğin olumsuzluk içerdiği anlaşılmamalıdır. aksine bu anlık iletişim biçimleri punk kültürüne bağlı düşüncelere büyük bir manevra kabiliyeti de sağlamaktadır.

    yeri gelmişken aktarmakta fayda var: "punk fanzinler (ya da kısaca zinler) punk'lar arasında kullanılan en yaygın iletişim aracıdır". bu fanzinlerin konusu müzikten politikaya, gastronomiden motorsiklet bakımlarına kadar çeşitlenebileceği gibi sadece punk kültürüne mensup insanların yazılarına yer verilmemekte, hareketin dışında hatta karşısında olan kişilerin yazıları da fanzinlerde yer bulabilmektedir. örneğin; önemli punk fanzinlerden biri olan positive force'da yayınlanan aşağıdaki yazı, alaycı veya hedef gösterici gösterici bir motivasyonla alıntılanması ihtimali yüksek olsa da, punk kültürüne sağ cenahtan bakışın ne boyutlara ulaşabileceğini göstermektedir.

    "siz punk'lar dünyanın en özgür ülkesinde yaşadığınızı göremiyor musunuz? 2000 mil uzaktaki bir savaş kimin umurunda? amerika'da olmuyor. nükleer silahlara gelince: özgür bir adam olarak ölmek, 100 sene köle olarak rusya'da yaşamaktan daha iyidir... ben bir sağcıyım ve liberaller, komünistler, geylerden (çünkü onlar sapıktır) nefret ediyorum ve bence hepsinin imha edilmesi gerekiyor... en çok punk'lardan nefret ediyorum, çünkü onlar komünizmi ve geyliği temsil ediyor ve tamamen aptal insanlar"

    bu satırlar punk kültürünün karşı olduğu düşünsel hizbi açıkça ortaya koymakta o dönemde yaşanan toplumsal gerilimin sebebini açıklamaktadır. bu çatışmanın sadece entelektüel düzlemde kalması elbette ki olanaksızdı. punk'lar ve punk karşıtları birçok şiddet dolu sahada çatıştılar. fakat bu çatışmalardan ve punk kültürünü benimsemiş insanların vandalist eylemlerinden punk hareketinin tümünün şiddet yanlısı bir duruşunun olduğu anlaşılmamalıdır.

    punk eylem ve örgütlenme biçimi olarak değişik metotlar seçti, ancak hareketin geneli itibari ile (punk'ın sadece şekli ifade biçimlerini benimseyen grup hariç tutulursa) bir noktada birleşmektedir: anarşizm. (bkz: anarşizm nedir?)

    punk, sadece anarşik öğeler barındırmakla kalmamış, yaşadığı her zaman diliminde anarşizmin en güçlü savunularını yapan bir imalathane de olmuştur. punk kültürünü benimsemek nasıl anarşik olmak demekse, bazı hal ve çevrelerde anarşist olmak da punk kültüründen kimi nüveleri taşımayı gerektirmiştir.

    anarşi ve ima ettikleriyle ciddi olarak ilgilenen ilk punk müzik grubu ingiliz crass'tı.
    punk is dead: https://www.youtube.com/...k0mN8&ab_channel=Crass-Topic

    bu müzik grubu; anarşizmin moda oluşuna bir tepki olarak kurulmuştu ve sadece müzik yapmıyorlar, punk-anarşist filmler de yapıyorlar, bir de aynı temaları işleyen gazete çıkarıyorlardı. burada bir parantez açmakta fayda var. punk müziği nasıl karşı-kültür öğelerini yaygınlaştırmada en büyük rolü oynamışsa, anarşizmi punk kültürüne dahil etmekte de aynı şekilde en büyük payın sahibidir. bu yüzden punk'ın moda oluşu her ne kadar hareketin düşünsel hacminin azametine kara çalıyor ise de hareketin politik görüşlerinin benimsenip -belki bilinçsizce-içselleştirmesine de katkıda bulunmuştur. sanatın politik faaliyetlerdeki önemi açısından bu argüman önemli bir boşluğu doldurabilir.

    crass'tan sonra anarşizm punk camiasında hızla tutulan bir görüş haline geldi ve kısa sürede diğer politik tutumları dışarıya itti. "punklar siyasi ideolojiyi seçmeye gelince, anarşizmi tercih ediyorlardı. kapitalizmin veya komünizmin herhangi bir türünün devam etmesini destekleyen punk neredeyse yoktur." bu ideolojinin benimsenmesinden sonra punk fanzinler de artık yeni bir fonksiyona kavuşmuş oluyordu. artık punk müziğin ve kültürün içerideki gündemini tartışmanın yanında anarşist gündemi ve tartışmaları okurlara taşımaktadırlar.

    örneğin; "profane existence, kuzey amerika'daki en büyük anarşist fanzindir ve içerdiği müzik ve politik bilgiler, anarşist bakış açısından aktarılmaktadır. daha entelektüel/aktivist eğilimli okurlara hitap eden ve punk hareketinin müzik tarafını safdışı bırakarak salt politik formatı benimseyen başka değerli birçok önemli fanzin vardır."

    anarşizmin, doğası gereği, sosyopolitik merkezin dışında kalan kitlelerde sempati uyandırma ve yayılma huyu vardır. punk kültürünün piyasa kapitalizmini benimsemesi doğasına aykırıydı. çünkü piyasa kapitalizmi punk rock'ın karşı çıktığı birçok şeyin müsebbibiydi. ancak punk'lar zamanlarının politik spektrumunun diğer ucunda alesta bekleyen komünizm idealini de tutmadılar.

    onların, saf özgürlüğe duydukları ihtiyaca cevap verecek tek çıkar yol anarşiydi. aşağıya alıntılayacağım; satırlar sadece punk kültürünün neden komünist olmadığını anlamak için değil, anarşinin doğasını ve hem kapitalist hem de komünist ideolojilere yaklaşımlarını ve bu sistemlerin tahakküm biçimlerine neden itiraz ettiğini anlamak için de çok büyük öneme sahiptir.

    "punklar, dünyanın mevcut sistemlerine, kısırdöngü haline gelmiş devrimlerle sonrasında yaşanan baskı ortamlarına karşı bir alternatif olan anarşizme yöneliyor. devletlerin (veya genel olarak hiyerarşilerin) doğası gereği, onların altında yaşayan (veya onlar tarafından etkilenen) insanlar baskı altında tutulur ve sömürülür. gençlik veya burjuva karşıt-kültürlerden farklı olarak punk'lar, komünizmi ve geleneksel demokratik devletlerin sol kanatlarının yanı sıra kapitalizmi de reddederler. iktidarda olan partilerin uyguladığı reformlar çoğu zaman devletçi (yani resmi devletin sürdürülmesinden yana olan) veya yüzeysel bulunarak kınanır.

    reformlar, insanları özgürleştirmek için değil, onları teskin etmek için yapılır. komünizme gelince, birçok punk, komünist hareketin en azından sözde geçerli olan kadın haklan ve işçi sınıfı desteği konusunda anlaşmaktadır ve kapitalist toplumdan aynı derecede hazzetmemektedirler. punk topluluğunun birçok üyesi, belli başlı konularla ilgili, görünüşe göre benzer amaçları olduğu için spartacist league, devrimci komünist parti (revolutionary communist party - rcp) ve başka marksist/leninist/troçkist grupların düzenlediği eylemlere katılmışlardır. anarşistler ve tarih hakkında okuyan herhangi bir kimse, komünizmin gerçeklerinin ideal anarşist devletin amaçlarından uzak olduğunun farkına varır."

    özet ve sonuç: punk bohem kültürü'nün, beat kuşağı'nın ve 60'lar karşı kültürünün değerlerini devşirerek kendi özgün muhalefet anlayışıyla ve ifade biçimleriyle harmanlamıştır. bu bağlamda punk, bahsedilen hareketlerle büyük bir düşünsel altyapıyı paylaşır. bu düşünsel altyapıyı kullanan hareketler 1950'lerden itibaren çeşitli ifade biçimleri bulmuşlarsa da, punk kültürü hareketin politik çıktılarıyla en çok ilgilenenidir. diğer hareketler politik ideolojilerini açıkça ifade edecek bir homojenliğe sahip değildiler. liberter olmaları dışında uzlaşacak zeminleri bulmakta zorlanırlar. fakat punk; etik ve politik tercihlerini her fırsatta dile getirmiş, böylece içerisinden çıkacak akımlara da yeni felsefi ufukları işaret etmiştir.

    çok subjektif görüş: protest sanat akımları, sosyal akımlar ve karşı-kültürler toplumun geneline bir şekilde etki eder ve alternatifleri keşfederler. yıkıcı ve zarar verici değillerse, bu tür akımların tolere edilmesi, zamanın ruhundaki renkleri arttırır. benim için anlaması zor ön kabullere sahip, radikal görüşleri benimseyen bu ötekilerden bile öğrenilebilecek bir şeyler var.

    kaynaklar:
    jessamin swearingen(2007), risale-i punk, altıkırkbeş yayın.
    andersen'den aktaran: craig ohara(2003), punk felsefesi, çitlembik yayınları.
    ohara, c. (1999). the philosophy of punk: more than noise!. ak.

  • turgut uyar

    büyük romalı şair ve filozof lucretius'un "de rerum natura" isimli eserini eşi tomris uyar'la beraber dilimize kazandıran kıvrak zekalı ve yakışıklı ikinci yeni şairi.

    32 yaşındayken basılan "dünyanın en güzel arabistanı" kitabı, türk şiirinde garip'ten sonra gelen en büyük dönüşümün son müjdecisidir. bu kitaptan bir yıl önce cemal süreya ve edip canseverbugün fazlasıyla popüler olan üvercinka ve yerçekimli karanfil kitaplarını yayınlamışlar, turgut uyar da bu "ikinci yeni" tavrın evrenselleşmesine, bireyi layık olduğu gibi anlatabilmesine giden yolu açan lirizmi yaratarak katkıda bulundu.

    edebiyatımızın ruhuna bu kadar etki etmiş bir insanın sanatı hakkında değil de eşiyle ilişkisi hakkında kalem oynatılması bana ayıp geliyor. edebiyat dedikoduları ilgi çeken şeyler olabilir ama çoğu zaman aslolanı kaçırmamızı sağlarlar.

    turgut uyar, geyikli gece ile, ölümlü yaşamaya hergünkü çağrı ile ve daha nice güzel satırları ile hatırlanmaya değer çok yetkin ve etkili bir şairdir. insana onun gözüyle bakabilmemi sağlayan güzel dilimi bir kez daha sevmemi sağlamış, zamanının her delikanlı şairi gibi sirozdan gittiğinde de "bazı durumlarda" aklıma gelen güzelim dizeleri hatırama armağan etmiştir.

    ben de ona borcumu arada onu hatırlayıp "göğe bakarak" öderim. umarım huzurlu bir uykudur şimdiki hali.

  • trt telaffuz sözlüğü

    yeni haberdar olduğum geç kalınmış güzel bir çalışma. yapanların ve yaşatanların ellerine sağlık.

    link

  • rakılı şiirler antolojisi

    cemal süreya: oteller hanlar hamamlar için sürekli şiir

    şu günlerde içkiye düştüm, ondan mıdır bilmem,
    daha çok seviyorum cansever'i, uyar'ı, can yücel'i
    bir de fethi naci'yi, ve elbet mustafa kemal'i
    ankara ankara
    bir kent değil burası, bir acenta dizisi,
    bir işhanı, bir umumi mümessizlik belki,
    büyük mağazalar, bahçeliğe özenen süpermarketler
    tutulmamak üzere verilmiş bir söz gibi.
    sahi kaçıncı sanat oluyordu şu mimari?
    birer önyargı gibi uzuyor çağdaş caminin minareleri.
    opera: içine dikiş gereçleri doldurulmuş ağırlıksız bir
    keman kutusu,
    osmanlı bankası davul;
    ve emlak kredi'yle başlayan camdan metalden bir melodika
    ordusu:
    dol (an) kara bakır dol!

    biletim öldü;
    gömleğim kirli.

    ek yapıların ana yapıları böyle ezip geçmesinde
    yoksa ölümcül bir beğeni de mi gizli?
    ne derdi buna sadettin köpek, necmettin pervane ne derdi?
    tiren kuşları daha eskişehir'den başlayarak
    çarpa çarpa bedenlerini kara vgonlara
    can boyasıyla çizer portresinin ilk çizgilerini.
    evliya çelebi'ye kenti gezdiren rehberin de
    sesi yeraltından geliyordu ve kemiktendi elleri.

    bir kadın torbaya doldurulmuş gibi yürüyor
    yine de, belli, içi içine sığmıyor.

    büyük millet meclisi'ni hiç gözden kaçırmamakta
    o nereye giderse peşini bırakmayan ankara oteli:

    iş bankası da kendine özgü bir humour'la süzüyor
    şimdi biraz daha aşağıda kalmış anıt-kabir'i.

    işe bak, dün humour sözcüğü için fransevi'yi açtıydım,
    "şetaret" diyordu yanlış okumadımsa şemsettin sami:
    ey şetaret bankası, artık gelmiş sayılırsın çankaya'ya!

    ben öyle her şeye dikkat eden bir adam değilim,
    ama biliyorum dçm için marmara oteli'ne gideceğim
    yakamda gizlilik rozeti, eh çobanıllık da caba;
    vergi iadesi için de stad otel var,
    paraşüt kulesini yukardan görmüş olursun ayrıca.

    adını titizce saklayan bir sokak buldum
    şimdi söyleyemem hangi alanın arkasında,
    oradan geçerken hep seni düşünüyorum,
    belki de oralarda bir yerdesin,
    sen tavşan aralığı,
    sen ağzımın tadı,

    bir buluş gibisin!

    - ağır ol bay düzyazı,
    sen ancak uçağa binebilirsin!

    ıı.
    ankara ankara.
    ey iyi kalpli üvey ana!

    ııı.
    biliyor musun başkentim nedense
    birbirimizden çekiniyoruz ikimiz de,
    sen yaslarına hiç yaslanmaz oldun
    ben acılarıma yeterince.

    tek boynuzlu yapılar arasında
    iki katlı ve gözlüklü bir hayırevi
    dayandım ak bedenine öptüm öptüm
    aşkım değilsen haber ver benzerimi!

    her şey öyle yeni ki burda
    kolunu kaldırsan yarının folkloruna katkı
    ama ben budalalıklarla doldurdum
    yıllarca bütün boş sayfalarımı.

    şurda işte tam şu noktada dede'nin
    iç çekişi bach'ın soluk alışına karışıyordu,
    bir kapıyı açtım ürktüm ve kapattım
    bir milyon adam ayakta bira içiyordu.

    kim kimdik o gün, unuttum şimdi,
    yalnız buz gibi bir odada oturduğumuz aklımda,
    hani o arsız sonbahar küçücüğü
    gözündeki arpacıkla ısıtmıştı hepimizi.

    sen temiz hava saklı su

    sen bayan nihayet

    sen bir mevsimin sanat eki

    çeşmeler adın kokulu!

    ıv.
    hoparlörlerinde halı ve mevlithan
    gri gözlerinde zararsız kırlangıçlar,
    alnaçlarının ardında kirli kan,
    önündeyse temiz ve vurulandan akan.

    bugünün şarkısıdır ama yarın için
    çıkan her kurşun patlayan silahlardan,
    katılaş dur yukarda katılaştığın kadar
    artık bir özel ad oldun ey duman!

    kooperatif evlerinin sözleri boğazlarında: çimento!
    alüminyum mırıldanıyor zorluyor güçsüz belleğini,
    adakale sokak'ta ilhan berk'i görür gibi oluyorum
    bir kentin tarihinde şairlerin ayak izleri

    şöyle mi derdi ilhan berk:
    "sevdiğim kadınlar yaşlandınız hepiniz
    ama, inanın, yine de özlediğim sizlersiniz."

    salah birsel bu dizeleri şöyle geliştirirdi:

    "isterseniz ilkyazın gazinosuna
    hep birlikte garson girebiliriz."

    aldı cahit sıtkı:

    "özgürlüğümün bir parçası oldun artık
    hangi kuytuya düşsen hemen yapraklanırsın orda."

    cahit külebi:

    "o ozanlar var ya büyük ozanlar
    biz yanarken çıkardığımız dumanlar."

    evet, mehmed kemal, yılmaz gruda, orhan veli,
    şimdi hepsi dipte, hepsi birer yeraltı suyu gibi.
    sevgilim bilemem sesimi duyuyor musun
    bir gökkuşağıyla doldurmak istiyorum içini.

    ve hasan şimşek, cahit sıtkı'nın kasabalısı,
    ve içtiği rakı kadar bembeyaz şahap sıtkı ki
    metin altıok'a devredip masadaki yerini
    inanılmaz biçimde bu kentten gittiydi.

    tam ataç sokak'tan pazaryeri'ne dönüyorum ki
    bir sürü giysiyi üst üste atmış omuzlarına
    terzi çırakları pat pat düşüyorlar ortaya
    rengârenk kır çiçekleri gibi.

    - şair arkadaş,
    bir derdin mi var
    bir şeyler çıkarmak mı istiyorsun derdinden
    ankara'ya gelmelisin.

    v.
    yakındoğu'nun düpedüz italyancası: farsça
    yakındoğu'nun zengin fransızcası: arapça

    yakındoğu'nun duru ingilizcesi: türkçe
    yakındoğu'nun dallı ispanyolcası: kürtçe

    yakındoğu'nun kırık portekizcesi: lazca
    yakındoğu'nun yatay çincesi: ürgüp, göreme

    yakındoğu'nun sıcak ve çılgın esperantosu: pazaryeri,
    hani geçen sayıda ondan söz etmiştim de.

    vı.
    ankara ankara
    müfettişler arasından geçiyor tiren

  • ıhlamur

    slavların ve benim kutsal kabul ettiğimiz ağaç.

    kokusunun ruhumda yarattığı hissi bir tek uzun süre görmediğim sevdiceğe hicranımın sonlanması hissi aşabilir.

    sıcakta gölgedir, serinde bir şarkı. çiçeği kaynayınca dinlendirir ve öldüğünde kerestesiyle keratalara oyuncak da olur.

    bin ıhlamur yetiştirmeden ölürsem gözüm açık gideceğim.

  • rakılı şiirler antolojisi

    didem madak: ağrı

    sonbaharların kralı gelirmiş meğer istanbul'a
    ciğerlerimin filmini çektiler
    ciğerlerim artiz oldular icabında
    akut alevlenmiş kronik bir sonbahar gibi bakıyordu
    sigara figüran falan.
    ben kırmızı bir yaprağı oynuyordum esas kız olarak
    uçuşuyordum, uçuşmakmış meğer benim anlamım
    ben bunu geç anladım.
    senin için şiir yazacaktım istanbul
    ismini ağrı koyacaktım.
    oysa bir şiir niyeydi sanki
    yer içer sevişir miydi sanki bir şiir
    hamsi ısmarlar mıydı mesela bir şiir insana?
    fotoğraf çektirebilir miydi mesela hipodromda atlarla?
    rakı içebilir miydi samatya'da
    bir şiir uyur muydu kuş gibi
    başını alıp da kanatlarının altına?
    oysa bir şiir neydi sanki
    ben seni ciğerimin köşesindeki arıza kadar sevdim
    bir şiir seni bu kadar sever miydi sanıyorsun istanbul?

    bağırdım sokaklarına kartondan postlar sermiş ayyaşlara
    bana kerametinizi gösterin
    keramatenizi gösterin bana!
    bir dikişte içtim bir şişe geceni
    yıldız komasına girmek istiyordum,
    istiyordum dolunay çarpsındı beni
    kurt adamlarım serbest kalsındı icabında
    kimim fazladan puştluğu varsa bir sigara sarsındı bana
    kin kusulsundu, öç alınsın
    icabında modern kadındım, ne zaman şişmanlasa ruhum
    hemen yarın yeni bir intihara başladım.
    ben fazla yemesem diyorum baylar yani
    bu kadar hınç bana fazla.
    icabında bir allah bir allah daha
    çok tanrılı bir din ederdi
    bırak müridin olayım istanbul

    sen beni hep bir şiir sanıyordun istanbul
    oysa çakmaktaşları gibi kıvılcımlıydı gözyaşlarım
    ağlamaktan kızaran bir örnek burnum ve gözaltlarımla
    bu şiiri ben yaralı bir panda vaziyetinde yazdım
    canım yandı
    bu şiiri ben bir yangın vaziyetinde yazdım
    şimdi bırak sana kedilerime süt getiren eski günlerimi anlatayım
    kapıma gül bırakan adamları
    ben de icabında bir hafıza mağduruyum
    cumartesi günleri gayri annemlerle birlikte
    sokaklarında eylemler yapayım.
    benim ne sakal yanığı günlerim oldu
    guruba bak ve beni an
    öpüşmekten yorgun ve kızıl
    bir şiir sana bunları söyler miydi sanıyorsun?
    yağmurlarında yıkanan kırmızı banklarına baktım
    bütün allar bir gün solarmış
    ben bunu geç anladım
    yağmur meğer tanrının zulmüymüş istanbul.
    ağrı neydi, neremdeydi, neresiydi ağrı
    kim bana kalbimin menzilini soracaksa sorsun artık
    ağrıdurmadanağrıdurmadanağrıdurmadan
    ağrı benim durmadan doruğuna tırmandığım
    meğer yüksek bir dağmış.

    üstümü ara
    cebimdeki şiiri usulca kaydırayım senden tarafa
    ellerimi de kaldırdım bak
    hazırım tutkumu tutukla.
    şiirsizim
    bu şiir senin ismini ağrı koyar mıydı sanıyorsun istanbul
    ben bu şiiri kusarak yazdım.

    ekim 2002, yakında kasımpatları da çıkacaktı.

/ 6 »