en çok favorilenenleri (39) - sayfa 3

başlık listesine taşı
  • siyah siyah

    kaliteli parçalar çıkarmışlar. hak ettikleri ilgiyi görmelerini umuyorum.

  • sahte ikilem nedir?

    bifurcation başlığındaki yalancı ikilem yalnızca iki alternatifin olduğunu kabul etmek demekti. sahte ikilem; yani bogus dilemma bu safsataya fazlasıyla benziyor ama farklı. farkı örneklerle daha kolay anlatabilirim sanırım.

    "bir anne siyasete atılmak üzere olan oğluna öğüt verir: ya yalan söyleyeceksin, tanrılar seni sevmeyecek... ya da doğruyu söyleyeceksin, insanlar seni sevmeyecek. iki durumda da hayatından memnun olmayacaksın."

    anne ikilemi yaratmış ve oğluna iki yolun da sakıncalarını açıklamıştır. evlat bu argümanı bertaraf etmek için üç yolu izleyebilir.

    birincisi ikilemi boynuzlarından kavramak, yani sonuçları yanlışlamak: "bilakis, doğru adamı her insan sever. yıllardır memlekete doğru adam gelmedi. ben dürüstlüğü seçersem dürüstlüğü özleyenler beni el üstünde tutar."

    ikinci yol boynuzların ortasından geçmek: "yalancıya yalan, doğrucuya doğru söylerim. insan ya hep doğru ya hep eğri olacak diye bir kaide mi var?"

    üçüncü yol retoriğin en tatlı manevralarından biri: "tanrılara kendimi sevirecek kadar doğru, insanlara sevdirecek kadar da yalan söylerim. ne şiş yanar, ne kebap."

    başka bir örnek daha: emekli padişah ikinci murad'a evladı fatih'in yazdığı rivayet edilen meşhur mektupta "padişah sensen ordularının başına geç, yok eğer bensem emrediyorum: ordularının başına geç" denmektedir.

    sayın murad eğer iyi bir demagog olsaydı memleket elden çıkmış mıydı bilemiyoruz, ama cevap pekala şöyle olabilirdi:

    "padişah sensen ordularının başına geç, yok eğer bensem emrediyorum: ordularının başına geç"


    kaynak:
    pirie, m. (n.d.). how to win every argument: the use and abuse of logic (2006).

  • kuyruklu şiir

    iki politik demagog kedinin diyalogunu konu alan orhan veli şiiri. ikinci kedinin yaptığı mantık yanlışı için (bkz: bifurcation)

    uyuşamayız yollarımız ayrı;
    sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
    senin yiyeceğin, kalaylı kapta;
    benimki aslan ağzında;
    sen aşk rüyaları görürsün, ben kemik.
    ama seninki de kolay değil, kardeşim;
    kolay değil hani,
    böyle kuyruk sallamak tanrının günü.

    *

    açlıktan bahsediyorsun;
    demek ki sen komünistsin.
    demek bütün binaları yakan sensin.
    istanbul'dakileri sen,
    ankara'dakileri sen…
    sen ne domuzsun, sen!

  • straw man fallacy nedir?

    konuyu saptırmanın bir türü. (bkz: red herring)

    tartışmanın bir tarafı, karşı tarafın argümanına cevap vermek yerine hayali bir argüman yaratıp onu çürütmeye çalışır. karşı tarafın savunmadığı -çoğunlukla da saçma- bir düşünceyi, karşı taraf savunuyormuş gibi yapar. örneklere bakalım:

    a: sağlık sisteminin özelleşmesi hem kamudaki israfın engellenmesini sağlayacak, hem de alınan sağlık hizmetini daha kaliteli hale getirecektir.
    b: fakirler hastalanınca ölsün diyorsun yani?

    yalnız ve güzel ülkemden bir örnek:
    a: burada yapılacak bir termik santral doğaya ve çevrede yaşayan insanlara zarar verecektir. yapılmaması gerekir.
    b: türkiye karanlıkta kalsın mı istiyorsun?


    birinci örneğe daha yakından bakalım. a kişisi, özelleşmiş bir sağlık sisteminden faydalanamayacak kadar fakir insanlar hakkında herhangi bir beyanda bulunmadı. ama karşı taraf ustaca bir retorik manevrayla onun bunu da kastettiğini söyleyerek tartışmanın eksenini tartıştığı kişinin ahlaki duruşuna çekti. bu zeminde tartışmak hangi taraf için daha kolay? elbette b için. şimdi a kişisi "ben onu mu diyorum?" minvalinde bir cümleyle asıl argümanın tartışılmasına davette bulunmaz da zokayı yutarsa, sağlık sistemine dair görüşleri yerine, insani ve ahlaki pozisyonunu savunmak zorunda.

    ikinci örnekte ise safsatamız daha berrak bir şekilde görünüyor. a kişisi "memlekette enerji üretilmesin" dedi mi? hayır. "termik santral hiçbir yere kurulmamalıdır" diye bir beyan var mı? yok. tartıştığı taraf, basit bir ekolojik duyarlılıktan, memleket düşmanlığı çıkaracak kadar salak ya da art niyetli.

    kaynak:
    aikin, scott; casey, john (march 2011). "straw men, weak men, and hollow men". argumentation. springer netherlands. 25 (1): 87–105

  • 6284 sayılı kanun

    kanunun ve uygulama yönetmeliğinin linklerini aşağıya koydum. kanun hakkında bir görüş oluşturmadan önce bunların -gerçekten- okunması gerektiğini düşünüyorum. ben de kendi mevcut politik ve ideolojik kanaatlerime göre yüzeysel bir okumayla cevap vermemek adına önce bu metinleri, sonra da bu kanun üzerine yazılmış birkaç makaleyi okudum. (bkz: iyice araştırmanı öneririm)

    öncelikle bu kanunun neden bu aralar sık tartışıldığına dair görüşümü ifade edeyim. erdoğan, fatih erbakan'ı önümüzdeki seçim için kendi saflarına davet ettiğinde, erbakan'ın koşullarından birinin bu kanunda değişiklik olduğu söyleniyor.

    eğer bu doğruysa -ki doğru olduğunu düşünüyorum- politik çehremiz beni bir kere daha utandırdı. temel insan haklarını ve onurunu zedeleyebilecek onca hukuksal garabetin içinde erbakan'ı kaygılandıran kanun işte bu: "ailenin korunması ve kadına şiddetin önlenmesine dair kanun"

    @angelo pratolini'nin neden "yetersiz metin" dediği hakkında spekülasyonum şudur: yönetmeliğe göre "delil ve ya belge aranmaksızın" koruyucu tedbirler hayata geçiriliyor. hüsamettin uğur bunun "hukuk devleti ilkesi (ve bunun uzantısı olarak açıklık, belirlilik ilkelerini), adil yargılanma hakkını, masumiyet karinesini, hak arama özgürlüğünü zedeleyici bir hüküm" olduğu görüşünde. (bkz: onus probandi nedir?)

    katılıyorum. ama bu ifadedeki amacı da anlamalı, kanunu bu minvalde düzenlemeliyiz. kanunda bir şiddet ve şiddetin tırmanması tehlikesine karşı palyatif bir çözüm üretilmiş. kanun "koru, önle, uyar, hapset" aşamalarıyla tedbirler alıyor. ve buradaki koruma tedbirlerinin alınması için delil ve belge aranmıyor. nedir bu tedbirler?

    a) kendisine ve gerekiyorsa beraberindeki çocuklara, bulunduğu yerde veya başka bir yerde uygun barınma yeri sağlanması,
    b) diğer kanunlar kapsamında yapılacak yardımlarsaklı kalmak üzere, geçici maddi yardım yapılması,
    c) psikolojik, meslekî, hukukî ve sosyal bakımdan rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmesi,
    ç) hayatî tehlikesinin bulunması hâlinde, ilgilinin talebi üzerine veya resen geçici koruma altına alınması,
    d) gerekli olması hâlinde, korunan kişinin çocukları varsa çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere dört ay, kişinin çalışması hâlinde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek şartıyla bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması.

    görüldüğü üzere "koruma tedbirlerinin içerisinde" şiddet zanlısını cezalandıracak bir eylem yok. eşi veya ilişkide olduğu kişiden uzak kalmak isteyen bir kişinin bunu yapabilmesine dair tedbirler alabilmesi durumu "aile" mefhumu ile neden çelişiyor? bu soruya gerçekten sağlıklı bir yanıt bekliyorum. sorularım şunlar:

    1- aile kurumu, uzak kalmak istenen eşten uzak kalamamayı mı gerektirir?
    2- aile kurumu, insan iradesinin ve özgürlüğünün "ailede olmak" uğruna göz ardı edilebilmesi mi demektir?

    @lidyali solon da kanun için "türk toplumunun gelenek, görenek, örf, adet, inanç ve toplumsal yapısına taban tabana zıttır." diye görüş belirtmiş. eski türklerdeki bir deyimi aklıma getirdi: "töre konuşunca han susar"

    birincisi; "törenin değiştirilmez hükümler içerdiği sonucu çıkarılmamalıdır. töre hukukunun hükümleri, tıpkı yazılı hukukun hükümleri gibi eskimektedir. hükümleri eskiyen, değiştirilmesi gereken töre, çevre ve imkânlara uygun yeniliklere açıktı." (10)(9)

    törenin ve geleneğin gerçekten ne olduğunu da yeniden düşünmemiz gerekir. mandaloğlu'nun kaynaklarda verdiğim makalesi töre meselesini yeniden düşünmek için iyi bir kaynak. tabii türk adetleri ve töreleri derken vahhabi ideolojisiyle yeniden yorumlanmaya ve dayatılmaya çalışılan arap-islam geleneklerini kastetmiyorsak.

    öncelikle türk töresine göre birliği kuracak olan oğlan ve kızın bu evlilik için rızasının olması gerekir. geçenlerde @angelo pratolini'nin yazdığı evliliğe rızası olmayan bir kızı kaçırma adeti hunlarda ve göktürklerde yoktur. (bkz: ala kachuu nedir?)

    başlık parası konsepti de türkler için yeni bir adet. bu küçültücü pratiğin yerine eski adetlerde, karşılıklılık esasına dayanan kalın ve çeyiz uygulaması vardı. boşanma halinde "kalın" bedelinin "erkeğin kusurlu olduğu" veya "bahanesiz" boşanma gerçekleştiği takdirde kız evinde kalması yönüyle, mehr-i müeccel'e benzediği söylenebilir. "kalın"ın başlık parasından farkını görmek için nelerden oluştuğuna bakalım.

    1- kara mal: söz kesme anında babaya verilen mal. baba bununla kızına çeyiz hazırlamak zorundadır.
    2- yelü: erkeğin ilk ziyaretinde nişanlısına verdiği hediye.
    3- tüy mal: düğün masraflarına katkıda bulunmak üzere verilen mal.
    4- süt hakkı: kızın annesine damat tarafından verilen hediye.

    ayrıca bu evlilikte iç-güvey veya iç-gelin uygulaması yoktur. evlenen çift kendi ailelerini ve sosyal çevrelerini, kendi mülkleriyle beraber edinirler. yine kuzenle evlenme uygulaması gibi adetler de türk yaşantısına sonradan girmiştir. hunlar ve göktürklerde ekzogami uygulanırdı. yani evlenilecek kişinin sosyal ve biyolojik olarak farklı bir grubun üyesi olması ilkesi gözetilirdi. (8)

    kadının haklar ve sosyal statüsü de sanılandan farklıdır. kadın haremlik-selamlık, kaç-göç adetleri ile toplumdan dışlanmaz. şölenler ve kurultaylara katılır. önemli diğer bir nokta da kadının kocasından boşanma hakkı. türk gelenekleri kadına kocasından boşanma hakkını teslim etmektedir. bilindiği gibi hanefi mezhebinde eğer kadına boşanma hakkı önceden verilmemişse, kocasını boşama hakkı yoktur. *

    sonuç olarak, eğer naif veya yanlı bir tavırla değil, gerçeği bulmak arzusuyla okuma yaparsak; arap-islam zihniyeti ve türk geleneklerinin hangisinin kadını hak ettiği toplumsal ve hukuksal pozisyona yaklaştırdığını anlamak zor değil. bununla beraber, kadın veya erkek herkesi, gelenek-görenekle değil de evrensel hukuk ilkeleri ve özgürlük prensibi ışığında haklandırmak ve değerlendirmek gerekir.

    ille de töre, ille de gelenekler gözetilecekse de türk-islam sentezi gibi ideolojiler yerine öz değerlerimizi bilerek bunlara referans vermek tercih edilmeli diye düşünüyorum.

    sonuç ve çıkarım:
    yasanın muğlak ifadelerden arındırılarak "belirlilik ilkesi" ile yeniden yazılması gerektiğini düşünüyorum. ancak koruyucu tedbirlerin derhal alınabilmesi gerekir. çünkü şiddete uğrayan veya şiddete uğrama ihtimali olan tarafın, "suçu ispatlanmayan kimsenin cezalandırılmadan" korunması elzem.

    son görüşüm de şu; artık eğitim midir, kanun mudur, her ne önlem düşünülmesi gerekiyorsa düşünüp faaliyete geçelim ki, ilkel kabile toplulukları gibi değil, uygar toplumlar gibi yaşayabilelim. 2023 yılında hâla "kadın, aile birliği uğruna evinden istese de uzaklaşamasın mı acaba?" diye düşünüyorsak ivedilikle genel zihniyetimizi gözden geçirmeliyiz.

    kaynak:
    1- aydoğan a.(2018), '6284 sayılı ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair 2- kanun'un "şiddeti önleme" yükümlülüğü' 92(3) ibd 215-217.
    3- ceylan e.(2013), 'türk hukukunda aile içi şiddet ve kadına karşı şiddetin önlenmesiyle ilgili düzenlemeler' 109 tbb dergisi 13-54.
    4-bayraktar, köksal; eroğlu, fulya(2012); "aile içi şiddete ilişkin ceza kanunu çerçevesinde genel bir inceleme", yeditepe üniversitesi hukuk fakültesi dergisi (yühfd), cilt vııı, sayı: 2 (2011), cilt ıx, sayı: 1
    5- uğur h (2012). kadın ve aile bireylerine yönelik şiddete karşı 6284 sayılı kanunun getirdikleri. türkiye barolar birliği dergisi, 0(101), 333 - 366.
    6- uygulama yönetmeliği
    7- kanun metni
    8- oguz, m. öcal (2012), "yazılı hukuk ve sözlü hukuk açısından evlenme pratikleri ve
    töre cinayetleri", millî folklor, yıl 24, sayı 95, s. 103-113.
    9- kafesoğlu,ibrahim (1993), türk milli kültürü, boğaziçi yayınları,istanbul.
    10- mandaloğlu m (2013). islamiyetten önce türklerde aile hukuku. türkiyat araştırmaları dergisi, 0(33), 133 - 159.

  • yanlış bile değil

    bilimsel olanla, olmayanı ayırmanın önemli yollarından biri de akıl yürütmenin sonucunda varılan sonucun yanlışlanabilirliğidir. popper'in dimağımıza armağanı olan yanlışlanabilirlik her "insan"ın anlaması ve içselleştirmesi gereken bir konsept bence.

    carl sagan'ın the demon-haunted world kitabındaki meşhur garajımdaki ejder örneği yanlışlanabilirlik konseptini çok güzel açıklıyor.

    ' sana garajımda bir ejderha olduğunu söylüyorum. sen de garajıma gelip kendin görmek istiyorsun. garaja geldiğimizde ejdarhayı göremiyor ve diyorsun ki: "burada bir ejder göremiyorum."

    ben de, görünmez olduğunu söylemeyi unuttuğumu söylüyorum. "peki" diyorsun; "yere boya döküp ayak izlerini görebilir miyiz?"

    "sürekli havada uçtuğunu" ve "yere hiç basmadığını" söylüyorum. "pekala, ısı kamerasıyla bakıp tespit edelim, en azından ateşini görürüz" diyorsun. ejderin ve ateşinin yalnızca görünmez değil, ısısız da olduğunu söylüyorum.

    sprey boyayla ejderhayı boyamayı ve görünürleştirmeyi öneriyorsun. ben de ejderhanın boya da tutmayacağını söylüyorum.

    ve bu önerilere kaşı çıkışlarım böyle sürüp gidiyor...

    peki, bu yanlışlanamazlık, ejderin var olduğunu mu gösteriyor? yani, hipotezin çürütülememesi, ejderin varlığını kanıtlar mı?

    sınanamayan iddialar, karşısına kanıtlarla çıkılamayan önermeler geçersizdirler. her ne kadar bize ilham verip bir merak duygusuyla bizi heyecanlandırsalar da. '

    --

    başlıktaki şahane söz öbeğinin ortaya çıkışına gelelim.

    kritik aklı yücelten değerli bir teorik fizikçi olan wolfgang pauli'ye bir arkadaşı, eleştirmesi için bir makale veriyor. makaleyi inceledikten sonra pauli'nin tepkisi şöyle oluyor:

    "das ist nicht nur nicht richtig; es ist nicht einmal falsch!"
    "bunun için sadece 'doğru değil' demek yetmez. bu, yanlış bile değil."


    şiddetle önerilen okuma ve kaynak:
    karl popper - conjectures and refutations

  • streisand etkisi nedir?

    saklamak maksadıyla sansüre uğratılan bir bilginin, çok daha büyük hızla yayılışını anlatan kalıp.

    amerikalı aktris barbra streisand'in, bir gazetecinin çektiği fotoğraflarını sildirmek ve saklamak üzere açtığı dava sonucunda fotoğrafların hiç ulaşmayacak kişilere ulaşması ile bu adı alır.

    3 gün önce yaşadığımız elim depremin sonrasında insanlar twitter üzerinden haberleşmeye ve koordine olmaya çalışırken, muhalefeti ve toplumsal tepkiyi kontrol edip sansüre uğratmak niyetiyle twitter'ın kısıtlanması, böyle bir etki ile karşılanmalıdır.

    bu aymaz kararı alanlar, bir kişinin bile canına mal olan bir iletişimsizlik yaratabileceklerinden farkındalar mıdır bunu yaparken?

    eğer farkında değillerse, bu kararı alacak koltuklarda oturacak akılları, hatta herhangi bir memuriyeti ifa edecek kabiliyetleri yok demektir.

    eğer farkındalarsa, yani, karşı görüşleri ve eleştirileri susturmak, insanların canından daha önemliyse bu kişiler için; eziyetler içinde yıllarca kıvranmalarını dilerim.

    kaynak:
    arthur, charles (2009), the streisand effect: secrecy in the digital age, the guardian, london

  • onus probandi nedir?

    onus probandi, 'ispat yükü - burden of proof' olarak çevrilen bir konsept. çağdaş hukukta, suçlamayı yapanın ispat sorumluluğunun olması ilkesi gözetilir.

    bu ilke, bir tartışmada gözetilmediğinde de mantıksal bir safsata hâlini alır. yani; önermeyi ortaya koyanın, aksini ispatı etmenin karşı tarafın sorumluluğunda olduğunu iddia etmesiyle.

    özellikle ontolojik tartışmalarda sıklıkla karşımıza çıkar. sagan'ın 'garajımdaki ejder' örneği bu safsatayı açıklamaya yöneliktir.

    yalnız ve güzel ülkemizin hukuk ütopyasından bir örnek:

    kardak krizinde çok önemli bir rol oynayarak krizi askeri bir başarı ile bertaraf etmemizi sağlayan; sat komandosu ali türkşen, balyoz davası kapsamında tutuklanır ve darbe planlamak suçu ile mahkemede savunma yapması beklenir.

    darbe planlamasının yapıldığı(word-excel?) dosyayı mahkemeye kanıt olarak sunan savcıya, ali türkşen; dalış kayıtları ile yanıt verir. zira dosyanın kaydedildiği tarihte ali türkşen dalıştadır ve denizin bilmem kaç metre derinindedir.

    buna rağmen kanıtı yeterli görülmez ve tutukluluğunun devamına karar verilir.

    ---

    evrensel hukuk ilkeleri'nin gözetilmesine dair bir ittifakımız olmadığından, bu tür kötü niyetli yargılamaların dün değerli bir komutana, bugün sana ve yarın bana zarar vermesi çok olası.

    bu olasılıkların bertarafı için de, mümkün olan en küçük yaştan itibaren sistematik bir şekilde değerler eğitimini öneriyorum. eylül'de başlasak otuz yılda fezada zeybek oynarız gibi geliyor.

  • whataboutism nedir?

    whataboutism, bir çeşit 'tu quoque(sen de)' safsatasıdır.

    bir eleştiriyle karşılaşınca, eleştiren kişiye alakasız bir eleştiri getirerek, eleştiriyi bertaraf etmeye çalışmak. bu yönüyle 'ad hominem' safsatasına da benziyor. tencere dibin kara, seninki benden kara durumu. tolstoyevski, yapılmış en fularlı aksan şakası ile '15 temmuz'da neredeydin'e gönderme yaparak: 'argumantum ad neredeydun' olarak tanımlıyor.

    gelmiş-geçmiş en büyük satranç ustalarından olan garry kasparov'a göre: sovyetler birliği'nde 70'lerde sık sık başvurulan bir safsataydı bu. (kaynaktaki kitabı şiddetle öneriyorum)

    örnek:
    a: rusya, ukrayna'da meşru olmayan bir savaş başlattı. neden bu konuda sessizsiniz?
    b: sen kaz dağları'nda siyanürle altın aranırken bunu protesto ettin mi?

    bunun canlı bir örneğini ibrahim kalın'ın dw ropörtajında izleyebiliyoruz. darbe girişimi esnasında konuyla alakası olmayan kişilerin de yargılanmadan ve kanıt olmadan mesleklerinden ihraç edildiğine dair sorulan soruya ibrahim kalın, almanya'dan bir örnekle cevap vermek niyetindeyken, whataboutism safsatasına aşina gazeteci tim sebastian tarafından itirazla karşılaşıyor. şuradan izlenebilir:

    https://youtu.be/mJazIlPM53A?t=1365

    kaynak:
    kasparov, g. k., & greengard, m. (2015). winter is coming: why vladimir putin and the enemies of the free world must be stopped (first edition). publicaffairs, 72.
    tolstoyevski, i.(2020). safsatalar ansiklopedisi, epsilon yayınevi, 376.
    mill, j. s. (1900). a system of logic: ratiocinative and inductive s. 488-501.

« / 3