"do it yourself - diy" konseptinin türkçesi.
milletimiz uzun süredir yaptığı gibi istikrarı seçti. ekonomik anlamda bu istikrar, ürünlerde daha da pahalılık, ithal ürünleri temin etmede güçlük, ortalama insanın kaliteli ürünleri alamaması gibi şeylere yol açacak gibi görünüyor.
28 mayıs itibariyle benim için bu yolu seçenlere kızma devri bitecek. çünkü mümkün olan en birleştirici dil ve en makul görünen yol haritası sunulduğunda bile bunu anlayamadılar. bu sebeple de verdikleri oyun hayatlarını, memleketimizi ve bizim hayatlarımızı kötü etkileyeceğin farkına varamadılar. belki er ya da geç bu oylarının siyasetteki ve ekonomide karşılığını gördükçe kafalarında bir ampul yanacaktır ama, önümüzdeki beş yıl için bu bir şeyi değiştirmeyecek sanki.
ben bu ülkeyi seviyorum. bu ülkenin aydınlık düşünceye ve hoşgörüye inanan milyonlarca insanını da seviyorum. kendimi onlardan biri gibi hissediyorum ve onlarla aynı dili konuşup aynı ülkede yaşamaktan dolayı da sevinçliyim. evet bazen kötüler kazanıyor ve bu iyiler kazansın diye uğraşan ve umut besleyen insanlar için çok zor. ama her zaman olduğu gibi hayat devam ediyor. bu koşullarda benim kendim için çizdiğim yol seçimlerden önce hayal ettiğimden farklı olsa da yine kendi kendi hayatımda neşeyi ve huzuru yakalamaya çalışmaktan ibaret. dede baharı getiremediyse iş biraz daha başa düşüyor.
gelelim "kendin yap" meselesine. müstakbel ekonomik daralışa benim cevabım bu olacak. artık gündelik hayatımda tükettiğim yiyecek ve içecekleri mümkün mertebe kendim üretmeye karar verdim. ekip biçecek alanım şu an için sınırlı (apartmanın ortak bahçesi) ama bu sınırlı topraktan bile yeterli emeği verirsem fazlasıyla verimli bir hasat alabileceğimi düşünüyorum.
konservelemeye uygun sebzeler ve soslar için malzemeler yetiştirerek gıda masrafımdan kısacağım. bununla beraber et, tavuk, tavşan, kaz, ördek ve balığı toptan alarak tuzlama, kurutma, tütsüleme ve salamura işlemleriyle dayanıklı gıdalar haline getireceğim.
rumuzumdan çıkarılması çok zor olmayan bir zevkim de var: içki. şiir seven içki de sever sanki. içkideki vergi yükü malumunuz, daha da ağırlaşacağını anlamak için arif olmaya gerek yok. bu durumda da en mantıklı seçenek içkiyi evde üretmek.
4733 sayılı tütün, tütün mamulleri ve alkol piyasasının düzenlenmesine dair kanun şahsi tüketim için yılda 350 litreye kadar fermente içki üretmeye izin veriyor. bu miktar bir yıl için bana fazlasıyla yeter. keşke kanunca yasak olmasaydı da bir imbik alarak çok sevdiğim içkiler olan rakı ve cini de üretebilseydim. *
şu an üzüm şarabı yapmak için doğru mevsim değil ama cider yapımına başlanabilir. bunun için ağırlıklı olarak halihazırda üretimde yaygın kullanılan golden ve granny smith cinsi elmalar kullanacağım. türkiye'deki cinslerle de denemeler yapmış olanları bulup, deneylerinin sonuçlarını öğrenmeye çalışacağım. belki beşer litre olmak üzere çeşitli elma türleriyle kendi deneylerimi de yapacağım. sonuçları merak eden olursa kendi başlığında paylaşırım.
bir de henüz kediyle aynı evde nasıl yapacağımı bilemediğim boş akvaryumda bıldırcın besleme tasarım var. hem et hem de yumurta elde edilebilecek bir yöntem bu. bu sistemi de faaliyete geçirirsem ayrı bir başlık açacağım.
nitekim ülkemizin bu hali beni bir şeyler denemeye ve öğrenmeye sevk etti. şer gördüğümden kendim için bir hayır çıkarmaya çalışıyorum. umuyorum ki bu tecrübem beni tatmin edecek sonuçlar verir ve çevremdekileri de daha fazla üretip, daha az tüketmeye teşvik edebilirim.
entry'ler (236) - sayfa 2
-
kendin yap
-
!oy verdiğiniz siyasetçi sizi hiç sattı mı?
oy vereceğim adayı seçilemeyeceği yerden aday göstererek satmışlardı. (bkz: ali türkşen)
-
iptila
"bağımlı, tutkun, tiryaki" anlamında kullanılıyor ama "zorlukla sınanma" anlamına gelir.
müptela kelimesi de "sınanan" olacak böylece.
neveser kökdeş'in muhteşem nihavend şarkısı "neden bilmem bu iptila" şarkısının sözlerinde geçer:
" neden bilmem bu iptilâ?
günden güne hâlim fena " -
!içki ısmarlamak isteyen yazarlar veritabanı
şiirine bağlı...
-
yaşasın cumhuriyet
meşhur bir can yücel şiiri
--spoiler--
gölköy adında bir yer varmış gelibolu'da
televizyonda gösterdiler geçen gün.
gelenek edinmiş köy halkı,
"ben kendimi bildim bileli bu böyledir"
diyor muhtar:
29 ekim'de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını...
derken ekranda entarili bir çocuk belirdi
kirvesi tutmuş kolundan
yatırdılar bir kamp yatağına,
ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi
elinde bıçağıyla,
çocuk kaldırdı başını, bağırdı:
"yaşasın cumhuriyet" diye
bunun üzerine de ekran karardı
korkarım bu, sade gölköylülerin değil, umumumuzun
sade küçüklerin değil, büyüklerimizin de
düştüğü bir tarihsel yanılgı
çünkü sünnet değil, farzdır cumhuriyet
--spoiler-- -
atatürk'ün şiiri
yarın parlak bir dizesini okuyacağımız türkiye başlıklı şiirdir.
-
neşe
yakını olduğum his.
-
nurullah ataç
(bkz: ataçça)
-
bülent ecevit
yarını da anlattığı yarın diye bir şiiri vardır:
birşeyler olacak yarın
duruşundan belli
kırdaki atların
bulutların koşuşundan belli
kazışından köstebeklerin toprağı
karıncaların telâşından belli
birşeyler olacak yarın
belki bir tomurcuk
belki bir ağacın düşen yaprağı
belki de bir çocuk
pek o kadar göremesek de uzağı
kuşların uçuşundan belli
birşeyler olacak yarın
öbürgünden önemsiz
yarından önemli -
rakılı şiirler antolojisi
cemal süreya: oteller hanlar hamamlar için sürekli şiir
şu günlerde içkiye düştüm, ondan mıdır bilmem,
daha çok seviyorum cansever'i, uyar'ı, can yücel'i
bir de fethi naci'yi, ve elbet mustafa kemal'i
ankara ankara
bir kent değil burası, bir acenta dizisi,
bir işhanı, bir umumi mümessizlik belki,
büyük mağazalar, bahçeliğe özenen süpermarketler
tutulmamak üzere verilmiş bir söz gibi.
sahi kaçıncı sanat oluyordu şu mimari?
birer önyargı gibi uzuyor çağdaş caminin minareleri.
opera: içine dikiş gereçleri doldurulmuş ağırlıksız bir
keman kutusu,
osmanlı bankası davul;
ve emlak kredi'yle başlayan camdan metalden bir melodika
ordusu:
dol (an) kara bakır dol!
biletim öldü;
gömleğim kirli.
ek yapıların ana yapıları böyle ezip geçmesinde
yoksa ölümcül bir beğeni de mi gizli?
ne derdi buna sadettin köpek, necmettin pervane ne derdi?
tiren kuşları daha eskişehir'den başlayarak
çarpa çarpa bedenlerini kara vgonlara
can boyasıyla çizer portresinin ilk çizgilerini.
evliya çelebi'ye kenti gezdiren rehberin de
sesi yeraltından geliyordu ve kemiktendi elleri.
bir kadın torbaya doldurulmuş gibi yürüyor
yine de, belli, içi içine sığmıyor.
büyük millet meclisi'ni hiç gözden kaçırmamakta
o nereye giderse peşini bırakmayan ankara oteli:
iş bankası da kendine özgü bir humour'la süzüyor
şimdi biraz daha aşağıda kalmış anıt-kabir'i.
işe bak, dün humour sözcüğü için fransevi'yi açtıydım,
"şetaret" diyordu yanlış okumadımsa şemsettin sami:
ey şetaret bankası, artık gelmiş sayılırsın çankaya'ya!
ben öyle her şeye dikkat eden bir adam değilim,
ama biliyorum dçm için marmara oteli'ne gideceğim
yakamda gizlilik rozeti, eh çobanıllık da caba;
vergi iadesi için de stad otel var,
paraşüt kulesini yukardan görmüş olursun ayrıca.
adını titizce saklayan bir sokak buldum
şimdi söyleyemem hangi alanın arkasında,
oradan geçerken hep seni düşünüyorum,
belki de oralarda bir yerdesin,
sen tavşan aralığı,
sen ağzımın tadı,
bir buluş gibisin!
- ağır ol bay düzyazı,
sen ancak uçağa binebilirsin!
ıı.
ankara ankara.
ey iyi kalpli üvey ana!
ııı.
biliyor musun başkentim nedense
birbirimizden çekiniyoruz ikimiz de,
sen yaslarına hiç yaslanmaz oldun
ben acılarıma yeterince.
tek boynuzlu yapılar arasında
iki katlı ve gözlüklü bir hayırevi
dayandım ak bedenine öptüm öptüm
aşkım değilsen haber ver benzerimi!
her şey öyle yeni ki burda
kolunu kaldırsan yarının folkloruna katkı
ama ben budalalıklarla doldurdum
yıllarca bütün boş sayfalarımı.
şurda işte tam şu noktada dede'nin
iç çekişi bach'ın soluk alışına karışıyordu,
bir kapıyı açtım ürktüm ve kapattım
bir milyon adam ayakta bira içiyordu.
kim kimdik o gün, unuttum şimdi,
yalnız buz gibi bir odada oturduğumuz aklımda,
hani o arsız sonbahar küçücüğü
gözündeki arpacıkla ısıtmıştı hepimizi.
sen temiz hava saklı su
sen bayan nihayet
sen bir mevsimin sanat eki
çeşmeler adın kokulu!
ıv.
hoparlörlerinde halı ve mevlithan
gri gözlerinde zararsız kırlangıçlar,
alnaçlarının ardında kirli kan,
önündeyse temiz ve vurulandan akan.
bugünün şarkısıdır ama yarın için
çıkan her kurşun patlayan silahlardan,
katılaş dur yukarda katılaştığın kadar
artık bir özel ad oldun ey duman!
kooperatif evlerinin sözleri boğazlarında: çimento!
alüminyum mırıldanıyor zorluyor güçsüz belleğini,
adakale sokak'ta ilhan berk'i görür gibi oluyorum
bir kentin tarihinde şairlerin ayak izleri
şöyle mi derdi ilhan berk:
"sevdiğim kadınlar yaşlandınız hepiniz
ama, inanın, yine de özlediğim sizlersiniz."
salah birsel bu dizeleri şöyle geliştirirdi:
"isterseniz ilkyazın gazinosuna
hep birlikte garson girebiliriz."
aldı cahit sıtkı:
"özgürlüğümün bir parçası oldun artık
hangi kuytuya düşsen hemen yapraklanırsın orda."
cahit külebi:
"o ozanlar var ya büyük ozanlar
biz yanarken çıkardığımız dumanlar."
evet, mehmed kemal, yılmaz gruda, orhan veli,
şimdi hepsi dipte, hepsi birer yeraltı suyu gibi.
sevgilim bilemem sesimi duyuyor musun
bir gökkuşağıyla doldurmak istiyorum içini.
ve hasan şimşek, cahit sıtkı'nın kasabalısı,
ve içtiği rakı kadar bembeyaz şahap sıtkı ki
metin altıok'a devredip masadaki yerini
inanılmaz biçimde bu kentten gittiydi.
tam ataç sokak'tan pazaryeri'ne dönüyorum ki
bir sürü giysiyi üst üste atmış omuzlarına
terzi çırakları pat pat düşüyorlar ortaya
rengârenk kır çiçekleri gibi.
- şair arkadaş,
bir derdin mi var
bir şeyler çıkarmak mı istiyorsun derdinden
ankara'ya gelmelisin.
v.
yakındoğu'nun düpedüz italyancası: farsça
yakındoğu'nun zengin fransızcası: arapça
yakındoğu'nun duru ingilizcesi: türkçe
yakındoğu'nun dallı ispanyolcası: kürtçe
yakındoğu'nun kırık portekizcesi: lazca
yakındoğu'nun yatay çincesi: ürgüp, göreme
yakındoğu'nun sıcak ve çılgın esperantosu: pazaryeri,
hani geçen sayıda ondan söz etmiştim de.
vı.
ankara ankara
müfettişler arasından geçiyor tiren -
ahmed arif
türk düşün hayatına 'tek kitapla şair olunur mu?' sorusunu hediye eden şair.
pek alakası yok ama yine de (bkz: timeo hominem unius libri) -
sevgi
hınç, nefret, bencillik, kıskançlık gibi "kötü" hisleri oyunun dışına iten güçlü duygu.
bir şeyi sevince yaşatmaya ve iyileştirmeye çalışır insan. sevgi sadece başka insanlara yönelik bir his değildir. bir şehre, bir çiçeğe, bir dile de duyulur. -
ıhlamur
slavların ve benim kutsal kabul ettiğimiz ağaç.
kokusunun ruhumda yarattığı hissi bir tek uzun süre görmediğim sevdiceğe hicranımın sonlanması hissi aşabilir.
sıcakta gölgedir, serinde bir şarkı. çiçeği kaynayınca dinlendirir ve öldüğünde kerestesiyle keratalara oyuncak da olur.
bin ıhlamur yetiştirmeden ölürsem gözüm açık gideceğim. -
ignacz kunos
büyük macar türkolog. istanbul üniversitesi halkbilim kürsüsünü başlatan insandır.
türk folklor öğelerini derlediği gibi, kendisi de çeşitli formatlarında eserler çıkartmaya çalışmıştır. meraklısı için hikaye derlemesi. -
rakılı şiirler antolojisi
büyük macar türkolog ignacz kunos'un "beyaz ipek ile yazma ivlenmez" şiiri:
beyaz ipek ile yazma ivlenmez
deyme hanım ile gönül eylenmez
küstürdüm yarimi gayri söylenmez
yine mi karlar yağıyor rusçuğun üstüne
benim de seferim var ah gönül üstüne
hamamın üstünde var kütüphane
içerisen rakı işte meyhane
gider isen kuzum işte kerhane
yine mi karlar yağıyor rusçuğun üstüne
benim de seferim var ah gönül üstüne