entry'ler (142) - sayfa 2

başlık listesine taşı
  • şikayetname

    çağdaşı baki'nin en büyük rakibi 16. yy şairi fuzuli'nin, kendisi gibi şair olan ve şiirden de çok iyi anlayan kanuni'nin bağdat'ı fethetmesi sonrasında kanuni'ye 'kaside'ler sunması, bunlardan memnun olan kanuni'nin de kendisine maaş bağlaması, sonrasında fuzuli'nin bu maaşa bir türlü ulaşamayışının da hikayesi olan şikayetname, içeriğininin günümüzde de geçerliğini koruması konusunda bize acıklı bir ders vermektedir.

    (yukarıdaki cümle de divan edebiyatı nesir cümleleri gibi bir cümle oldu.
    kesinlikle bundan kaçınmak gerekir kamu spotumuzu da bırakalım şuraya.)

    şunu da eklemek gerekir ki, baki, kanuni'nin, sözünden sohbetinden zevk aldığı bir 'muhabbet' arkadaşıydı. fuzuli, ırak coğrafyasında değil de istanbul'da yaşasaydı, o da, kesinlikle, kanuni'nin muhabbetine mazhar olabilirdi ve geçim sıkıntısı çekmezdi.

  • özge

    öz ve özge; ne güzel sözcükler. (öz; ben demek, özge; başka, başkası.)

    "ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
    ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı."
    -fuzuli (16. yy)-

    yukarıya yazdığım beyitin açıklamasını da yazayım, öylesine güzel ki.

    bana, gönül(ümün) ateşinden başka ne kimse yanar, ne de tan yelinden başka kimse kapımı açar-->( o kadar yalnız ve kimsesizim ki, sabahları kapımı aralayan sabah rüzgarından başka uğrayanım yok. beni benden başka düşünen, derdime benden başka üzülen bir allahın kulu dahi yok.)

    (koca divan şiirinin içinde en sevdiğim birkaç beyitten biri.)

  • şişhane'ye yağmur yağıyordu

    haldun taner'e ait 1953 tarihli öykü kitabı. aynı zamanda kitaptaki ilk öykü.
    enfes bir öykü. telif haklarından dolayı bir türlü buraya aktarılır halde bulamadım. oysa öyküyü incelemeyi çok istiyordum. onun yerine kitabı indirebileceğiniz bir siteyi önerebiliyorum. öyküleri büyük bir keyifle okuyacağınıza eminim.

    yalnızca ilk öyküyle ilgili bir 'şey'e dikkatinizi çekmek istiyorum: öyküde geçen olaylar aslında bir kelebek etkisi örneği.

    size kelebek etkisinin mucidini ve bu çalışmayla ilgili kısa bilgi vermek istiyorum: (alıntıdır.)

    "edward norton lorenz (23 mayıs 1917-22 nisan 2008),
    lorenz, 1963 yılında mıt'de meteorolog olarak çalışırken, bir sistemin başlangıç verilerindeki ufacık değişikliklerin bile, büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabileceğini öngörmüş ve bunu örneklendirmek için 1972'de sunduğu bir çalışmada, bir kelebeğin amazon ormanlarında kanat çırpmasının avrupa'da fırtına kopmasına sebep olabileceği ifadesini kullanmıştı. sadece üç değişkenle kaos ortamı doğabileceğini keşfetmiş ve daha 19. yüzyılda fransız matematikçisi henri poincaré'nin fikir olarak ortaya attığı çok basit bir sistemde çok karmaşık bir dinamiğin ortaya çıkabileceğini kanıtlamıştı. lorenz'in teorisi ve buluşları, sadece matematik alanında değil, biyoloji, fizik ve sosyal bilimler alanında da yeni bir araştırma alanının doğmasına vesile olmuştu."

    söylemek istediğim şu:
    1953 yılında haldun taner, daha kelebek etkisinin 'k'si bile ortada yokken tamamen 'kelebek etkisi'ni anlatan bir öykü yazıyor. yazarların ve genel anlamda sanatçıların geleceği öngörmelerine bir örnek bu. ve aşk-ı memnu'da da aynı şey var ama o başka bir yazının konusu.

    keyifli okumalar.

  • menakıpname

    ya da menakıbname. menkıbe sözcüğünün çoğulu.
    arapça menakıp/b sözcüğüne farsça name (-->yazılı şey) sözcüğünün birleştirilmesiyle oluşturulmuş. osmanlı dönemi öncesi ve sırasında daha çok tasavvufi halk edebiyatında oluşturulmuş eserlere verilen ad.
    (bkz: menkıbe)

  • menkıbe

    arapça asıllı bu sözcük, arapçada çoğul haliyle epos yerine kullanılıyor.
    yani manakıb.
    yalnızca türkçeye geçmiş haliyle böyle bir kullanım var.
    epos; yani yaptıklarıyla, söyledikleriyle ünlü bir kişinin destansı (olağanüstülüklerle örülü), erdem ve kahramanlıklarının anlatıldığı hikayeler. epos 'menkıbe'nin yunanca karşılığı.

    yunus emre, hacı bektaş veli (hacı bektaşi veli), pir sultan abdal, abdal musa, kaygusuz abdal, pir sultan abdal............... haklarında menkıbeler olan isimlerden birkaçıdır.
    çoğulu menakıpnamedir.

  • kitab-ı dedem korkud ala lisan-ı taife-i oğuzan

  • ko

    eski türkçedeki (kastımız 8. yy ve sonrası), kon-(mak), koy-(mak) ve koş- fiillerinin ortak atası olan bir fiil kökü.
    türkiye türkçesinden bir örnek yunus emre'den (1238?-1328?) gelsin:
    "ko ayruklar sözin, sen seni güt"-->başkalarının sözünü (sözlerini dinlemeyi) bırak, kendi kendinin efendisi ol (kendi yargılarına güven.).
    (13. yy. türkçesi. yunus azıcık sözle koskoca bir 'felsefe'yi özetlemiş. şahane bir sehl-i mümteni örneği ve ne güzel bir türkçe; arı, duru, öz.)
    bir de;
    "geçme namert köprüsünden ko aparsın su seni" (evliya çelebi) örneğini verelim.
    örneklerde de görüldüğü gibi, 'ko'-->bırak-(mak), izin ver-(mek) gibi anlamlar da taşımakta.

    amq-->bu yazılışın anlamını hepimiz biliriz. işte bu kısaltmanın sonundaki 'q', bahsettiğimiz 'ko-' kökünden türeyen koy-(mak) fiili.

  • duha koca oğlu deli dumrul

    duha koca oğlu deli dumrul destansı hikayesi; asıl adı kitab-ı dedem korkud ala lisan-ı taife-i oğuzan (oğuz boyunun diliyle dedem korkud kitabı) olan ve bir önsözle on üç* destansı hikayeden oluşan dede korkut hikayelerinin dresden nüshasındaki sırayla beşinci sırasındaki hikayedir:

    "meğer hanım, oğuz'da duha koca oğlu deli dumrul derlerdi bir er var idi. bir kuru çayın üzerine bir köprü yaptırmıştı. geçeninden otuz üç akçe alırdı, geçmeyeninden döve döve kırk akçe alırdı. bunu niçin böyle ederdi? onun için ki benden deli, benden güçlü er var mıdır ki çıksın benimle savaşsın der idi, benim erliğim, bahadırlığım, kahramanlığım, yiğitliğim rum'a, şam'a gitsin, ün salsın der idi.

    meğer bir gün köprüsünün yanında bir bölük oba konmuştu. o obada bir iyi, güzel yiğit hasta düşmüştü. allah'ın emriyle o yiğit öldü. kimi oğul diye, kimi kardeş diye ağladı. o yiğit üzerine dehşetli kara feryat koptu.

    ansızın deli dumrul dört nala yetişti. der: bre kavatlar, ne ağlıyorsunuz, benim köprümün yanında bu gürültü nedir, niye feryat ediyorsunuz dedi. dediler: hanım, bir güzel yiğidimiz öldü, ona ağlıyoruz dediler.

    deli dumrul der: bre yiğidinizi kim öldürdü? dediler: vallah bey yiğit, allah taala'dan buyruk oldu, al kanatlı azrail o yiğidin canını aldı. deli dumrul der: bre, azrail dediğiniz ne kişidir ki adamın canını alıyor, ya kadir allah, birliğin varlığın hakkı için azrail'i benim gözüme göster, savaşayım, çekişeyim, mücadele edeyim, güzel yiğidin canını kurtarayım, bir daha güzel yiğidin canını almasın dedi. çekildi döndü deli dumrul evine geldi.

    hak teala'ya dumrul'un sözü hoş gelmedi. bak bak, bre deli kavat benim birliğimi tanımıyor, birliğime şükür kılmıyor, benim ulu dergahımda gezsin, benlik eylesin dedi. azrail'e buyruk eyledi kim ya azrail, var ve o deli kavatın gözüne görün, benzini sarart, dedi, canını hırıldat, al dedi.

    deli dumrul kırk yiğit ile yiyip içip otururken ansızın azrail çıka geldi. azrail'i ne çavuş gördü ne kapıcı. deli dumrul'un görür gözü görmez oldu, tutar elleri tutmaz oldu. dünya alem deli dumrul'un gözüne karanlık oldu. çağırıp deli dumruj söyler, görelim hanım ne söyler:

    der:

    bre ne heybetli ihtiyarım
    kapıcılar seni görmedi
    çavuşlar seni duymadı
    benim görür gözlerim görmez oldu
    tutar benim ellerim tutmaz oldu
    titredi benim canım cuşa geldi
    altın kadehim elimden vere düştü
    ağzımın içi buz gibi
    kemiklerim tuz gibi oldu
    bre sakalcığı akça ihtiyar
    gözceğizi fersiz ihtiyar
    bre ne heybetli ihtiyarsın söyle bana
    kazam belam dokunur bugün sana

    dedi. böyle diyince azrail'in hiddeti tuttu, der:

    bre deli kavat
    gözümün fersiz olduğunu ne beğenmiyorsun
    gözü güzel kızların gelinlerin canım çok almışım
    sakalımın ağardığını ne beğenmiyorsun
    ak sakallı kara sakallı yiğitlerin canım çok almışım
    sakalımın ağarmasının manası budur

    dedi. bre deli kavat övünüyordun: al kanatlı azrail benim elime geçse, öldüreydim, güzel yiğidin canını onun elinden kurtaraydım diyordun, şimdi bre deli geldim ki senin canını alayım, verir misin yoksa benimle cenk eder misin dedi.

    deli dumrul der: bre, al kanatlı azrail sen misin dedi. evet benim dedi. bu güzel yiğitlerin canını sen mi alıyorsun dedi. evet, ben alıyorum dedi. bre azrail, ben seni geniş yerde istiyordum, dar yerde iyi elime girdin değil mi dedi. ben seni öldüreyim, güzel yiğidin canını kurtarayım dedi.

    kara kılıcını sıyırdı eline aldı. azrail'e çalmağa hamle kıldı. azrail bir güvercin oldu. pencereden uçtu gitti. insan oğlunun ejderhası deli dumrul elini eline çaldı, kah kah güldü. der: yiğitlerim azrail'in gözünü öyle korkuttum ki geniş kapıyı bıraktı dar bacadan kaçtı, mademki benim elimden güvercin gibi kuş oldu uçtu, bre ben onu bırakır mıyım doğana aldırmayınca dedi.

    kalktı atma bindi, doğanını eline aldı, ardına düştü. bir iki güvercin öldürdü. döndü, evine gelirken azrail atının gözüne göründü. at ürktü. deli dumrul'u kaldırdı yere vurdu. kara başı bunaldı, darda kaldı. ak göğsünün üzerine azrail basıp kondu. demin mırıldanıyordu, şimdi hırıldanmağa başladı.

    der:

    bre azrail aman
    tanrının birliğine yoktur güman
    ben seni böyle bilmezdim
    hırsız gibi can aldığını duymazdım
    tepesi büyük büyük bizim dağlarımız olur
    o dağlarımızda bağlarımız olur
    o bağların kara salkımlı üzümü olur
    o üzümü sıkarlar al şarabı olur
    o şaraptan içen sarhoş olur
    şaraplıydım duymadım
    ne söyledim bilmedim
    beylikten usanmadım yiğitliğe doymadım
    canımı alma azrail medet

    dedi. azrail der: bre deli kavat bana ne yalvarıyorsun. allah taala'ya yalvar, benim de elimde ne var, ben de bir emir kuluyum dedi. deli dumrul der: peki ya can veren can alan allah taala mıdır? evet odur dedi. döndü azrail'e, peki ya sen ne eylemekli belasın, sen aradan çık, ben allah teala ile haberleşeyim dedi.

    deli dumrul burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:

    yücelerden yücesin
    kimse bilmez nicesin
    güzel tanrı
    nice cahiller seni gökte arar yerde ister
    sen bizzat müminlerin gönlündesin
    daim duran cebbar tanrı
    baki kalan settar tanrı
    benim canımı alacaksan sen al
    azraile almağa bırakma
    dedi. allah teala'ya deli dumrul'un burada sözü hoş geldi. azrail'e nida eyledi ki madem deli kavat benim birliğimi bildi, birliğime şükür kıldı, ya azrail, deli dumrul can yerine can bulsun, onun canı azat olsun der.

    azrail der: bre deli dumrul allah teala'nın emri böyle oldu ki deli dumrul canı yerine can bulsun, onun canı azat olsun dedi.

    deli dumrul der: ben nasıl can bulayım, yalnız, bir ihtiyar babam, bir ihtiyar anam var, gel gelelim. ikisinden biri belki canını verir, al, benim canımı bırak dedi.

    deli dumrul sürdü babasının yanına geldi.

    babasının elini öpüp söylemiş, görelim hanım ne söylemiş :

    ak sakallı aziz izzetli canım baba
    biliyor musun neler oldu
    küfür söz söyledim
    hak teala'ya hoş gelmedi
    gök üzerinde al kanatlı azrail'e emreyledi
    uçup geldi
    benim akça göğsümü bastırıp kondu
    hırıldatıp tatlı canımı alır oldu
    baba senden can dilerim verir misin
    yoksa oğul deli dumrul diye ağlar mısın

    babası der:

    oğul oğul ay oğul
    canımın parçası oğul
    doğduğunda dokuz erkek deve kestiğim aslan oğul
    penceresi altın otağımın kabzası oğul
    kaza benzer kızımın gelinimin çiçeği oğul
    karşı yatan kara dağım gerek ise
    söyle gelsin azrailin yaylası olsun
    soğuk soğuk pınarlarım gerek ise
    ona içme olsun
    tavla tavla koç atlarım gerek ise
    ona binek olsun
    katar katar develerim gerek ise
    ona yük taşıyıcı olsun
    ağıllarda akça koyunum gerek ise
    kara mutfak altında onun şöleni olsun
    altın gümüş para gerek ise
    ona harçlık olsun
    dünya tatlı can aziz
    canımı kıyamam belli bil
    benden aziz benden sevgili anandır
    oğul anana var

    dedi. deli dumrul babasından yüz bulmayıp sürdü anasına geldi. der:

    ana biliyor musun neler oldu
    gök yüzünden al kanatlı azrail uçup geldi
    benim akça göğsümü bastırıp kondu
    hırıldatıp canımı alır oldu
    babamdan can diledim ana vermedi
    senden can dilerim ana
    canını bana verir misin
    yoksa oğul deli dumrul diye ağlar mısın
    acı tırnak ak yüzüne çalar mısın
    kargı gibi kara saçını yolar mısın ana

    dedi. anası burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş : anası der:

    oğul oğul ay oğul
    dokuz ay dar karnımda taşıdığım oğul
    on ay diyince dünya yüzüne getirdiğim oğul
    dolma beşiklerle belediğim oğul
    dolu dolu ak sütümü emzirdiğim oğul
    akça burçlu hisarlarda tutulaydın oğul
    pis dinli kafir elinde esir olaydın oğul
    altın akçe gücüne dayanarak seni kurtaraydım oğul
    yaman yere varmışsın varamam
    dünya tatlı can aziz
    canımı kıyamam belli bil

    dedi, anası da canını vermedi. böyle diyince azrail geldi deli dumrul'un canını almağa. deli dumrul der:

    bre azrail aman
    tanrının birliğine yoktur güman

    azrail der: bre deli kavat daha ne aman diliyorsun, ak sakallı babanın yanına vardın can vermedi, ak bürçekli ananın yanına vardın can vermedi, daha kim verecek dedi. deli dumrul der: hasretlim vardır, buluşayım dedi. azrail der: bre deli hasretlin kimdir? der: el kızı helallim var, ondan benim iki oğlancığım var, emanetim var, ısmarlayacağım onlara, ondan sonra benim canımı alasın dedi.

    sürdü helallisinin yanına geldi, der:

    biliyor musun neler oldu
    gök yüzünden al kanatlı azrail uçup geldi.
    benim beyaz göğsümü bastırıp kondu
    benim tatlı canımı alır oldu
    babama ver dedim can vermedi
    anama vardım can vermedi
    dünya şirin can tatlı dediler
    şimdi
    yüksek yüksek kara dağlarım sana yaylak olsun
    soğuk soğuk sularım sana içme olsun
    tavla tavla koç atlarım sana binek olsun
    penceresi altın otağım sana gölge olsun
    katar katar develerim sana yük taşıyıcı olsun
    ağıllarda beyaz koyunum sana şölen olsun
    gözün kimi tutarsa
    gönlün kimi severse
    sen ona var
    iki oğlancığı öksüz koyma

    dedi. kadın burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:

    der:

    ne diyorsun ne söylüyorsun
    göz açıp da gördüğüm
    gönül verip sevdiğim
    koç yiğidim şah yiğidim
    tatlı damak verip öpüştüğüm
    bir yastıkta baş koyup emiştiğim
    karşı yatan kara dağları
    senden sonra ben neylerim
    yaylar olsam benim mezarım olsun
    soğuk soğuk sularını
    içer olsam benim kanım olsun
    altın akçeni harcar olsam benim kefenim olsun
    tavla tavla koç atını
    biner olsam benim tabutum olsun
    senden sonra bir yiğidi
    sevip varsam beraber yatsam
    alaca yılan olup beni soksun
    senin o namert anan baban
    bir canda ne var ki sana kıyamamışlar
    arşşahit olsun sekizinci kat gök şahit olsun
    yer şahit olsun gök şahit olsun
    kadir tanrı şahit olsun
    benim canım senin canına kurban olsun

    dedi, razı oldu.

    azrail hatunun canını almağa geldi, insan oğlunun ejderhası eşine kıyamadı. allah teala'ya burada yalvarmış, görelim nasıl yalvarmış:

    der:

    yücelerden yücesin
    kimse bilmez nicesin
    güzel tanrı
    çok cahiller seni gökte arar yerde ister
    sen bizzat müminlerin gönlündesin
    daim duran cebbar tanrı
    ulu yollar üzerine
    imaretler yapayım senin için
    aç görsem donatayım senin için
    alırsan ikimizin canını beraber al
    bırakırsan ikimizin canını beraber bırak
    keremi çok kadir tanrı

    dedi. hak teala'ya deli dumrul'un sözü hoş geldi. azrail'e emreyledi: deli dumrul'un babasının, anasının canını al, o iki helalliye yüz kırk yıl ömür verdim dedi. azrail de babasının anasının derhal canını aldı. deli dumrul yüz kırk yıl daha eşi ile ömür sürdü.

    dedem korkut gelip destan söyledi, deyiş dedi. bu destan deli dumrul'un olsun, benden sonra alp ozanlar söylesin, alnı açık cömert erenler dinlesin dedi.

    dua edeyim hanım: yerli kara dağların yıkılmasın. gölgeli koca ağacın kesilmesin. taşkın akan güzel suyun kurumasın. kadir tanrı seni namerde muhtaç etmesin. ak alnında beş kelime dua kıldık, olsun kabul. derlesin toplasın günahınızı adı güzel muhammed'e bağışlasın hanım hey!"

    not: bu destansı hikayeyi okuyup bitirdiyseniz, sizin de dikkatinizi muhakkak çekmiştir, hikayenin 15. yy civarında yazıya geçirildiği tahmin edilmesine rağmen, tanrı ve azrail'le olan bu teklifsiz samimiyet, aslında bu hikayenin çok daha önce, türkler islamiyeti yeni yeni kabul ettiği zamanlardan kalma olduğunu gösteriyor. bunu da not düşmek istedim.

    bir not daha: kazakistan'da bulunan ve on üç destansı hikayeyi kapsayan nüsha, şimdiye kadar yapılan incelemelere göre eldeki üç nüshanın en eskisidir. yalnız üzerindeki çalışmalar henüz bitmediği için bu bilgi henüz teyit edilmemiştir.

  • epiko romanesk

    epico-romanesque: destansı hikaye
    hem destan, hem hikaye özellikleri gösteren edebiyat ürünlerine verilen bir tür adıdır.
    ortaya çıkışı sözlü halk edebiyatı ürünlerine dayanır.
    bu türe örnek olarak bizim edebiyatımızdan, dede korkut hikayelerini verebiliriz.

    (aşağıdaki satırlar bana ait değil. yazı eski olduğu için nereden alıntıladığımı hatırlamıyorum. zaten eğer bilgi verirken tırnak içinde yazıyorsam o satırlar bana ait değil demektir.)

    "dünya edebiyatında ilk edebi örneklerin mitolojik eserler olduğu kabul edilmekle beraber pek çok ulusta, edebiyatın destanlarla başladığı bilinmektedir. destanlardan sonra ortaya çıkan halk hikayeleri mutlaka tarihi bir olaya dayanmamaları (destanlar, tarihi bir olaya dayanırlar.), nazım-nesir karışık olmakla beraber zamanla nesir kısmının ağırlık kazanması, kişilerin ve olayların gerçeğe daha uygun olması, kahramanlıktan çok aşk maceralarına yer verilmesi gibi özellikleriyle destandan ayrılmaktadır. böylece destanlarla modern roman arasındaki geçiş döneminde ortaya çıktıklarından "epico-roma-nesque" diye de adlandırılan halk hikayeleri, gerek konu gerekse şekil olarak hem epik eserlerin özelliklerini taşır, hem de modern romandaki tipleri ve olayları içerir."

  • kalevala destanı

    okuyanlara bir bütünlük içinde sunulsun diye bir önceki yazıda (https://www.iqsozluk.com/entry/5870/) yazılmış olan destan tanımını tekrarlayalım önce:
    bir ulusun tarihin bilinmeyen bir döneminde başından geçen çok önemli olayların (savaş gibi, kıtlık gibi, göç gibi, büyük iklim değişiklikleri, salgınlar, hastalıklar gibi........) halkın dil hafızasında unutulmayarak, nesilden nesile aktarılmasıyla ve geçen zaman içinde, içine her türlü olağanüstülüğün de girmesiyle oluşan, günün birinde de bir derleyici tarafından derlenerek yazıya geçirilen hikayeler bütünü olarak tanımlayabiliriz destanı.
    destan böyle tanımlanabilir. dilimize farsçadan geçmiştir. yunancası epos (şiir) sözcüğünden gelir ve batı dillerindeki karşılığı 'epope'yi oluşturur.
    bütün ulusların destanı vardır ama tarihte rol oynamış önemli ulusların destanları daha çok bilinir. örneğin ilyada ve odisei birer destandır. ya da ünlü iran ozanı firdevsi'nin yazıya geçirdiği şehname bir destandır. bizim oğuz kağan bir destandır. kırgızların hala devam eden manas destanı da bir destandır. kalevala da.

    destanların en önemli özelliklerinden biri, manzum olmalarıdır. mutlaka gerçek bir olaya dayandığı için, içinde ne kadar olağanüstülükler de olsa tarihi bir kaynak olarak da kabul edilirler.

    kalevala, elias lönnrot'un 19. yüzyılda fin halk hikayelerinden ve mitolojisinden derleyip kaleme aldığı bir destandır. fin edebiyatının en önemli eserlerinden biri sayılan kalevala, 1917'de finlandiya'nın rusya'ya karşı bağımsızlığını ilan etmesinden sonra, halkın moralini yükseltmek ve ulusun kendi milliyetine olan bağlılığını pekiştirmekte çok etkili olmuştur. bugün bir finli, kendi ulusu ve geçmişi için kendisine en önemli kanıt ve dayanaklardan biri olarak kalevala'yı görür ve gösterir.

    destanın yazıya geçiricisi elias lönnrot, destanı, bütün finlandiya'dan ama özellikle karelya bölgesinden topladı. lönnrot, derleme işine 1829'da başladı ve kalevala'nın 'eski' 'ilk' halini tamamladı. 1849'de kalevala'yı bugünkü haline getirdi. dünyanın türkçe dahil pek çok diline çevrilen kalevala, günümüzde bile ilgiyle karşılanmakta ve dünya dillerine çevrilmeye devam etmektedir.

    kalevala kelime anlamı olarak, kaleva'nın yeri/diyarı anlamına geliyormuş.
    destan, 50 bölüm (fince: runo) ve 22795 mısradan oluşturulmuş.

    aşağıya kalevala'nın her yerde bulabileceğiniz kısa bir özetini ve yine internetten bulduğum uzun ve bölümlere ayrılmış özetini koyuyorum. dileyen yalnızca birini, dileyen her ikisini de okuyabilir.

    -- spoiler --

    destandaki ana karakter väinämöinen'dir. finlerin ulusal çalgı aleti olan kanteleyi, bir turna balığının kemiklerinden yapan kahraman, başlangıçta çok kötü çaldığı bu enstrumanı, daha sonraları hayvanları bile büyüleyebilecek kadar iyi çalmaya başlar. daha sonraları kantelesini kaybeden väinämöinen, kantelenin günümüzdeki hali olan şeklini, huş ağacından yapar.

    kendine eş arayan ancak bir türlü evlenemeyen väinämöinen, destanda geçen joukahainen'in kardeşi aino'yla evlenmek üzereyken, aino, väinämöinen ile evlenmek istemez intihar eder boğulur ve ölür.

    destanın bir bölümünde, kıtlık içinde yaşayan köyleri için väinämöinen ve arkadaşları, kuzeydeki insanların yaşadığı bir kasabada, sampo adında sürekli un üreten sihirli bir değirmeni çalmaya giderler. (vikipedi)

    -- spoiler --

    runo 1
    gökyüzünde yaşamakta olan havaların bakiresi ilmatar, sudan ve rüzgardan hamile kalmış, çocuk beklemektedir. coşkun denizlerin sularında yıllarca çalkanır, ısdırap çeker.
    efsanevi bir kuş bakirenin dizini görür, yuvasını oraya yapar, yumurtalarını bırakır. yumurta kırılır, denize dökülür ve parçalarından gökyüzü, güneş, ay ve bulutlar meydana gelir. ilmatar da sonraları, yeryüzünü yaratır. ölümsüz ozan vainamöinen, ilmatar'dan dünyaya gelmiştir.

    runo 2
    vainamöinen kıyıya çıkmıştır. hiçbir yerde aradığını bulamaz. sampsa pellervoinen'den bitkileri yetiştirmesini ister.
    meşe ağacı diğer bitkilere göre çabuk gelişir, dalları gökyüzünü kaplar, ay ve güneş görünmez olur. bununla memnun kalmayan ozan mitolojik bir yaratıktan ağaçları kesmesini ister, bütün ağaçlar devrilir. yalnız bir ağaç kuşlar için bırakılır. kartal bundan memnundur. ozana yardım eder.

    bütün bitkiler çok güzel yetişmiş ama arpa çıkmamıştır. yeni bir tohum bulan vainamöinen arpayı da yetiştirir ve tanrıya dua eder.

    runo 3
    vainamöinen'in bilgisi ve tecrübesi artmıştır. şöhreti etrafa yayılmaktadır. dolaylardan joukahainen adında bir delikanlı onu kıskanır, boy ölçüşmek ister ve karşılaşırlar. sözden ve bilgiden yana delikanlı yenilir. ozanın büyüleri ile büyülenir ve batağa saplanır. kurtulmak için çare arayan joukahainen, sonunda kız kardeşi aino'yu ozana vermek vadinde bulunur ve kurtulur. kızın annesi bundan memnundur ama kız istemez.

    runo 4
    vainamöinen ormanda dolaşırken, kendisine meydan okuyan delikanlı joukahainen'in kız kardeşi aino'ya rastlar. genç kız, ormanda demet toplamaktan gelmektedir.
    yaşlı ozanın isteğini kabul etmez ve beğendiği her şeyi, incisini, küpelerini, kordelasını çıkarır, yerlere atar, annesinin yanında, baba evinde daha mutlu yaşayacağını söyler ve ağlayarak evine döner. annesi yine onu kandırmaya çalışır ve ozanla evlenmeye zorlar. kız kabul etmez ve üzüntü içinde evinden kaçıp uzaklaşır.
    aino bir gölde yıkanırken suda boğulur. haberi alan annesi yas tutar ve yıllarca ağlar.

    runo 5
    vainamöinen, aino'nun ölümünü duymuştur. çok üzgündür ve denizlerde onu aramaya gider. bir balık yakalar, bu aino'dur. kız ozana kim olduğunu söyler ve sulara kaçar.
    ozan keder içinde evine döner. annesinin ruhu ozana yardımcı olur ve pohjola'da bir güzel kız arayıp bulmasını tavsiye eder.

    runo 6
    joukahainen, kız kardeşi aino'nun ölümü yüzünden ozana kin tutmuştur ve öldürmek için fırsat kollar. annesi, joukahainen'i önlemek ister ama başaramaz. delikanlı pohjola'ya gitmekte olan ozanı bir gün denizde yakalar ve okuyla, ozanın çöpten hafif, nohut sapından ince, denizler üstünden bile atlayabilen atını devirir, ozanı öldürdüğünü sanır.
    vainamöinen ölmemiştir, uzun zaman sularda çalkanır ve bir yere ulaşır.

    runo 7
    uzun zaman sularda çalkanan vainö'yu, laponya'dan gelen ve eskiden beri vainö'yu tanımakta olan bir kartal sırtına alır ve vainö'nun bilmediği yerlere bırakır.
    ozanın bulunduğu yer pohjola'dır. ozanı kötü durumda bulan pojola'lı kadın ona bir süre bakar ve yaralarını iyileştirir.

    vainö bir süre sonra evine dönmek ister ve ev sahibi kadın ozana, onu evine göndermesi karşılığında kendisine ne vaat edeceğini sorar. vainamöinen altınlar gümüşler vaat eder ama pohjola'lı kadın kabul etmez ve kendisine bir sampo (fin mitolojisinde bulunduğu bölgeye bolluk ve bereket getiren bir nesne) yapmasını şart koşar ve karşılığında hem kendisini evine göndereceğini, hem de kızını vereceğini vaat eder. ozan sampo yapmayı bilmediğini bunu ancak demirci ilmarinen'nin yapabileceğini söyler ve demirciyi pohjola'lı kadına göndereceği sözünü vererek evine döner.

    runo 8
    vainamöinen pohjola'dan evine dönmekteyken, yolda louhi'nin güzel kızına rastlar ve ona evlenme teklif eder. kız bazı şartlarla kabul eder: ozan kirman kırıklarından (yün, kıl, pamuk iplikleri eğirmede ve bükmede kullanılan bir araçtır. halı yapımında da kullanılır. "kirman kırığı" bu işlemlerden geriye kalan artıklardır.) bir kayık yapacak ve bunu el değdirmeden yüzdürecektir.
    vainamöinen kayığı tamamlamak üzereyken baltayı dizine kaçırır ve yaralanır. tedavi için, güzel sözlere ve büyülere ihtiyaç vardır. civardaki bir yaşlı adam, tanrı'nın yardımı ile çare bulabileceğini söyler.

    runo 9
    yaşlı adam, vaimamöinen'in kimliğini bilmek, kudretini öğrenmek ister ve karşılıklı ilim irfan ölçmeye dayalı sorular başlar. yaşlı adam, ozanın demirin nasıl yaratıldığını bilmesi üzerine, bilgisine ve irfanına saygı duyar ve ona yardım eder. sihirli merhemlerle yarayı tedavi eder.
    vainamöinen hayatından memnun tanrı'ya şükreder.

    runo 10
    vainamöinen evine döndüğünde, demirci ilmarinen'i bulur. bir sampo yapması ve pohjola'ya giderek kızı alması için, onu ikna etmeye çalışır. demirci bunu pek istemez. sonuçta ozan, ilmarinen'i büyülerle meydana getirdiği bir ağaca bakmaya gitmeye ikna ederek oyun oynar ve ilmarinen kendini pohjola'da bulur.
    sampo yapılır ve kızın ilmarinen'e verilmesi kabul edilir. kızın annesi sihirli sampoyu gizli bir yere saklar.

    runo 11
    lemminkainen adında bir delikanlı vardır. evlenmek istemektedir. komşu adalardan birinde yaşayan bir güzel kızı ailesinden istemeye gider. adada kızlar bir araya toplanmış eğlenmektedirler. delikanlı ile alay ederler ama delikanlıya, oynadıkları türlü oyun ve sınavlardan sonra sonunda onunla dost olurlar.
    lemminkainen, kızların en güzeli kylikki'yi kaçırır. kız önce lemminkainen'i istemez, yurduna dönmek ister ama tümden de gönülsüz değildir. en sonunda lemminkainen kylikki'yi ikna eder ama kızın belli şartları vardır. lemminkainen hiçbir zaman savaşa gitmeyecek, altın, gümüş peşinde koşmayacaktır. lemminkainen kabul eder karşılığında da kızdan, kasabada, insan içinde başı boş gönlünce dolaşmamasını istemektedir. karşılıklı anlaşırlar ve lemminkainen'in yurduna dönerler.

    runo 12
    lemminkainen ve kyllikki birkaç zaman birlikte yaşarlar ve lemminkainen hiçbir savaşa karışmaz. günlerden bir gün delikanlı balık avına gider ve akşam eve dönmez. buna çok kızan kylliki kasabaya gider ve genç kızlarla toplanır ve haber lemminkainen'e ulaştırılır. lemminkainen buna çok kızar ve evi terk eder. uğursuz pohjola'ya yeni bir kız bulmaya gidecektir. annesi salmak istemez. delikanlı saçını tarar ve başına bir felaket gelirse fırçadan kan akacağını, bunun bir kötülüğe işaret olduğunu ifade eder ve yola çıkar.
    delikanlı pohjola'ya ulaşır, bir iki yere varır ama kabul edilmez. en son gittiği yerde gizlice içeri girer ve insanlar arasına karışır. fark edildiğinde lemminkainen'e hakaret edip meydan okurlar. karşılıklı atışmalardan sonra delikanlı hünerini gösterir ve herkesi büyüler.

    runo 13
    lemminkainen pohjola'da evin kızını ister. kızın annesi şartlar koşar: lemminkainen önce bir geyik yakalayıp getirecektir. büyülü bir geyik meydana getirip lemminkainen'i peşine salarlar. delikanlı türlü uğraş ve çabayla geyiği yakaladıktan sonra elinden kaçırır.

    runo 14
    lemminkainen geyiği tekrar ele geçirir. tatlı sözlerle yakalar ve pohjola'ya getirir. kızın annesi delikanlının geyiği yakaladığını görünce bir şart daha koşar: civarda yaşayan, ağzından ateş saçan bir atı yakalayacaktır. lemminkainen atı da getirir. lakin kadın yetinmez, kızını vermez. başka şart koşar: delikanlı tuonela'da yaşayan bir kuğuyu vurup getirecektir.
    lemminkainen kuğunun peşine düşer ama ona tuzak kurulmuştur. pohjolalı kör ihtiyar büyülediği bir yılanla onu kalbinden vurur ve kılıcıyla parçalar.

    runo 15
    lemminkainen'in evinde fırçadan kan çıkmıştır. bu delikanlının başına felaket geldiğine işarettir. annesi oğlunun peşine düşer, sonunda felaketi öğrenir. oğlu keçe külahlı adam tarafından öldürülerek tuonela nehri'ne atılmıştır.
    demirci ilmarinen'e tırmık yaptırır ve oğlunun parçalarını nehirden toplar. tanrıdan yardım diler ve kutsal merhemlerle tedavi ederek oğluna hayatını kazandırır.

    runo 16
    bu arada yaşlı ozan kayığını tamamlamaya çalışmaktadır. tarlaların yaratığı pellervoinen'i kayığına ağaç sağlaması için ormana yollar. tekne tamamlanmak üzeredir. pellervoinen meşeden topladığı tahtaları vainamöinen'e getirir. ozan sihirli şarkılarıyla, meşe tahtasından kayık yapmaya başlar. sonunda ozanın sözleri ve türküleri tükenir. kayığı tamamlamak için üç kelimeye daha ihtiyacı vardır. yeni kelimeler bulmak isteyen ozan, tuonela'ya gider. başına türlü dertler gelir ve istediğini bulamadan evine geri döner.

    runo 17
    tuonela'da aradığını bulamayan ozan, çok şeyler bilen, sözü bol ejderha vipunen'e başvurmak ister. bir çobanın salık verdiği yoldan ejderhaya ulaşır. lakin ejderha vipunen ozanı yutuverir. vainamöinen ejderha'nın karnında demirci kılığına girer, döver ve çekiçler. ejderha çaresiz bilgilerini ozana verir. vainamöinen evine döner ve kayığını tamamlar.

    runo 18
    yeni gemisini, bulduğu kelimelerle tamamlayan ozan vainamöinen pohjolaya yönelir. demirci ilmarinen'in kız kardeşi, ozanın ne maksatla yola gittiğini haber alır ve ağabeyine olayı anlatır.
    demirci ilmarinen, kendisinin sevdiği kızı ozanın almak istemesinden üzüntü duyar ve arkasından yola çıkar.
    ilmarinen kızakla, ozan kayıkla pohjola'ya varırlar. kız yaşlı ozanı istemez, demirciyi sevmektedir.

    runo 19
    demirci ilmarinen de pohjola'ya ulaşır ve kızı ister. kızı vereceklerini, ancak bazı şartların yerine getirilmesi gerektiğini söylerler. yılanlı tarlayı sürecek, tuonela'da bir ayı yakalayacak, manala'da bir bir turna balığı yakalayacaktır. demirci bunları gerçekleştirmek için neler yapması gerektiğini kıza danışır. kız altından bir saban yapıp, gümüşle süslemesini ve tarlayı bunula sürmesini, üç şelale'ye gidip köpüklü sularda çelikten bir gem yapıp, dizginleri büyülemesini ve ayıyı bununla yakalamasını, ateşte demirden, pençeleri sert çelikten, kanatları yelken kadar büyük koca bir ak kartal yapıp turna balığını bununla yakalamasını öğütler.
    ilmarinen, öğütler doğrultusunda söylenenleri yapıp görevleri başarır ve kızla nişanlanır.

    rono 20
    demirci ilmarinen ve kızın düğününde pohjola halkı büyük hazırlık yapar. adetlerine uyarak kocaman bir öküz de keserler. dolaylarda kim varsa davet edilir, yalnız çapkın lemminkainen çağrılmaz. yenilir, içilir, eğlenilir.

    runo 21
    misafirler arasında damat ilmarinen'in akrabaları, dostları da bulunmaktadır. ozan vainamöinen de gelmiştir.
    ozan güzel sözler ve türkülerle ev sahiplerini ve misafirleri över.

    runo 22
    düğün töreni devam eder, eski günleri anan türküler okunur. evinden ayrılmak üzere olan geline teselli edici sözler söylenir.

    runo 23
    düğün töreni bitmiştir, ilmarinen eşini evine götürmek üzeredir. eski günleri anan türküler söylenir, geline çok güzel öğütler verilir, kocasına karşı görevleri belirtilir.
    tecrübeli kadınlar iyi ve kötü kocayı anlatır.

    runo 24
    gelini götürmek üzere olan damada da öğütler verilir: eşine kötü davranmaması, iyi bakması saygı göstermesi anlatılır. bir yaşlı adam kötü eşinden yakınır. damatla gelin herkesle ayrı ayrı vedalaşır. üç günlük yolculuğa, damadın evine doğru yola koyulurlar.

    runo 25
    yeni gelin ve damat ilmarinen, evde uzun zaman beklenmiştir. anne oğluna hasretini ve geline olan sevgisini anlatır. iyi karşılanırlar. ozan vainamöinen de ordadır; ev sahiplerini, gelini ve damadı öven türküler söyler.
    (runo 20 ve 25 arasında düğün ve sonrası ayrıntılı bir şekilde işlenmiş, nazım şeklinde olan destanın orijinal metninde, vainamöinen'in söylediği türküler, övgüler, geline ve damada verilen öğütler ve yapılan övgüler yine nazım şeklinde, destanın çıktığı bölgenin halk edebiyatına uygun olarak uzun uzun işlenmiştir. bu yüzden bu bölüm, destanın ait olduğu kültürün özellikleri hakkında oldukça önemli ip uçları vermektedir.)

    runo 26
    lemminkainen düğüne davet edilmediği için üzgündür ve pohjola'ya gitmeye karar verir. annesinin, karşılaşacağı tehlikelerden yana, yalvarmalarına aldırmayarak yola çıkar ve türlü tehlikeleri geçerek pohjola'ya ulaşır.

    runo 27
    lemminkainen pohjola'da izinsiz girdiği bir şölende gösteriş yapmaya kalkar. pohjola'nın ev sahibi buna çok kızar ve atışma şeklinde bir süre yaptıkları ağız dalaşından sonra delikanlıyı kılıçlı kavgaya çağırır. dövüşte lemminkainen adamın kafasını uçurur. olayın intikamını almak isteyen pohjola halkı toplanır.

    runo 28
    lemminkainen pohjola'dan kaçar ve evine döner. annesinden gizlenebileceği bir yer sorar. annesi, vaktiyle, babasının savaş yıllarında saklandığı bir adayı öğütler.

    runo 29
    lemminkainen denize açılır, gideceği adaya ulaşır. adanın kızlarıyla dostluk kurar. ama bu, adanın erkeklerinin hiç hoşuna gitmez. yakışıklı çapkın lemminkainen'i öldürmek isterler. lemminkainen adadan kaçar. yolda fırtınaya yakalanır ve kayığı parçalanır. yüzerek kıyıya çıkar.
    evine geldiğinde çevrede kimsenin kalmadığını, evinin yakıldığını görür. annesinin öldüğünü düşünür.

    runo 30
    lemminkainen pohjola'ya doğru yola çıkar. yanında eski arkadaşı tiera vardır. pohjola'nın yaşlı kadını, üzerlerine bir soğuk hava yollar ve denizde gemileri donar. ölümden kurtulurlar ve evlerine dönerler.

    runo 31
    untamo, kardeşi kalervo'ya karşı savaşa girer ve onu bütün halkı ile birlikte yok eder. içlerinde bir tek gebe kadın hayatta kalmıştır. untamo'nun evine götürülen kadın bir çocuk dünyaya getirir. adını kullervo koyarlar.
    çocuk, daha beşikteyken, untamo'ya karşı kin taşır. untamo da bunun farkındadır. kullervo büyür. kendisine verilen her işi bilerek kötü yapar. untamo, onu köle olarak demirci ilmarinen'e satar.

    runo 32
    ilmarinen'in karısı kullervo'yu sığırtmaç yapar. azık torbasına koyduğu ekmeğin içine taş doldurur. sürüyü dualar okuyarak kıra salar.

    runo 33
    kullervo, sürünün peşinden gider. akşama doğru azığını torbasından çıkartır, ekmeğini kesmek ister. bıçağın ağzı taşa çalar, kırılır. çoban buna çok üzülür. çünkü ailesinden kalan tek hatıra çakısıdır.

    azığına taş katan kadından öcünü almak için, sürüyü bataklığa sürer ve kurt ve ayılardan yeni bir sürü hazırlayarak eve bu sürüyle döner. hayvanları sağmaya gelen ev sahibi kadını kurt ve ayılar parçalar.

    runo 34
    kullervo, ilmarinen'in evinden kaçar. üzgün bir şekilde ormanlarda dolaşırken yaşlı bir kadına rastlar. ondan, babasının ve annesinin hayatta olduğunu öğrenir. laponya sınırlarında barınmaktadırlar. kullervo onları bulur. annesi, kullervo'yu öldü sandığını ve bundan duyduğu üzüntüyü anlatır. büyük kız kardeşi dağa ahududu toplamaya gittiğinde kaybolmuştur.

    runo 35
    kullervo, babasının evinde bir şeyler yapmak ister. lakin hiçbir konuda faydalı olamaz. sonunda, babası onu mahsul harcı ödemeye yollar. kullervo, bu işini bitirip evine dönerken rastladığı bir kıza tecavüz eder. bu kız onun kız kardeşidir.
    olayın devamında, iki kardeş birbirlerini tanırlar. kız, nehirde intihar eder. kullervo, evine dönerek olayı annesine anlatır ve ölmek istediğini söyler. annesi öğüt verir, uzak bir yerde yaşamasını sağlar. kullervo, bu olayın da sebebini hazırlayan, untamo'dan intikam almaya karar verir.

    runo 36
    kullervo dövüş hazırlığına girişir, evde kalanlarla vedalaşır, annesi dışında hiç kimse, gidişine aldırış etmez.
    kullervo, untamo'nun köyünde kimi bulursa öldürür, evleri yakar. köyüne döndüğünde etrafı bomboş bulur. tek bir canlıya bile rastlamaz. bir yaşlı kara köpek karşısına çıkar. kullervo onunla birlikte ormana avlanmaya gider. yolu tesadüfen, kız kardeşini kirlettiği yere düşer. kullervo macerayı hatırlar ve kılıcı ile intihar eder.

    runo 37
    demirci ilmarinen ölen eşine ağlar durur. altın ve gümüş karışımı bir heykeli kendisine eş olarak hazırlamayı düşünür. bu iş kolay olmaz.
    heykel hazırlanır, ancak demirci buna can katamaz. bir geceyi altın eşiyle geçirir. sabah uyandığında altın eşinden yana olan tarafının buz gibi donduğunu görür.
    ilmarinen heykeli ozan vainamöinen'e vermek ister. ozan kabul etmez ve demirciye öğüt verir. heykelden faydalı bir şey yapmasını ya da altın olarak başka bir yere satmasını söyler.

    runo 38
    ilmarinen pohjola'ya gider ve küçük baldızını kendisine eşliğe ister. kötü karşılanır. buna kızan ilmarinen baldızını kaçırır. yolda giderken kız kendisine ağır sözler söyler. demirci buna çok kızar ve kızı büyüleyerek martı kılığına sokar.
    ilmarinen evine geldiğinde vainamöinen'i bulur ve pohjola'nın mutluluk içinde yaşadığını ve bu işi sampo'nun (destanın başında, pohjola'da vainamöinen'e yardım etmesi karşılığında, pohjola'lı kadının ozandan istediği ve vainö'nun ilmarinen'e yaptırdığı, bulunduğu yere bolluk ve bereket getiren nesne.) sağladığını anlatır ve baldızından yakınır.

    runo 39
    vainamöinen'in teklifi üzerine, ilmarinen ile ikisi, pohjola'dan sampoyu almak için yola çıkarlar. yolda lemminkainen'e rastlarlar. amaçlarını öğrenince, lemminkainen de onlara katılır.

    runo 40
    sampo'yu almak için yola çıkarlar. açık denizde, kayıkları kocaman bir turna balığının sırtına oturur. balığı öldürüp kayığa alırlar.
    vainamöinen, balığın çene kemiğinden bir saz, "kentele", yapar. bu yeni sazı, bir çok kimse çalmak ister; ama, kimse başaramaz.

    runo 41
    vainamöinen kendi icadı olan sazı başarı ile çalar. bütün yaratıklar, havadaki, sulardaki periler, kendisini dinlemek için etrafında toplanırlar. kalpler duygulanır, gözler yaşarır. vainamöinen de hislenmiştir; ağlar. ozanın gözyaşları sulara karışır. sulara karışan ozanın göz yaşları mavi inciler haline gelirler.

    runo 42
    kahramanlar pohjola'ya ulaşırlar. vainamöinen, sampo için geldiklerini anlatır ve hiç olmazsa yarısını kabul edebileceklerini söyler. pohjola'nın ev sahibi kadın, sampo'nun ne yarısını ne de tamamını vermeyi kabul eder ve halkını toplar. vainamöinen olanları görür, çalgısını çalmaya başlar, bütün halkı uyutur. sampo gizli bir yerdedir. uzun uğraşlardan sonra yerini bularak sampo'yu gömülü olduğu yerden çıkartıp kayığa yüklerler ve yola çıkarlar.
    pojola'nın kadını üç gün sonra uyanır ve işin farkına varır. büyü yaparak koyu bir sis meydana getirir ve türlü zorluklar çıkararak yolcuların peşine salar.
    bu karışıklık içinde vainamöinen sazını kayıktan denize düşürür ve bulamaz.

    runo 43
    pohjola'nın ev sahibi kadını savaş gemilerini hazırlar ve sampo'yu çalanların arkalarından yetişir. pohjola ve kalevala halkları arasında savaş olur; kaleva'lılar kazanır.
    ancak savaş sırasında pohjola'nın ev sahibi kadını sampo'yu denize itmiştir. kırılan sampo'nun iri parçaları denize gömülür, küçük parçalar ise, kıyıya sürüklenmiştir.
    vainomöinen kıyıdan topladığı küçük sampo kırıkları ile bir yenisini yapmaya çalışır ve tanrı'ya kötülüklerden uzak olmaları, kıtlık çekmemeleri, mutlu olmaları vs. şeyler için dua eder.

    runo 44
    vainamöinen denize düşürdüğü kentelesini aramaya gider; bulamaz. huş ağacından yeni bir saz yapar; bunu da başarı ile çalar ve herkesi hayran bırakır.

    runo 45
    pohjola'nın kadını kalevala'ya salgın hastalık salar. vainamöinen merhemleriyle ve sihirli sözleriyle halkı iyileştirir.

    runo 46
    pohjola'nın ev sahibi kadını, kalevala'nın sürülerini yok etmek için, bir ayı hazırlar. vainamöinen bu ayıyı öldürür; sonra da, kalevala'da adet olduğu üzere, büyük bir ziyafet tertiplenir. ozan saz çalar, şarkı söyler, türkü çağırır; gelecek günler için iyi temennilerde bulunur.

    runo 47
    ay ve güneş, vainamöinen'in şarkısını dinlemek için yere inerler. pohjola'nın kadını, her ikisini de yakalar ve bir dağın içine saklar.
    tanrı ukko, böylece hasıl olan karanlığa, şaşar kalır ve ay ve güneş yapmak için yeniden bir ateş yaratır.
    vainamöinen ve ilmarinen yere düşen ateşi görürler ve peşinden giderler. havaların bakiresi, ateşin aule gölü'ne indiğini, onu bir balığın yuttuğunu kendilerine söyler.
    vainamöinen ve ilmarinen bu sefer de balığın peşine düşerler; ama, balığı yakalayamazlar.

    runo 48
    ketenden bir ağ hazırlarlar; balığı, bununla yakalamaya giderler ve yakalarlar. ateş, balığın karnından çıkar. ancak tutamazlar; ateş, ilmarinen'in ellerini ve yüzünü yakarak kaçar.
    ormanı ve toprakları yakan ateşi, zorla ele geçirir ve kalevala'ya götürürler. ilmarinen iyileşir.

    runo 49
    ilmarinen yeni bir ay ve güneş hazırlar; ancak onlara ışık veremez. vainamöinen gerçek ay ve güneşin pohjola'da bir dağın içinde olduğunu öğrenmiştir, aramaya çıkar ama kurtaramaz.
    vainamöinen çaresiz evine döner ve ilmarinen'e dağı delmek için aletler hazırlatır.
    bu olayı haber alan pohjola'nın kadını, korkarak ay ve güneşi serbest bırakır. ozan büyük bir memnuniyet duyar ve güzel sözler söyler.

    runo 50
    marjatta kız mersin yemişinden gebe kalır. (destanın bu bölümünde, bakire kız marjatta'nın doğadaki varlıklarla, hep bekar mı kalacağı üzerine, şiirsel bir şekilde söyleşmesi yer alır. sonunda mersin yemişine uzanır, onu alır, yemiş kendiliğinden kızın ağsından girer ve marjatta hamile kalır.) bir oğlu olur.
    çocuk çok küçük yaşta iken kaybolur ve çocuğu bataklıkta bulurlar. bir ihtiyarı, oğlanı vaftiz ettirmek için, çağırırlar. adam oğlanı, babası belli olmadığından vaftiz etmek istemez. vainamöinen'e durumu anlatır, akıl danışırlar.
    ozan vainamöinen çocuğun öldürülmesi gerektiğini söyler. küçük oğlan dillenir ve ozana sert cevaplar verir.
    sonunda, yaşlı adam oğlanı karelia kralı olarak vaftiz eder. vainamöinen buna çok kızar ve birçok büyülü söz söyler ve bir bakır kayığa binerek, gökle yerin arasında, küskün bir şekilde uzaklaşır gider.
    yaşlı ozan hala oralardadır. kentelesini ve şarkılarını halklara miras bırakmıştır.

    -- spoiler --

    kalevala ezgisi
    (destanda geçen kişi ve olayların illüstrasyonuyla birlikte.)

    bu da ingilizce alt yazılı sözleriyle

    bu sayfa da fena değil

    son not: eğer bu özetleri okursanız fark edeceksiniz ki, iki çok sevdiğimiz eserle ilginç benzerlikler içeriyor: bunlardan biri patrick rothfuss'un kvothe'sinin çaldığı lavta isimli telli çalgı. öteki de ünlü ingiliz filolog ve yazar j. r. r. tolkien'in yarattığı orta dünya ve eser karakterlerine bu eski fin destanının etkisi.
    bu konuda dilerseniz kendiniz çok daha geniş bir araştırma yapabilirsiniz.
    sevgiler siz okuyan güzel insanlara.

  • destan

    destan kavramını tanımlamadan önce destanların, var oluşlarına/meydana gelişlerine göre; doğal destanlar ve yapay/yapma destanlar olarak ikiye ayrıldığını yazmamız gerekir.
    önce doğal destan:
    bir ulusun tarihin bilinmeyen bir döneminde başından geçen çok önemli olayların (savaş gibi, kıtlık gibi, göç gibi, büyük iklim değişiklikleri, salgınlar, hastalıklar gibi........) halkın dil hafızasında unutulmayarak, nesilden nesile aktarılmasıyla ve geçen zaman içinde, içine her türlü olağanüstülüğün de girmesiyle oluşan, günün birinde de bir derleyici tarafından derlenerek yazıya geçirilen hikayeler bütünü olarak tanımlayabiliriz destanı.
    dilimize farsçadan geçmiştir. yunancası epos (şiir) sözcüğünden gelir ve batı dillerindeki karşılığı 'epope'yi oluşturur.
    bütün ulusların destanı vardır ama tarihte rol oynamış önemli ulusların destanları daha çok bilinir. örneğin ilyada ve odisei birer destandır. ya da ünlü iran ozanı firdevsi'nin yazıya geçirdiği şehname bir destandır. bizim oğuz kağan bir destandır. kırgızların hala devam eden manas destanı da bir destandır. kalevala da.
    destanların en önemli özelliklerinden biri, manzum olmalarıdır. mutlaka gerçek bir olaya dayandığı için, içinde ne kadar olağanüstülükler de olsa tarihi bir kaynak olarak da kabul edilirler.
    doğal destanlar;
    -çekirdeklenme/doğuş
    -oluşum/yayılma
    -tespit ve derleme/yazıya geçirilme aşamalarından geçerler. günümüzde yazıya geçirilmiş halleriyle bildiğimiz, -özellikle türk destanları için konuşursak- nesir halinde okuduğumuz destanlar, başlangıçta destana konu olan olay 'vuku bulduktan' sonra, sözlü gelenekte, oluştuğu ulusun halk şiiri geleneklerine göre şiir olarak oluşmaya başlar.
    neden şiir? çünkü, geçmişte okur yazarlık ya yok ya da çok elit bir azınlığın tekelinde. var olanı unutmamak için -genelde- ölçülü, kafiyeli ve kolay akılda kalır biçimleriyle ezberlemeniz gerek. destan, böyle böyle kuşaklar boyunca gelişiyor. hatta, gezici ozanların görevi bunları ezberlemek ve gittikleri farklı yerlerde yaptıkları gösterilerde bunları okuyarak halkı eğlendirmek. böylece hem geçimlerini sağlıyorlar hem de kültürü taşıma görevini üstlenmiş oluyorlar.

    burada konunun bir de destansı hikaye (epiko romanesk) kısmına değinmemiz gerekir. örneğin bizdeki dede korkut hikayeleri, başlangıçta bir destan olarak başlamış ama destanlaşamadan yarı manzum yarı nesir olarak büyük ihtimalle 15. yy. da yazıya geçirilmişlerdir. ve epiko romanesk örneği olarak kabul edilirler.

    doğal destanlar da yapma destanlar da manzumdur. yapma destanlar, ulusun yaşadığı çok önemli bir tarihî olay sonucunda ya da doğal destanlardan etkilenerek, doğal destanlara öykünerek yazılırlar. onları birbirinden ayıran en önemli fark; doğal destanların halkın ortak ürünü/anonim olmaları, sözlü gelenekten gelmeleri, oluşmalarının yüzlerce yıl sürmesi ve bir derleyicisi, yazıya geçiricisi bulunması; yapay destanların ise kimin tarafından, neden yazıldığının bilinmesidir.

    fazıl hüsnü dağlarca'nın üç şehitler destanı
    nazım hikmet'in kuvayi milliye destanı
    gülten akın'ın maraş'ın ve ökkeş'in destanı
    eserleri bizim edebiyatımızdaki yapma destan örnekleridir.

    batı edebiyatı'ndan da yapma destan örnekleri verirsek;
    -17. yy. ingiliz şairi john milton'ın kayıp cennet'i (paradise lost)
    -italyan edebiyatı'nda torquato tasso'nun gerusalemme liberata adlı eseri (kurtarılmış kudüs, 1581) sayabiliriz. daha pek çok örneği var elbette, hem bizde hem dünyada. ama onlar da başka yazıların konusu olsun.

  • tıraş

    yazarken 't' ile 'r' arasındaki 'ı'nın sürekli unutulduğu sözcüktür. bunun nedeni şu aslında:
    biliyorsunuz, tren, trafik, trajik, transfer, tramvay, travma, tropik....... gibi sözcükler hep batı kökenli ve asıllarında olduğu gibi aralarına 'ı' harfi girmeden yazılıyorlar. oysa;
    'tıraş' batı değil doğu kökenlibir sözcük. farsçadan dilimize girmiş: "farsça taraş/teraş. 1. kazıma, yontma, tıraş etme, 2. tıraş edilmiş şey, yonga, talaş sözcüğünden alıntıdır."
    genel yanılgı, yukarıya örnek olarak verdiğim batı kaynaklı sözcüklerle karıştırılmasından kaynaklanıyor.
    çok hızlı söylense bile (örneğin argo kullanımı olan 'kes tıraşı' sözlerinde bile, türkçenin olmazsa olmazlarından, telaffuz edilen her hecede sesli harf bulunur kuralından dolayı, biz yine de 'ı' sesini kullanırız.
    bu telaffuz kuralı, yukarıdaki batı kökenli sözcükler için de geçerlidir ama onların türkçeye girmesi çok daha sonra olduğu için, asıllarının yazılışındaki kural korunmuştur.

  • tahrik

    "birini veya bir şeyi harekete geçirme, dürtme"
    sözlük anlamı bu.
    hatırlıyorum, bu sözcük millete aslında o kadar yabancıdır ki -ya da aslında o kadar yakındır ki- özellikle benim coğrafyamda bu sözcük pek kullanılmaz, söylerken utanılır çünkü, onun yerine 'tahriş' kullanılır. "kavgayı o çıkardı, beni tahriş etti, ben de dayanamadım, çaktım bi tane." bu cümleyi benden başka duyanlar parmak kaldırsın.*
    oysa dün ekşi'de okuduğum ve izlediğim bir 'haber'de bu sözcüğü, tastamam kendi asıl/birinci/gerçek anlamıyla çatır çatır kullanan bir dayı, kendini çatır çatır savunmasıyla -nereden ya da kimlerden destek aldığı ayan zaten. ne diyeyim, dehşete düşürdü mü diyeyim, küfrettirdi mi diyeyim, ne diyeyim- ülkenin gidişatı konusunda beni yine hiiiiiççççç şaşırtmadı.
    işte o haber: (tahrik olurken tahrip olursun inş......)

  • iqsözlük

    beğendiğim yazıları hem 'fav'larım hem de 'like'larım. burada 'like'ın rengi beni gerçekten rahatsız ediyor. birini 'like'lamak bu kadar zor olmamalı.
    bu dertten sadece benim muzdarip olduğumu da düşünmüyorum. birçok arkadaş beğendiği bir yazıyı 'like'ladığını zannedip aslında 'like'layamıyor bence. keşke kırmızıyla yerleri değişse, en azından o hemen belli oluyor, üstelik 'hoşlanmama' burada pek de kullanılmıyor sanıyorum.
    bunların üzerine bir de 'derdini seveyim' tiki rica etsem mi acaba?*

  • sustalı maymun

    anneannemin sıklıkla kullandığı sözlerden biriydi. ta doğduğumdan beri tanıdık bana, bu nedenle nedir, necidir, ne anlama gelir diye hiç düşünmedim. sanki doğuştan kodlanıyor bazı bilgiler. bu da onlardan biri.
    çok bilinen bir tamlama/tanımlama değildir esasında. gerçi ekşi'de başlığı açılmış ama bir tanım haricinde pek de bir şey yazılmamış.
    ilginç, neden hep kadınların seslendirdiğini duydum bu sözü acaba?
    kadınlarla ne ilgisi var?
    çocukken bir ingilizce kitabım vardı; maymun joe'nun maceraları gibi bir şeydi. ve sanırım epey eski bir amerika'da (1940'lar?) geçiyordu, çok güzel boyanmış kaliteli çizgileri vardı. (o kitap nerelerdedir şimdi? arasam bulabilir miyim?)
    bir de yine -net değil ama- bir roman ya da bir film hatırlıyorum ve hangisi gerçek tam hatırlayamıyorum. eğer romansa nasıl bir filmografik anlatımsa tıpkı bir film sahnesi gibi aklımda sahneleri. (insan hafızası gerçekten çok ilginç.) filmde uğursuz bir sustalı maymun oyuncak vardı, içine kötü bir ruh girmiş oyuncak maymun. maymunun koca dişeri takırdıyordu gülerken ve ellerinin arasındaki ziller uğursuz uğursuz çınlıyordu. sonra gelsin arkasından ölümler. tipik bir korku filmi işte. ve ben aslında asla korku filmi izleyemeyenlerdenim. (zaten o yüzden roman olabilir miydi hatırladığım diye düşünüyorum.)
    bu susta dediğimiz şey bir tür yaylı mekanizma. (köpeklerin sahiplerinin öğretilmiş/öğrenilmiş komutuyla arka ayaklarının üzerinde, ön ayakları önlerinde bitişik, dilleri dışarda hallerine de susta deniyor.) oyuncağın belli yerlerine bu sustayı yerleştirince, arkasındaki kurulma düzeneğini çevirdiğimizde, o oyuncak her ne ise -maymun da olur, köpek de...- zilini çalmaya, dişlerini takırdatmaya ya da ayaklarını oynatmaya falan başlıyor. kurgusu bitince de susuyor. bence çocuklara asla böyle oyuncaklar alınmamalı. durduk yerde ses çıkarır falan, çocuk da korkar, yetişkin de.*
    gerçeği böyle.
    ama bizler, dilimizin o eşsiz özelliğinden dolayı sadece sözcükleri değil, böyle bir gerçekliği olan tamlamaları dahi mecaz anlamda kullanmaya bayılırız.
    zaman içinde kurulunca oynayan bu oyuncak, belirli bir insan tipini tanımlamak için de kullanılmaya başlanmış.
    ezik sözcüğünü kullanmayı hiç sevmiyorum, kullananları da ama burada kullanma zorunluluğunu hissettim. çünkü bu sözcük, 'ezik' nitelemesiyle nitelenen insanlara 'cuk' oturuyor. edilgin, pasif, kendisine söylenenleri hemen yerine getiren, kendisi inisiyatif kullanamayan, güçsüz, başkalarına bağımlı, daha güçlü insanların baskınlığı altında sinmiş ve onların söylediklerini hemen yerine getirmeye mütemayil kişiler için kullanılıyor sustalı maymun sözü. hatta anneannemin aile arasında muhabbet ederken*; "hatice de kocasını sustalı maymun gibi oynatıyor, yazık adama." dediğini bizzat duymuş biri olarak, aslında iyi huylu, mülayim bir adam olan hüseyin enişte için üzüntü duyardım.
    insan denilen varlık gerçekten çok acımasız. hep derler ya, seni ezmeye çalışana sen de dişlerini göster diye. bizde kibarlık, incelik, hassasiyet, duyarlı ve nahif olmak hiç alkışlanmaz, hiç. bu anlayış değişmedikçe de bu toplumun 'adam olma'* ihtimali mars'ta koloni kurulana kadar uzar. yazık.

« / 10 »