entry'ler (142) - sayfa 10

başlık listesine taşı
  • rayiha

    kökeni arapça ruh kelimesi olan sözcük. ruh; soluk, nefes, koku anlamlarına geliyor. rayiha da güzel koku demek. eğer denk gelirse kullanmaktan hoşlandığım sözcüklerdendir. hele günümüzde, neredeyse bütün kokuların sahte ve birbirine benzediği dünyamızda, gerçekten 'rayihalı' bir şeye rastlarsak, o fırsat kaçırılmamalı. tıpkı benim bu gece yaptığım gibi:
    az önce içtiğim yeşil çaya attığım mis kokulu portakal kabuğunun kokusu. olmaz böyle bir koku. ben gerçeğim, ben safım diye haykırıyor neredeyse. aklıma distopik filmler, dünyadaki son insanların da ölmesinden hemen öncesini anlatan filmler geliyor. kalan son portakalı sırayla koklayan umutsuz ve çaresiz insanlar.
    işte öyle bir koku; yeryüzü, verim, tabiatın ta kendisi. bütün rayihaların en güzeli.

  • bilinç akışı

    en basit anlatımına belki virginia woolf'un mrs. dalloway romanından satırlar örnekleyerek ulaşacaktım, maalesef kopyalayamıyorum, o satırları buraya geçirmek de şu an zor geliyor.

    virginia woolf, mrs. dalloway romanında, romanın başkahramanı mrs. dalloway'i londra'da birkaç saatlik bir gezintiye çıkarır. clarissa dalloway, londra sokaklarında yürürken hem aksiyon halindedir, yani dükkanlara girer çıkar, alışveriş yapar, tanıdıklarıyla selamlaşır, günün ve havanın keyfini çıkarır; bir yandan da neredeyse bütün geçmişiyle, geçmişteki ve şimdiki tanıdıklarıyla, yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla hesaplaşır, kafası da bedeni gibi hareket halindedir. düşünceleri oradan oraya atlar, gördüğü, duyduğu, dokunduğu, kokladığı, tattığı her şey onda düşünce yumakları oluşturur. anlatıda, o an ve clarissa'nın aklından geçenler iç içedir. bu belli bir sırayla olmaz, çağrışımlarla olur.

    aslında gerçek hayatta da öyledir. düşüncelerimiz sınırsızdır. bize, her şey, her şeyi çağrıştırabilir. tam şu andan çocukluğumuzun hatırladığımız en genç evresine atlayabiliriz ya da gelecekle ilgili düşünceler geçmişle çözülmez yumaklar, anlamlı ya da anlamsız birliktelikler oluşturabilir.

    bu teknik zor bir teknik. dünyanın en büyük ve güçlü yazarlarından 'bazılarının' gerçekten büyük bir başarıyla uyguladıkları bir teknik.

    bu tekniği bütün bir roman boyunca uygulamak aslında en zor olanı. virginia woolf bunu başarıyor. ama bu tekniği kullanan birçok yazar, bunu bütün roman boyunca devam ettirmez, yalnızca ihtiyaç duyduğu yerlerde kullanır.

    bu teknik okuyuşu zorlaştırır mı? evet. sıradan okuru sıkar mı? evet.

    günümüzde özellikle genç okurlar, hızlıca akan maceraların içine dalmak istiyorlar. sabırsızlar. tıpkı bağımlısı oldukları bilgisayar oyunları gibi, kişiler, güçler, silahlar.......her şey belli olsun, zaman hızlıca aksın ve her şey bir sonuca ulaşsın istiyorlar. belki de haklılar.

    oysa bilinç akışı tıpkı insan ruhu gibi. -ruh sözcüğü burada metafor olarak kullanıldı.- insan, belki gelecekte de bugün olduğu gibi hiçbir bilgisayarın çözümleyemeyeceği kadar karmaşık ve belirsiz olacak. bırakalım öyle de kalsın (mı acaba?).

    bilinç akışı tekniğini türk edebiyatı'nda en iyi kullanan yazar yusuf atılgan. anayurt oteli romanında denediği bir teknik bilinç akışı tekniği. anayurt oteli'nin insanı boğan havası yalnızca zebercet'in manyaklıklarından, kaybetmeye mahkum oluşundan değil, bilinç akışı tekniğinden de geliyor. bu da yazarın bilinçli seçimi. yusuf atılgan'ın önünde saygıyla eğiliyorum.

    bilinç akışı tekniğine örnek olarak ders kitaplarında da bulunan bir nedim gürsel öyküsünden alıntılama yapmak istiyorum. buraya kadar okuyanlar o satırları da okursa, yukarıda açıklamaya çalıştığım tekniği daha iyi anlayabilirler. aldığım örnekte kahramanın kafasından geçen çağrışımlara dikkat ediniz.

    "yol boyu kavak ağaçları, köprü, yokuş yukarı dar sokak… sokağın bitiminde kediyi gördüm. yıkık bahçe duvarından duta tırmandı, oradan da çatıya. baktım baca tütüyor. rüzgarla savrulan kül rengi, yoğun bir duman. kedi dumana girdi çıktı. kiremitlerin arasında kayboldu sonra. bahçe kapısının önünde durdum. girsem yol bitecek. ömür biter, yol bitmez… kentlerin, otellerin duvarlarında yazılıydı. bir geminin beyazında, trenlerin, uçakların alnında. bekleme odalarında, gar saatlerinde, kamyonların, otobüslerin ön camlarında yazılıydı. ya da tanıdık bir ses hep bu cümleyi fısıldadı kulağıma: ömür biter, yol bitmez. girsem paris'te figuier sokağı'ndaki odamın kapısı çalınmayacak bir daha. ne telefon çalacak ne de notre dame'ın çanları. gece lambamın ışığına üşüşmeyecek türkçe sözcükler. bu sürgün bitecek. girsem sofada sedirin üzerinde bulacağım seni. saçların ağarmış, yuvarlak beyaz yüzünde sabır."

  • malumun ilamı

    yerine 'malumun ilanı' kullanılarak sıklıkla yanlışa düşülen arapça tamlama. 'ilam' sözcüğü, mahkeme ilamı dışında günlük hayatımızda kullanmadığımız bir sözcük olduğu için bu anlaşılabilir bir durum aslında. malumun ilanı ifadesini kullananlar, -doğal olarak- daha tanıdık olan, hem yerine tam oturduğunu düşündükleri, hem günlük hayatta da kullandıkları 'ilan' sözcüğünü kullanmayı tercih ediyorlar.
    malum, bilinen demek, ilam da bildirmek demek ve ikisi de arapça aynı kökten geliyor; alim, ilim, muallim, talim, allame.... sözcükleri gibi.
    malumun ilamı, -tam olarak, birebir sözcük anlamıyla-; 'bilineni bildirme' demek.
    'ilan' da aslında ilamla çok benzer bir anlam taşıyor; açıkça bildirme, duyurma, duyuru. ve 'malumun ilanı' dediğinizde de ne dediğiniz anlaşılıyor. sadece 'malumun ilamı', ikisi de aynı kökten gelen sözcükler olarak daha güçlü ve kulağa daha hoş geliyor.
    sonuç olarak hangisi hangisinin yerini alacak, zaman gösterir elbet ama benim için fark etmeyecek. (galat-ı meşhur lugat-ı fasihten yeğdir.*)

  • ah mine'l-aşk

    'google'ladığınızda hakkında yüzlerce sayfa yazı bulabileceğiniz bir arapça tamlama. bazen bir şey hakkında sayfalarca yazı yazasım oluyor. bazen de -özellikle bu sözcük grubu gibi- açıklamasını bu kadar önemsediğim bu tür 'kavram'ları ne kadar açıklarsam açıklayayım, değerine varamayacağım, hatta yanına bile yanaşamayacağım korkusu ve isteksizliği ile kısaca kestirip atmak istiyorum. (bunu itiraflara da yazabilirdim sevgili okur ama işte yeri burasıydı, yazdım.)

    'her şey aşktan' anlamına geliyor bu 'kavram'. tasavvufta çok kullanılmış. evrenin ve insanın yaratılma nedeni: aşk.
    edebiyata bulaşan hemen herkes hakkında bir şeyler yazmış. şeyh galib'inki çok ünlü mesela:

    "âh mine'l ışkı ve hâlâtihî
    ahraka kalbî bi harârâtihî"

    (şöyle çevrilebilir; ah! hararetiyle kalbimi yakıp kavuran 'aşk'tan ve onun bütün hallerinden çektiklerim!) (ya işte böyle, 'âşık'ın halinden mâşuklar anlarmış'.) (illa ki, araya böyle şeyler sıkıştırmasam olmaz.*)

    aşk, dünya yüzünde içinde duygu barındıran her canlının başına gelen bir hadise olduğundan tabii, bu 'aşk'a dair her bir şeyi bir çırpıda anlatıveren söz çok sevilmiş; kimi pazusuna dövme yaptırır(1), kimi adına kitap bastırır(2), kimi şiirini yazar, kimi 'hat'tını çeker, kimi sadece hakkında yazar bencileyin.

    (bu başlığa geri dönülüp ekleme yapılacaktır. çünkü bu güzelim sözlere haksızlık edildiği duygusundan bir türlü kurtulunmamaktadır.)

    (1): ihsan oktay anar; puslu kıtalar atlası, arap ihsan
    (2): iskender pala, aynı adlı kitabı

  • hasan hüseyin korkmazgil

    izmir'de sahafların birinden aldığım ona ait bir şiir kitabında, el yazısıyla bir-iki satır ve imzası bulunan, bu nedenle gözüm gibi sakladığım bir kitaba sahip olmamı sağlayan toplumcu-gerçekçi şiirimizin büyük şairi.
    dağ gibi bir adam derler ya, hasan hüseyin benim için işte o dağ gibi adamın ta kendisi.
    çok sevdiğim bir arkadaşım, onun şiirlerinden birinin sadece bir dörtlüğünü bestelemişti. devamını getiremedi. o da şimdi çok sevdiği hasan hüseyin'in gittiği ışıklı yolda. şiirin tamamını aşağıya koyacağım ama özellikle şiirdeki dörtlük, işte o dörtlüğü dikkatle okumanızı ve arkadaşımın sesiyle dinlemenizi ne çok isterdim. (şiirin adı kocabebek)

    bu demir divriği dağlarından
    ben soktum ulan ben soktum
    bu namlu divriği demirinden
    ben döktüm ulan ben döktüm
    bu ak bileklerde bu kara kelepçe
    ben dövdüm ulan ben dövdüm
    ben dövdüm ateşlerde bu kelepçeyi
    bu biçimi bu demire ben verdim

    şimdi kaysı çiçekleri tozutur geçer
    şimdi şarap düşer kızgın bağlara
    şimdi sevdiğimi alır giderler
    güz oturur gözlerime daglar uy

    varalım diyelim ki heeeey diyelim
    nakişcana duralım korolarla diyelim
    heeeeey diyelim heeeeey
    yıkılır bu düzmeceler yıkılır
    köprüler kurulur aydınlıklara
    gelir birgün kaşla göz arasında
    en gizli tomurcukların ucunda gelir
    ekmeksiz evin yalnızlığında
    kınasız parmakların bakışlarında
    uykusuz gecelerin ardında gelir
    halaylarla çıkalım korolarla duralım
    heeeeey diyelim heeeeey
    bu namlu divriği dağlarından
    bu candarma benim kapıbir komşum
    bu türkü benim türküm çoğalır kanayarak
    kelepçemin karaşında bir ak güvercin
    ustam kessin ellerimi benim çocuk ellerimi
    dağlar uy
    uy dağlar

  • jane austen

    victoria döneminin hemen öncesi ingiltere'sinin orta ölçekli soyluları ve 'eşraf'ı arasında geçen romanları, çoğunlukla 'aşk romanı' olarak nitelendirilse de modern ingilizcenin kurucuları arasında sayılan kadın yazar. jane austen, okumaya heves edenlerin bir ya da birkaç kitabını muhakkak okudukları bir yazardır. türkçe çevirileri 'mükemmel' olmasalar da iyidir, fakat austen'i aslından okumak da ayrıca hem keyifli hem yararlıdır; özellikle ingilizcesini belirli bir düzeyin üzerine çıkarmak isteyenler için.

    benim naçizane fikrim, onun romanlarının bunca sevilmesindeki asıl sebep, austen'in romanda doğru kimyayı bulabilmesindedir. insanların hiçbir zaman göz ardı edemeyecekleri; ekonomik sorunlar, kuşaklar arası çatışma, sınıflararası farklılıklar ve bunların yarattığı sorunlar.. onun kitaplarının genel-geçer konularıdır. yazar bunları anlatırken hep bir genç kadının gözünden izletir bize olayları. tarafsız değildir elbette, ama bizi etki altında bırakan, onun 'ikna' kaabiliyeti değil, olayların gelişimi içinde bizim onun kahramanıyla özdeşleşmemizdir ki, bunu gerçekten başarıyla yapar.

    yazmaya çalışan biri olarak, onun bu gerçekten 'kolay' okunur romanlarını, hafife almadan ki, bu imkansızdır -çünkü sanki sözleşmişler gibi hemen bütün edebiyat otoriteleri onun eserlerini göklere çıkarırlar demesek bile 'ciddiye alırlar'- insanlarda okuma hevesini uyandırmak (/arttırmak) için öneriyorum. çünkü biliyoruz ki, 'dünyayı güzellik kurtaracak.'

  • damascus

« / 10