• destan kavramını tanımlamadan önce destanların, var oluşlarına/meydana gelişlerine göre; doğal destanlar ve yapay/yapma destanlar olarak ikiye ayrıldığını yazmamız gerekir.
    önce doğal destan:
    bir ulusun tarihin bilinmeyen bir döneminde başından geçen çok önemli olayların (savaş gibi, kıtlık gibi, göç gibi, büyük iklim değişiklikleri, salgınlar, hastalıklar gibi........) halkın dil hafızasında unutulmayarak, nesilden nesile aktarılmasıyla ve geçen zaman içinde, içine her türlü olağanüstülüğün de girmesiyle oluşan, günün birinde de bir derleyici tarafından derlenerek yazıya geçirilen hikayeler bütünü olarak tanımlayabiliriz destanı.
    dilimize farsçadan geçmiştir. yunancası epos (şiir) sözcüğünden gelir ve batı dillerindeki karşılığı 'epope'yi oluşturur.
    bütün ulusların destanı vardır ama tarihte rol oynamış önemli ulusların destanları daha çok bilinir. örneğin ilyada ve odisei birer destandır. ya da ünlü iran ozanı firdevsi'nin yazıya geçirdiği şehname bir destandır. bizim oğuz kağan bir destandır. kırgızların hala devam eden manas destanı da bir destandır. kalevala da.
    destanların en önemli özelliklerinden biri, manzum olmalarıdır. mutlaka gerçek bir olaya dayandığı için, içinde ne kadar olağanüstülükler de olsa tarihi bir kaynak olarak da kabul edilirler.
    doğal destanlar;
    -çekirdeklenme/doğuş
    -oluşum/yayılma
    -tespit ve derleme/yazıya geçirilme aşamalarından geçerler. günümüzde yazıya geçirilmiş halleriyle bildiğimiz, -özellikle türk destanları için konuşursak- nesir halinde okuduğumuz destanlar, başlangıçta destana konu olan olay 'vuku bulduktan' sonra, sözlü gelenekte, oluştuğu ulusun halk şiiri geleneklerine göre şiir olarak oluşmaya başlar.
    neden şiir? çünkü, geçmişte okur yazarlık ya yok ya da çok elit bir azınlığın tekelinde. var olanı unutmamak için -genelde- ölçülü, kafiyeli ve kolay akılda kalır biçimleriyle ezberlemeniz gerek. destan, böyle böyle kuşaklar boyunca gelişiyor. hatta, gezici ozanların görevi bunları ezberlemek ve gittikleri farklı yerlerde yaptıkları gösterilerde bunları okuyarak halkı eğlendirmek. böylece hem geçimlerini sağlıyorlar hem de kültürü taşıma görevini üstlenmiş oluyorlar.

    burada konunun bir de destansı hikaye (epiko romanesk) kısmına değinmemiz gerekir. örneğin bizdeki dede korkut hikayeleri, başlangıçta bir destan olarak başlamış ama destanlaşamadan yarı manzum yarı nesir olarak büyük ihtimalle 15. yy. da yazıya geçirilmişlerdir. ve epiko romanesk örneği olarak kabul edilirler.

    doğal destanlar da yapma destanlar da manzumdur. yapma destanlar, ulusun yaşadığı çok önemli bir tarihî olay sonucunda ya da doğal destanlardan etkilenerek, doğal destanlara öykünerek yazılırlar. onları birbirinden ayıran en önemli fark; doğal destanların halkın ortak ürünü/anonim olmaları, sözlü gelenekten gelmeleri, oluşmalarının yüzlerce yıl sürmesi ve bir derleyicisi, yazıya geçiricisi bulunması; yapay destanların ise kimin tarafından, neden yazıldığının bilinmesidir.

    fazıl hüsnü dağlarca'nın üç şehitler destanı
    nazım hikmet'in kuvayi milliye destanı
    gülten akın'ın maraş'ın ve ökkeş'in destanı
    eserleri bizim edebiyatımızdaki yapma destan örnekleridir.

    batı edebiyatı'ndan da yapma destan örnekleri verirsek;
    -17. yy. ingiliz şairi john milton'ın kayıp cennet'i (paradise lost)
    -italyan edebiyatı'nda torquato tasso'nun gerusalemme liberata adlı eseri (kurtarılmış kudüs, 1581) sayabiliriz. daha pek çok örneği var elbette, hem bizde hem dünyada. ama onlar da başka yazıların konusu olsun.