entry'ler (57) - sayfa 2

başlık listesine taşı
  • comfort food

    ingilizce bir terim. kişinin yediğinde kendini daha iyi hissetmesini sağlayan yiyeceğe denir. bu yiyecek genelde kötü bir gün geçirildiğinde, mutsuz olunduğunda, depresyondayken aşerilir ve kişi bunu yediğinde bir süreliğine kendini daha iyi hisseder.

    bunun arkasında aslında çok basit bilimsel bir neden vardır; serotonin ve dopamin. başka görevlerin yanı sıra, bu iki hormon kendimizi nasıl hissettiğimizi kontrol eder. dopamin anlık bir mutluluk sağlarken, serotonin daha uzun vadeli bir "mutluluk hormonudur".

    sevdiğimiz şeyleri yiyip, mutlu olduğumuz zaman, vücut bu yiyecekleri bu hormonlarla bağdaştırdığı için, ne zaman o yiyecekleri yesek, bu iki kimyasalı salgılar. özellikle de dopamin'i.

    yani çocukken yediğiniz ve yemekten zevk aldığınız bir yiyeceği yetişkinliğinizde mutsuz olduğunuz zaman yediğiniz zamanda keyfinizin yerine gelmesinin nedeni budur.

    tabii bu yiyeceklerin çoğu karbonhidrat ve/veya şekerli yiyecekler olur. istisnalar illa ki vardır ama bugüne kadar mutsuz olduğunda bamya yemek isteyen kimseyle henüz tanışmadım. ha, bamya yenir yenmesine de böyle sevgilinden ayrıldığında yenecek bi şey değildir. *
    makarna, patates, tatlılar, çikolata comfort food'lara örnektir.

    benim için çay ve kektir. istinasız. ikisinin karışımı bir anda keyfimi yerine getirir.

  • çay

    türklerin gece gündüz ayırt etmeden rağbet ettiği içecek. içindeki uyarıcı tein maddesinden dolayı saat 16:00-17:00'den sonra içersem, bütün gece baykuş gibi oturtuyor beni. o yüzden akşamları keyif çayı diye bir kavram bende hiç olmuyor. bazen çok canım çekiyor, niye bilmiyorum. aşeriyorum sanki resmen ama su içiyorum yerine, ya da bitki çayı. ama aynı tadı vermediği için hüsran oluyor.

    bi de küçüklüğümden beri çayı sütle içerdim. büyüdükçe böyle devam ettim. ıyy çay sütlü mü içilirmiş, bre midesiz demeyin. comfort food'um oldu sütlü çay hep. yanında kekle tabii. sonra laktoz intoleransı başladı, bırakmak zorunda kaldım. aklıma geliyor arada sırada, canım çekiyor, çok özlüyorum.

    ne bileyim, öyle paylaşayım dedim. günlüğüme yazmış gibi oldum valla. evet, hayatım günlüğümde çay hakkında sızlanacak kadar sıkıcı.

  • cute aggression

    mesela şöyle veya şöyle bir şirinlik gördüğünüzde gelen, "ben bunu cılk diye ses gelene kadar sıkarım" hissi var ya? hah, işte onun ingilizcesi. bir nevi elmyra'lık yapmak yani.

  • iqsözlük

    nedir, kimdir vs. ve soru işaretiyle biten başlıkları anlayamıyorum. biri açıklayabilirse sevinirim. nereye yazacağımı da bilemedim bu girdiyi. kimseyi hedef almadan hemen gözümün önünden bir örnek vermek istiyorum.

    gastroentrit nedir? buradaki nedir'in amacı ne? sadece gastroentrit diye açılıp, altına gastroentrit ile ilgili bilinenler yazılamıyor mu?

    aynı şey hannibal kimdir? başlığında da geçerli. sadece hannibal diye açılamıyor mu? benim atladığım bir özelliği mi var bu başlıkların?

    görünce kendimi riziko yarışmasında gibi hissediyorum.

  • tonik

    genelde bazı içkilere, kokteyllere katılan ama bazı insanların içine limon falan sıkarak sade de içtiği acımtırak alkolsüz içecek. ayrıca cilt bakımında da, cildi sıkılaştırmak ve gözenekleri küçültmek için kullanılır.

    acı tadı, içinde bulunan kinin maddesinden kaynaklanır. 18'inci yüzyılda hindistan'daki ingiliz askerleri sıtmayı tedavi etmek için kinin tozu kullanırlarmış. ama tadı o kadar acıymış ki, tek başına kullanmak imkânsızmış. bu yüzden de maden suyuna katıp, içmeye başlamışlar. böylece ortaya tonik denen bir içecek çıkmış. daha sonra dönüşte de toniği, cin çılgınlığının yaşandığı avrupa'ya getirmişler ve cine eklemeye başlamışlar. cin tonik de ortaya böyle çıkmış. *

  • chianti

    adını toskana'nın bir bölgesinden alan şarap türü. bölgenin şarapçılık tarihi 14'üncü yüzyıla dayansa da, chianti şaraplarının tescillenmesi ancak 1716 yılında gerçekleşmiş ve zamanla 'chianti' adı, diğer kırmızı şaraplardan çok daha farklı bir karışıma sahip bir şarap türü anlamına gelmeye başlamış. formül resmi olarak %70 sangiovese, %15 canaiolo, %10 malvasia ve %5 oranda da diğer yerel kırmızı çeşitleri olarak belirlenmiş. geleneksel olarak tombik bir şişede olan chianti, "fiyasko" adı verilen hasır sepetlerde servis edilir.

    hafif tatlı bir kırmızı şaraptır. ama bana göre şerbetten hallice porto kadar değil. yemeğe eşlik edebilecek hoş bir aroması vardır. etlerle tavsiye edilir.

    ayrıca hannibal lecter'ın da en sevdiklerinden biridir:
    i ate his liver with some fava beans and a nice chianti

  • daiquiri

    orijinali rom, misket limonu suyu ve şekerle yapılan kokteyl.

    adını içkinin ilk yapıldığı yer olan küba'daki daiquiri şehrinden almış. ancak yıllar geçip de, kokteyl amerika'da yaygınlaşınca, yok çilekli, yok karpuzlu, frozen, muzlu vs gibi farklı türleriyle şeker bombası haline gelmiş. kaliteli malzemeler kullanılması gereken bir içkidir aslında. kullandığınız rom fazla tatlıysa, şekerden içilmez hale gelir.

    bir ölçek misket limonu suyu, 2 ölçek rom, 2 çay kaşığı şeker. şeker ve misket limonu suyunu shaker'a atıp, şeker eriyene kadar sallayın, sonra ağzına kadar buzla doldurup, romu ekleyin. biraz daha salladıktan sonra süzerek martini veya margarita bardağında servis edin. görseli tamamlamak için de, bardağın kenarına ince bir dilim misket limonu iliştirebilirsiniz.

  • margarita

    tekila, triple sec ve misket limonu suyuyla yapılan kokteyl.

    ilk kimin yaptığı bilinmese de, tekilanın anavatanı meksika'dan çıktığı konusunda herkes hemfikir. margarita'nın en bilinen özelliği, bardağının kenarının tuzla çevirili olmasıdır. daiquiri gibi margarita da amerika'ya geldiğinde evrim geçirip, meyveli ve frozen gibi türlerle epey çeşitlenmiştir. bu tür margarita'larda bardağın kenarı şekerle çevirili olur.

    klasik margarita için genelde iki ölçek tekila, bir ölçek triple sec ve bir ölçek misket limonu suyu kullanılır. shaker'da tüm malzemeler buzla sallandıktan sonra, içi buzla dolu ve kenarı tuzla çevrilmiş bir margarita bardağında servis edilir.

  • cin tonik

    cin tonik, gelmiş geçmiş en klasik, en zamanla eskimeyecek içkilerden biridir bence ve iyi bir cin tonikte en önemli iki şey, bol buz * ve cinin kalitesidir. gençler bilmez bizim zamanımızda tekel cin vardı, köpek öldüren gibi, hiçbir şeye benzemezdi yaptığın cin tonik. neyse huysuz kedili teyze modu: off.

    bardağınızı öncesinde dondurabilirseniz, daha da süper olur. böylece buzların eriyip, içkiyi sulandırması biraz daha gecikir. geleneksel oran 1:3'tür. yani bir ölçek cine, üç ölçek tonik. içine birkaç damla limon, kenarına da bir dilim limonla servis edilir. ya da misket limonu, ya da portakal. damak zevkinize bağlı. narenciye cindeki farklı tatların öne çıkmasını sağlar.

    bir de eskiden beri cin tonik bizim su bardağı dediğimiz bardaklarda servis edilir.
    şimdi birçok yer, havalı olsun diye şu kocaman balon şarap bardaklarında hazırlıyorlar.
    evet, göze hitap eden bir sunum oluyor ama bardak büyüdükçe, toniğin gazı daha çabuk kaçıyor. içkinin de keyfi kaçıyor. yeni moda cin toniklerde ayrıca farklı yan tatlar kullanılıyor. narenciyenin yanı sıra biberiye, zencefil, fesleğen gibi ek tatlar ekleniyor ama bunların hepsi çok baskın tat olduğu için bence cindeki tatları bastırıyor.

    ayrıca ayrı tatlarda cinler de var artık piyasada. pink cin dedikleri çilek ve frambuazlı oluyor. biraz fazla tatlı ama. greyfurt suyu ekleyip, tatlısını yumuşatabilirsiniz.
    kan portakalı cin var, tatlı ama pink kadar değil. gooseberry (bektaşi üzümü) cin de tatlı ama mayhoş oluyor.

    ya da normal cin tonik'e portakal suyu ekleyebilirsiniz benim gibi çok tatlı olmayan tatlı içkileri seviyorsanız. afiyet olsun.

  • long island iced tea

    eşit miktarlarda tekila, votka, rom, cin, triple sec, limon veya misket limonu suyu ve kolayla yapılan, %22'lik alkol oranıyla* insanı fena çarpabilen bir kokteyl.

    içkinin adını nasıl aldığına dair iki hikaye mevcut. birincisi 1970'li yıllarda long island, new york'ta yaşayan robert butt'ın, kokteyl yarışması için icat ettiği yönünde. ikincisi de, ta 1920 yılına, amerika'daki içki yasağının fırtına gibi estiği yıllara kadar gidiyor. long island tennessee'de yaşayan ihtiyar bishop adlı bir adam, içki yasağı sırasında buzlu çay olarak gizleyebileceği ve en fazla 1-2 kadeh içilebilecek bir kokteyl icat etmiş ve ortaya long island iced tea çıkmış. bu hikayeye göre içinde kola değil, yine kehribar rengindeki akçaağaç şurubu ve ayrıca viski varmış.

    genelde uzun bardaklarda servis edilir ama shot olarak da içilebilir.
    shot:
    uzun bardak:

  • triple sec

    üç kere damıtılmış portakal aromalı, şeffaf likör. cointreau, grand mariner ve curaçao da birer triple sec'tir. tek başına yemekten sonra dijestif olarak içilebilirken, cosmopolitan, long island iced tea, margarita, daiquiri gibi birçok kokteylin olmazsa olmazıdır.

  • cosmopolitan

    1980'li yıllarda amerika'da icat edilen ama sex and the city dizisiyle iyice tanınan kokteyl.


    orijinali 5 ölçek votka, 2 ölçek triple sec, 1 ölçek misket limonu suyu ve 2 ölçek cranberry suyuyla yapılır. bizde cranberry suyu bulmak zor olduğu için, o pembe rengini vermek için genelde vişne suyu kullanılır.

  • blush

    amerikalıların icadı olan ve renginden dolayı roze şaraplarla aynı kefeye konulan şarap türüdür. ama farkı anlamak için önce şarapların renginin nasıl oluştuğuna bakalım. şarap üzümleri toplandığında, saplarının ayrıldığı ve üzümlerinin fermentasyon tankına gönderildiği özel bir makinede işlem görürler. fermantasyon sırasında bir arada kalan üzümün suyu, üzümün kabuklarının rengini emer. yani ne kadar uzun bir arada kalırlarsa, şarabın rengi o kadar koyu olur.
    aslında normalde kırmızı üzümler dâhil, tüm üzümlerin suyu beyazdır. kabuğuyla ne kadar bir arada kalırsa, renk o kadar koyulur. roze şarap üretiminde, o pembe rengin oluşması için üzümler daha çabuk ezilir ve koyu rengi veren kabuklardan daha çabuk ayrılırlar. tabii bu arada tattan feda edilir. bu yüzden özel pembe üzümler üretilse de, blush yapımında tadı arttırmak için beyaz ve kırmızı üzümlerin karışımı kullanılabilinir. ancak roze asla ve asla beyaz ve kırmızı üzümlerin karışımından yapılmaz. rozede sadece kırmızı üzümler varken, blush'ların yapımına beyaz üzüm eklenebilir. yani her roze blush'tır ama her blush roze değildir.

    reklam yapmak gibi olmasın ama piyasada bulunan blush'lar arasında benim favorim cielo blush'tır.

  • yeni rakı'nın o gün geldiğinde reklam filmi

    valla rakı en az 1000 lira olmuş mekanlarda, marketlerde desen en az yarısıdır. diyelim ki olan oldu, mucize gerçekleşti 15 mayıs'ta, bay kemal vaat ettiği gibi içkideki ötv'yi kaldırana veya iyice düşürene kadar suyla kutlama yaparım.

    gerçi suyla kutlama yapmak da o kadar kolay değil, erikli bir damacana suya 5 lira zam yapmış. az önce öğrendim. su yahu su!

  • 100. yıl marşı

    fazıl say'ın cumhuriyetin 100. yılı için bestelediği marş.

    şuradan dinleyebilirsiniz

    başıma bir şey gelmeyecekse, pek beğenmedim diyeceğim. müziğini beğendim ama ilkokul çocuğunun bile "bu ne olm" diyeceği sözler müziğe hiç yakışmamış. cumhuriyet, türkiye kelimelerinin geçmediği bir 100. yıl marşı mı olur? hele sözlerini bi didiklemeye kalksam, girdi bitmez.
    coşku moşku duymadım. bak 10'uncu yıl marşına, izmir marşına, her çaldığında akpli değilsen yerinde duramazsın.
    kendimi sokaklarda ver ver ver ver elini diye bağıra bağıra söylerken hayal edemiyorum. dile dolanacak bir şey bulamadım marşta. yazık olmuş bence.

« / 4 »