son oylananları (76) - sayfa 4

başlık listesine taşı
  • onus probandi nedir?

    onus probandi, 'ispat yükü - burden of proof' olarak çevrilen bir konsept. çağdaş hukukta, suçlamayı yapanın ispat sorumluluğunun olması ilkesi gözetilir.

    bu ilke, bir tartışmada gözetilmediğinde de mantıksal bir safsata hâlini alır. yani; önermeyi ortaya koyanın, aksini ispatı etmenin karşı tarafın sorumluluğunda olduğunu iddia etmesiyle.

    özellikle ontolojik tartışmalarda sıklıkla karşımıza çıkar. sagan'ın 'garajımdaki ejder' örneği bu safsatayı açıklamaya yöneliktir.

    yalnız ve güzel ülkemizin hukuk ütopyasından bir örnek:

    kardak krizinde çok önemli bir rol oynayarak krizi askeri bir başarı ile bertaraf etmemizi sağlayan; sat komandosu ali türkşen, balyoz davası kapsamında tutuklanır ve darbe planlamak suçu ile mahkemede savunma yapması beklenir.

    darbe planlamasının yapıldığı(word-excel?) dosyayı mahkemeye kanıt olarak sunan savcıya, ali türkşen; dalış kayıtları ile yanıt verir. zira dosyanın kaydedildiği tarihte ali türkşen dalıştadır ve denizin bilmem kaç metre derinindedir.

    buna rağmen kanıtı yeterli görülmez ve tutukluluğunun devamına karar verilir.

    ---

    evrensel hukuk ilkeleri'nin gözetilmesine dair bir ittifakımız olmadığından, bu tür kötü niyetli yargılamaların dün değerli bir komutana, bugün sana ve yarın bana zarar vermesi çok olası.

    bu olasılıkların bertarafı için de, mümkün olan en küçük yaştan itibaren sistematik bir şekilde değerler eğitimini öneriyorum. eylül'de başlasak otuz yılda fezada zeybek oynarız gibi geliyor.

  • !söyleyenin cahil olduğunu gösteren ifadeler

  • racon

    racon, dilimize italyanca'dan "ragione"den gelmiş. dolayısıyla geldiği zamanlarda "akıl yürütme" veya "ortak akıl"ı kastettiğini düşünebiliriz.

    zamanla tdk'nin verdiği anlamı olan "yol, yordam" anlamında kullanılır olmuş. mario puzzo'nun the godfather kitabından alıntılayacağım satırlar italyanların ne anlamda bu kelimeyi kullandığını iyi bir şekilde açıklıyor.


    "hagen [the don's lawyer - the don was also his only client] had learned the art of negotiation from the don himself. 'never get angry,' the don had instructed. 'never make a threat. reason with people.' the word 'reason' sounded so much better in ıtalian, ragione, to rejoin. the art of this was to ignore all insults, all threats; to turn the other cheek. hagen had seen the don sit at a negotiating table for eight hours, swallowing insults, trying to persuade a notorious and megalomaniac strong-arm man to mend his ways. at the end of the eight hours don corleone had thrown up his hands in a helpless gesture and said to the other men at the table, 'but no one can reason with this fellow,' and had stalked out of the meeting room."

  • argumentum ad antiquitam

    eğer bir fikir eskiyse, bu yüzden iyi veya doğru olduğunu kabul etmekten doğan safsata. kadimgeleneklerimizcilik. muhafazakarlık.

    örnek:
    türk geleneklerinde üniversitede erasmus'a gitmek gibi bir şey yok. böylece akademilerimiz bu tür anlaşmalarını sonlandırmalıdır.

  • şirince şarabı

    sadece şirince'de kıyamet kopmayacak hikayesi kadar olmaz olsun bir şarap.

    belki yıllar içerisinde güzel olanları da üretilmiştir bilemiyorum ama 4 yıl önceki son ziyaretimde bol bol deneyip, hiçbirini beğenmemiştim.

  • 6284 sayılı kanun

    kanunun ve uygulama yönetmeliğinin linklerini aşağıya koydum. kanun hakkında bir görüş oluşturmadan önce bunların -gerçekten- okunması gerektiğini düşünüyorum. ben de kendi mevcut politik ve ideolojik kanaatlerime göre yüzeysel bir okumayla cevap vermemek adına önce bu metinleri, sonra da bu kanun üzerine yazılmış birkaç makaleyi okudum. (bkz: iyice araştırmanı öneririm)

    öncelikle bu kanunun neden bu aralar sık tartışıldığına dair görüşümü ifade edeyim. erdoğan, fatih erbakan'ı önümüzdeki seçim için kendi saflarına davet ettiğinde, erbakan'ın koşullarından birinin bu kanunda değişiklik olduğu söyleniyor.

    eğer bu doğruysa -ki doğru olduğunu düşünüyorum- politik çehremiz beni bir kere daha utandırdı. temel insan haklarını ve onurunu zedeleyebilecek onca hukuksal garabetin içinde erbakan'ı kaygılandıran kanun işte bu: "ailenin korunması ve kadına şiddetin önlenmesine dair kanun"

    @angelo pratolini'nin neden "yetersiz metin" dediği hakkında spekülasyonum şudur: yönetmeliğe göre "delil ve ya belge aranmaksızın" koruyucu tedbirler hayata geçiriliyor. hüsamettin uğur bunun "hukuk devleti ilkesi (ve bunun uzantısı olarak açıklık, belirlilik ilkelerini), adil yargılanma hakkını, masumiyet karinesini, hak arama özgürlüğünü zedeleyici bir hüküm" olduğu görüşünde. (bkz: onus probandi nedir?)

    katılıyorum. ama bu ifadedeki amacı da anlamalı, kanunu bu minvalde düzenlemeliyiz. kanunda bir şiddet ve şiddetin tırmanması tehlikesine karşı palyatif bir çözüm üretilmiş. kanun "koru, önle, uyar, hapset" aşamalarıyla tedbirler alıyor. ve buradaki koruma tedbirlerinin alınması için delil ve belge aranmıyor. nedir bu tedbirler?

    a) kendisine ve gerekiyorsa beraberindeki çocuklara, bulunduğu yerde veya başka bir yerde uygun barınma yeri sağlanması,
    b) diğer kanunlar kapsamında yapılacak yardımlarsaklı kalmak üzere, geçici maddi yardım yapılması,
    c) psikolojik, meslekî, hukukî ve sosyal bakımdan rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmesi,
    ç) hayatî tehlikesinin bulunması hâlinde, ilgilinin talebi üzerine veya resen geçici koruma altına alınması,
    d) gerekli olması hâlinde, korunan kişinin çocukları varsa çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere dört ay, kişinin çalışması hâlinde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek şartıyla bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması.

    görüldüğü üzere "koruma tedbirlerinin içerisinde" şiddet zanlısını cezalandıracak bir eylem yok. eşi veya ilişkide olduğu kişiden uzak kalmak isteyen bir kişinin bunu yapabilmesine dair tedbirler alabilmesi durumu "aile" mefhumu ile neden çelişiyor? bu soruya gerçekten sağlıklı bir yanıt bekliyorum. sorularım şunlar:

    1- aile kurumu, uzak kalmak istenen eşten uzak kalamamayı mı gerektirir?
    2- aile kurumu, insan iradesinin ve özgürlüğünün "ailede olmak" uğruna göz ardı edilebilmesi mi demektir?

    @lidyali solon da kanun için "türk toplumunun gelenek, görenek, örf, adet, inanç ve toplumsal yapısına taban tabana zıttır." diye görüş belirtmiş. eski türklerdeki bir deyimi aklıma getirdi: "töre konuşunca han susar"

    birincisi; "törenin değiştirilmez hükümler içerdiği sonucu çıkarılmamalıdır. töre hukukunun hükümleri, tıpkı yazılı hukukun hükümleri gibi eskimektedir. hükümleri eskiyen, değiştirilmesi gereken töre, çevre ve imkânlara uygun yeniliklere açıktı." (10)(9)

    törenin ve geleneğin gerçekten ne olduğunu da yeniden düşünmemiz gerekir. mandaloğlu'nun kaynaklarda verdiğim makalesi töre meselesini yeniden düşünmek için iyi bir kaynak. tabii türk adetleri ve töreleri derken vahhabi ideolojisiyle yeniden yorumlanmaya ve dayatılmaya çalışılan arap-islam geleneklerini kastetmiyorsak.

    öncelikle türk töresine göre birliği kuracak olan oğlan ve kızın bu evlilik için rızasının olması gerekir. geçenlerde @angelo pratolini'nin yazdığı evliliğe rızası olmayan bir kızı kaçırma adeti hunlarda ve göktürklerde yoktur. (bkz: ala kachuu nedir?)

    başlık parası konsepti de türkler için yeni bir adet. bu küçültücü pratiğin yerine eski adetlerde, karşılıklılık esasına dayanan kalın ve çeyiz uygulaması vardı. boşanma halinde "kalın" bedelinin "erkeğin kusurlu olduğu" veya "bahanesiz" boşanma gerçekleştiği takdirde kız evinde kalması yönüyle, mehr-i müeccel'e benzediği söylenebilir. "kalın"ın başlık parasından farkını görmek için nelerden oluştuğuna bakalım.

    1- kara mal: söz kesme anında babaya verilen mal. baba bununla kızına çeyiz hazırlamak zorundadır.
    2- yelü: erkeğin ilk ziyaretinde nişanlısına verdiği hediye.
    3- tüy mal: düğün masraflarına katkıda bulunmak üzere verilen mal.
    4- süt hakkı: kızın annesine damat tarafından verilen hediye.

    ayrıca bu evlilikte iç-güvey veya iç-gelin uygulaması yoktur. evlenen çift kendi ailelerini ve sosyal çevrelerini, kendi mülkleriyle beraber edinirler. yine kuzenle evlenme uygulaması gibi adetler de türk yaşantısına sonradan girmiştir. hunlar ve göktürklerde ekzogami uygulanırdı. yani evlenilecek kişinin sosyal ve biyolojik olarak farklı bir grubun üyesi olması ilkesi gözetilirdi. (8)

    kadının haklar ve sosyal statüsü de sanılandan farklıdır. kadın haremlik-selamlık, kaç-göç adetleri ile toplumdan dışlanmaz. şölenler ve kurultaylara katılır. önemli diğer bir nokta da kadının kocasından boşanma hakkı. türk gelenekleri kadına kocasından boşanma hakkını teslim etmektedir. bilindiği gibi hanefi mezhebinde eğer kadına boşanma hakkı önceden verilmemişse, kocasını boşama hakkı yoktur. *

    sonuç olarak, eğer naif veya yanlı bir tavırla değil, gerçeği bulmak arzusuyla okuma yaparsak; arap-islam zihniyeti ve türk geleneklerinin hangisinin kadını hak ettiği toplumsal ve hukuksal pozisyona yaklaştırdığını anlamak zor değil. bununla beraber, kadın veya erkek herkesi, gelenek-görenekle değil de evrensel hukuk ilkeleri ve özgürlük prensibi ışığında haklandırmak ve değerlendirmek gerekir.

    ille de töre, ille de gelenekler gözetilecekse de türk-islam sentezi gibi ideolojiler yerine öz değerlerimizi bilerek bunlara referans vermek tercih edilmeli diye düşünüyorum.

    sonuç ve çıkarım:
    yasanın muğlak ifadelerden arındırılarak "belirlilik ilkesi" ile yeniden yazılması gerektiğini düşünüyorum. ancak koruyucu tedbirlerin derhal alınabilmesi gerekir. çünkü şiddete uğrayan veya şiddete uğrama ihtimali olan tarafın, "suçu ispatlanmayan kimsenin cezalandırılmadan" korunması elzem.

    son görüşüm de şu; artık eğitim midir, kanun mudur, her ne önlem düşünülmesi gerekiyorsa düşünüp faaliyete geçelim ki, ilkel kabile toplulukları gibi değil, uygar toplumlar gibi yaşayabilelim. 2023 yılında hâla "kadın, aile birliği uğruna evinden istese de uzaklaşamasın mı acaba?" diye düşünüyorsak ivedilikle genel zihniyetimizi gözden geçirmeliyiz.

    kaynak:
    1- aydoğan a.(2018), '6284 sayılı ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair 2- kanun'un "şiddeti önleme" yükümlülüğü' 92(3) ibd 215-217.
    3- ceylan e.(2013), 'türk hukukunda aile içi şiddet ve kadına karşı şiddetin önlenmesiyle ilgili düzenlemeler' 109 tbb dergisi 13-54.
    4-bayraktar, köksal; eroğlu, fulya(2012); "aile içi şiddete ilişkin ceza kanunu çerçevesinde genel bir inceleme", yeditepe üniversitesi hukuk fakültesi dergisi (yühfd), cilt vııı, sayı: 2 (2011), cilt ıx, sayı: 1
    5- uğur h (2012). kadın ve aile bireylerine yönelik şiddete karşı 6284 sayılı kanunun getirdikleri. türkiye barolar birliği dergisi, 0(101), 333 - 366.
    6- uygulama yönetmeliği
    7- kanun metni
    8- oguz, m. öcal (2012), "yazılı hukuk ve sözlü hukuk açısından evlenme pratikleri ve
    töre cinayetleri", millî folklor, yıl 24, sayı 95, s. 103-113.
    9- kafesoğlu,ibrahim (1993), türk milli kültürü, boğaziçi yayınları,istanbul.
    10- mandaloğlu m (2013). islamiyetten önce türklerde aile hukuku. türkiyat araştırmaları dergisi, 0(33), 133 - 159.

  • straw man fallacy nedir?

    konuyu saptırmanın bir türü. (bkz: red herring)

    tartışmanın bir tarafı, karşı tarafın argümanına cevap vermek yerine hayali bir argüman yaratıp onu çürütmeye çalışır. karşı tarafın savunmadığı -çoğunlukla da saçma- bir düşünceyi, karşı taraf savunuyormuş gibi yapar. örneklere bakalım:

    a: sağlık sisteminin özelleşmesi hem kamudaki israfın engellenmesini sağlayacak, hem de alınan sağlık hizmetini daha kaliteli hale getirecektir.
    b: fakirler hastalanınca ölsün diyorsun yani?

    yalnız ve güzel ülkemden bir örnek:
    a: burada yapılacak bir termik santral doğaya ve çevrede yaşayan insanlara zarar verecektir. yapılmaması gerekir.
    b: türkiye karanlıkta kalsın mı istiyorsun?


    birinci örneğe daha yakından bakalım. a kişisi, özelleşmiş bir sağlık sisteminden faydalanamayacak kadar fakir insanlar hakkında herhangi bir beyanda bulunmadı. ama karşı taraf ustaca bir retorik manevrayla onun bunu da kastettiğini söyleyerek tartışmanın eksenini tartıştığı kişinin ahlaki duruşuna çekti. bu zeminde tartışmak hangi taraf için daha kolay? elbette b için. şimdi a kişisi "ben onu mu diyorum?" minvalinde bir cümleyle asıl argümanın tartışılmasına davette bulunmaz da zokayı yutarsa, sağlık sistemine dair görüşleri yerine, insani ve ahlaki pozisyonunu savunmak zorunda.

    ikinci örnekte ise safsatamız daha berrak bir şekilde görünüyor. a kişisi "memlekette enerji üretilmesin" dedi mi? hayır. "termik santral hiçbir yere kurulmamalıdır" diye bir beyan var mı? yok. tartıştığı taraf, basit bir ekolojik duyarlılıktan, memleket düşmanlığı çıkaracak kadar salak ya da art niyetli.

    kaynak:
    aikin, scott; casey, john (march 2011). "straw men, weak men, and hollow men". argumentation. springer netherlands. 25 (1): 87–105

  • wishful thinking

    dileyerek düşünmek. özellikle zor zamanlarda yapılan ve bir "umut" taşıyarak gerçekleştirilen safsata biçimi.

    yalnız ve güzel ülkemden bir örnek:
    "türkiye, içinde bulunduğu bu cendereden çıkacak. ve biz aydınlık ve güneşli günler göreceğiz. her şey güzel olacak, el ele çiçekler yetiştireceğiz. "

    iyi de bu kanıya nasıl varabildik? bu cümle gerçek yerine yalnızca bir temenniyi anlatıyor olmasın? elimizde bu sonuca varmak için hangi sağlam öncüller var?

    tabii ki "umut" bazı zorlu durumları aşmak için motivasyon sağlayıp bizi cesaretlendirebilir. ama -maalesef- önemli konularda sağlıklı düşünmemizi de engelleyebilir. sorunların çözümünde yalnızca gerçeği gözetip, olumsuzluklarla olduğu gibi yüzleşmek belki de bize "umutlardan" daha fazla fayda sağlar.

  • önyargılı örneklem

    bir sonuca varabilmek için toplanan örneklerin, gerçeği bulmaya değil istenen sonucu doğrulamaya hizmet etmesinden doğan yanılgı.

    soru şu: a ülkesi veremle mücadele yöntemlerini etkili kullanıyor mu?

    eğer araştırmayı yapan kişi, sadece hastanedeki verem hastalarının durumuna ait verileri -hastanelerin yetersiz olduğunu bilerek- topluyor ve sonuca ulaşmak için yalnızca bu verileri kullanıyorsa, nur topu gibi bir önyargılı örneklem(biased sample) safsatamız olur.

    çünkü, önleyici tedbirler, aşılama, ayakta ve evde tedavi, hastalara ilaç temin edilmesi gibi yöntemler ihmal edilmiş, sadece araştırılan soruya olumsuz yanıt vermeyi destekleyecek örneklem incelenmiştir.

  • mağara adamı

    the caveman effect diye bilinen bir yanılgı yüzünden böyle isimlendirilmiş yazı öncesi insan. evet, mağarlar ve yeraltı şehirleri iyi sığınaklar oldukları için uzun süreler insanların yaşam alanlarıydı.

    ancak, mağarada değil de ilkel kulübelerde ve hayvan derilerinden çadırlarda yaşayan topluluklara, klanlara ait arkeolojik kalıntılar zaman içinde hava ve güneşe maruz kalarak büyük oranda yok oldu. mağaralarda mahfuz eşyalar ise bu zaman insanını isimlendirmek için iyi bir bahaneye dönüştü.

    belki de insanlar ağaçlarda, mağaralardan daha fazla yaşıyordu ve bunu destekleyecek kanıtlar elimizde olmadığı için bugün ağaç adamı yerine mağara adamı tabirini kullanıyoruz.

  • !sanat toplum için midir yoksa ksfmglksmgl

    herkes evine gidebilir kısmına -büyük oranda- katılıyorum.

  • !yazarların burada olma nedeni

    okurken de yazarken de öğreniyorum.

    okurken, ilginç veya yararlı şeyler paylaşıldığı için, bu kadar az yazarın olduğu bir yerde bile hemen her başlık okumaya değer bana göre.

    yazarken de hem bilgiyi daha derinlemesine vermek için araştırma yapıyorum, hem de teyit etmek adına çapraz okumayla biraz daha öğreniyorum.

    popüler olması adına kalite düşmezse ben de uzun zaman buradayım gibi duruyor.

    (bkz: ancora imparo)

  • gambler's fallacy nedir?

    kumarbazın safsatası. monte carlo fallacy olarak da bilinir.

    monte carlo yanılgısı, bir olayın gerçekleşme olasılığının, olayın geçmişte ne kadar sıklıkla gerçekleştiği dikkate alınarak yanlış bir şekilde tahmin edilmesine verilen isimdir.

    18 ağustos 1913 yılında monaco'daki monte carlo casino'da bir rulet masasında üst üste 26 defa siyah gelmesi, oyuncular akıl yürütürken muhtemelen "artık siyah gelmez herhalde" refleksine neden oldu. halbuki, bir sonraki elde siyah gelme olasılığı, kırmızı gelme olasılığı ile aynıdır, önceki ellerde ne gelirse gelsin.

    ilk olarak martingale sisteminin de mucidi olan matematikçi paul levy tarafından "the gamblers' fallacy: the nature of gambling and the law of probability" isimli bir makalede tanımlandığı hakkında bir bilgi var, ancak bunu doğrulayamıyor veya makaleyi bulamıyorum. bulursanız lütfen benimle de paylaşınız.

    yalnız ve güzel ülkemden bir örnek:

    -akp'nin 20 yıldan fazla iktidarda kalması olanaksız, zira çok partili siyasi hayatta daha önce hiçbir parti bu kadar uzun süre iktidarda kalmadı.

    ayton, p., & fisher, ı. (2004). the gambler's fallacy and the hot-handed fallacy: two faces of
    subjective randomness. memory & cognition. 32, 1369-1378.

  • minarşizm

    mini devlet yönetimini savunan fikir. liberteryanizmin realist bir kolu denebilir.

    buna göre devlet yalnızca içeriden ve dışarıdan şiddeti, hırsızlığı ve sözleşme ihlallerini engellemekle mükelleftir.

    bunun dışında bir görev veya ödevi de başka şeylere karışma hakkı da yoktur.

  • güvenlikleştirme nedir?

    bir konuyu politika alanının dışına taşımak için kullanılan retorik manevra.

    demokratik yönetimlerde, kamuoyunu ilgilendiren herhangi bir siyasetin, kamuoyunun fikirleri ve tercihleri dikkate alınarak belirlenmesi gerekir. yani halk, kendisini ilgilendiren durumlarda ne kadar söz sahibiyse, politik sistem o kadar demokratiktir diyebiliriz.

    güvenlikleştirme ise şöyle işler; halkın belli bir kesiminin talebi, gerçek veya yapay bir tehdit gerekçe gösterilerek siyaset alanının dışına taşınır. normal şartlarda, milletin; yasama ve temsil aracılığıyla karar vermesi gereken konu "beka sorunu" olduğu gerekçesiyle, yalnızca bürokratların, güvenlik güçlerinin veya yürütmenin alanıyla kısıtlanır.

    misalen, adem-i merkeziyetçilik bir talep olarak ortaya çıkarsa, bu talepten hoşnut olmayan güç sahipleri, bunun memleket için kötü olabilecek şeylere yol açacağını ve federal düzenin, bölünmenin ilk aşaması olduğunu savlar. (bkz: slippery slope nedir?)

    sonra bu talebin sahiplerinin asıl niyetinin ülkeyi bölmek olduğunu söyleyerek (bkz: circumstantial ad hominem), bu talebe destek verebilecek insanları da -eğer bölücü değillerse- bu talebe destek vermemeye çağırır. böylece meseleyi, "bu talebi destekleyen haindir"e indirger.

    yeterince meşruiyet sağlayıp talep sahiplerini yalnızlaştırdığında da tartışmayı kamuoyunun tartışma alanından çekerek, karar odağını politik sahanın dışına çıkarır. gerekirse, elindeki meşru şiddet tekelini de bir tehdit unsuru olarak kullanmaktan çekinmez. (bkz: ad baculum nedir?)

    halbuki adem-i merkeziyet gibi yöntemler, bir ülkede, katılımcı demokratik kültürün gelişmesine ve demokratik bilincin gelişmesini sağlayabilir. vatan, türkiye özelinde, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ile bölünebilecek kadar zayıf değil.

    bana göre; bu tür fikirlerin tartışılabilmesi, üniter yapının kurumlarını şahsi çıkarları için kullanan insanların varlığından daha sakıncalı görülmemeli.

    okunabilir kaynak:
    buradan

« / 6 »