son oylananları (32) - sayfa 2

başlık listesine taşı
  • 100. yıl marşı

    fazıl say'ın cumhuriyetin 100. yılı için bestelediği marş.

    şuradan dinleyebilirsiniz

    başıma bir şey gelmeyecekse, pek beğenmedim diyeceğim. müziğini beğendim ama ilkokul çocuğunun bile "bu ne olm" diyeceği sözler müziğe hiç yakışmamış. cumhuriyet, türkiye kelimelerinin geçmediği bir 100. yıl marşı mı olur? hele sözlerini bi didiklemeye kalksam, girdi bitmez.
    coşku moşku duymadım. bak 10'uncu yıl marşına, izmir marşına, her çaldığında akpli değilsen yerinde duramazsın.
    kendimi sokaklarda ver ver ver ver elini diye bağıra bağıra söylerken hayal edemiyorum. dile dolanacak bir şey bulamadım marşta. yazık olmuş bence.

  • bir oy tip'e bir oy kemal'e

    ihmallerle dolu çorlu tren kazasında 9 yaşındaki oğlunu kaybeden mısra öz'ü,
    haber peşinde koşarken öldürülen metin göktepe'nin ablası meryem göktepe'yi,
    gezi ve birçok başka haksızlığa karşı savaşan avukat can atalay'ı,
    yandaş medyaya ilk karşı duranlardan biri olan ve kendini kapının önünde bulan irfan değirmenci'yi,
    uzun zamandır kimsenin vermediği umudu, karanlığa batmış halka veren genel başkan erkan baş'ı,
    meclis kürsüsünden bıyıklılara kök söktüren sera kadıgil'i,
    çürümüş düzene karşı ses çıkartmak için düzenlenen çoğu protestoda en önde dağ gibi duran barış atay'ı,
    ve 14 mayıs 2023 genel seçimlerinde aday olan diğer onlarca ismi meclise göndermek için olması gerekendir.

    haklarımızı var güçleriyle savunmaya çalışacaklarından zerre şüphem yok. bay kemal ve chp'yi bir kenara koyarak, keşke aynı şeyi diğer muhalefet partileri için de söyleyebilseydim. gerçi chp'yle kavgam başka bu seçimlerde. (bkz: sadullah ergin)

    bu arada, şahsen benim yapamayacağım eylemdir. zira, ankara 1. bölge'de aday göstermediler ve canım çok sıkkın.

  • mako

    bir köpek balığı türü. bilimsel adı isurus oxyrinchus olan bu köpek balığı.
    denizlerin çitası olarak bilinir. aynı çitalar gibi, hızları saatte 70km'yi bulurken, sudan 6 metre yukarı sıçradıkları görülmüştür.
    bu hızlarını ve kıvraklıklarını, savaş uçaklarının kanatlarının tasarımına da ilham veren hidrodinamik derilerine borçludurlar.

    boyları 3 metre, kiloları da 200'ü bulabilen mako'ların ömrü 28-35 yıl arasında değişir. ılıman suları tercih eden mako'ların dişileri ve erkekleri çoğu zaman ayrı yaşarlar. harem selamlık yani.

    3 yılda bir çiftleşen bu köpek balıklarının dişileri 18 aylık gebeliğin sonunda 4 ila 25 arasında yavru doğururlar.

    mako'lar ernest hemingway'in the old man and the sea romanında da boy göstermiştir.

    santiago dev bir yelkenbalığı yakalamıştır ama onu tekneye çekemeden, bir mako saldırır avına.

    "kara kan bulutunun, denizde millerce derinliğe indiği ve yayıldığı yerden geliyordu. öylesine hızlı ve öylesine tedbirsizcesine gelmişti ki, mavi suların yüzeyini kırıp güneşte bulmuştu kendini. en hızlı yüzen balıklardan, çok hızlı mako köpek balıklarından biriydi. çenelerinden başka her yanı güzeldi. sırtı tıpkı kılıç balığınınki gibi mavi, karnı gümüş rengi, derisi dümdüz ve çok güzeldi."


    mako'lar insanlar tarafından yendiği için aşırı avlanma yüzünden nesilleri tehlikededir. iucn red list'e göre durumu "vu - vulnerable" (hassas) olarak sınıflandırılmış. yani tükenme tehlikesi büyük.

  • balina aydın

    türkiye'nin en iyi tanıdığı beyaz balina. aydın, 25 ocak 1992'de gerze sinop'ta ortaya çıkmış ve kısa bir sürede sadece türkiye'de değil, tüm dünyada tanınır hâle gelmişti.

    işte burada

    aydın, gerze limanı yakınlarında balıkçılara yanaşmış, yiyecek istemiş ve gerze'den ayrılmayarak, kısa bir sürede yerli halkın sevgilisi haline gelmişti. o zamanlar aydın'ın rusya'daki bir akvaryumdan fırtına vurduğunda kaçtığı söylense de, kanadalı deniz memelisi uzmanı pierre beland'a göre, hükümetten bazı yetkililerin onu arayıp, bir beluga'nın karadeniz'de yaşamasının normal olup olmadığını sormuştu. bunun üzerine türkiye'ye gelen beland, beluga'nın dişlerinin iyice tıraşlandığını ve getir götür numaralarını çok iyi bildiğini görmüştü. bu tür özellikler donanma tarafından eğitilen başka balinalar ve yunuslarda da görülüyordu.

    daha sonra "aydın'ı ne yapalım" tartışmaları başlamıştı. bir kısım uzman, bering denizine götürme fikrini savunurken, başka bir grup da hayvanın fazlasıyla insan canlısı olduğunu ve doğada kendi başına hayatta kalamayacağını, hatta avcılar tarafından kolayca vurulabileceğini savunmuştu. en sonunda aydın'ın olduğu yerde bırakılmasında hemfikir olunmuştu. ancak dönemin hükümeti bu tavsiyeye uymayarak rus hükümetine aydın'ı tekrar yakalama ültimatomu vermişti. gerze halkı ve hatta greenpeace bile bu kararı şiddetli bir şekilde protesto etse de, nisan ayının başında ukrayna bayraklı bir araştırma gemisi aydın'ı bulmuş ve 45 dakika süren bir mücadelenin ardından, alıp götürmüştü.
    aydın'ın geri götürülmesini protesto eden halka, aydın'ın marsa adlı eşiyle daha mutlu olacağı söylenmiş ancak öyle bir balinanın olmadığı daha sonra ortaya çıkmıştı.

    bir ay sonra associated press, aydın'ın olduğu yeri bulmuştu. ukrayna'da bir akvaryumda, donanmadan başka bir beluga'yla birlikte gösteriler yapıyordu. ancak sovyetler birliğinin dağılması üzerine ekonomi çok sıkıntılıydı ve akvaryum büyük zarardaydı. aydın'ı türkiye'de incelemeye gelen uzmanlardan emilio nessi aydın'ın serbest bırakılması için akvaryumla pazarlığa girişti. akvaryum, aydın için 60 bin dolar istemişti çünkü japonya'da belugaların gittiği fiyat buydu o yıllarda. pazarlıklar devam ederken kasım ayında bir fırtına daha vurmuş ve aydın bir kez daha kaçmıştı. akvaryum bu sefer aydın'la ilgili bilgi verebilecekler için 3,500 dolar ödül vaat etmişti. şubat 1993'te aydın bir kez daha gerze'ye döndü. çevre bakanlığı bu sefer, aydın'ın türk suları içinde yakalanmasını yasakladı. aydın 17 temmuz'a kadar günlerini onu besleyen turistler ve dalgıçlarla sinop'ta geçirdi ve en son bir festival sırasında görüldü. 1994 yılında bulgaristan kıyılarında bir beluga görülse de, aydın olup olmadığı asla tespit edilemedi.

    haberi burada

  • ispermeçet

    ingilizcesi sperm whale olan balina türü. bilimsel adı physeter macrocephalus olan ispermeçet balinası, dişli balinaların ve dişli yırtıcıların en büyüğüdür. ayrıca cuvier gagalı balinasının ardından, en derine dalabilen ikinci en büyük balinadır. 1000 metreye kadar dalıp, suyun altında 90 dakikaya kadar kalabilirler. tüm denizlerde görülebilir ve akdeniz'de en yaygın görülen balinadır.

    bir boy bir portre
    boy karşılaştırması

    ispermeçetlerin genel görümü bir dikdörtgeni andırır. erkeklerinin boyu 20 metre, ağırlığı da 70 tonu bulurken, dişiler 13 metre ve 20 ton ağırlığındadır. ayrıca canlılar arasında en büyük beyne sahiptirler.

    60-70 yıllık ömürleri olan ispermeçetlerin dişileri, 15 ay süren gebeliğin ardından, 4 ila 10 yılda bir doğum yapar ve yavrularına en az 10 yıl bakar.
    erişkin bir ispermeçet balinasının doğada düşmanı yoktur ancak yavruları ve zayıf düşmüş erişkinleri katil balina sürüleri öldürebilir. bu yüzden dişiler yavrularla birlikte 10-30 bireylik gruplarda tropik ve subtropik sularda yaşarken, erkekleri çiftleşme dönemi dışında genelde yalnızdır ve yazın soğuk denizlere göç eder. en sevdikleri besin mürekkepbalığıdır. dişileri günde 700-800 tane yerken, erkekler 400-500 civarı yerler.

    ispermeçet balinası ismini, baş bölgesinde bulunan ve mum yapımında kullanılan beyaz yağla dolu "spermaceti" adı verilen organından alır. uzmanlar günümüzde bile bu organın tam görevini belirleyememiştir. çoğunluk, dalma ve yüzme için kullanıldığını düşünürken bir grup da çiftleşme döneminde kafa tokuşturmaya karşılık koruyucu tampon görevini gördüğünü düşünüyor. bu teori herman melville'in ünlü romanı moby dick'te de dile getirilmiş.

    eti ve yağını mum yapımında kullanmak için uzun yıllar geniş çapta avlandıktan sonra 1979 yılında avlanması yasaklandı ve nesli tükenmenin eşiğinden döndü. ancak sayıları hâlen çok az olduğu için iucn kırmızı listesine göre tehlikede ve hassas (vu) olarak sınıflandırılmıştır.

    neslini koruma çabalarına, denizlerde artan plastik kirliliği de çok büyük bir balta vurmuştur. geçtiğimiz ay italya sardunya'da karaya vuran hamile bir ispermeçet balinasının karnından 22 kilo plastik çıkmış. midesinin üçte ikisini dolduran plastik atıkların bağırsaklarını da tıkadığı, bu yüzden de beslenemeyerek öldüğü tespit edilmiş. uzmanlar mürekkepbalığını çok seven ispermeçetlerin suda yüzen plastik torbaları mürekkepbalığı sanıp, yediklerini düşünüyorlar. yuttukları plastik de sindirilemediği için midelerinde birikiyor. insanoğlunun hayvanları avlaya avlaya bitirdiği yetmiyormuş gibi, kalanları için de dünyayı yaşanamaz hale getirmesi çok üzücü açıkçası.

    haberi burada

  • büyük beyaz köpek balığı

    latince adı carcharodon carcharias olan, boyu 6 metreye ağırlığı 1.7 tona kadar ulaşabilen, denizlerin en büyük avcı balığı. atalarının 3.6 milyon yıl önce soyu tükenen megalodon olduğuna inanılıyor.

    denizin taşlı dibinde kamufle olabilmesi için gövdesinin üst yarısı gridir ve ismini de alt yarısındaki beyazlıktan alır.
    suyun içinde 25 kilometre hızla yüzebilir ve üç kilometre uzaktan bir damla kanın kokusunu alabilirler. çoğu diğer köpek balığının aksine sıcakkanlıdır ve yavrularını doğururlar. ama diğer sıcakkanlı hayvanların aksine, yavrularıyla bir bağ oluşturmazlar.

    büyükbeyaz köpek balıkları tam bir avlanma makinesidir. lorenzini ampülü denilen ve çok sayıda kanalcıktan oluşan duyu organı sayesinde avlarının elektromanyetik alanını algılarlar ve harekete geçerler. çenelerinde 48'e yakın diş bulunur ama dişler sadece bununla sınırlı değildir. çenelerinde ayrıca yatay olarak 3-4 sıra diş daha bulunur. avlarını ısırdıklarında kaçmalarını zorlaştırmak ve kırılan dişlerine yerine geçmeleri için.

    köpek balıkları kafalarının iki tarafında olan gözleriyle neredeyse 360 derecelik bir görüş alanına sahip olurlar. retinalarında bulunan tapetum lucidum sayesinde kediler gibi loş ışıkta karanlıkta rahatça görürler ve ışık vurduğunda gözleri de parlar. büyük beyazların, avlarına saldırdıkları sırada, göz küreleri arkaya doğru yuvarlanır ve böylece saldırı sırasında hasar almaktan korunur.

    dünyanın en eski canlılarından biri olan büyük beyaz köpek balıkları zamanla kendi dna'larını onarabiliyorlar. bu sayede birçok hayvanın aksine, hastalıklara ve kansere karşı çok dirençli olup, uzun ömürlü olabiliyorlar. bilimciler bu köpek balıklarının genomunu ve dnalarını inceleyerek, insanoğlu için de bir takım çareler geliştirmeyi umuyorlar.

    son yıllarda ise, güney afrika'nın false körfezindeki seal adasında, büyük beyaz köpek balıklarının sayısının büyük ölçüde azalması ekostistemde büyük değişikliğe yeni bir yırtıcı köpek balığı türünün baskın çıkmasına yol açtı. sevengill, yani 7 solungaçlı köpek balıkları bölgede hakimiyet kurmuş durumda. ancak bu değişikliğin sonuçlarının bölgeyi nasıl etkileyeceği henüz bilinmiyor.

  • boğa köpek balığı

    bilimsel adı carcharhinus leucas olan boğa köpek balığı insanlar için en tehlikeli köpek balığıdır. evet, yanlış okumadınız, büyük beyaz köpek balığından bile daha tehlikelidir. bunun birkaç nedeni var.

    öncelikle, boğa köpek balığı, büyük beyazdan yapı olarak daha küçük olsa da, çene gücü ve ısırığı büyük beyazdan daha fazladır. boğa köpek balıklarının hipopotam veya timsah bile öldürdükleri görülmüş.

    ikincisi, büyük beyazın aksine tatlı sulara girebilirler. boğa köpek balıkları karaciğerlerinin vücutlarındaki tuz oranını ayarlayabilmesi sayesinde hem tuzlu, hem de tatlı suda yaşayabilirler. üstelik, "şu nehirden geçiyordum, biraz burada takılıp soluklanayım, yoluma devam ederim" şeklinde değil. aylar hatta yıllarca tatlı suda kalabilirler. bunun en bilindik örneği, avustralya'daki bir selden sonra bir golf sahasının gölünde mahsur kalan 6 köpek balığı. gölü öylesine benimsemişler ki, azalarak yok olmak yerine serpilip çoğalmışlar gölde *

    haberi burada

    biraz teknik bilgi de verelim boğa köpek balıkları hakkında... köpek balıkları arasında en sıradan tipe sahiptirler. kaplan köpek balığı veya çekiç kafalı veya limon gibi diğerlerinden ayrıştıracak belirgin bir özellikleri yoktur ama diğer köpek balıklarıyla karşılaştırdığınızda daha tıknaz olduklarını görürsünüz. dişileri erkeklerinden daha iri olup, uzunlukları ortalama 3 metreyi, ağırlıkları da 140 kiloyu bulur. daha sıcak okyanusların kıyılarında ve daha önce dediğim gibi nehirlerde ve göllerde yaşarlar. doğal yaşamda insanlar dışında onlara tehdit edecek başka bir canlı yoktur. iucn red list'e göre, neredeyse tehdit altında olarak sınıflandırılmışlardır.

  • mikroplastik

    büyük bir çevre kirliliğine yol açan küçük plastik parçacıklardır. çapı 5 mm'den az olan herhangi bir plastik parçacığa mikroplastik denir. birincil ve ikincil olarak sınıflandırılırlar.

    birincil mikroplastikler, insan kullanımı için üretilir. ikincil mikroplastikler de büyük plastik kalıntıların parçalanması sonucunda ortaya çıkar. yani kullandığımız poşet, pet şişe, plastik ambalaj vs, zaman içinde parçalanarak mikroplastik haline dönüşür. mikroplastikler sindirilemez, biyobozunur değildir ve üretildikten sonra onlardan kurtulmak mümkün değildir.

    hem birincil hem de ikincil mikroplastikler, özellikle deniz ve su ekosistemlerinde çevrede kalmaktadır. hatta denizlerdeki mikroplastik kirliliği öyle bir boyuta ulaşmış ki, son yapılan bir araştırmaya göre, ingiltere'de karaya vuran tüm deniz canlılarında mikroplastik tespit edilmiş. hepsinde... %84'ü sentetik liflermiş. yani ana kaynağı giysiler, balıkçılık ağları ve diş fırçaları. geriye kalanı da plastik şişeler ve gıda ambalajlarından gelen parçacıklarmış. mikroplastiklerin birçoğu hücrelere gömülecek kadar da küçüktür.

    hatta mikroplastikler hayatımıza öyle sızmış ki, wwf'in yaptırdığı son araştırmalara göre insanlar haftada ortalama bir kredi kartına eşdeğer mikroplastik yutuyormuş.

    greenpeace'in türkiye'de yaptığı son araştırmalardan yayınladığı rapora göreyse, midyelerin %91'inde ve balıkların %44'ünde bulunmuş. yani o löp löp mideye indirdiğimiz midye dolmaların neredeyse hepsinde, rakı eşliğinde ya da ekmek arası yenilen her iki balıktan birinde mikroplastikler bulunuyor.

    araştırmada ege, marmara ve akdeniz'den toplanan ve aralarında barbun, istavrit, kefal, tekir bulunan 243 balık, 32 karides ve 317 midyenin mide ve sindirim sistemlerini incelendi. kefallerin %64,8'inde, barbunun %63'ünde, tekirin %32,8'inde, istavritin %26,7'sinde mikroplastik bulundu. bulunan mikroplastiklerinse 13 farklı polimer tipinde olduğu belirlendi. en fazla bulunan polimer tiplerinse tek kullanımlık plastikler olduğu tespit edildi.

    eçtiğimiz aylarda uzmanların yaptığı açıklamalara göre, doğmamış bebeklerin plasentasında (göbek bağı) bulunan mikroskobik plastik parçacıkları.

    uzmanlar hamile kadınların mikroplastikleri ya soluyarak ya da besin yoluyla aldıklarını düşünüyorlar. incelenen her plasentada en az bir düzine parçacık bulunmuş ve plasentanın sadece %4'ü incelenmiş. yani tümünde çok daha fazla parçacık olduğunu düşünüyorlar. analiz edilen tüm parçacıklar da renkliymiş. yani ürün paketlerinden, boyadan, kozmetikten ve kişisel bakım ürünlerinden geldikleri tahmin ediliyor.

    parçacıkların büyük kısmı 10 mikron (0.01mm) büyüklüğündeymiş. bu da kan dolaşımıyla vücutta dolaşabildiğini gösteriyor. yani parçacıkların fetüse geçme ihtimali yüksek. mikroplastikler hem fetüsün, hem de yeni doğmuş bebeklerin gelişimini kötü yönde etkileyebilecek yapıya sahipler.
    yaşadığımız devirde mikroplastiklerden kaçmak çok büyük bir çaba gerektirecek bir şey maalesef. geçtiğimiz yıl bir diğer araştırma plastik şişelerden süt veya mama içen bebeklerin her gün milyonlarca parçacık yuttuğunu göstermiş.

    yine geçtiğimiz birkaç yıl içinde yapılan başka bir araştırmada, hamile laboratuvar farelerinin soluduğu plastiklerden oluşan mikroplastiklerin, yavrularının karaciğer, akciğer, kalp, böbrek ve beyinlerinde tespit edilmiş.

    plastik dünyadaki en büyük tehlikelerden biri hâline geldi. artık denizde yaşayan tüm canlılarda görülüyor. yani yediğiniz her şeyde var. plastik kullanımı arttıkça, sağlığımızı, hatta çocuklarımızın sağlığını tehdit etmeye başladı ve daha da iyiye gidecekmiş gibi görünmüyor maalesef. insan ve hayvan üzerindeki etkileri önümüzdeki yıllarda çok daha fazla belli olacak ama o zamana kadar iş işten geçmiş olacak bence.

  • vaquita

    yunus ailesinden, bilimsel adı phocoena sinus olan, dünyanın en küçük deniz memelisi.

    kendisi şöyle bir şey *


    sadece california körfezinin kuzeyinde yaşadığı için körfez yunusu veya meksika yunusu olarak da bilinen bu canlının önümüzdeki birkaç yıl içinde soyunun tükenmesi bekleniyor. bakın, 20-30 veya 50 yıl demiyorum. uzmanlar en fazla 2-3 yıl veriyorlar. 2019 itibarıyla sayılarının 10 civarında olduğu tahmin ediliyor.

    bildiğimiz sivri burunlu yunusların aksine, küt bir yüzü, siyah göz halkaları ve siyah dudakları vardır. boyları en fazla 5 metreyi, ağırlıkları da 50 kiloyu geçmez.

    1958'de keşfedildikten sonra yarım asır bile geçmeden yasadışı avlanma nedeniyle nesli tükenmeye yakın hale gelen bu canlıları korumak için atılan tüm adımlar başarısızlıkla sonuçlanıyor. california tepeli akbabası ve kızıl kurtta işe yarayan "yakala, çoğalt ve geri sal" girişiminden, yakalanan vaquitaların birkaç saat içinde ölmesi nedeniye vazgeçildi. ayrıca bu yakalama işlemi sırasında, vaquitaların yerini belirlemek için abd donanmasının eğitimli yunuslarının kullanıldığını da bir not düşelim. meksika hükümeti, solungaç ağıyla balık tutulmasını yasaklasa da, meksikalı balıkçılar çin'de büyük rağbet gören totoba balığını yakalamak için bu ağları tecih ediyorlar ve bedelini maalesef vaquitalar ödüyor.

  • ad nauseam nedir?

  • yurt dışı milletvekilliği

    amacım @ugur ismail'in girdisi üzerine kendi girdime bir ekleme yapmaktı. ancak lafı biraz uzattım ve düzenlemenin görülmeyeceğini düşündüm. bu yüzden ayrıca bir girdi yazmak istedim.
    başlıktaki ilk girdiyi yazarken amacım, yurt dışında yaşayanların temsil hakkı olmamalı demek değildi. tabii ki olmalı ve var zaten. yurt dışındaki vatandaşları dışişleri bakanlığı temsil eder. onların sorunlarıyla bakanlık ilgilenir. sorunlar bakanlar kuruluna getirilir, orada çözülür. vatandaşlıktan çıkartılmaları da bakanlar kurulu veya cumhurbaşkanı kararlarıyla olur. tbmm muhattabı değildir. çünkü bakanlar kurulu da milletvekilini muhattap almaz yapısı itibarıyla. meclis bakanlara soru sorar ama cevabı beğenmezse yaptırımı yoktur.

    bu temsilciler, gurbetçilerin yaşadıkları ülkelerle ilgili çok kapsamlı bilgi sahibi olmalılar. bu yüzden de dışişleri mensuplarıdır bunu yapan. bu eski parlamenter sistemde de böyleydi, şimdiki ucubik sistemde de öyle. ama son 20 yılda devletin tüm kurumlarını, işleyişini, protokollerini öyle bir hiçe saydılar, öyle bir değiştirdiler ki, hiçbir şey işlemesi gerektiği gibi işlemiyor.
    liyakatlı, eğitimli ve tecrübeli diplomatları monşer diye aşağılayıp, türkçeden başka dil bilmeyen, uluslararası ilişkilerle ilgili tek bir şey okumamış, tek istediği kapağı yurtdışına atıp, para kazanmak, gezip tozmasını, yemesini içmesini devletin hesabına yazdırmak olan insanları alıp, büyükelçi yaparsan, dış politikan masaya yumruk vurup, dayılanmak olursa senin diasporan da yaban ellerde yalnız kalır. sesini duyuramaz. 3 tane milletvekili seçip alın bunlar da sizi temsil edecek dersen hele hiç olmaz. sadece 3 tane milletvekiline devletin kasasından hayatını yaşatmış olursunuz ve bu devletin yeterince sömürüldüğünü düşünüyorum. sadece şu son 20 yılda değil, çok uzun zamandır öyle ama o başka bir girdinin konusu

    sonuç olarak fikir doğru, uygulama yanlış çünkü niyet yanlış. babacan'ın niyetinin yurt dışında yaşayan muhafazakar seçmenlerin oyunu akp'den tırtıklayıp, deva'ya milletvekili kazandırmak olduğundan eminim ama kanıtlayamam.

  • yurt dışı milletvekilliği

    deva partisi genel başkanı ali babacan'ın dahiyane (!) fikri. yurt dışında yaşayan vatandaşların sıkıntılarıyla ihtiyaçlarıyla ilgilenecek milletvekilleri olacakmış o plana göre.

    böylece yurt dışında yaşayan vatandaşlar oy verdiklerinde, oyları ülke geneline değil, sadece kendi milletvekillerine gidecekmiş. miş muş.

    euro'yla dolarla para kazanıp, sonra gelip o paraları türkiye'de ezip, yeğenim, türkiye cennet, avrupa'da yaşam çok kötü, sürünüyoruz diyen dayılara ayrı milletvekili tahsis edeceğiz, öyle mi?

    yahu, daha burada meclisin içini zar zor görmüş, seçim bölgesine gitmemiş milletvekillerini beslemekten bıktık ömür boyu. bi de bunların yurt dışı versiyonlarıyla mı uğraşacağız?

    kaldı ki, yurt dışında yaşayan vatandaşlarla dışişleri bakanlığı, dolayısıyla büyükelçiler ve konsoloslar ilgilenmiyor mu? bi zahmet işlerini düzgün yapsınlar.

    kaynağa buyurun

  • biyolüminesans

    bazı canlıların, kimyasal enerjiyi ışık enerjisine dönüştürmesi ve üretilen ışığın yayılması. yerde, gökte ve suda yaşayan 1500'den fazla canlıda görülür. karada en iyi bilinen örneği yaz aylarında gördüğümüz ateş böceklerinden gelir ama ağırlıklı olarak denizlerde görülür. bir canlının biyolüminesant olabilmesi için o türün lüsiferin üretebiliyor olması gerekir. lüsiferin, oksijenle tepkimeye girdiğinde ışık üreten bir moleküldür. biyolüminesant canlılar ışıklarını ihtiyaçlarına göre kontrol edebilirler ve beslenmek, eş bulmak veya savunma sistemi olarak kullanırlar.

    birçok canlı beslenmek ve avlanmak için ışıklarını kullanırlar. planktonlar bazı ahtapotların ışıl ışıl yanan ağız kısmına kanıp, yem olurlar.
    biyolüminesansın balıklardaki en iyi örneğiyse derinlerde yaşayan fener balığı türüdür. balığın dişisi tepesinden sarkan ışıkla avını doğrudan ağzına çeker.

    bir başka örnek de puro köpek balığıdır. derinlerde bile göbeği ışıl ışıl parlayan bu hayvan biyolüminesans sayesinde nice balinalar ve mürekkepbalıkları avlamıştır. adını da kendinden büyük hayvanları ısırdığında bıraktığı izlerden alır zaten. gerçi ingilizcesi cookie cutter shark ama olsun.

    biyolüminesans ayrıca eş bulmak için de kullanılır. birçok balık ve ahtapot, potansiyel eşleri kendine çekmek, dişi, erkek ayrımı yapabilmek için biyolüminesansı kullanır. mesela şu dişi ahtapotun sarı ışıklı halkası.

    bir başka kullanım alanı da savunmadır. bazı canlılar orduların kullandığı sersemletici flash bang bombaları gibi, yaklaşan bir avcıyı kaçırmak için ışık bombası patlatabilirler. mesela vampir mürekkepbalığı kaçarken ışıklı bir sıvı bırakır.
    veya bir mürekkep balığı cinsi olan octopoteuthis deletron yanar döner kollarını bırakıp, avcının kafasını karıştırıp kaçabilir.

    karnı ışıklı bazı başka balıklar da, yüzeydeki ışığı kamuflaj olarak kullanıp, derinden gelen avcıları atlatabilirler.

    son olarak, izlemeye bayıldığımız ve uğuruna şiirler şarkılar yazılan yakamoz da bir biyolüminesans örneğidir. genelde suyun yüzeyine yakın yaşayan tek hücreli dinoflagellate yani deniz yosunlarının gece dalgalar arasında yüzerken yaydığı ışıkla oluşur.

  • siri

    şubat 2010'da apple için piyasaya uygulama olarak sürülen sanal yardımcı. iki ay sonra apple uygulamayı satın alarak iphone 4s'e entegre etti ve tüm telefonlarında sanal yardımcı olarak kullanmaya başladı.

    siri'yi kullanmayı her zaman çok sevdim. telefona el değmeden alarm kurma, hava durumunu sorma, hızlıca bir şeyler araştırma, birilerini arama, hatırlatma ayarlama, müzik çalma en çok kullandığım özellikleri. telefonu evin içinde bulamadığımda, avaz avaz, hey siri where are you dediğimde, i'm here diye cevap vermesi de cabasıydı. hey siri dediğimde bi-bip diye yüksek sesli bir sinyal veriyordu ve beni duyduğunu anlıyordum.

    her çıkan yeni telefonla, siri epey gelişmeye başladı. 5 ve 6'da alışma süreci vardı. beni tanıdıkça, aksana alıştıkça daha iyi anlıyordu ama zaman alıyordu tabii. 2019'dan beri kullandığım xr'da kendisiyle acayip muabbetliydik. hiç sorun yoktu. sonra ios'u güncelleme salaklığı yaptım. 16'ya yükselttim galiba ve siri'nin sesi tüm sesi kesildi. hey siri diyorsun, trip atan kız misali, sadece ekranda ışıkları yanıyordu ama ses falan vermek yok. dediklerimi anlamaz oldu. hava sıcaklığını sorduğumda, nette saçma sapan bir şeyler arayıp, bak ben ne buldum diye önüme sürüyordu. birini ara dediğimde bambaşka birini arıyordu, sürekli telefona atlayıp, kapat kapat diye telaş yapıp, ter döküyordum. introvert'üm olm ben. öyle gereksiz yere insanlarla konuşmak benim için cehennem azabı ama o başka bir girdinin konusu. epey bi süre dinlenmeye çektim kendisini. ama yokluğunu çok hissediyordum *

    neyse, geçen ay telefonu yeniledim, 16.3 mü ne öyle bir ios'la geldi. neyse ki, artık hey siri dediğinde ses veriyor ama "hı-hı?" nasıl bir tepkidir yav? bir gün "ne var la bebe amma meşgul ediyon beni" demesinden korkuyorum. birbirimizi anlama becerimiz biraz daha düzeldi. hala fifty ve fifteen'i, fourty ve fourteen'i karıştırıyor, alarm yerine geri sayım kuruyor falan ama buna da şükür. bir ara hiç kullanılmaz haldeydi.

    niye böyle saçma sapan şeylerle oynuyorlar anlamıyorum. geliştirme falan değil bu, bildiğin kullanıcı çıldırtma. ingilizce'de bir deyim vardır. if it ain't broke, don't fix it. ellemeyin yahu çalışan bir şeyi.

    neyse evet, derdimi şeyedeyim haklısınız. bu da öyle bir anımdı. hey siri, girdiyi yayınla.

  • introvert

    carl jung'un geliştirdiği bir kavramdır. toplumun çoğunun çok yanlış anladığı insan özelliğidir. antisosyal veya asosyal kavramlarıyla çok karıştırılır. introvert'ler asosyal değildir. sosyalleşmeyi severler ama azar miktarda insanlarla, azar süreler için.

    misal, ben fazla kalabalık ve gürültülü bir ortamda fazla kaldığımda dayak yemiş gibi oluyorum. hani konsere gidersiniz, eve döndüğünüzde kafanız zonkluyor olur ya? öyle işte. eve zor atıyorum kendimi. "too much peopleing" tabiri cuk oturuyor bence buna. sonra kendimi tekrar şarj etmek için biraz yalnız vakit geçirmem gerekiyor. kitap okuyarak, dizi izleyerek, yemek yaparak, uyuyarak veya sevdiğim ne olursa.

    tek çocuk olmanın getirdiği bir şey galiba. anne ve babam devamlı bir takım sosyal faaliyetlerde olurlardı ben küçükken. yalnız kalırdım çoğu zaman. oyalanacak bir kardeşim de olmadığından, kendi kendime yetmeyi, sıkılmamayı öğrendim. sık sık ülke değiştirip taşındığımız için, çok arkadaşım da olmazdı. hep kendi başımaydım. aynı alışkanlıklar yetişkinliğimde de benimle kaldı herhalde. işimi de evden yaptığım için insanlar çoğu zaman "ay sıkılmıyor musun bütün gün evde, çıksana dışarı" diye zorlar beni hep. "gel kafede birlikte çalışırız" en çok duyduğum davettir. o iş öyle olmuyor işte.

    o yüzden lütfen, introvert'leri sosyalleşmeye zorlamayalım, onlar kendilerine neyin iyi geldiğini, inanın ki sizden daha iyi bilirler ve çok da iyi birer dost olurlar.

« / 3 »