ergin günçe: mandolin
eski bir mandolindi ölümdü anlatılan
kır kahvesinde çocuklara çalardı
temmuz örerken evini sarmaşıkla
çan çiçekleri göğsünde kuru kalbi
serilince bahçeye rakı sofrası
kucağında mandolin, mandolin ve parmakları
ne yalnızlık kalır ne aşk
ne gizlice bildiği av şarkıları
ay dudağında kuruduğu zaman
ve ne zaman görse çocukları
serin yaz geceleri penceresinden
balkona akınca gölgesi
saçlarında deniz ve uçuşan şapkası
eski bir mandolindi ölümdü anlatılan
şimdi kış ve uykusuz çocuklar
uzak bir mandolin kulaklarında kalan
-
-
cemal süreya'dan "kanto"
ben nerde bir çift göz gördümse
tuttum onu güzelce sana tamamladım.
sen binlerce yaşayasın diye yaptım bunu
bir bunun için yaptım
- garson bira getir!
garsonun adı barba.
ben nereye gittimse bütün zulumlardı
bütün açlıklardı, kavgalardı gördüğüm
kötülüklerin büsbütün egemen olduğu
namussuz bir çağ bu biliyorsun
- garson rakı getir!
garsonun adı hakkı.
sen belki de bir resimsin ne haber
kırmızı bir beykoz'un yanında duruyorsun
yapan bir de ağaç yapmış yanına
dallarına konsun diye kelimelerin
- garson şarap getir!
garsonun hali harap. -
edip cansever, bu gemi ne zamandır burada
bu gemi ne zamandır burada
çoktan boşaltmış yükünü
gece de ölmüş, rıhtım da bomboş
mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa
arkada, güvertede
ah, neresinden baksam sessizlik gene.
yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye
içerde üç beş kişi
yalnızlık üç beş kişi
bir kadeh rakı söylerim kendime
bir kadeh rakı daha söylerim kendime
-söyle be! ne zamandır burda bu gemi
-denizin değil hüznün üstünde.
belki yarın gidecek
bir anı gelecek bir başka anının yerine.
insan bazan ağlamaz mı bakıp bakıp kendine. -
ece ayhan: ut
rakı içilir mi hiç çiçeksiz
çiçeksiz ölürüm dükkanları
hem kim olsa ölür ispatinin ebesi
zulmü ilan edilmiş sokağa çıkar
yalnızlığının ut sesi bir fonograf
tanzimat fermanında unutulmuş hacivat
gelip kahkahalar tarafından iğne ister
yalnız belki çocuklar için atlı
gülen tramvayı ölümün cumhuriyete
enflasyonu sekiz memeli bir zenne
o çirkinim tasviri efkar bir zindan
vakitlere açıktır kepengi aşkı memnu
ölü teyzesine yazlığa giden kim çocuk
pire kasketini deve kimler giyer acaba
zehir dükkanları çiçek çiçekçi pera'da
benim ut teyzem de öldü galiba hacivat
şimdi şu rakıdan ne diye vergi alırlar sanki. -
attila ilhan: kim kaldı
silah atılmıyor
güvercin şakırtısıdır
şafakta yaldızlanan
şadırvanda su
ıhlamurlarda ezan
görkemli bir namaz uğultusu
heyhat
hamzabey cami-i şerif'inden kim kaldı
kim kaldı eski selanik'ten
laternalar sustu
sürahiler tenha
tek kibrit çakılmıyor
kim kaldı ittihat ve terakki'den
o jöntürkler ki - 'hariçten
evrak-ı muzırra celbederlerdi' -
o fedailer ki barut öksürürler
sakal tıraşları mavi
kırmızı bıyıkları biber
kim kaldı
müdafaa-i hukuk cemiyeti'nden
avcı ceketi
körüklu çizme
astragan kalpak
bazen 'ittihatçı'
hafif 'iştirakiyun'
öfkeli kaşları salkım saçak
kumral bıyıkları mahzun
hani felaket tütün içerler
ceplerinde idam fermanları
bellerinde söğüt yaprağı bıçak
ya millet meclisi'nde meb'us
ya kuva-yi seyyarede asker
kadehlerde rakı
nazlı beyaz
vaniköy korusunun 'teşrinler'deki sisi
gramofonda incesaz
meyhane musikisi
o şenliklerden heyhat kim kaldı
ezeli dalgınlığımızın ıslığıdır ney
keman yanlış anlaşılmasından tedirgin
utlar vahim sorular soruyor
öldü nazım samilof sarı mustafa
yıkılmış strasnoy ploscat'ın saat kulesi
eski bolşeviklerden kim kaldı -
yina attila ilhan: arabesk
ıslığında usturalar bileniyor
bıyıkları marşandiz katarı
zulasında eroini esrarı
tutuklandıkça yenileniyor
kafası kızdı mı taksim'de akşam
bütün lahmancunlar ondan sorulur
oğlanın birine takıldı / tamam
çengelköy'lü sevtap diye meşhur
göğüsleri hakikat birer kumru
eskiden de süslenir boyanırmış
ayak ayak üstüne atıp oturdu mu
insanda can mı bırakırmış
sabaha karşı bir büyük rakı
yıldız tozuması külüstür mehtap
arabada sevişmek başlıca merakı
ne kanun tanıyor ne de kitap
bu yollara düşecek adam mıydı
çiçek yaptırmalar parfüm filan
bu sefer yakasını fena kaptırdı
sevtap başını yiyecek anlaşılan
boşversene / daha ölmedik ulan -
can yücel'in, fethi naci'ye adadığı "şey gibi" şiiri
şey gibi herbişeyim yahu
satır yazamıyorum
sanki kendimle değil
dünyayla ölüyorum
bağırsam bağırsam bağırsam
bağırdığımı duymuyorum
tek bir musluk var açık
onunla akıyorum
istemeden istemeden istemeden
istiyereeeek
ah sen ölüm denen topal köfte
buluştuk bak cenabette
içim rakı dışım su
bu mahmur cinayette
çocuklar çocuklar çocuklar
sizlen doğmamış mıydık biz birlikte -
bendenizin "denizkızının gözyaşı" şiiri:
kör agop'un gözü bizden açıktır.
aşinadır hakikate ki; rakı içerken
ve sohbet ederken dostlarınla
daha da yaşarsın.
rakı, türkçe gibidir.
aşinası olmayanın tenkitleri beyhude,
münekkidi aptaldır.
çünkü türkçeden ne dizeler,
rakıyla bir akşamdan ne duygular yontarız.
anlamaz, kendine kayıtsızlar.
ehillerin sofrasında rakı; ankara'yı istanbul yapar.
ve düzgün kurulmuşlarsa eğer
bütün rakı masaları,
yuvarlaktır.
hatırlatır.
ve gözleri parlatır.
yaşla veya ışıkla.
öğretebilir:
"aynı müziğe hislendiysen eğer,
her şeyin farklıysa da,
aslında aynı olduğunu" -
yine ece ayhan: çapalı karşı
kollarında eski balık dövmeleri
teodor kasap perhiz ahali içmez
ey türkçe rakı çıkmıştır kapalı
ve geniş muhlis sabahattin'den
ayşe opereti ne güzel bir hiç
üç yıllar var ki minyatürlere mahkum
teodor'un o eski balık dövmeleri
ay osmanlılaşmış abi tüfekçi olmuş
ve korkunç taş gülmekler muhlis'te
gibi merdivenli bir sokaklar uzatmış
çiçek bahçelerine kaçabilsin ayşe
atlı tramvaylarla ne güzel bir hiç
işte o biçim gecelerde kucaklamış
getirir enflasyon arkadaşlarını
kova abdülhamit akşam gazeteleri
dağlar gibi yalnızlık ne güzel bir hiç. -
genç şairlerimizden, kalemini çok beğendiğim alper gencer'in büyüteçle kağıt yakan çocuklar şiiri
en eski kelimeleriyle yağıyor çocuk seslerinden bu yağmur
unutulmuş sözlerin üstünde çıkacak yangını bekliyoruz
köyler var kulakları paslı çoğul cümleler kurarken cesur
gök var onu bir türlü anlatamıyor olmaktan bütün yorgunluğumuz
seni seviyor oluşumu kutluyorum kendimle
dünya bir şamdansa güneşe
atlılar ölüp gitmişse
kendi omzunu benim omzumdan tanıyorsan eğer
hatırlamak pişmanlığı peşinen kabullenmek demektir
yola çıkmak erkekliği bir kenara bırakıp
göz yaşını namluya sürebilmektir
şehre saçlarından yapılmış bir rüzgar çıkıyor
garson adisyon açıyor sana bakar bakmaz masama
ve gözlerini ödeyecek kadar yaram çıkmıyor
tuz işine giren bir tabibe sürüyorlar kalbimi
öpsem iz bırakmak suç
sevişmek zatî surette yasak
elini tutsam
tabip bir kamyon tuzu üzerime boşaltacak
dünya biz için dönmüyorsa dursun
kalsın yaşamak
biri şu gazete kağıtlarından bize sofralar kursun
ölüme ramak…
yalan değil kalbim fena çarpıyor sana
şarabı açıyorum rakı dökülüyor zemzem sehpasına
birden haramcılar üşüşüyor helallerime
helalciler saldırıyor haramlarıma
beni zorla cennete kapatacaklar gibi cehennemlik bir ahval!
sanki yakub'un yusuf olmayan bir oğlu gibiyim
oysa hem ittim hem itildim kuyuya
her ihtimal dönüştüm babamı kör bırakan bir evlada
ama ne kadar yusuf'sam gömleğim de o kadar yusuf'tu
seni hiç görmeden bir karanlığa doğru alışarak sevdim
herkesin kalbinde kuruyan bir kuyudan çıkınca seni bildim
ismin belirdi diğer isimlerin yanı sıra
artık bu pişirilmiş çamurun içini ele veriyor gözlerin
baktıkça nefes alıyorum ormanların cennetinden
kokladıkça görüyorum gözeneklenen yolları
duydukça dokunur gibi oluyor sesin kulaklarıma
gayrı tadarsam yanarım
dokunursam
ölü sayarım kendimi bu diyarlarda