orhan veli'den, 1940.
efkarlanırım
mektup alır, efkârlanırım;
rakı içer, efkârlanırım;
yola çıkar, efkârlanırım.
ne olacak bunun sonu, bilmem.
kâzım'ım türküsünü söylerler,
üsküdar'da;
efkârlanırım.
-
-
bir eski türk filmi izlemek istiyorum.
insanların saf olduğu zamanları anlatmalı.
genç kızlar sevdiğinin parmak ucuna bile dokunduğunda ürpermeli.
kadınlar öpüşürken hamile kalmalı.
adamlar çok güzel bakmalı.
bakılan kadınlar çok güzel utanmalı.
ille de şarkılar olmalı.
ille de...
"sen uzaklarda değil, damarımda kanımsın..." demeli neşe karaböcek,
"seni andım bu gece" diyen sesi gelmeli emel sayın'ın,
sonra, zeki müren söylemeli;
"elbet bir gün buluşacağız..."
kaynak: gönderilmiş mektuplar - gülistan sinanoğlu
edit: yazılarımı okuduğundan bir haber olan ben, iqdaşımın uyarısı üzerine şiirin doğru halini ve yazarını bulduğum için şanslı ve iyi hissediyorum. tekrar teşekkürler.
:) live long and prosper
edit2: antolojiyi bozuyor sanırım ama son dörtlükten mey kokusu almayan yoktur sanırım. ya da en azından bence öyle . -
kim demiş haram nedir bilmez hayyam?
ben haramı helali karıştırmam:
seninle içilen şarap helaldir,
sensiz içtiğimiz su bile haram.
ömer hayyam - rubailer
ayrıca (bkz: şaraplı şiirler antolojisi)
" tavsiye üzerine :) " -
hayta şairimiz metin eloğlu'ndan başka bir şiir: fantiri fitton
akşam üzeri balkona kuruldumuydu,
bacak bacak üstüne atıp cıgarayı da yaktımıydı,
şeytan diyor git saçlarını dola eline,
bir sille bir tarafına, bir sille öteki tarafına.
piyango vurduysa vurdu,
kelleyi kulağı düzdünüzse düzdünüz,
a şırfıntı cakan kime.
ama olmuyor işte, zeynep hanımın hatırı var.
baksın fatma'ya, baksın muazzez'e,
reci yollarında kırılıyor zavallılar.
bu hayatın baharındaymış da, dünyayı iplemezmiş,
kırıştırdığı kar kalırmış yanına,
anasının karşısına geçip, rakı içer bu kaltak
bir alay şatafilliyi yanına alıp fink atarlar
kadının başına gelenler, ahif vaktinde.
gitmesin efendim, mecbur eden mi var
gitmesin todori'nin gazinosuna
bok mu var todorinin gazinosunda
tahta silsin, kabı kacağı ovsun
madem okulu bıraktı başka işi ne
oturup evde kısmetini beklesin
ağda tutmasın, bacağın kıllısıda iyidir.
o nane mollalar ne anlar kıllı bacaktan
pislik sarısından başka renk mi bulamadı saçlarına
hele entarisi kıçı başı meydanda
oldu olacak bari bilmem neresini de göstersin.
boşversin paraya pula,
ona dost öğüdü hana hamama boş versin
tahsildar cafer'in kızı o tacire vardı da ne oldu sanki,
şimdi de bir mühendis koymuş aklına
güze doğru evlenecekler de, amerika'ya gidecekler
ona kitaplar okutmalı, şiirler ezberletmeli
hayvan gelmiş, bari hayvan gitmesin. -
metin eloğlu'ndan: "ufuklarda yükselen nazenin balon"
arkamdan laf etmişsin, sana yakıştıramadım;
beni rezil edip, bir köşeye kodu, demişsin...
dayını kışkırtacakmışsın da bir gece vakti;
parayla iki serseri tutup, ibreti âlem için,
kafamı gövdemden ayırtacakmış!
dur hele, madem ki iş bu yola döküldü;
hepsini dinle de gözün gönlün açılsın:
sana söylediklerimin çoğu yalandı;
ben kim, fransa'ya gitmek kim...
hele o tüccarlık masalı?
nasıl yuttuğuna hâlâ şaşarım.
samsun'da enişteler,
zonguldak'ta teyzeler,
adana ilinde bilmemne hanı;
koca koca okullardan diplomalar;
bizi bekleyen aydınlık günler...
kafana dank desin artık;
bütün bunlar kuyruklu bir yalandı.
başka ne yapabilirdim, söylesene!
yeşilinden tut da mavisine kadar,
nah! yumruk gibi gözlerin vardı.
narçiçeği dudaklar, kulağının memesi;
saç dendi mi aklıma seninkiler geliyor;
kalçalarının tarifini pek beceremiyorum...
bana, kaba herifin birisin, diyorlardı;
seni sevdikten sonra inceliverdim:
efendim'li estağfurullah'lı konuşmalar;
kundura boyacısına hergün 15 kuruş;
-elbette, ne zannettindi-
sakala perdah, bıyığa rastık;
entarimsi gömlekler,
çiklet ilen güneş gözlüğü...
incele incele hani yok mu ya,
höt! desen devrilecek oğlanlara benzedim.
bir şey ikram edildi mi; mersi!
birine tosladın mı; pardon!
boncurlar, bonsuvarlar...
bu arada anamın kefen parasını da yedik;
belediye'deki sıramız güme gitti.
iş bunlarla bitse, öpüp başıma koyacağım;
beni enayi yerine kodun, değil mi?
senin için iki eşek yükü şiir yazdım,
dört kamyon rakı içtim,
gurbetlere düştüm,
düz ovada yolumu şaştım;
hadi bütün bunları sineye çektik diyelim;
ya o belsoğukluğu? -
dayanamadım. metin eloğlu'ndan bir tane daha: sen gideli
yarın sabah yüzümü de yıkamayacağım
donum fanilam leş gibi oldu hele
tırnaklarım uzadı kesmeye üşeniyorum
biri sevabına çişimi de ettirse
sokağa çıktım mıydı akşam serinliğinde
bacaklarımda derman yok
rakı makı içiyorum gene olmuyor
ne sabri'ye uğradığım var ne celile'ye
başım dönüyor içim sıkılıyor habire
bu dünyada pırıl pırıl şeyler vardı hani
cümbüşler vardı kahkahalar vardı hoşbeşler vardı
hepsi peşine takılıp giti mi ne
anlamam o kadar incesini
sen yanımdayken yaşamak güzeldi işte
bana maşallah derlerdi ne iyisin derlerdi
neysem neyim kime ne
kırtipilim bomboğum esiriklinin biriyim
dünya yıkıldı altında kaldım sanki
anlaşılan bu birisinden kazık yedi diyorlar
sen gitmeseydin de keşke
et sevmezdim ya inadına cızbız köfte yiyorum
küfür ediyorum sokaklara tükürüyorum
nerde o efendilik, o kılı kırk yarmalar
adam sen de
tokalaşmalarla merhabalarla ilişiğim yok
ışımış istanbul'a bayılırdım bir vakitler
yaz bitecek diye ödüm kopardı
şimdi hepsi bilmemneyime
ya büsbütün yitirsem seni
ölsen ya da başka bir erkeğe varsan
sana dokunamasam sesini duyamasam
bırak allasen insanı deli etme
odayı mürvet hanım derleyip topluyor
temiz pak bir lokanta buldum sözde
sağa dön olmuyor sola dön olmuyor geceleri
önümüzdeki salıya gel bari -
şiir sayılmaz belki, bir dörtlük; bedri rahmi eyüboğlu'ndan turnel köprüsü,
içmişim armut rakısını
geçmişim turnel köprüsü'nü
satmışım şeyin anasını
dol karabakır dol
turnel köprüsü, paris'te pont de la tournelle.
armut rakısı, 40-45 derecelik, armuttan yapılmış, rakı gibi renksiz, saydam bir içki, eau de vie de poire williams. -
ali asker barut: yüzüm bir kentin anı defteri
ben ki ömrübillah at görmemiş bir nalbant
hiç bir yere çıkmayan
bir sokak hüznü içimde, güpegündüz
temmuz bitti, ağustos ortasına geldik ne çabuk
asfalt yolun dibinde açmış
sapı ziftli o gelincik
bilmeyecek ne var
gün gibi yalnızlık
hangi sokağa girsem
sonunda, kendime çıkıyorum gene
üzgün bir kuşla üzülen bir gökyüzü üstümde
ağzımın kenarında
yılların kırgınlığıyla dolu
üsküdarca bir gülümseme
geri verecekmiş gibi eski sevincimi
– günde kim bilir kaç defa –
ha doğdu ha doğacak
diye diye beklediğim güneş
karşılayabilir mi sahi
içimdeki beklentimi
ben ki ömrübillah at görmemiş bir nalbant
bir ara bir sevdayla az kımıldanır gibi oldu kalbim
gidip çarşıdan sulayacak bir çiçek satın aldım o zaman
– ne içindi şimdi hatırlamam –
yüzüm, ilk satırı çoktan unutulmuş
bir kentin anı defteri
rakı başında – istemem –
anmayın bidaha denizi menizi. -
bülent ecevit'ten türk-yunan şiiri... bu satırlar, kira parasından tasarruf için londra'da bir evi paylaştıkları can yücel'le beraber yaşadıkları dönemde(1947) yazılmıştır.
sıla derdine düşünce anlarsın
yunanlıyla kardeş olduğunu
bir rum şarkısı duyunca gör
gurbet elde istanbul çocuğunu
türkçenin ferah gönlünce küfretmişiz
olmuşuz kanlı bıçaklı
yine de bir sevgidir içimizde
böyle barış günlerinde saklı
bir soyun kanı olmasın varsın
damarlarımızda akan kan
içimizde şu deli rüzgâr
bir havadan
bu yağmurla cömert
bu güneşle sıcak
gönlümüzden bahar dolusu kopan
iyilikler kucak kucak
bu sudan bu tattandır ikimizde de günah
bütün içkiler gibi zararı kadar leziz
bir iklimin meyvasından sızdırılmış
bir içkidir kötülüklerimiz
aramızda bir mavi büyü
bir sıcak deniz
kıyılarında birbirinden güzel
iki milletiz
bizimle dirilecek bir gün
ege'nin altın çağı
yanıp yarının ateşinden
eskinin ocağı
önce bir kahkaha çalınır kulağına
sonra rum şiveli türkçeler
o boğaz'dan söz eder
sen rakıyı hatırlarsın
yunanlıyla kardeş olduğunu
sıla derdine düşünce anlarsın -
oktay rifat: niko'nun kahvesi
niko rakı içer sandalı boyamazsa.
niko susar. onun sessizliği bürümüş
masaları. onun yalnızlığıdır, kireç
badanalı, yamrı yumru, bu ak duvarlar.
semaverin hemen yanıbaşında durur
köstence'de bir dükkândan aldığı gemi.
bu resim pire'nin, bu böcekler batum'un,
bu ağlar tonla balık akıttı karaya.
niko, eski yazlarda çığrışan martılar,
zıpkından kurtulmuş kılıçlar, ahtapotlar
ve en sıcak güneşlerle karmış harcını
kahvesinin. lipsoslar yine derindedir.
orfos, beygir gibi kısar kulaklarını
kefalos'taki sivri taşın kovuğunda.
morumsu işkineler, oynatarak ağır
ağır kanatlarını, bakarlar niko'ya.
boz bulutlar gibi çatısında denizin
uskumru sürüleri devinir yukarda.
gölgesi vurur tırandilin ışıltılı,
yosunların, kara süngerlerin üstüne
ey kancık ve oynak deniz dibi burdasın,
burdasın sen! şu tüten dumandasın! çayda,
tabakta, dolaptasın! seni verir niko
liranın üstünü uzatırken, seni yer,
seni içer cıgarasında, seni uyur,
seni bilir, seninle yatar geceleri.
bir yelkenli süzülür kapıdan. bir yengeç
köşedeki masada yumar gözlerini,
iri bir mercan keser oltayı ve dalar.
voliden sonra denize atılan, ezik,
ıskarta balıklar gibidir, başı sonu
olmayan anılar. niko atar onları.