felsefenin en zor sorularından biridir.
ee? sorusu doğrudan bilginin davranış üstündeki sonuçlarını tartışmaya açar. ee? sorusunu soran aslında "velev ki söylediklerin doğru, o halde şimdi ne yapalım?" sorusunu sormaktadır. verilen bilgiler, yapılan açıklamalar ve gösterilen kanıtlardan sonra şimdi ne yapacağız? umut sarıkaya'nın meşhur karikatürü aslında ee? sorusunun yanıtsızlığı ile ilgilidir.
hayatın anlamını buldun. ee? ee'si bir çay koyayım. bu karikatürde eğlenceli bir şekilde yansıtılan soru felsefenin zorunluluğunu onaylar. zira ee? sorusuna yanıt vermek her zaman bütünlüklü bir sistem gerektirir. neyin ne olduğunu bildiğimiz yerde nasıl davranacağımızı da biliyor olmamız gerekir. eğer bütünlüklü bir sistemimiz yoksa hayatın anlamını bulduktan sonra bile yapacağımız şey hayatın anlamını hiç bilmiyor olanla aynıdır. böyle bir durumda ise hayatın anlamını ya da ee? sorusunun yanıtı bulmak için çabalamanın anlamı muğlaklaşır. hiçbir işe yaramayan bir şeyi anlamak için neden enerji tüketeyim ki?
ee? aynı zamanda tehlikeli de bir sorudur zira doğrudan etik yönlendirme bekler. bundan sonra yapılacak olanların sorumluluğunu alacak bir kişi varsa - peygamber, biliminsanı, filozof belki sanatçı- sapiensin kahir ekserisi önerilen ahlaki eylemi benimsemeye teşnedir. nazi subayları buna güzel bir örnektir. yahudiler tüm avrupa medeniyetini yok ediyor. ee? bunları öldürelim. sorumluluğu kim alacak? ben. o halde sana güveniyor ve günde on bin "birim" temizlik yapıyorum.
biliminsanları bu sorumluluğu almaz, alamazlar. zira bilgiyi ortaya çıkarmak biliminsanının, bilginin geri kalan her şey ile ile arasındaki bağı kurmak filozofun sorumluluğundadır. tek bir konu üzerinde uzmanlaşmış bir kimse sadece o konudan çıkardığı sonuç ile geri kalan her şey arasındaki bağı kendi koyduğu yanlışlanabilirlik ilkesini sağlayamadığı için inşa edemez. ancak felsefe için yanlışlanabilirlik bilim denen metotla özdeşleştirilir ve hakikat dediğimiz şeye ulaşmak için diğer yollar araştırılmaya devam edilir. felsefe kendisine bilim gibi bir yanlışlanabilirlik sınırı çizerse diskur belirleme ve kutunun dışından çözümler önerebilme yeteneğini yitirir.
filozof tüm yanıtların içinden çıkarılabileceği bir sistem peşinde olduğundan, ee? sorusuna bütünlüklü ve ikna edici yanıtlar verebilir. kant bize her eylemimizde insanlık için bir örnek oluşturacak şekilde davranmamızı öğütler örneğin. nietzsche ise kendimizi yıkmamız ve yeniden inşa etmemiz gerektiğini. analitik felsefe kendini bu tip bir metafizikten sıyırmaya çalışır ancak felsefenin bütünlükçü doğası içinde elinden gelen en iyi şey büyük anlatıları daha iyi eleştirmektir. bunu yaparken bile bütüncüllükten kopamaz örneğin rorty esas olanın konuyu değiştirebilmek olduğunu söyler.
netice olarak ee? felsefenin ve sanatın kitlesel bir uğraşa dönüşmesi için yanıtlanması gereken bir sorudur. buradan felsefe ve sanatın toplum için olduğunu sonucu çıkmasın. ancak felsefenin de sanatın da bir toplum içinde ve toplumsal olanaklar kullanılarak üretildiği gerçeği de unutulmamalıdır. bu noktada aydınlanma ile ilgili bir iddia ortaya atmak istiyorum. avrupa'daki aydınlanmanın gerçek anlamı bence, aklın kullanımının ve geliştirilebilirliğinin kitlesel bazda anlaşılmasıdır. on sekizinci yüzyılda thomas paine ve edmund burke gibi siyaset felsefecilerinin kitapları 60-70 bin nüsha satıyordu. toplumun o dönemki nüfusu ve eğitim olanakları düşünüldüğünde toplumun ciddi şekilde dünyadaki gelişmeleri takip ettiği görünüyor. bahsettiğim sayılar seksen beş milyonluk türkiye'de bir siyaset felsefecisinin hayal edemeyeceği sayılardır. avrupa'daki esas aydınlanma sıçraması felsefenin ve sanatın görece büyük kitlelerce de sahiplenilmesiyle alakalıdır. bugün sadece türkiye'de değil dünyanın her yerinde esas problem neticede kendisine danışılacak olan kitlenin tartışmadan tamamen kopmuş olmasıdır. bu kopuşun temel nedenlerinden biri de büyük anlatılara karşı yükselen düşmanlığın aynı zamanda düşünürleri de ee? sorusundan uzaklaştırmış olmasıdır. yanıtları bildiğini iddia edenin geleceğe dair hiçbir şey söylememesi kitle nezdinde sadece bir şüphe yaratır.
bir diğer nokta ise kitlenin bir entelektüel mesele ile ilişkiye girme şeklidir. kitle bir mesele için zihinsel bir efor harcayacaksa bu eforu -evrimsel olarak meşru bir şekilde- olabildiğince az zaman içinde, olabildiğince az eforla ve olabildiğince yüksek getiri ile gerçekleştirmek ister. eğer kitlenin bu taleplerine yanıt veril(e)mezse -yani sanat ve felsefe fildişi kulenin dışına çıkmaya cesaret edemezse- ne felsefenin ne de sanatın güncel çıktılarını anlayabilecek bir entelektüel piramit inşa edilemez. türkiye'yi ele alalım. ortaya gerçek bir felsefi metin konursa -örneğin zizek'in hiçten az eseri gibi kapsamlı bir çalışma- türkiye'de bunu okuyacak insan sayısı bir kaç bini geçmeyecektir. herhangi bir ileri felsefe ve sanat girişimi kendi camiası dışında çık(a)madığında kendi ileri hareketini kalıcılaştıracak jenerasyonlar arası bir bağ inşa edemez. böylece bireysel olarak en iyi felsefecileri ve sanatçıları toplumda yetiştirseniz dahi bu insanlar ya göçecek ya marjinalleşecek ya da zaman içinde sönümlenecektir.
sonuç olarak, ee? sorusunun modernizm eleştirisi kapsamında sorulmasının/yanıtlanmasının terkedilmesi kitlenin adım adım hakikatten uzaklaşıp sadece duygusal manipülasyonlara maruz kalışı oranında tercihlerde bulunmasına yol açar. tercihlerin neticede demokrasi ile sonuçlanacağı varsayımı altında siyaset gücü ele geçirmek için bilgiye değil manipülasyona dayanmaya başlar ki bunu sonucu toplumda anti-aydınlanma olarak görülür. (bkz: aptallığın norm olma süreci). kitle zihinsel enerjisini uzlaşma için değil, tahakküm için kullanmaya başlar. filozofun ve sanatçının günümüzde birincil önceliklerinden biri kendi değerini -eğer varsa!- toplumun olabilecek en alt seviyelerine kadar taşıyabilecek bir piramit inşası için de düşünmektir. yoksa kimsenin okumadığı metinler ve kimsenin beğenmediği eserler arasında ne dünyayı anlayabileceği ne de ondan keyif alabileceğiz.
- ee?
+ ee'si bu çağda değerli bir iş yaptığına inanıyorsan onun zamana yayılması için de aktif çaba harcamak zorundasın. yoksa ya tembelsin ya da elindekinin değerine inanmıyorsun.
-
-
ömer naci soykan hoca "çeviri kültürden özgün kültüre: kendi felsefemiz yolunda" adlı makalesinde türkçenin felsefe için yeterli olduğunu açıkladıktan sonra felsefenin "gövermesi" için neler yapabileceğimizi sıralıyor:
1- felsefecilerimizin sayısını artırmalıyız.
2- diğer bölümlere "felsefe ajanları" göndermeliyiz. (yani fizikten türkolojiye her alanda felsefeciler olmalı.)
3- felsefeye olan ilgiyi uyandırmalıyız.
elbette bunların hepsinin az ya da çok haklılık payı var ancak bu başlığın altına yazılmak istenen şeyler bunlar değil. hocamız aynı metin içinde "felsefeye ne gerek var!" denilen yerde, gerçekten de felsefeye gerek yoktur." diyor, sf.38. bu başlığa katkı sağlayacak olan da işte bu cümle ve bu cümlenin konuyla doğrudan bağlantısı.
hocamız felsefeye ilginin uyandırılması için yukarıda alıntıladığım cümlenin hemen ardından "entelektüel hayatımızın, birkaç moda deyimin belirleyiciliğinde kısırlaşması istenmiyorsa, felsefeye gerek olmalıdır." diyor. geniş halk kitlelerine tam da "felsefe yapma" dedirtecek bir cümle. ne yani felsefe sadece entelektüel hayatın kısırlaşması riskinden koruma işlevine mi sahiptir? başka bir işe yaramaz mı? bir manavın felsefeye ihtiyacı yok mudur? hocanın akıl yürütmesinde felsefe sadece entelektüel hayatının kısırlaşmasından çekinenlere merhem sağlayan bir şey gibi duruyor ancak böyle bir derdi olan insanın zaten felsefeye ilgisi olduğunu varsayamaz mıyız? sokrates sokaklarda insanlarla konuşurken ya da aristo doğayı incelerken entelektüel hayatın kısırlaşmasına karşı mı mücadele ediyordu?
hocamız felsefeye ilginin uyandırılması için ne yapılması gerektiğini seziyor- her bu konuyla ilgilenen insanın kolaylıkla sezebileceği gibi- ancak sorunun üzerine gitmek yerine dimağlara hoş bir sada bırakmayı tercih ediyor.
bir önceki entryde ee? sorusunun felsefenin en önemli sorularından biri olduğunu söylemiştim. beni bunu düşünmeye iten şey de ömer hocayı mezkur yazıyı yazmaya iten şey ile aynı: hepimizin gördüğü ancak hiçbirimizin çözemediği "felsefe ne işe yarar?" sorusu.
bu sorudan kolaylıkla "felsefe felsefe içindir!" diyerek sıyrılabiliriz. kimse felsefe okumak zorunda değildir felsefe sadece felsefeciler için yapılır ve ilgilisi isterse zaten onu bulacaktır. geniş halk kitleleri felsefe okursa elbette daha iyi olur ancak okumasalar da hiçbir şey olmaz, sadece entelektüel hayatları biraz kısırlaşır. önemli olan evrensel felsefenin sorunları ile ilgilenip onu geliştirmiş olmaktır. felsefe kendini okutmaya, dinletmeye çalışmaz! o tıpkı bir türk akademisyeni gibi ayağına gidilinilmesi ve bilgelik dilenilmesi gereken bir şeydir.
bu bakış açısı türkiye'de en yaygın bakış açısıdır diyebilirim. ancak sorunu çözmeyi bir yana bırak sorunu görmeyi bile reddeder. türkiye'de bir felsefi gelenek oluşmamasının sebeplerinden bir tanesinin ben bu yaklaşım olduğunu düşünüyorum. ömer hocanın ilk paragrafta alıntıladığım cümlesi de tam bu bağlamda anlamlı buluyorum.
peki neden "felsefe yapma!" pejoratif bir deyim? neden insanlar ne gerek var felsefeye diyebiliyorlar? neden en az üç bin senedir varlığını sürdüren ve aslında medeniyette hala güncel olan felsefe mesleği türkiye'de bir türlü tutunamıyor? ben ee? sorusunun bu sorulara verilecek yanıta katkı sağlayacağı kanaatindeyim.
şimdi, eğer felsefe sadece felsefe yapmak için yapılan bir şeyse felsefe kelimesi dahi icat edilmemişken felsefe yaptığını iddia ettiğimiz thales, anaksimenes, pisagor gibi isimler ne yapmayı amaçlıyor nereye varmaya çalışıyorlardı? keh keh
ben felsefe tarihinin felsefenin ne olduğu konusunda yeteri kadar açık olduğunu düşünüyorum: felsefe var olan her ne ise onu daha iyi anlamak için yapılan etkinliklerin tümüdür. antik yunan ve roma'dan da açıkça görüldüğü üzere felsefe yaptığını iddia edenlerin hemen hepsi bir sorunu çözmeye çalışıyorlardı. hem kendi motivasyonları hem de eylemlerinin toplumsal meşruiyeti de zaten buradan geliyordu. filozof denen figüre karşı gösterilen saygının da temellerinden biri olarak bu gerçek zamanlı yaşama olan katkıları gösterilebilir.
bugün elimizde olan sorun, yani felsefenin boş bir iş olarak düşünülmesi, felsefenin gündelik gerçeklikten tamamen kopmuş olmasıyla alakalıdır. türkiye'deki insan kitlesi aradığı hiçbir yanıt için felsefeciye gitmeyi düşünmez çünkü "felsefeci yanıtlar değil sorular üretir sadece". e peki o sorular üretildikten sonra ne olur? felsefeci soruyu üretir ve başka birinin çözmesi için oracıkta bırakıp gider mi? eğer öyle ise bunca kalın felsefe kitapları baştan aşağıya sorulardan mı oluşmaktadır? felsefecilerin de maalesef ara sıra güçlendirdikleri bu "sadece soru üretme" algısı türkiye'nin felsefe konusunda bir türlü ayakları üzerinde duramamasının meşrulaştırması dışında bir işe yaramamaktadır. felsefe eğer faydalıysa bu faydalar felsefe yapanlarca gösterilmelidir yok eğer değilse zaten neden felsefe ile uğraşılmaktadır?
felsefe ne işe yarar sorusu ise yukarıda zaten verildi: felsefe her işe yarar. sanat gibi düşünülmesi gerekir felsefenin. sanat ne işe yarar? yaptığın her şeyin daha güzel olmasını sağlar. felsefe ne işe yarar? yaptığın her şeyin daha derin düşünülmüş olmasını ve istenilen sonuca daha rahat varabilmesini sağlar. bir manavın felsefeye ihtiyacı vardır çünkü ticarette de botanikte de insan ilişkilerinde de felsefe manava varlığını bile bilmediği derinliği katar. kendisine bu iş bir kere öğretildiğinde ise bildiğimiz akademik anlamıyla değil ama gerçek anlamıyla felsefe ile derinlikle uğraşmaya başlayacaktır. bununla manavın birden aristo'da varlık problemi çalışacağını söylemeye çalışmıyorum, sadece düşüncenin faydalarını daha çok talep edeceğinden bahsediyorum. felsefe sadece bir iş için değil, sadece bir an için değil hayatın her alanında/anında insanlara değer katacak bir etkinliktir. bu sebeple felsefeciler derin felsefenin dikkat çekmesini istiyorlarsa öncelikle yüzeysel felsefeyi doğrulukla anlatabiliyor/gösterebiliyor olmalılar. kendisine önce git para kazan diyen komşusuna bir sonraki sene zengin olarak yanıt veren filozof thales gibi. bunu yapabilmenin yolu da ee? sorusuna yanıt verebilmekten geçer.