• her camia nesnenin doğası gereği güçlenme çabası içindedir ve bu gayenin yolu -özellikle- yirmi birinci yüzyılda olabildiğince kalabalık olmaktır. organize kalabalık sahip olduğu güç sebebiyle gündem yaratıp, değiştirebilir. özellikle sosyal medya gibi örgütlü kalabalıkların seslerini süratle duyurabildikleri imkanların varlığında her bir etkileşim değerlidir. teoride bu hızlı örgütlenme ve gündem olabilme becerisinin herhangi bir camia içinde en makul ve bilge olanlar tarafından idare edileceği ve zıt kutuplarda olsalar dahi büyük destekçileri olan akil kişiler arasında gerçekleştirilecek diyaloglar neticesinde tartışmalı konularda makul bir orta yol bulunacağı düşünülür, ümit edilir. antik çağlardan beri var olan meclis mantığının ardında da bu düşünce vardır. ancak günümüzde meclislerde de nüveleri görünen fakat sosyal medyada abartı derecesinde karşımıza çıkan, süreç ilerledikçe tartışmanın çözüme değil, geri dönülemez ayrışmalara doğru ilerlemesini sağlayan mekanizma nedir ve nasıl toplumun yeni normu haline gelmiştir?

    bu sürecin üç genel adımı olduğunu düşünüyorum. birinci adımda radikaller ciddiye alınmamakla ve takdir edilmemekle birlikte herhangi bir davaya karşı olan aşırı inançları ve kendilerini göstermek için harcadıkları abartılı çabalar sebebiyle o meselenin/davanın makulleri tarafından hoş görülürler ve zamanla camiaya iyice adapte olurlar. ara sıra "tuhaf", camiayı sıkıntıya düşürecek çıkışlar yapsalar dahi bizden oluşlarıyla kollanır, görmezden gelinirler. bu süreçte makuller pek beğenmedikleri ve yetersiz buldukları bu radikallerle ilişkilerini sınırlı tutarlarken toplumun çoğunluğunu oluşturan kitle aynı radikalleri gözünde gittikçe büyütür.zira bu radikaller makullerin aksine hiçbir şeyden korkmamakta -çünkü neyden korkmaları gerektiğini dahi bilmezler- ve kitlenin ifade etmek istediklerini en basit ve pervasız şekilde dile getirebilmektedirler. tıpkı körler ülkesindeki samimiyetle körlerden yana olan tek gözlü kral gibi.

    ikinci adımda süreç içinde kendilerine sağlam bir yer ve belirli bir takipçi kitlesi edinen bu vasat radikaller ilk ortaya çıkan tartışmalı hususta her zamanki gibi radikal, sadece düşmanları değil müttefikleri de irite eden bir çıkış yaparlar. bu çıkışın ertesinde alacakları iki tip tepkiyi bilirler; bu tepkilerden birincisi makul insanlardan gelecek olan "fazla abarttın", "haddini aştın" tarzında eleştiriler şeklindeyken ikincisi " yürü be aslanım" tarzındaki tasdikler ve sıradan cahilin abartılı tebriklerinden ibarettir. vasat radikal kritik eşiği tam bu ikilemdeyken aşar: ya kendisine rol model olan ve sağlıklı mücadele eden insanların takdirini kazanacak ancak yavaş ilerleyen bir sürecin herhangi bir taşı olacaktır ya da kendisini yeni lider ilan edip gündemi belirleyen ve daha hızlı kitleselleşen basitleşmenin taşıyıcısı olacaktır. bahsettiğimiz üzre bu kişi vasat olduğundan doğal olarak ikinci yolu seçer ve artık bilinçli olarak provakatif çıkışlar yapmaya başlar. bu sorunlu çıkışlar camianın içindekilerden bazen tartışmanın o anlık öfkesiyle genelde ise sırf öteki tarafa karşı saldırıda "hep birlikte" yer almak için üzerine düşünülmeden desteklenir. bu ikinci adım vasatın popülerleşmesi ve artık bir figür haline gelme aşamasıdır. o artık dostlar tarafından arkasında birleştiğimiz gözü pek bir savaşçı düşmanlar tarafından ise (çünkü düşmanlar da bir diğer kitledir ve provokatif çıkışı karşı tarafın genel fikri olarak görmek işlerine gelir ) baş düşman haline gelmiştir. bu noktadan sonra artık vasat radikalin görüşleri tam olarak doğru olmasa dahi sırf düşmanlar karşısında güç kaybetmemek için desteklenmek zorundadır.

    üçüncü adımda iki tarafın da makulleri mezkur radikalin hem kendi haklı noktalarına zarar verdiğini hem de anlamsızca saldırgan tutumundan dolayı karşı tarafla olan verimli uzlaşma zeminini yok ettiklerinden bahsetmeye başlar. fakat bu bahsediş radikal vasat tarafından behemehal sığlaştırılır ve korkaklık, davaya ihanet, karşı tarafa sempatik görünmeye çalışmak, geri adım atmak şeklinde değersizleştirilir. bu noktada radikalin sözü ve makulün sözü karşı karşıya gelir ve kimin haklı olduğunu belirlemek kalabalığa kalır. sncak hepimizin bildiği üzere kalabalığın ne tartışmanın gerçek doğasını anlamaya yetecek birikimi ne de bunu anlamaya niyeti vardır. kitle -hemen her zaman- kendisine daha yakın hissettiği ve daha kolay anlayabildiği vasat radikali, karmaşık ve uzun konuşan, biraz kibirli biraz monşer ve biraz da kitleden uzak durmayı tercih eden makule tercih eder. böylece herhangi bir görüşün, fikrin, tavrın ilk ve gerçek savunucuları binbir çabayla belli bir noktaya getirdikleri hareket içinde marjinalleşmek durumunda kalırlar. bu kansız devrim hemen her zaman tartışmanın iki karşı kutbu arasında yakın zamanlarda gerçekleşir ve gerçekleştikten sonra artık tartışma hiçbir makul insanın içinde barınmayacağı tek gözlü krallar egemenliğindeki körler dövüşüne döner. bu dövüşte ne herhangi bir ilerleme ne de herhangi bir uzlaşma mevzubahistir. ortada olan tek şey iki tarafın da birbirini olabildiğince irite etme ve aşağılama çabasıdır.

    neticede her görüş, tavır, fikir sesini duyurabilmek ve kendi haklı noktalarından hareketle topluma fayda sağlamak için iyi niyetle kitleye ulaşmanın en kolay yolu olan sosyal medyaya sarılır ve yukarda bahsettiğim adımlardan sonra bahsedilen görüş, tavır, fikir en iyi ihtimalle "duyar kasmak" en kötü ihtimalle de "çok kötü bir şeyden yana olmak" haline gelir. hayvanlara zulmetmemek, insanlara tecavüz etmemek, kadınları dövmemek, hükümetten ya da muhalefetten yana olmak, dini inanç sahibi olmak ya da olmamak, biriyle sevişmek ya da sevişmemek, et yemek ya da yememek hatta herhangi bir şeyle ilgilenmek ya da ilgilenmemek dahi tecavüzcülükten, vatan hainliğine bir insanın bir başka insana yakıştırmaktan dahi hicap duyacağı şeylerle yaftalanmaya başlar. artık et yememek vatan haini olmak için, müslüman olmak tecavüzcü olmak için yeter sebep haline gelir. zira karşılıklı provakatif diyalog ancak gittikçe artan basitleşme ve agresifleşme ile mümkündür.

    bu karşılıklı saldırı mantığı, tarafların vasatlarının geniş zamanları olduğundan ve beyanları zaten derin bir düşünüm gerektirmediğinden sürekli gündem hale gelir. böylelikle her tarafın sözcüleri güçlerini uzlaşmadan değil, sığ çatışmaların sıklığından almaya başlarlar. kitlenin de işine gelen bu olduğundan sığ-agresif önderleri ön plana çıkarırlar ve böylece tüm diyalog süreci karşılıklı agresyon sergileme haline gelir. bugün içinde yaşadığımız durum da tam olarak budur.