en beğenilenleri (51) - sayfa 2

başlık listesine taşı
  • götterdammerung nedir?

    eski nors dilinden almancaya çevrilmiş 'tanrıların alacakaranlığı/uyanışı' anlamına gelen ifade. karşılığı 'ragnarök' iskandinav mitolojisinde kıyamet ve onun habercisi/kehanetiyle eşdeğerdir. snori sturluson adlı bir tarihçi ve şair tarafından şiirsel edda'da ilk defa 13.yy'da bahsedilmiştir.



    valhalla in flames, 1894'da orijinal operanın set dekaratörlerinden max brückner tarafından yapılan tasvir.

    götterdammerung, richard wagner tarafından bestelenen dört epik müzikal dram der ring des nibelungen (the ring of nibelung) adlı operanın sonuncusudur. 17 ağustos 1876'da ilk gösterimini beyrauth festspiele salonu'nda (daha sonra richard wagner tiyatro salonu) yapmıştır. alman kahraman hikayeleri ve eski iskandinav destanlarından bahsetmektedir. (bkz: nibelungen destanı) bu dört operayı yaratmak wagner'in 26 yılını almıştır. herkesin izlemese de bildiği star wars'taki şu şarkı ve bu şarkı benzerlik göstermektedir. star wars ve the ring (kısaltılmış adıyla) sadece müziğinde değil eser biçiminde; yapı ve tema olarak paralel olduğu üzerine karşılaştırmalar bulunmaktadır. kaynakçada bulabilirsiniz.


    hikaye dünyaya hükmedecek güce sahip büyülü bir yüzük etrafında geçer, bu yüzük nibelung cücesi alberich tarafından ren nehri'ndeki su perilerinden çaldığı altın ile dövülmüştür. tanrıların tanrısı wotan (odin) bu cüceden yüzüğü çalar ancak fafner (fafnir) ve fasolt adlı devlere tanrıların evi valhalla'yı inşa etmek üzere ödeme olarak vermek zorunda kalır; yoksa freia (freya)'yı alacaklardır. nesilleri içinde bulunduran bu hikayede wotan'nın fani torunu siegfried (sigrud) fasolt'u yüzük için öldüren fafnir'i öldürerek yüzüğü geri kazanır. ama sonunda yüzüğü kendisi isteyen alberich'in oğlu hagen'in entrikalarının bir sonucu olarak siegfried ihanete uğrar ve öldürülür. sevgilisinin babası sigmund'u kurtarmak için babasına meydan okuyup ölümsüzlüğünü bunun için kaybeden seigfried'in sevgilisi ve wotan'ın kızı valkür brünnhilde, seigfried'in cenaze ateşinde intihar ederken yüzüğü ren nehri'nin su perilerine iade eder. bu uğurda yüzüğü kurtarma peşinde olan hagen ise nehirde boğulur. bütün bunlar olurken de tanrılar ve valhalla da yok olmaktadır.

    tolkien akla geliyor değil mi? platon'un 'devlet' kitabında geçen gyges'in yüzüğü'nü duyduğumda da de direkt bu ışık yanmıştı (haliyle). wagner'in operasında da yüzüklerin efendisi'nde de aynı 'the one ring that rule them all' teması kullanıldı. tolkein, c.s. lewis ile birlikte operalardan ikincisi olan `die walküre `(valküreler) çevirisine başlamış olsa da wagner'den esinlenip esinlenmediği sorulduğunda 'her iki yüzük de yuvarlaktı ve orada benzerlik sona erdi'* demiştir. aşırı tepki olduğunu düşünenler de var. çoğu araştırmacı wagner ve tolkein'in yalnızca aynı hikayeden esinlendiği düşüncesinde. bu hikayede şiirsel edda'da bulunan völsunda destanı'na çıkarıyor bizi ve de nibelungenlied (nibelungen destanı). iskandinav mitolojisindeki andvaranaut (altın kaynaklarını bulabilen büyülü yüzük) ve sigurd'un ejderha fafnir'i ölürdüğü yüzük gram, tolkein'in dünyasında kendini the one ring ve narsil (tekrar oluştuğunda anduril) olarak bulur.

    vikipedi'ye göre orijinal hikaye edda'sında loki yüzüğü çalmıştır. (tabii aynı hikayenin içerisinde odin de mevcut) yüzük ilk başta andvari adlı şelale altında yaşayan ve kendini tunabalığına çevirme gücüne sahip bir cüceye aittir. loki ondan yüzüğü çaldığında intikam olarak yüzüğü lanetler, kimin eline geçerse kötü talih ve yıkım getirmektedir. loki yüzüğü oğlu otr'u yanlışlıkla öldürdüğünün karşılığında savaş tazminatı gibi telafi olarak hemen cücelerin kralı hreidmar'a (büyücü) verir. otr'un ağabeyi fafnir ise heidmar'ı öldürüp yüzüğü alır ve ejderhaya dönüşüp ona gardiyanlık eder. (smauuuug) sigurd daha sonrasında fafnir'i öldürür ve brynhildr'e verir. nibelungların kraliçesi grimhild, sigurd ve byrnhildr'i manipüle edip çocuklarıyla evlendirir ve andvaranaut'un lanetini aileye getirir.

    ben ise 'götterdammerung' terimine joseph campell'in 'ilkel mitoloji' adlı kitabında karşılaştım. bu noktada campell'in mitos hakkında gününün görüşünü de eklemiş olmak isterim;
    (bkz: mitos nedir?)

    "mitos" thomas mann'ın gördüğü ve birçok psikologun derinliğini kabul edeceği gibi "yaşamın temelidir, zamansız şemadır, bilinçaltının içinden çıkardığı izlerin yeniden üretilmesiyle yaşamın devam ettiği inanç yapısıdır." öte yandan, bütün etnolog, arkeolog ya da tarihçilerin gözlemleyeceği gibi, farklı uygarlıkların mitosları yüzyıllar boyunca ve insan yerleşiminin dünyayı kaplamasıyla birlikte önemli ölçüde değişmiştir. bir mitolojide 'erdem' olanın bir başkasında 'kötü' diye görülmesi, birinin cennetinin ötekinin cehennemi olması derecesinde değişim olmuştur. dahası, eskiden çeşitli kültür çevrelerini ve panteonlarını ayırıp koruyan düşünce ufuklarının artık birer birer yıkılmasıyla gerçek bir götterdämmerung tüm evrene ateşini salmıştır. bir zamanlar mitolojilerinin sağladığı dindarlığın bilinci içerisinde huzur dolu bir yaşam süren toplumlar, komşularının gözünde, tam tersine şeytanlar olarak buldular kendilerini. artık geçmişle hiçbir yerde hayal edilmemiş, daha derin, daha geniş mitolojiye gereksinim olduğu açıktır. yerel geleneklerin birbirinden farklı hayalinden çok daha esnek ve incelmiş, bu mitolojilerin daha geniş olanın ancak maskeleri olarak bilineceği, bütün parıltılı panteonlarının "zamansız şeması"nın ancak geçici kipleri olduğu, şeması olmayan bir arcanum arcanorumdur bu. (bkz: arcanum arcanorum)

    ama bu, kesinlikle, önümüzde bölümler halinde değişik bilimlerin salon ve müzelerinde yalnızca fark edilmeyi bekleyen ve bir yandan da büyük sanatçıların eserlerinde yaşayan büyük gizemli törendir. onun günümüze hizmet etmesi için tüm boyutlarıyla toplanması -ya da yeniden toparlanması- gerekiyor ve sonra sanat biçiminde, mucize gibi, ahlaki olarak yargılamadan, sevgiyle, öğretici neşeyle geçmiş formların festivalinde uyanan insanlığa katılarak ona kendimize aitmiş gibi yaşam vermeliyiz.''

    not: götterdammerung kelimesinin orijinalinde 'a' harfinin üstünde iki nokta bulunmaktadır. bu yazının sonunda wardruna dinlemeniz şiddetle önerilir.

    kaynakça;
    wagner, his "ring" and how luke skywalker comes in the picture, houston symphony
    tolkein gateway, the lord of the rings and the ring cycle
    the wagnerian, the star wars and wagner's ring
    joseph campbell, ilkel mitoloji, tanrının maskeleri ı, ıslık yayınları
    byock, jesse l. (1990). the saga of the volsungs: the norse epic of sigurd the dragon slayer.
    carpenter, humphrey (1977). j. r. r. tolkien: a biography.
    morris, william; magnusson, eirikur, eds. (1870). völsunga saga: the story of the volsungs and niblungs, with certain songs from the elder edda.
    evans, jonathan. "the dragon lore of middle-earth: tolkien and old english and old norse tradition".
    simek, rudolf (2005). mittelerde: tolkien und die germanische mythologie [middle-earth: tolkien and the germanic mythology] (in german)
    *carpenter, humphrey, ed. (1981). the letters of j. r. r. tolkien.

  • françois coppee

    1842-1908 yılları arasında yaşamış fransız şair ve romancı. parnasizm(parnassianism) akımının içerisindedir. savaş bakanlığı'nda memurluk yaparken şiirler yayınlar, 1878 yılında comedie française'a (fransız devlet tiyatrosu) arşivci olarak alınır. 1884'e kadar buradaki ofisi işletir, aynı yıl academie française'e (fransız akademisi) seçilir, ve 1888'de legion d'honneur'ün (onur nişanı) memuru olur. iki defa hastalık atlattıktan sonra dine dönmüştür. halk ilişkiler/politikaya da katılmıştır.

    milliyetçi hareketin en şiddetli kesimine katılmış ve dreyfus olayı'nda alfred dreyfus'a karşı önde gelen bir isimdir. 1898'de dreyfusism'in herkes tarafından/tüm entellektüeller tarafından kabul edilmediğini göstermek için üç akademisyen eşliğinde (louis dausset, gabriel syveton ve henri vaugeois) ligue de la patrie française'i (french homeland league) kuranlardan biri olmuştur.

    not: emile zola'ya karşı bir imza başlattılar bu şahıslar. (çünkü zola, alfred dreyfus'u savunan 'itham ediyorum!' adlı bir yazı yayınlamıştı ve sonrasında rousseau gibi yazarlar dreyfus'un tarafını tutmaya başlamıştı.)

    le poete des humbles (alçak gönüllülerin şairi) olarak ünlenen şairin şiirleri genellikle vatanseverlik, duygular, gençlik aşkların neşesi, fakirlerin durumuyla alakladır. yanı sıra oyunlar da yazmıştır. tevfik fikret'in epey etkilendiği bir şairdir. arthur rimbaud, coppee'nin adı altına şiirlerinin parodilerini yayınlamıştır.

    not: aksanlı harfleri silmem gerekti.

    görsel kaynak:
    1899 caricature by charles lucien leandre depicting barres, coppee and lemaitre as the three heads of the league

    kaynak:
    chisholm, hugh, ed. (1911). "coppee, françois edouard joachim". encyclopedia britannica. vol. 7 (11th ed.). cambridge university press. pp. 101–102.
    wilson, nelly (1978). bernard-lazare: antisemitism and the problem of jewish identity in late nineteenth-century france. cambridge university press, p. 191.
    pierrard, pierre (1998), les chretiens et l'affaire dreyfus
    hackett, cecil arthur (1981). rimbaud, a critical introduction
    turkedebiyati.org - françoise coppee kimdir?
    alfred dreyfus - biyografi.org

  • !yolun yolu açıp tesadüfü bulması

    çok da herkes için mühim olmayabilecek tesadüflere kim ilgi gösterir bilmeyerekten birkaç mitolojik bilgi ile beni heyecanlandıran bir olaydan bahsedeceğim.

    iki gün önce arkadaşımla uzun bir birasız ramazan sonrası dışarı çıkmıştık ve alelade sohbet ederken konu faldan açıldı. ikimizin de böyle mistik şeylere ilgisi olduğundan birkaç saatlik muhabbetin ortasında birden kadıköy'den taksim'e geçme ve falcıya gitme gibi çılgınca bir karar aldık, daha önce hiç de böyle falcıya vs. gitmişliğim yoktur. (tüm varlığım 50/50 maneviyat ve mantık arasında çatışma içerisinde olduğundan)

    birkaç haftadır, önce mısır mitolojisiyle başlayan ve yeniden parlayan ilgim yönünü birden hinduizm'e çevirdi. belki birkaç hafta değil de rahat son 6 aydır patlamayı bekleyen ve biriken bir merak, karşıma sürekli çıkmaya başlayan video ve metinlerle artık son raddeye gelmiş oldu.

    sürekli karşıma shiva çıkıp duruyordu, keza hala da devam ediyor. çağırıyormuş gibi hissetmekten kendimi alamadım ve ufak ufak okumaya başladım. meğersem son okumaya başladığım (sırf bu kısım/alıntı için almıştım) aldoux huxley'nin 'ada' kitabında nataraja anlatımındaki nataraja, lord shiva'nın dans eden figürü imiş. aylar önce okul bahçesinde bir sabah sınava girmeyi beklerken nedircikler yayının sitesinde nataraja'nın çevirisini okumuştum. neyse, efendime söyleyeyim, karşıma sonrasında kendisinin ikamet ettiği düşünülen kaliasa dağı çıktı. (buna ayrı bir başlık açacağım, gerçekten ilginç bir dağ) ve öyle de devam etti. (bkz: nataraja)

    ben faldan buraya neden atladım peki? falcının dediği bir sürü şey arasında bana mesleklerden bahsettiği yerde, çok gezeceğim ve yapacağım iki meslekten birinin manevi anlamda eğitim almanın ardından bu birikimimi diğer mesleğimle birleştireceğim üzerineydi. tibet'te rahiplerden eğitim alma ya da hindistan'da ''tapınakları'' ziyaret etmek gibi örneklerle kendini açıkladı. ve tam bundan iki gün önce de hindu olan hintli bir arkadaşımdan en iyi giriş yapabileceğim şekilde kitap önerisi istemiştim. gerçekten dünyanın o kısmına dair zayıf bir bilgi birikimim olduğunu söylemeyi de es geçmemeliyim burada.

    faldan çıktığımızda gezi parkı'ndan bir tur atıp metroya gidiyorduk. yol köşesinde biri kaldırıma bir dizi sayı yazmıştı. nedendir bilmem önceden kalma sayı gördüğümde toplama alışkanlığımdan kaynaklı olsa gerek ya da o an gerçekten öyle istedim, o 5 haneli sayıyı geçerken ezberleyiverdim.

    eve gittiğimde çoktan aklımdan çıkmıştı, ta ki sabahın dördünde yatakta durup dururken telefonu alıp sayıları arama motoruna girene kadar. ilk yazdığımda gözüme takılan şey, sayıyı yazar yazmaz çıkan aramanın yanında 'train running status' yazıyor olmasıydı. yine onu arattığımda çıkan ilk sonuca tıkladım ve site hindistan'ın rachi şehrinden kamakhya şehrine giden bir tren tarifesiydi. saatleri, durakları hepsi oradaydı ve sonda, şu an o dakikadaki tren güncellemesi olduğunu düşündüğüm bongaigaon kentinden kamakhya şehrine giden trenleri gösteren iki yeşil kutucuk vardı.

    son durak olan bu şehre baktığımda ise karşıma direkt bir tapınak çıktı. çıkan tapınak da şehirle aynı isme sahip bir tanrıçayla ilgiliydi. kendisi shiva ve eşi sati'nın hikayesinde geçiyor imiş. size biraz da bu efsaneden bahsedeyim.

    sati, shiva ile evlenmek istediğinde ailesi eş seçimi yüzünden karşı çıkar ve sati'nin bu kültüre özgü bir evlilik ritüeli olan kadınların eşlerini seçtiği davete shiva dışında herkesi çağırır. buna rağmen shiva orada bulunur ve ritüel gerçekleşir, sati ile evlenirler. sonrasında tüm tanrıların davetli olduğu kutsal ateşle ilgili bir ritüele bu çifti çağırmaz sati'nin babası. bunu saygısızlık olarak gören sati, babasını protesto eder ve eşinin onuru adına kendini kutsal ateşle kurban eder, ruhunun bu formundan bir yoga pratiğiyle ayrılır.

    bu acısıyla shiva, sati'nin bedenini omzuna atar ve tandava denilen dansına başlar, aynı zamanda huxley'nin ''ada'' kitabında karşıma çıkan nataraja sembolü shiva'nın bu dansının figürüdür. evrensel dengeyi bozan bu yıkıcı dansı bir gece, bu süreçte örgülerinden yarattığı iki ilahi varlıktan birinin sati'nin babası kral daksha'yı yakalamasıyla yıkımdan kutsama dağıtmasına dönüşür. (nataraja'nın tam da sembolize ettiği şey de budur; yıkmak ve yapmak) (bkz: nataraja)

    bu dengesizliğe bir son vermek ve shiva'ya sakinliğini getirmek isteyen lord vishnu, disk silahıyla (sudarshana çakra) shiva'nın taşıdığı sati'nin bedenini parçalara ayırır ve parçalar dünya üzerinde belli yerlere düşerler, bunlara da shakti peetha adı verilir, bu yerler şu anda mabet yeri görevi görmektedir . efsanenin daha sonrasında ve birkaç varyasyonunda shiva'nın sakinleşmesinin bir nedeni de sati reenkarne olduğunda onunla evleneceğini bilmesidir.. (bu arada sati, hint mitolojisindeki ana tanrıça, supreme goddess, olan shakti'nin bir yönü olarak ibadet edilir.)

    (ayrıca bir yıl önce yaptığım bir okul ödevimde karşılaştırmalı olarak dinler arası ölümden sonraki hayat inancını araştırıyordum ve seçtiğim konu semavi dinlerle doğu dinleri/felsefelerinin karşılaştırmasıydı. tam olarak orada da benzer bir ritüelden bahsetmiştim. ritüele göre ölen kişinin yakılması ve ganj nehrine dökülmesi gerekmektedir. bunun nedeni, ölen kişi ve kalanlar arasındaki bağı kesmektir. ölen kişiyle devam eden fiziksel temas ve manevi temas, dünyada yaşamaya devam edecekler için bir engeldir ve aksi takdirde bu bağ kesilmezse hayatına eskisi gibi devam etmesi zorlaşabilir; ayrıca ölen kişinin de bağı tamamen dünyayla kesilmemiştir ve ruhu bedenine geri dönmek ister. bu nedenle ganj nehrine küller dökülür ve dünyanın her tarafına yayılır. bana sorulursa sati'nin hikayesiyle alakalıdır bu noktada. çünkü ayrıca ganj nehrinin shiva'nın saç örgüsünden akan bir nehir olduğu düşünülmektedir. shiva, ilk dünyaya geldiğinde gücüyle zarar veren bu nehri saçlarından bir örgüye alıp sakince himalaya'nın yamaçlarından akıtır.)

    daha sonrasında sati, parvati olarak yeniden doğar ve shiva ile o formda yeniden evlenirler. kamakhya'ya dönersek, sati'nin düşen beden parçalarından biri genitali ve rahmidir. bunlar, hindistan yarımadasındaki kamarupa bölgesine düşer. daha öncesinde de shiva'yla gizlice görüştüğü bir yer olduğunu okudum. orada da kamakhya tapınağı kurulur.

    bu inancı takip edenler düşen rahmin, vulvanın ve 'kaynağın' bir kadın formunu aldığını ve bunun tanrıça sati formunda tanrıça kamakhya olduğuna inanırlar. doğumu sigeleyen ve ana tanrıça olan sati'nin (tanrıça shakti'yle paralel olarak bir yönü) rahmi her yıl kutsanır; aynı insanların doğumu gibi dünya da sati formunda kamakhya'nın rahminden çıkar. bu yüzden düzenli olarak tanrıçanın mensturasyonu bir toplulukla kutlanır.

    kamakhya yakınındaki brahmaputra nehri, ana tanrıçanın 3 günlük mensturasyon döneminde, haziran ayı, kırmızı akar. bazıları bunu mucize, bazıları yüksek demir ve zincifre cevheri yüzünden olduğunu ve bazıları da insanların/rahiplerin bilerek nehri renklendirdiğini düşünmekte okuduğum yerlere göre.

    benim için ilginç olan da, hikayeye geri dönersek, bu tesadüfler yaşanır iken kendi menstural dönemimin üçüncü gününde olmam idi.

    işte yol yolu açtı ve bu vesileyle dünyanın bir köşesinde yepyeni bir yer bulmuş ve hayatımda rastgele karşıma çıkıp uzunca bir süre vakit ayırdığım kültürlerden birine daha kavuşmuş oldum. en azından bir gün hindistan'a gittiğimde nereyi ziyaret edeceğimi biliyorum ya da şu anlık hangi isimlerin beni çağırdığı ve onlar üzerine araştırma yapmak istediğimi de. hatta getirileri sadece bir mitolojik hikayeden fazlası oluyor elbette.

    bazılarına bu rastlantılar deli saçması gelebilir, ama ben hep böyle şeylere hayatımızda bir yer ayırmamız gerektiği fikrindeyim. noktaları birleştirmek ve büyük bir resmi görmek adına. zihnimiz, bedenimizin doğasına uymamız gerektiği kadar onun doğasına da uymamızı ister.

    biri spiritüel desin, biri evrenin kuralı desin biri tamamen tesadüfi (ki öyle olsa bile o da başka bir kapıya açılır) desin. ne olursa olsun, ne anlama gelirse gelsin çıkaracağı yolu şu an bilmemenin keyfini ve heyecanını yaşıyorum. bu ister dünyanın en manevi deneyimi ya da entelektüel birikimi olsun birkaç gündür bulutlar üzerinde uçan kafamın yönlendirilmiş bir güçle savrulmasının bana müthiş bir huzur verdiği kesin.

  • persona non grata

    2011 cannes festivali'nin organizatörleri tarafından ''siyasi doğruluk tartışmayı öldürür'' diyen lars von trier hakkında kullanılmıştır. bir daha 7 yıl sonra festivale katılmıştır. şu röportajda söylediklerinden ötürüdür.

    sonrasında yaptığı bir açıklama

  • a sick rose

    william blake'in şiiridir. illüstre edilmiş kitabı ''songs of innocence and of experience'' (1789) 36. resimli sayfasında daha sonra şiirin birinci dizesi olacak giriş cümlesi, ilk defa ön söz olarak yayınlanmıştır. 1789'dan bir süre sonra yazılmış bu şiir, aynı kitaba yeni şiirler eklenip 1794'te yayınlanan 'songs of innocence and of experience shewing the two contrary states of the human soul' kitabının bir parçasıdır.

    ''o rose thou art sick.
    the invisible worm,
    that flies in the night
    ın the howling storm:

    has found out thy bed
    of crimson joy:
    and his dark secret love
    does thy life destroy.''

    bolca alegori kullanılan bu şiirde cinsel özgürlük, karanlık bir arzu ve bir kadının bekaretini kaybetmesi gibi temalar mevcuttur. bir nevi bilmece gibidir. şöyle 1826'dan bir el-yapımı illüstrasyonu

    not: türkçe çevirisini internette pek beğenmediğim için daha sonrasında bir yayın evinden koyarım diyerekten geçiyorum. eğer ki varsa hoş bulduğunuz çevirisi, paylaşınız.

    görsel kaynak: hand-coloured print, issued c.1826. a copy held by the fitzwilliam museum, cambridge

  • if

    henüz biraz önce okuduğum/keşfettiğim rudyard kipling'in hoş bir şiiri. şahsen çocuğum/torunum olsa düzenli olarak ateş başında bir bilge kadın edasıyla okurdum. şuranın dosyalar kısmından orijinal gazete küpürüne bakabilirsiniz. bülent ecevit çevirisiyle:

    ''gün ışığında

    adam olmak

    çevrende herkes kendini kaybeder
    bunun da suçunu sana yüklerken
    sen kendine hâkim olursan eğer,
    bütün âlem senden şüphe ederken
    hem yer bırakır o şüphelere
    hem kendine inanabilirsen;
    bekliyebilirsen usanmadan,
    yalanla karşılamazsan yalanları,
    kendini evliya sanmadan
    affedebilirsen kin tutanları;

    hayale kapılmadan hayal kurabilir,
    kendini aldatmadan düşünebilirsen eğer;
    zafer ve bozgun, bu iki yalancı,
    ikisi de gözünde bulmazsa değer;
    sözlerini evirip çevirenler
    sana tuzak kurarken aklınca
    gülüp geçebilirsen bunlara sen;
    ömür verdiğin işler yıkılınca
    işlere yeniden koyulabilirsen;

    döküp ortaya varını yoğunu
    bir yazı-turada kaybetsen bile,
    kayıplarını dolamaksızın dile
    baştan tutabilirsen yolunu;
    yüreğine 'dayan' diyecek
    azimden başka şeyin olmasa da sen
    takıp dişini tırnağına
    sonuna kadar dayanabilirsen;

    halkla kaynaşıp asil kalabilir,
    kırallarla dolaşıp alçak gönüllü olabilirsen;
    ne düşman ne dost incitemezse seni,
    ne küçümser ne büyültürsen hemcinsini;
    ve bilirsen her dakkanın değeri
    ne kadar yol, ne kadar emektir,
    senindir bütün dünya ve nimetleri,
    üstelik, oğlum, adam oldun demektir.''

    kaynak: "adam olmak ," bülent ecevit yazıları 1950-1961, 9 nisan 2023

  • !infp olmak

    myers-briggs testinin biricik chuky'sidir. bebiştir ama dokunmayınız ısırır. gecenin saat 4'üne kadar yükseldiği bir konuda araştırma yapıp yazı yazar, mangalar okur, animeler ve filmler izler ancak iş uyumaya geldiğinde sabah 5-6 olmuştur. yerli yersiz hayatını değiştirmeye karar verir ve şu an benim yaptığım gibi tüm geceyi devirip uyku düzenini düzeltmek adına günün geri kalanında uykusuz kalmaya karar verir. elinde kahveyle infp olma gururu ve önyargısıyla böyle bir yazı yazar. halbuki bu kendince oynadığı bir başka düellodur ve üç gün sonra eski haline dönecektir, en azından gece bayılarak uyuma zevkini ve rüyalar alemini derinden tatmış olur.

    infp uyku ister, düzenli olarak yemek ve suyla besleyip, odasına bir takım spesifik ilgi alanlarıyla ilgili kitap, müzik ve film koyarsanız bu küçük ayı yıllarca orada yaşayabilir. pek fazla insan ilişkisine ihtiyaç duymadığı yalandır yok öyle bir şey, introvert'üz diye insan görmeyelim mi? her şeyden önce öğrendiği her bir yeni şeyi birine saatlerce anlatabilmek, sevdiği kişilere özel playlistler hazırlamak ister. yine de mbti'bu e/i kalıplarını çok değişik formlara soktu, ah o function'lar...

    arkadaşlarına ailesine hele hele hoşlandığı kişiye kendini adar. sıcak bir sarılın, gözlerinin içine derin derin bakın ve hoop tav olmuştur. lakin bu yeterli değildir, o böyle yoldan 3000 kişiye aşık olup hayal kurabilme yetisine de dahiptir. daha fazlası lazımdır, eh bir de aynı zevkleri paylaşın biraz prensvari/cetilmen olan daha ne istesin bu kırılgan kalp. (bu yüzden çıtası kafkas dağındaki karların üstünün üstünde gezmektedir ve kurgusal karakterleri ideal eşleridir) infp için uyduğum en güzel betimleme: ağlak sanatçılar

    gece yatmadan kurduğu ve çok da gerçekçi yaşadığı senaryolar onun oksijeniyken bir garip olgunluğa da sahiptir. bu dünyada yaşamaz, ancak onu kendi dünyasından koparmanız bazen acıyla bazen bir sonraki adımını temkinle atmasıyla sonuçlanır, ki bu ona çok şey katar. sandığınız kadar salak da değildir bunu yaparken. kendi tercihidir orada yaşamak ve epeyce de mutludur. sanatta onun besindir, istediğiniz kadar verebilirsiniz o çiçek de öyle büyür.

    bazen melankolik bazen en neşelisidir, hayatınızda duyup duyacağınız en iyi arkadaştır, size duygularınızı öğretir. bu yüzden tp'lerle uyumludur kanımca, onların gelişmiş n fonksiyonları birbirini bu nedenle anlar ve ınfp mantık tabanlı akıllarına duygusallığın iyi bir şey olduğunu kabul ettirir. diğer tüm 15 tiple az be çok anlaşır. favorisi entp'dir, onu favori gören de enfj. genel olarak n ve fj/tp'lerle iyi anlaşır.

    maalesef enneagram işin içine girince işler söylemesi ayıp bok olabilir. 4w5 süperdir, siz hiç 4w3 ınfp gördünüz mü…

    sabaha da şöyle tematik iki şarkı bırakayım, benim için buram buram bu kişilik tipine tam uygun şarkılar;
    matt maltese - rom com gone wrong
    kings of convenience - misread

  • complete destruction

    imgecilik akımından türemiş objektivizm akımının 1920'lerde öncü isimlerinden olan william carlos williams tarafından yazılmış çarpıcı şiir.

    ''it was an icy day.
    we buried the cat,
    then took her box
    and set fire to it
    in the back yard.
    those fleas that escaped
    earth and fire
    died by the cold. ''

    - w.c. williams

  • !film alıntıları

    "everything is bought. love, art, planet earth, you me. especially me. the man is a product like any other, with a limit sell by date. i am advertising, i am one of those that make you dream the things you will ever have. blue skies, never ugly chicks, perfect happiness and retouched in photoshop. you think i embellished the world? lost, i screw it up. everything is temporary. love, art, planet earth, you, me. especially me."
    - 99 francs (2007) (biri ekonomiyle ismi değişen film yazmış, komik)

  • rifle/malorazka

    jananas adlı sarkastik sözlere sahip şarkılar yapan çek bir grubun sözlerini şiir niyetine paylaşmak istediğim şarkısı.

    ''i'm afraid of going out to the street,
    so that ı don't get killed by a bullet
    shot by a freak with a rifle
    but what can man do anyway

    i'm afraid of having a dog, they might poison it
    sitting on a plane, it's going to crash for sure
    i don't trust neither water from pipes nor from the bottle
    i don't want the tv anymore, ı don't want the ctk[1] news

    i'm afraid of having my own opinion,
    so that the free society doesn't bite my head off
    i'm afraid of telling a joke, it might offend someone
    i'm afraid of the crowd

    i'm afraid of control
    nowadays anybody can find out anything about me
    i want to turn my brain off and sleep
    and don't think about stuff that might happen

    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to worry about anything, not to think about anything
    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to suffer from anything, to know nothing!

    i find the world unreadable,
    even though i've read all the classics
    when you know something, it's a burden,
    the dates are pulsing in the head and i can't see the logic behind them

    i'll hide my face in a gas mask
    so that i can burn my books
    when the disaster comes, when the war starts,
    the verses of vitezslav halek will be useless anyway

    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to worry about anything, not to think about anything
    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to suffer from anything, to know nothing!

    i'm lighting up the match, i'm lighting up the match,
    i'm pouring johnnie walker on wolker jirka
    and now i'm going to be a numskull, be a numskull
    heideger, heideger, kant, kant, kant are flying

    the atlas of seas is sinking into the fire
    oh and i can confirm - sabach is flammable!
    all those famous books are disappearing in the fire
    and karolina svetla, karolina gets darker...

    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to worry about anything, not to think about anything
    i want to have iq 5, to have iq 5
    not to suffer from anything, to know nothing!

    i want to have iq 5, to have iq 5
    i want to have iq 5, to have iq 5''

    kaynak: lyricstranslate

  • ashes (2012)

    ''büyük resimler onu kopyalamaya çalışıyor renkleri taklit etmek için.''

    ashes, ismini hatasız yazmak için birkaç defa yazmayı gerektiren canım apichatpong weerasethakul'un yönetmenliğini yaptığı bir kısa film. deneyselciliğin ve hikayeciliğin harmanından çıkan bu film, değişimi almış konu olarak.

    apichatpong'un tayland'ın ilginç ancak negatif bir süreçten geçtiğini düşündüğünü, mubi'de yayınlanmış bir sohbetinde okudum. filmde de buna dair yapılar oluşturmuş. misal filmin iç ısıtıcı, günlük hayat odaklı görsellerinden sonra bir cenazeye geçişini örnek verebiliriz. cenaze sahnesinin filmin geri kalan tüm sahnelerine nazaran dijital kamerayla çekilmiş olması da kendi dediği gibi: "değişim ve ölümden bahsediyor."

    renkleriyle ve sıra dışı çekimiyle güzel bir filmdi. son sahnelerine kadar 35mm'lik lomokino kamerayla çekilmiş ve bu da eski bir görsel zenginlik kazandırmış. basit görünen gündelik fotoğrafların nostaljik birleşimi ve alelade bir saniyenin nadirliği. ayrıca filmde sadece bir diyalog var, bir rüya açıklaması.

    hoş olan diyalog verilirken herhangi sahne bulunmamasıydı ve onca zaman geçse de bu kaldı aklımda. şimdi dönüp baktığımda duyuların böyle ayrışması hoşuma gitti. bu yüzden deneysel filmlere bayılıyorum, verdikleri his daha ön planda oluyor. bir de çekim tarzını kendi tarzımla benzeştirdiğimden de olsa gerek. iki kamera farklılığını da düşününce sinemanın ölümüyle ilgili tartışmalar geliyor aklıma. ama orası bambaşka bir konu.

    son olarak seslerden bahsedeyim. seslerin kendine özgü aralıklarla kesilmesi, aralarda gelen gitar tınıları, kamera sesleriyle güzel bir birleşim olmuş. hayır hayır, filmi bütünüyle ele alırsam yapacağım ilk iş apichatpong'un diğer filmlerini izlemek olur.

    ''memories'' filmini arkadaşlarımla birlikte sinemada izlemiştim. bir de işin içerisinde tilda swinton olunca daha da heyecanlandırmıştı. arkadaşlarımdan çok tepki aldım ''senin getireceğin filmin ben ta..'' diye ama ben hala içerisindeki sembolleri güzel anıyorum. gerçi filmin sonu için gayet haklılardı. sırf bulunsun ve bakılsın diye yazıyorum ''amcam önceki hayatlarını hatırlıyor'' filmini de merak ettiğim bir filmidir.

  • estas tonne

    1975 ukrayna doğumlu gitarist ve sokak müzisyeni. kendine ait ruha işleyen bir tarzı vardır, enstrümental müzik yapmaktadır. gitarına taktığı tütsünün dumanından bir farkınız kalmaz dinlerken, bazen savrulur bazen de sakince havada kaybolursunuz.

    önerilerim;
    bird's teardrops ve the song of the golden dragon

    sayfası da şöyledir.

    açıkçası bugünlük eklememiş olmama rağmen özellikle sanatçılar, ilk olarak direkt ruha hitap ettiğini düşündüğüm, hakkında kimdir sorularında afallıyorum. bunun arayışında olan ve sanatıyla anlatmaya çalışan birinin tak diye kim olduğu anlatılamaz, meçhuldür, bilemeyiz. herhangi bir insan için de öyle gerçi, yine de tanıtmak ve paylaşmak için güzel tabii.

  • françois coppee şiirleri

    ''in the autumn nights, wandering through the city,
    i look to the sky with my desire,
    for if, in the time that a star flies,
    we form a wish, it must come true.

    as a child, my wishes are always the same:
    when a star falls, then, full of emotion,
    i make big wishes for you to love me
    and that in your exile you think of me.

    to this chimera, alas! i want to believe
    having only that to console me.
    but here comes winter, the night turns black,
    and i don't see any more stars spinning.''

    kaynakça: poetry foundation, shooting stars (etoiles filantes)

  • !bir şeylerin sonunu getirememe sorunu

    kendime çok baskı yaptığım bir konudur. belki başkaları da mustariptir diyerek anlatmak istedim. kitap, bazen ilişkiler, bazen de yaptığınız eylemi sonuna yaklaşmışken bırakmaktır bu. genellikle istemeden ya da bazen isteyerek yapılıyor.

    bilerek olduğunda, ya gerçekten bitmesini istemediğinizden ya da sonunu bildiğinizden kaynaklanan bir durum; istemeden olduğunda ise eğer benim gibi aklı ve zevkleri daldan dala atlayan biriyseniz, ya unutuyorsunuz ya da sıkılıyorsunuz. çünkü hali hazırda elinizde 5 kitap varsa her biri yaşadığınız bir duygu durumunu destekliyor olabilir. bu nedenle, o durumu geçtiğinizde olan motivasyon da darmadağın oluyor.

    tabii ki kimse neyi okumuş neyi bitirmiş biri diye tartışacak ya da yargılayacak değil, dönüp bitirmek de zor değil. (kendime verdiğim bir öğüt bu aslında) ama iş, çalışmaya ya da bir projeye geldiğinde aşırı sıkıntılı bir hal alıyor. kararsızlıkla birleşiyor, ertelemeler, isteksizlik... müthiş bir heyecanla başladığınız proje bir bakmışsınız cüsseli bir sorumluluk olmuş.

    insan ilişkilerinde ise ghosting dediğimiz şeye karşılık geliyor. biriyle mesajlaştıktan hemen sonra hevesiniz geçtiğinde ya da başka bir şeye ilgi gösterdiğinizde cevap vermeme durumu ya da cevap vermenin, hatta önemli bir mailini atmanın aynı iş yapmak gibi cüsse kazandığı saçma sapan bir durum.

    günde 20.000 duygu değişikliği yaşayan ben, inanın her birini yaşamaktan çok yoruluyorum, ama dönüp de yok efendim düzeltmeye girişeyim hiç gelmiyor içimden.

    ikizler burcu olmaktan kaynaklanıyorsa gerçekten çok güzel bir bahanem var elimde.

  • mastodon

    10.000 yıl önce kuzey amerika'da yaşamış ve nesli tükenmiş, fil ailesinden (tüylü olma farkıyla) mamuta benzer memeliler. (azıdişlerinin şekli sayesinde mamutlardan ayırt edilir) aynı zamanda alışılmadık derece büyük anlamını taşır bu kelime.

    bu arada, 2000 yılında kurulmuş çok iyi bir heavy stoner metal grubunun da adıdır. birkaç tane grammy adaylıkları bulunmakta. vakti zamanında stoner rock/metal akorları için biriyle konuşurken çamaşır telleri gibi gitarın tellerini salmak olarak konuşmuştuk, hala da dinlerken hatırlayıp gülerim.

    bakınız en güzel şarkılarından biri olduğunu düşündüğüm high road

    kaynak: cambridge, marriam webster

« / 4 »