en beğenilenleri (51) - sayfa 3

başlık listesine taşı
  • amantes sunt amentes

    'aşıklar çılgındır' anlamına gelen latince bir deyim.

  • !kitap okuma alışkanlığı

    ilk başta öğretilmiş bir alışkanlıktır. yetiştiğiniz insanların okuma alışkanlığından da etkilenir . eğer ki henüz küçük bir çocukken elinize verilip yanınızda sizinle beraber okunuyorsa, size hediye ediliyorsa ve ballandıra ballandıra anlatılıyorsa kendinizi öğrenmekten alamazsınız. yepyeni bir dünyaya açılan kapının tadını alan çocuk, sonraki yıllarında da bu tadı bırakamaz ve tattıkça tatmak ister. bağımlılıktır. elinde somut bir kitap olmasa bile hiç durmaksızın okuma halinde bulur kendini ve yaşamını/seçimlerini şekillendirmesinde bu büyük bir rol oynar.

    ikinci olarak da, tabii en önemlisi, büyük bir açlık ve özlem vardır okuyanların içerisinde ve bu bağımlılıkta. açlık, hem bilgi hem de hislere ve bu nedenle yeni olan her şeye duyulan bir şeydir. bu hislerden de özlem gelir; hiç bilmediğin yerlere ve tecrübe etmediğin yaşamlara duyduğun özlemi ve empatiyi de böyle karşılamaya çalışırsın. yani bilmediğin bir özlemin aynası olur kitaplar.

    peşi sıra bitmek bilmeyen bir kitap alma hastalığını da getirir. araştırdıkça araştırır ve aldıkça alırsın. herkesin oturtamadığı bir şey olmasının nedeni de, hem öğretilmemesi hem de ilgi, merak ve hayal gücünün açlığının bu kişiler için bir yerde sınırlı olmasındandır. öğretilmemesinin tek başına bir neden olmadığını düşünmem, ileri yaşta öğrenme merakına sahip insanların bu alışkanlığı edindiğini gözlemlediğimdendir.

    arada sırada ciddi reading slump'a girildiği olur, can sıkıcıdır ama damağınıza uygun tek lokmalık bir kitapla çıkılabilir. (neden yemek terimleriyle gidiyorum bilmiyorum)

    bir de vakti zamanında çok okuyup yaşlandıkça bu alışkanlığı körelmiş insanlar mevcut. yeterinden fazla okumalarına (ki bu pek de mümkün bir şey gibi değil), bir süre sonra teknolojinin hayatlarına girmesine veya yoğunlukla gelen zihin yorgunluklarına veriyorum. çünkü hala gündelik yaşamlarında araştırmayı bırakan kişiler değillerdir.

  • tool band

    dünya üzerinde gelmiş geçmiş en iyi aktif progresif metal grubudur, muhteşemin ötesinde 'i am the beyonder' diye bağırmaktadır. amerika los angeles kökenlidirler ve 1990 yılında kurulmuştur. solistleri maynard james keenan, gitaristleri adam jones, bateristleri danny carey ve yakın dönemde dahil olmuş eski basçıları paul d'amour'ın yerine geçen justin chancellor'dan oluşmaktadırlar. 4 grammy ödülü kazanmışlardır ve bugün hala zirvelerde gezmektedirler.

    kişisel yorumum, müzik türleri öyledir ki kendinizden geçersiniz. bu nedenle bazen psychedelic rock, progresif rock ve art rock'la iç içe girmektedir. müzik videoları bir ayrı kafa yapan bu grubu anında sevmek biraz zordur. uçmaktadırlar, frekanslarına girmeniz gerekir. ben henüz orta okuldayken schism şarkısıyla tanımıştım ve her yaşımda bir tık daha alıştım. bir nevi kanına karışıyor insanın, parmak uçlarınızda hissediyorsunuz notaları. ruhunuzun yükseleceği garantisini vermek isterim. meditasyonu fiziki bir pozisyonda yapmasanız da tool size meditasyonun yoğun bir halini sağlayacaktır ve yeri geldiğinde öfkenizi ortaya çıkaracaktır. zaten tonlarına geçmeden sözleri ve albüm kapaklarından neyin ne olduğunu anlarsınız, size göreyse çoktan o freakansın çemberi içindesinizdir. etnik ve spiritüel elementler akmaktadır, bundan ötürü açıkçası tool'u pek bir türe kendim sığdıramıyorum.

    müzik videolarını da meşhur birkaç filmin special effect'lerinde bulunmuş gitaristleri adam jones yapmaktadır.

    her üyenin spiritüel meselelerle alakası tartışılamaz. özellikle maynard abimiz bambaşkadır. kendisinin sesini a perfect circle ya da puscifer grubundan hatırlayabilirsiniz. özellikle perfect circle'ın the beatles - imagine cover'ıyla. bir de rage agaisnt the machine - know your enemy'nin arasında bir partı bulunmaktadır.

    ilginç olan konserlerinde mynard yüzünü göstermez ve yanılmıyorsam hiçbir şekilde kayıt alınmamalıdır. maynard'a girmeyeyim şimdi ona ayrı bir başlık açmak şart. (bkz: maynard james keenan) fu dalu'nun onlar hakkında daha bilgili olduğuna inanarak sahneyi ona bırakmak istiyorum.

    toplam 5 stüdyo albümleri bulunuyor ve her bir şarkı ne kadar uzun olursa olsun inanın değecektir. bas genellikle öndedir, bu yüzden sanırım bir iç titreşime de sebep olabilir. kafanızı düz tutamazsınız çünkü düzenli olarak eşlik etmekle meşguldür. amanın çok seviyorum.

    diskografi:
    undertow 1993
    aenima 1996
    lateralus 2001
    10.000 days 2006
    fear inoculum 2019

    yerimde duramıyorum ki dinlerken albüm çıkarsınlar ama fear inoculum'dan sonra en son geçen yıl opiate1'in devamı olan opiate2 şarkısını single olarak çıkardılar. olsun olsun o da yeter şu anlık. şarkının kendisi zaten resmen bir albüm niteliğinde olduğundan pek de albüm aramıyorsunuz.

    not: metal tişörtlerimi eleyeli çok olsa da tool tişörtümü hala gururla giymekteyim ve hayatımda bir kez tool konserine gitmek ölmeden önce yapılacaklar listemde ilk 5'tedir.

  • !yazarlardan güzel şarkı önerileri

  • !yazarlardan güzel şarkı önerileri

  • dog

    lawrence ferlinghetti'nin bir köpeğin gözüyle insan yaşamını gözlemlediği şiiri.

    ''the dog trots freely in the street
    and sees reality
    and the things he sees
    are bigger than himself
    and the things he sees
    are his reality
    drunks in doorways
    moons on trees
    the dog trots freely thru the street
    and the things he sees
    are smaller than himself
    fish on newsprint
    ants in holes
    chickens in chinatown windows
    their heads a block away
    the dog trots freely in the street
    and the things he smells
    smell something like himself
    the dog trots freely in the street
    past puddles and babies
    cats and cigars
    poolrooms and policemen
    he doesn't hate cops
    he merely has no use for them
    and he goes past them
    and past the dead cows hung up whole
    in front of the san francisco meat market
    he would rather eat a tender cow
    than a tough policeman
    though either might do
    and he goes past the romeo ravioli factory
    and past coit's tower
    and past congressman doyle
    he's afraid of coit's tower
    but he's not afraid of congressman doyle
    although what he hears is very discouraging
    very depressing
    very absurd
    to a sad young dog like himself
    to a serious dog like himself
    but he has his own free world to live in
    his own fleas to eat
    he will not be muzzled
    congressman doyle is just another
    fire hydrant
    to him
    the dog trots freely in the street
    and has his own dog's life to live
    and to think about
    and to reflect upon
    touching and tasting and testing everything
    investigating everything
    without benefit of perjury
    a real realist
    with a real tale to tell
    and a real tail to tell it with
    a real live
    barking
    democratic dog
    engaged in real
    free enterprise
    with something to say
    about ontology
    something to say
    about reality
    and how to see it
    and how to hear it
    with his head cocked sideways
    at streetcorners
    as if he is just about to have
    his picture taken
    for victor records
    listening for
    his master's voice
    and looking
    like a living questionmark
    into the
    great gramaphone
    of puzzling existence
    with its wondrous hollow horn
    which always seems
    just about to spout forth
    some victorious answer
    to everything''

    kaynak: poetry foundaiton, "dog" from a coney ısland of the mind: poem, 1958

  • tek plan filmler

    aynı sayılır mı bilmiyorum ama woody harrelson'ın lost in london(2017) filmi de buna örnek verilebilir. çekilirken simultane olarak sinemalarda canlı yayınlanan ilk film olma özelliğini taşıyor. çok emek isteyen ve sonucu da hoş olan bir film.

  • tanka nedir?

    kalbimi bıraktığım tanka örneği de (ki orada tanımıştım) makato shinkai'nin kelimeler bahçesi anime filminden bir karşılıklı konuşma. spoiler olabilir mi bilemedim. filmi sadece muhteşem görüntüleri için bile izleyebilirsiniz. yeterince şiirseller...

    "hafif bir alkış bırakır fırtınalar (narukami no sukoshi toyomite)
    bulutlar sarar gökyüzünü (sashi kumori)
    bir ihtimal yağmur gelse (ame mo furanu ka?)
    o zaman, benimle kalır mıydın…? (kimi wo tomdomemu)"

    gelen cevap:

    "hafif bir alkış bıraksa fırtınalar (narukami no sukoshi toyomite)
    bıraksa yağmur yağmayı bile. (furazu to mo)
    ben gitmez burada kalırdım. (warewa tomaramu)
    seninle birlikte. (imoshi todomeba)"

  • üvercinka

    aynı zamanda cemal süreya'nın üvercinka şiirinin bulunuduğu 1958'de çıkan ilk kitabının adıdır. içerisinden 'adam' başlıklı şiirini paylaşmak isterim. yağmurlu günlerde yollarda yürürken hatırlamanız adına.

    ''adam şarpkasına rastladı sokakta
    kimbilir kimin şapkası
    adam ne yapıp hatırladı
    bir kadın hatırladı sonuna kadar beyaz
    bir kadın açtı pencereyi sonuna kadar
    bir kadın kimbilir kimin karısı
    adam ne yapıp yapıp hatırladı.

    yıldızlar kıyamet gibiydi kaldırımlarda
    çünkü biraz evvel yağmur yağmıştı
    adam bulut gibiydi, hatırladı
    adamın ayaklarının altında
    yıldızların yıldız olduğu vardı
    adam yıldızlara basa basa yürüdü
    çünkü biraz önce yağmur yağmıştı.''

    1953

  • !eşcinsel olmayanların gözünde eşcinsellik

    gözlemimce fantezilerin ve eşcinsel olmayan insanların deneyimlemeyeceğini düşündüğü bir tecrübe olduğundan bir merak ve espiri konusu olur. şaşırtıcı değildir çünkü heteroseksüel örneklerin kalıplarıyla iç içe yaşıyoruz. peşinden absürd ya da arkasında merak bulunduğunu düşündüğüm yargılar getirir.

    genellikle erkeklerin lezbiyen ilişkilerde bir tarafın muhakkak maskülen rolü üstleneceği gibi bir algısı bulunur. bu tarz ilişki örneklerinde, cinsel yöneliminden ziyade maskülen rolü biçilen bireyin cinsiyetiyle ilişkisinden kaynaklıdır. bir de hemcinslerinin eşcinselliği gurur meselesidir. bir karşılaştırma yapılması dokunur. bazıları tarafından çoğu zaman eşcinseller 'erkek' olarak görülmezler.

    hatta çoğu kişi panseksüellerle, biseksüellerle ya da gender-fluid insanlarla karşılaştığında afallarlar çünkü tahmin etmekte zorlanırlar. biseksüel erkekler gay değildir ya da biseksüel kadınlar heteroseksüeldir gibi yanılgılar da izler bunu.

    bir de daha da cinsel yaşama girildiğinde kimin dominant olduğu ya da maskülen olanın kesin dominant bir karakter olduğuyla ilgili varsayımlarda bulunulur, muhabbetler edilir. halbuki bu varsayım çoğunlukla heteroseksüel ilişkilerde yapılmaz ve erkeğin dominant ve yönlendirici karaktere sahip olduğu düşünülür. bunun da ötesinde, lezbiyenlerin aslında heteroseksüel olduğu, doğru kişiyle tanışmadığından 'düzeltilebilecek' olduklarını düşünen insanlar da (ben mankafa demeyi kişisel olarak tercih ediyorum) mevcuttur.

    son örnekten bağımsız olarak, erkeklerde bu durum fanteziyi erotik videolarla tamamlar, en sondaki açıklamamla da aydınlanır diye düşünüyorum.

    kadınlarda ise bu durum eşcinsel bir erkekle karşılaştıklarında hemen stereotipik yakın arkadaş edineceği düşüncesiyle gerçekleşir. özellikle de erkeklerin maskülen taraf aramasıyla aynı şekilde gerçekleşmese de gerçekten feminen davrandıklarını düşündükleri bireyler üzerinden bu böyledir. daha sosyal başlar bu süreç.

    maskülen olduklarını düşündükleri kişiler gay değildir gözlerde, şaşırma konusudur. ve evet, kadınlarda da bu bir fantezi şeklinde gerçekleşebilir.

    detaylı bir konu olsa da japonya'da çıkmış yaoi/shounen ai adında bir manga türü vardır ki sadece 'genellikle' erkek erkeğe ilişkilerin anlatıldığı mangalardır ve en büyük okuyucu kitlesi kadınlardır. bu tür 80'lerden beri vardır. bir başka versiyonu da yine 'genellikle' kadınların ilişkisini anlatan yuri/shojo ai mangalardır.
    (genellikle dememin nedeni bazen bu cinsiyetlerin değişmesinden ve çoğalmasındandır)

    okuduğum bir makaleye göre kadınların yaoi okumalarının nedeni gündelik hayatlarındaki 'kadınlık' görevlerini ve benliklerini bir süreliğine kenara ayırıp erkeklerin gözünden başka bir dünyada zaman geçirmeleriyle alakalıydı. çünkü bu mangalarda da çoğunlukla iki taraftan biri muhakkak daha feminen çizilir ve daha duygusaldır. en azından geleneksel eski mangalar için bu söylenebilir.

    erkekler, kadınların gözlerinde idealize edilmiş versiyonları şeklinde yer alır. bu aynı 'kadınlar tarafından yazılmış' erkek roman karakterleriyle eştir. bu da kadınların kendilerine bu dinamikte bir yer bulmaları için imkan sunar.

    peki burada aynı sorgulamayı erkekler için de yapmalıyım. lezbiyen ilişkilerde maskülen bir rol aramaları süregelmiş heteroseksüel dinamiğin iziyle kendilerine bir yer aramak mıdır? farklı olduğunu düşünmüyorum.

    aynı zamanda kafalarda bir erkek ve kadının arkadaş olamayacağı o kadar kesindir ki (bunun için artı bir tartışmayı başka görüşleri duymak adına açmayı çok isterim) (bkz: !kadın ve erkek arkadaş olabilir mi?) bir kadının kendinden hoşlanmayacağını öğrendiği bir erkeği hemen yakın arkadaş edinmesi ya da bir erkeğin ondan hoşlanmayacağını bildiği bir kadınla yine arkadaş olması kaçınılmaz gözükmektedir.

    ayrıca biz insanların insan ilişkilerine burnumuzu sokup cinsel ilişkilerdeki dinamiklerine kadar inmemizden kaynaklanan bir hatadır eşcinsel olmayanların gözünde canlanan eşcinsellik portresi.

    kalıplaştırmak cinsel keşifteki insanların, çoğunlukla ergenlerin yolculuğunu ve deneyimlerini kötü etkiler, üstüne üstelik bu kalıplarla yaşadığımız toplumda kimliklerine bir de biz sorgu damgası vurmuş oluruz.

    not: son dönemde kavramların türeyişi/esneyişinden ve ifade etmenin yaygınlığından çoğu kişi bahsettiğim mangaları bilmekte ve muhakkak haberdar olmaktadır. her ne kadar porno edüstrisindeki ya da 'hentai' manga/animeler gibi off-limit konular içeren, kalıplaştıran mangalar bulunsa da ayrıyeten cinsiyet biçilmemiş roller de mevcut olup biçilse bile aynı heteroseksüel ilişkinin olduğu bir romanın mangalaştırılması gibi çokça kaliteli yerlerde mangalar bulunmaktadır.
    ben şahsen bunların yaygınlaştırılması ve desteklenmesi taraftarıyım. (ama netflix ya da spor ayakkabı markaları gibi onur ayında bunu reklamlaştırmak ya da queer-baiting aşk hikayeleri yaratıp desteklediğini söyleyerek ya da sadece eşcinsel olmayıp okuyan kesime hitaben değil.)

    güzel olduğunu düşündüğüm bir örnek: güney kore'de manga, manhwa'dır ve kendilerine özgü manga panellerinden daha farklı webtoon adlı eserleri bulunmaktadır. aynı zamanda uygulamasından da ismini alan bu manhwaların, yayınlandıkları webtoon gibi site ve uygulamalarda çokça lgbtq+ içeriği bulundurmaktadır. okuyucuları da bu bağlamda çokça çeşitlidir. (bkz: digital art'ın yükselişi) ile birlikte de muhteşem bir sanat ağına dönüşür. çünkü orijinal webtoonların dışında okuyucular da yapabiliyorsa kendi eserlerini yükleyebilmektedirler.

    not: sunulan eleştirilerin hiçbiri 'tüm' eşcinsel olmayan erkek ve kadınlar için değildir. spesifik olarak heteroseksüellik üzerinden incelenmiştir. herhangi bir kelime karışıklığı yaşandıysa lütfen uyarın.

  • kadhja bonet

    soul müziği sevdiren sanatçıdır. sirenlerden hallice bir sesi vardır ve bana 70s saykodelik japon pop müziğini hatırlatır. (bkz: yoshiko sai)
    muhteşem bir kahdja bonet introduction şarkısı 'remember the rain' olmalıdır.

  • mabonwaltz

    ilk açıldığında beni hem şaşırtmış hem de günümü güzelleştirmiş ve her yorumuyla içimi sımsıcacık edip yanaklarımı kıpkırmızı eden başlık. son yorumla biraz gözlerim de yaşardı. fu dalu fu dalu olalı böyle romantizm görmedi. teşekkür ederim, böyle güzel anlaşılmak/anlatılmak mutlu etti :3

    --spoiler--
    ben iyiyim, biraz ısırılıp geleceğim^^
    --spoiler--

  • !tesadüfi diyaloglar

    okulda sohbet ederken tanıştığım koreli bir abinin ismimi duyunca bana okuduğu alıntı şöyledir;

    "geyik akarsuları nasıl özlerse,
    canım da seni öyle özler, ey tanrı!"

    mezmurlar 42:1
    (bkz: !kutsal kitaplarda geçen etkileyici cümleler)

  • in taberna quando sumus

    ortaçağ latincesiyle yazılmış bir şiirdir ve carmina burana'nın bir parçasıdır. türkçe çevirisi 'biz tavernada' olarak çevirilebilir. carmina burana (benediktbeuren'in şarkıları) 254 şiirin bulunduğu genellikle 11 ve 12.yy'dan metinleri içeren bir elyazmadır. latince ile beraber ortaçağ almancasıyla birçoğu goliard (avrupa'da 12. ve 13. yy'daki latince hiciv şiir yazan ruhban sınıfı) ve öğrencileri tarafından satirik bir dille yazılmışlardır. metinler ortaçağ yaşamını, inançlarını ve içki geleneğini barındırmaktadır.

    1935-46 yıllarında carmina burana 24 şiir olarak carl orff adında bir besteci tarafından kantat şeklinde bestelenmiştir ve 1937 yılı frankfurt'ta orkestra olarak sergilenmiştir. en ünlü şarkısı o fortuna'dır. filmlerden kulaklarımız bu şarkıya çok aşinadır.

    orkestra versiyonlarından biri şöyledir rutgers university choir
    bir ortaçağ folk müziği severi olarak beğendiğim versiyonunu ise arte factumdan dinleyebilirsiniz.

    ''when we are in the tavern, we do not care about what earth is (i.e. what we are made of), we set about gambling and over that we always sweat. we must investigate what happens in the tavern where money is the butler; pay attention to what ı say.
    some gamble, some drink, some live without discretion. from those who spend their time in gambling, some are stripped bare, some win clothes, some are dressed in sacks; there no-one fears death, but for the wine they throw dice.
    first, for the payment of the wine (i.e. who pays for the wine). then the boozers start to drink; they drink once to those in prison, after that, three times for the living, four times for all christendom, five times for the faithful departed, six times for sisters of loose virtue, seven times for soldiers of the forest, eight times for brothers in error, nine times for scattered monks, ten times for those who sail, eleven times for men quarrelling, twelve times for those doing penance, thirteen times for those on journeys.
    for pope and king alike all drink without restraint.
    the mistress drinks, so does the master, the soldier drinks, so does the cleric, that man drinks, that woman drinks, the servant drinks with the maid, the fast man drinks, so does the slow, the white man drinks, so does the black, the stay-at-home drinks, so does the wanderer, the fool drinks, so does the scholar.
    the poor drink, and the sick, the exile and the unknown, the boy, the greybeard, the bishop, the deacon, sister, brother, old woman, mother, that woman, this man, they drink by the hundred, by the thousand.
    large sums of money last too short a time when everybody drinks without moderation and limit, even though they drink with a happy heart; in this everyone sponges on us and it will make us poor.
    damnation to those who sponge on us! put not their names in the book of just.''

    başka bir çevirisine de bakılmak isteniyorsa classical net - carmina burana lyrics sayfasında 14. şarkı olarak bulabilirsiniz.

    kaynak: britannica, tylatin, library of congress original manuscript

  • taverna nedir?

    insanların toplanıp çalgılar eşliğinde alkollü içeçekler içtiği, yemek yedikleri ve gezginlerin/uzak yoldan gelenlerin kısa dönemli konakladıkları han görevi de gören işletmedir. latince 'taberna' kelimesinden gelir. tek odalı dükkan olarak başlamıştır. antik roma'da domus'ların (üst kesim için kasaba evleri) içerisinde bir part olarak dükkan ya da kulübe/tezgah için kullanılıyordu.

    çoğul ismi tabernae (dükkanlar) çeşitli ürünlerin satıldığı yerlerdi, ilk antik yunan'da ortaya çıkmıştır. romalılar zenginleştikçe pişmiş yemek, ekmek ve şarabın satıldığı ekonomik hizmetler veren market görevi görmeye başlamıştır. roma imparatorluğu'nun akdeniz'e doğru genişlemesiyle ve liman kentlerinde egzotik ürün satışıyla sayıları çoğalmıştır.

    ülkemizde taverna kelimesi bizzat kullanılsa da 'meyhane' ile eş sayılabilir.

    kaynak: cambridge ancient history

« / 4 »