entry'ler (384) - sayfa 8

başlık listesine taşı
  • yaratılan

    2023 orc yapımı netflix dizisinin adı. tanıtımıyla bana "kabuslar evi" hissi veren çağan ırmak limited serisi. bu fikir beni çok heyecanlandırmıştı ama tabi izleyince kabuslar evi'ne benzemediğini gördüm. zaten episodik bir hikaye anlatımı yok. fakat gayet iyi bir frankenstein uyarlaması olmuş. hem de 1900lerin osmanlı'sında. sirk settingini, karakterlerini ve öyküsünü çok sevdim. cehennem tasvirini çok sevdim. genel olarak anlatımı da sevdim. muhafız'dan beri platformlarda türkiye işleri izliyoruz ama kaliteli olanların sayısı az. yaratılan'ı en azından spekülatif kurgular arasında ilk üçe koymak mümkün. (bkz: spekülatif kurgu nedir?)

    bir büyük eleştirim var, o da taner ölmez'in ilk üç-dört bölüm "mucize doktor"u oynuyor olması? hem de öylesine aynı ki bunun bilinçli bir tercih olduğunu düşündüm ve bence çok rahatsız ediciydi.

  • fremont

    iranlı-ingiliz yönetmen babak jalali'nin carolina cavalli ile birlikte yazdığı ve yönetmenliğini yaptığı 2023 filmi. san francisco'da bir fortune cookie imalathanesinde çalışan afgan bir kızın öyküsünü anlatan film sadece yola çıkış fikriyle bile çok ilgi çekiciydi bana göre.

    --spoiler--
    çok tatlı bir film fremont. bir göçmen hikayesini çok da karanlık olmayan bir yerden anlatıyor. hatta çoğu zaman güldürüyor. adı "dünya" (donya) olan baş karakterimiz topraklarından kopup gelmek zorunda kalmış ve belli ki hayat kolay değil onun için. uyku problemleri çektiği için bir terapist görmeye başlıyor. terapisti de komik-takıntılı bir karakter. fal kurabiyelerinin mesajlarını yazan hanım aniden öldüğü için imalathanede bu işin başına geçirilen dünya'nın mesleğiyle de ilgilenip ona tavsiyeler veriyor. dünya ise bir aşk hikayesinin hasretiyle bir gün kurabiyelerden birinin içine telefon numarasını yazıp gönderiveriyor. bir yandan göçmen hayatının dertleri ve geride kalanların anıları arasında aşka yer var mı diye sorgularken bir yandan da bu yolculuğa çoktan çıkmış buluyor kendini ve tatlı bir hikayeyi başlatmış oluyor.
    --spoiler--

  • los delincuentes

    "the delinquents" beni hayal kırıklığına uğratan bir film oldu. genellikle yanlış seçim yapmam ama yaptım.
    rodrigo moreno'nun yazıp yönettiği 2023 arjantin-brezilya-şile yapımı film.

    ömrü boyunca bir daha çalışmamak için çalıştığı bankayı soymaya karar veren ve planına iş arkadaşını da dahil eden moran'ın hikayesi. güzel bir fikir, ama güzel işlenmemiş. çoook uzun süresi; gereksiz uzatılmış. hiçbir şey olmayan bazı dakikaları boyunca film aynı zamanda hiçbir şey de anlatmıyor. hiçbir şey de düşündürmüyor. karakterlerle bağ kurmak çok zor. bizi ummadığımız yerlere götürmesi filmin en iyi tarafı, ama o yollar da en sonunda boşa çıkıyor. bugünün kapitalizmi, özgürlük ve özgürlüğümüzü kazanmak üzerine düşünebiliriz belki ama öehh işte, sıkıcı.

  • vincent doit mourir

    "vincent must die" aradığım fransız garipliğini bulduğum bir film. stephan castaing'in yönettiği 2023 yapımı fransız kara komedisi, satirical thrillerı ya da zombi hikayesi.

    odağına tek bir karakteri aldığı için -filmin isminde olduğu gibi- bireysel bir absürditenin söz konusu olduğunu düşünmüştüm en başta ama filmde tıpkı saramago'nun körlük'ü gibi, afşin kum'un sıcak kafa'sı gibi kaynağı belirsiz bir salgın söz konusu. olay thrilling etkisini kendiliğinden yaratan bir niteliğe sahip ve süreğen olarak merak unsuru oluşturmaya müsait. böylesine bir karanlığın içine mizah da katıldığı zaman seyretmeye bayılıyorum.

    klişe olabilecek bir fikir, artık klasik olan tarzda bir zombi öyküsü güzel işlenmiş, araya aşk aksı da eklenmiş. social satire olarak okuyabileceğimiz film, seyirciye üzerine düşünecek konular da veriyor. seviyorum fransız sineması.

  • la bete

    zehirli aşk nedir? nasıl yapılır? kaç farklı şekilde öldürebilir biri sizi?
    bertrand bonello'nun yönettiği 2023 fransa-kanada yapımı film. çok ama çok acayip bir deneyimdi bu filmi izlemek. lea seydoux'nun boş işini görmedim hiç zaten bugüne dek. kendisi bir harikaydı.
    --spoiler--
    ai bilim kurgusu izleyeceğimi sanıyordum en başta ama film uzun süresi boyunca çokça şekil değiştirdi. bizi inanılmaz bir zaman yolculuğuna çıkardı. karakterlerin yolculuğu değildi bu, onların zaman içindeki varoluşları başka türlüydü ama seyirci için acayip bir yolculuktu. 1900lerin başında paris'i, günümüzün modernitesi ve hatta geleceğin tozları.. nasıl da değişmiş rastladığımız oyuncaklar, müzikler, erkekler… içimizdeki canavarlar değişmiyor ama, bir de duygular galiba.
    --spoiler--

    çok zor bir kurgusu vardı filmin, ben takip etmekten çok keyif aldım. ama kurması da seyretmesi de zordu. kırpılması gereken birkaç yeri vardı bana göre ama olsun. bu yazı bir tavsiye olarak alınacaksa film bitmeden salondan çıkan bir sürü kişi olduğunu söylemeliyim. benim kişisel zevkim genellikle çoğu kimseden farklı oluyor.
    --spoiler--
    ve işte past lives fikri işlenecekse tam da böyle işlenir. gerçi öteki filmi (past lives- celine song (2023) sevenler bundan nefret edeceklerdir.
    --spoiler--

  • !inanma çıtası

    ı-ıh ikna olmadım. ne söylesen ikna olurdum hiç bilmiyorum, şaşırt beni. hehe. (şaşırmak epey ikna edicidir bu arada, biraz araştırıp gelsem o kadar şaşırmam. bence herkes hiç değilse bir kez bilmediği yerlere gitmeli, follow the white rabbit.)

    "a kişisi ve b kişisi bu noktadan sonra ya konuşmaya devam etmezler ya da ikisi de birbirinin inanma çıtasının ahlakiliğini kabul etmiş demektir. bu da taraflardan birinin günün sonunda kendi argümanıyla ilgili kuşku duymasına kaçınılmaz olarak yol açacaktır." bu böyle olmayabilir diyorum. uzlaşmak isteyen birinin pek çok zeminde uzlaşabileceğini, uzlaşmak istemeyen birininse ne yaparsak yapalım uzlaşmamakta ısrar edeceğini düşünüyorum. mesele kamu önünde dönen bir mesele, diplomasi vs olduğunda bile insanlar çok vahşi ve zalim. uzlaşan taraf ahlaki üstünlüğünün farkında olsa ne olur?

    bunun asla çalışmayacak bir metot olduğunu söylemiyorum ama çalışacağı case oranının bunu formüle etmeye değmeyeceğini söylüyorum.

    tarafların adil ahlaki özne olarak kabul edildiklerini bilme gereksinimleri kesinlikle çok makul. ama pratikte işler mi bilemiyorum. şatârâbân pek çok defa öldü ve ölecek, üzgünüm.

  • !inanma çıtası

    bir yanıyla ütopik bir yanıyla saçma bir fikir. herhangi bir tartışma konusuna dair ikna olacağımız sınırlar üzerine etraflıca düşünmek ve bunu karşı tarafa ilettikten sonra diyaloğa devam etmek, koyduğumuz çıtaya ulaşan kanıtlar sunulduğunda ise kendimize ikna olmak için izin vermek biraz ütopik. ben bir tartışmaya ikna olmaya son derece açık şekilde girebilirim. siz ve ben birilerine inanma çıtaları sunabiliriz. ama kanlı canlı kanıtlar sunup "güneş sıcak" deseniz ikna olmayacak başkaları vardır. onlara yobaz diyoruz. onlar çıtalarının çöktüğünü de kabul etmeyeceklerdir.

    bir süredir insanoğlunun ikiliklere indirgenmeye çalışılmasının ne kadar nafile bir çaba olduğunu düşünüyorum. farklı konseptler dahilinde daha önce yazmış da olabilirim; insan ve insan ilişkileri ikiliklere sığmayacak kadar karmaşıktır. onu siyah/beyaza indirgemek hem çalışmayacak hem sizi yanılgıya düşürecek; en iyi ihtimalle de bakış açınızı kısıtlayacaktır.
    inanma çıtanızı önceden siz belirlediğinizde karşı tarafın sizi belki de aklınıza bile gelmeyecek yerlere (fikren) götürme ihtimalini ya ortadan kaldırmış ya da küçültmüş olursunuz. bu sebeple de mevzu fikir tartışmasıysa saçma bir öneri bu.

    (bu arada dil en az canlılar kadar evrimleşen canlı bir varlık. dili spoil etmeniz mümkün. günün birinde biri kankardeş demek yerine "kanka" dedi ve dili spoil etti.)

  • sometimes i think about dying

    öncelikle adıyla bana "i'm thinking of ending things" filmini hatırlatan film. (bir ara charlie kauffman başlığı açmalıyım) tıpkı onun gibi tuhaf bir filmdi. zaten bilinçli olarak konusunda tuhaf bir şeyler bulduğum filmleri seçiyorum izlemek için.

    --spoiler--
    film, baş karakter fran üzerine kurulu ve onda kendime bu kadar benzer şeyler bulacağımı tahmin etmemiştim. (yalnızca ben bazen ölmeyi düşünmüyorum -belki herkes kadar, yani öleceğimizi bildiğimiz için olduğu kadar.) içine kapanık, sessiz ve utangaç bir karakter fran. topluluk içinde veya ikili diyaloglarda ilginç bir şeyler söylemek onun için bir mesele. aslında tek fark, bence, başkalarının söylemeye değer bulduğu daha fazla şey olduğu için onların sesli insanlar olması ve fran'ın daha az sayıda şeyi söylemeye değer bulduğu için sessiz kalması. fran son derece dürüst bir karakter. onun cümleleri, başkalarının samimiyetsizce, sırf konuşmak için dile getirdiği cümlelerden çok uzak ve hepsi gerçek. fakat insanlar yalanlar duymaktan rahatsız olmayıp sessizlikten rahatsızlık duyuyorlar nedense. öyle ki fran bazen kendini önemsiz bulduğu bir şeyi söylemek zorunda hissediyor, o gerginliği azaltabilmek için.

    çünkü karşısında artık hoşlandığı biri var. her ne kadar karşısındaki, fran'ın sakinliğini onun kendisinden hoşlanmaması olarak değerlendirse de. halbuki fran yine apaçık, dopdoğru. gerekirse bütün içini açabilir, olduğu gibi yansıtabilir hoşlandığı kişiye; bununla ilgili bir çekincesi yok. zaten kendisiyle ilgili öylesine bir detayı paylaştığı ama karşılığında içten bir sarılma kazandığı sahneyle film son buluyor.

    bunun dışında baş karakterin "ölmeyi düşündüğü" sahneler çok estetikti.
    --spoiler--

    filmi izledikten sonra bunun, 2019 yapımı aynı adlı kısa filmden uyarlanan bir uzun metraj olduğunu öğrenip onu da izledim. orada da kendime dair beni aydınlatan bir cümle duydum, hoşuma gitti.

  • kuru otlar üstüne

    burada deniz celiloğlu'nun film üzerine güzel bir röportajı var. "karakter bana karanlık gelmiyor çok fazla." dediği yerde beni kendine çekti. :)

  • filmekimi

  • olmaz öyle saçma tarih

    flu tvnin malum esg'dan sonra ara verip s02b01 başlığıyla ekim 2023de devam ettirdiği seri. ümit kurt adlı tarihçi bey, enerji olarak emrah safa gürkandan çok uzak bir tercih olmuş.

  • emrah safa gürkan

    napoleon videosunun başında "frankofonlardan randıman alsaydık şimdi burada olmazdık" diyerek yine ilker canikligile laf çakmıştır. yapma şunu..

  • the wonderful story of henry sugar

    bir kısa film serisinin parçası olduğunu bilmediğim wes anderson filmi. anderson'ın netflix için çektiği roald dahl serisi kısa hikayelerden biri. ben içinde benedict cumberbatch'i bulunduran "the wonderful story of henry sugar" ve "poison"ı sevdim en çok.
    wes anderson, çok güzel hikaye anlatıyorsun da aramıza koskoca bir duvar örmüşsün gibi hissediyorum. nerede o soğuk ama sımsıcak tenenbaum ailesi?

  • !pills muhabbeti

    lol.
    erkekler kadınlıkla barışabilseydi dünyamız

  • kuru otlar üstüne


    afişiyle caspar david friedrich tablosunu andıran nuri bilge ceylan filmi. tam da öyle yapayalnız bir yerden düşünceli düşünceli konuşuyor hayat üzerine.
    kuru otlar üstüne… kurumak üstüne… içimizdeki çöller üstüne… birey üstüne… yalnızlık üstüne… aradıklarımız üstüne… elimizdekiler ve elimizdekiler arasından bulduklarımız üstüne… rastlantılar üstüne… kesitlerden mürekkep hayatımız ve hayattan bir kesit üstüne…

    "uzun" demem hiç nbc filmleri için, bence tamamlanmaları için ideal uzunluktadır. filmin daha en başında güzel bir yolculuğa çıktığınızı hisseder ve o yüzden de zaten uzun sürsün istersiniz.
    --spoiler--
    okul sahneleriyle açılıyor film ve bunları ilkokul öğretmeni olarak izlemek daha mı tuhaflaştırdı her şeyi yoksa daha mı anlaşılır hale getirdi emin değilim. ama her şeyi daha da gerçekçi yaptığını söyleyebilirim. sinemada gerçeklik izlemekten aslında hoşlanmam. en azından absürd bir tat arar ya da daha iyisi büyülü gerçekçi bir şeyler görmek isterim. perdedeki şeyin bizzat yaşadığım hayattan biraz farklı olmasını tercih ederim. ama bu filmin gerçekliğinden -tıpkı yönetmenin diğer filmlerinde olduğu gibi- bambaşka bir lezzet buluyorum. çünkü bazen öyle spontane hissettiren, öyle tekrarı ya da taklidi mümkün olamayacakmış gibi hissettiren eşsizlikte bir an ya da replikle karşılıyorsunuz ki bundan haz almamak elde olmuyor.

    kimilerinin bu filmden niçin nuri bilge ceylan'ın en iyi filmi diye bahsettiğini anladım. güzel darbeydi, çok sevdim. güzel fotoğraflardı, çok sevdim. fakat benim kıstasım bir zamanlar anadolu'da 'dır. bence onu aşan bir film değil. henüz değil.

    "neden hep taşra hikayesi?" sorusunun niçin gündeme geldiğini de anladım. nuri bilge filmin bir sahnesinde bu soruyu soranları tiye almış. içimin yağları eridi.

    tenis maçı gibi bir tartışma sahnesi burada da var, pek leziz. son derece doğal akan ama parıltılı diyalogları bir yandan yakalamaya çalışırken bir yandan içinizden içinizden karakterlerden biriyle kavga etmeye başlıyorsunuz, artık hangisine yakınsanız ötekiyle…
    --spoiler--

    sinemada oturduğum yere çakılıp kalmayalı uzun zaman olmuştu. salonu en son terk etmeyi severiz. mis.

« / 26 »