favorileri (216) - sayfa 6

başlık listesine taşı
  • olimpik şehir planlamacılığı

    bana çok ilginç gelen bir olay.

    olimpiyat oyunlarında 1928 yılından 1948 yılına kadar sanat müsabakaları da yapılıyor.

    edebiyat, müzik, resim, heykel gibi alanlar var. ancak bunların içinde bana en enteresan gelen alan mimari. mimari yarışmalarının bir alt-dalı olan şehir planlamacılığı madalyaları genelde spor kompleksi ve çevrelerinin düzenlenmesine verilmiş.

    kariyerinde olimpik şehir planlamacılığı altın madalyası olan dört insan (ikisi alman) ne hissetmişlerdir kim bilir?

    bu arada 1936 berlin olimpiyatlatında lirik şiir madalyası alan alman felix dhünen-sondinger'in "der laufer" şiirini bulamadım. bulan-bilen varsa bir mesaj ne iyi olur...

  • muz cumhuriyeti nedir?

    o. henry'nin bulup popülerleştirdiği terim.

    bu ibareden kasıt, genelde plütokrasi şeklinde örgütlenen ve doğal kaynaklarını yabancı kuruluşlara satarak geçinen illiberal demokrasiler veya cunta rejimleridir.

    yazar bu terimi ürettiği zaman işaret ettiği yer, başta "cuyamel" olmak üzere iki büyük şirketin yüz karası bir emek sömürüsü uyguladığı honduras'tı.

    cuyamel şirketi özellikle küçük toprak sahiplerinin topraklarını alıp meyve yetiştirerek amerika'ya satıyor, bundan çok büyük kârlar elde ediyordu. bu esnada honduras cumhurbaşkanı miguel davila başka bir şirket olan vacarros'a toprak işleme hakları verdi. karşılığında vacarros şirketi de yol yaptı.

    elbette cuyamel şirketinin sahibi samuel zamurray bundan hoşnut olmadı. eski cumhurbaşkanı manuel bonilla'ya paralı askerlerden oluşan bir ufak orduyu emanet etti. bonilla bu orduyla hükümeti devirdi. sonra da süper arkadaşı zamurray'e cömert imtiyazlar sağladı.

    bu durumun dünyamızın jandarması amerika'nın ilgisini çekmemesi mümkün değil elbette. fakat zamurray yaptığı diplomatik görüşmelerle amerika'yı honduras'a özgürlük götürmemeye ikna etti. burada bir şirket sahibinin, ülkenin dış ilişkilerinde hükümet yetkililerinden daha fazla etkiye sahip olması ilgi çekici. muz cumhuriyetini muz cumhuriyeti yapan özelliklerden biri bu. bunu aklımızda tutalım.

    yeni rejimi yürüten devlet görevlileri tamamen yozlaşmış oldukları için, zavallı honduras halkının olması gereken milli servet, halka bir nebze olsun koklatılmadı. şirket sahipleri bu problemleri hükümetten daha önce tespit edip hem etki alanlarını arttırmak hem de halk nezdinde imajlarını iyileştirmek için ülkenin altyapısını inşa etmeye koyuldular. tabii altyapının düzelmesi kendi işlerine (lojistik vb. sebeplerle) de yardım edecekti.

    honduras'ın yol yaptığını gören komşu ülkeler de birer birer aynı tuzağa çekildiler. rezalet bir bölüşüm rejimiyle vahşi kapitalizmin ders olarak okutulacak zamanlarını yarattılar. üç otuz paraya çalışan fakir kitleler ve işin kaymağını yiyen yüzde on arasında büyük bir uçurum oluştu.

    nihayet guetemala'da demokratik bir devrimle bu talancı rejimden kurtulmaya çalışan bir irade ortaya çıktı. elbette şirket sahipleri buna izin veremezdi. nitekim eisenhower'a şikayete giden heyet "asgari ücret" ve "çiftçiyi topraklandırma kanunu" gibi "komünizm tehlikesi" yaratan uygulamalardan bahsettiler. muvaffak da oldular.

    guetemala'daki yönetim amerikan desteğiyle rejimi ele geçirdi ve kırk yıl sürecek, diktatörlerce yönetilen bir kukla devlet yaratıldı.

    bu şirketlerin etkileri bugün hala sürmektedir. standart fruit bugün "dole" ismiyle, united fruit de "chiquita" ismiyle hemen yanıbaşımızdaki süpermarketlerden ürünlerini bize satarlar.

    kaynak:
    richard alan white (1984). the morass. united states ıntervention in central america. new york: harper & row.
    dario a. euraque (1996). reinterpreting the banana republic. region and state in honduras, 1870–1972. chapel hill, north carolina: university of north carolina press

  • damien hirst

    pahalı işleriyle tanınan ingiliz sanatçı. mayfair galerisinin vitrinine yerleştirdiği enstalasyon çalışması aynı gece eseri çöp zannettiği için bir temizlik görevlisi tarafından toplanıp çöpe atılmıştır. kendisine bu olay aktarıldığında ise sadece gülmüş ve olayı aşırı derecede komik olarak nitelemiştir.

    eseri çöpe atan emmanuel asare the evening standard'a yaptığı açıklamada, "onu görür görmez bir ah çektim, çünkü her şey darmadağınıktı. bu bana pek de sanat eseriymiş gibi gelmedi. bu yüzden de her şeyi toplayıp attım," dedi.

    kaynak
    kuspit, d. (2010). sanatın sonu (y. tezgiden, çev.; 3. bs). metis yayınları.sf.13

  • minimax stratejisi

    özellikle tek bir rakibe karşı oynarken kullanılması optimum olan oyun stratejisi. ismi maximal kaybını sürekli minimumda tutmaya dayanır. en büyük düşmanı ise sunk cost fallacy yani batık maliyet safsatasıdır. daha detaylı bilgi ve alana bir giriş için bu videoyu izleyebilirsiniz.

  • !söyleyenin cahil olduğunu gösteren ifadeler

  • grove art online

    buradan ulaşılabilecek ingilizce dilince yazılmış en kapsamlı sanat sözlüğüdür. 120 ülkeden 6700 uzman tarafından yazılmış 41.000 makaleden oluşmaktadır.

  • kuyruklu şiir

    iki politik demagog kedinin diyalogunu konu alan orhan veli şiiri. ikinci kedinin yaptığı mantık yanlışı için (bkz: bifurcation)

    uyuşamayız yollarımız ayrı;
    sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
    senin yiyeceğin, kalaylı kapta;
    benimki aslan ağzında;
    sen aşk rüyaları görürsün, ben kemik.
    ama seninki de kolay değil, kardeşim;
    kolay değil hani,
    böyle kuyruk sallamak tanrının günü.

    *

    açlıktan bahsediyorsun;
    demek ki sen komünistsin.
    demek bütün binaları yakan sensin.
    istanbul'dakileri sen,
    ankara'dakileri sen…
    sen ne domuzsun, sen!

  • ekşideki şahane başlıklar

  • 1 nisan

    daha sonra kökenine bakılmak üzere şaka günü olabilir, evet. ancak bugün asya'nın en önemli oyuncularından leslie cheung'un da 20. ölüm yıl dönümüdür. saygıyla anıyoruz. eğer dünya bir savaş alanı sinema da bir silahsa leslie cheung bu silahın içine gül tohumu bırakan ve kalbi bu savaş için yorulan güzel insanlardan biridir.

    şuradan filmlerine ve kendisine yakından göz atabilirsiniz;
    leslie cheung and hong kong lgbt cinema

  • chessboxing

    yeni keşfettiğim, hemen de hayranı olduğum yeni spor.

    sporcular boks roundlarının arasında satranç oynuyorlar. boksta veya satrançta kazanan maçı kazanmış oluyor.

    güzel bir örneği.

  • winnie the pooh

    kendisiyle tanışma şerefine dün nail olduğum hikaye. diyeceksiniz, 'gelmişin kırkbeşe, yeni mi gördün bu ayıyı?'. elbet varlığından haberdardım da, önyargımdan açıp okumam ya da seyretmem biraz zaman aldı. ta ki dün akşam 5.5 yaşındaki hacı yiğenim illa ki seyredelim diye tutturana kadar. eleman biraz ısrarcı olabiliyor bu mevzularda. şirin de yaratık. kıramıyosun. ehh dedim ben de. 'napalım ömrümden bi saati de henüz daha ilkokul yaşına gelmemişim gibi yaparak geçireyim madem.'

    zaten bu aralar öyle geçirdiğim zamanlar epey yoğunlaştı. bizim yeni doğan halit ziya ciyaklıgille şapşik şapşik muhabbet ederek geçirdiğim saatler misal, ki kendisi muhabbete taraf olmaktan ziyade biberona saldırmayı ya da babasını procter&gamble hissedarlarına hizmetkar kılmayı tercih ediyor. ya da ufak yiğenlerle yaptığımız "hapisten kaçma" kisvesi altında boğuşma oyunu... bugüne kadar 10 yaşından küçük olup da yakaladığınız ve kollarınızdan kurtulmaya çalışırken "1957'den beri buradan kimse kaçamadı", "burası silivri, burdan çıkış yok" gibi laflarla gaz verdiğiniz çocuklardan oyuna bayılmayanına rastlamadım. ama şimdi bu son cümleyi bi daha okudum da, yanlış anlamayın, öyle sapık mapık bi oyun diil. yeğeninizle filan oynayacağınız bi boğuşma oyunundan bahsediyorum, aklınıza garip şeyler gelmesin. gerçi 45 yaşındaki herifin 5.5 yaşındaki yeğeniyle boğuşması garip in and of itself, ama neyse anladınız siz beni.

    velhasıl, açtık bi büyük paket doritos. bana pek gelmiyo o mısırlı doritos. o yüzden biraz da çubuk kraker türevi bişey açtık. geçtik ekranın karşısına, başladık balonlu ayıyı seyretmeye. bizim yeğen de heyecan yaptı. bi yandan ekrana sabitlenmiş durumda. bi yandan heyecandan sandalyede oturamıyo falan. ben de inşallah uzun diildir diye saate filan bakıyorum. ama ufaktan sarmaya başladı. bi türlü patlamak bilmeyen bi uçan balon. konuşan bi sürü hayvan. şirince lisanında yazılmış yazılar filan. bunlar böyle anlatınca 'ne ki yani?' diye soracaksınız haliyle. ama bir de canavar gibi bir subtext varmış da ben bihabermişim bugüne kadar. adam ingiliz toplumunun dehşet bir eleştirisini işliyor 5.5 yaşındaki oğlana çaktırmadan.

    mesela, o ayı var ya o ayı, bildiğin aristokrat. hiç iş yapmadan ona buna talimat veriyor. tek derdi de bal yemek. başka bişey umrunda değil. hani downton abbey'deki o suratsız hatun işte. domuzcuk onun sadık hizmetçisi. deli gibi çalışıyor, her işi yapıyor, ama karşılığında hiçbir taltif, hiçbir teşekkür görmüyor. baykuş bir nevi ruhban sınıfı. herkese akıl veriyor ama hiçbirşeye dokunduğu yok. davşan orta kademe bürokrat. yeri geldiğinde uyanıklık da yapıyor, yeri geldiğinde iş de. ama güvenilmez kendisine. arkadaşım eşek de bu tabloda depreseyona girmiş çaresiz ezilenler.

    bütün bunların arada söyledikleri şarkılar türküler, sıkıştırılan iğneleyici ama zarif espiriler, balonun işlevsel dokunuşları filan da çok keyifli bir hale getiriyor bütün hikayeyi.

    keşke daha önce izleseymişim. keşke.

  • zeynep direk

    türkiye'de feminizmin ve kadın hareketinin entelektüel çıtasıdır.

    kendisine radikal feminist demektedir. hali-tavrı, bana ulus baker'i hatırlatmaktadır. bu videodan görülebileceği üzere adalet arayan, meseleyi temelinden çözecek yöntem üzerine düşünmeye çalışan, feminizmi erkekleri doğrama cemiyetinden daha fazlası olarak düşündüğü için "feminist"lerce linç edilip twitter'dan tiksindirilen, "kamusal alanda birlikte düşünmeye ihtiyacımız var" cümlesini sarfedecek kadar politik-entelektüel bir kimsedir.

    hocadır, canımızdır, izlenmeli, okunmalı, üzerine düşünülmeli ve kendisinden olabildiğince çok öğrenilmelidir.

  • tanım

    "efradını cami ağyarını mani"
    (kendisine ait olan -ne varsa- içine alan, kendisine ait olmayan -ne varsa- dışarda bırakan)

    osmanlıcada tanımın nasıl yapılacağını tanımlayan cümledir.

    ne bir fazla eksik ne de bir fazla.

    (bkz: https://www.luggat.com/index.php#ceviri)

  • antropomorfizm

    insanbiçimcilik demektir. zeus dendiğinde aklına insan figürü geliyorsa bu senin greklerdeki antropomorfizmden etkilenmiş olduğun anlamına gelir.

    ---- 30.10.2023 düzeltmesi ---
    ancak sadece tanrı ile ilgili düşünmek zorunda değiliz. bilmediğimiz herhangi bir şeye insan özellikleri yüklemek olarak düşünülmesi daha doğru olabilir.

  • nahit gelenbevi

    orhan veli'nin meşhur ben orhan veli şiirinde şu satırlar vardır:

    "bir de sevgilim vardır pek muteber;
    ismini söyleyemem
    edebiyat tarihçisi bulsun."

    edebiyat tarihçileri boş durmazlar ve bu muteber hanımefendiyi bulurlar. zaten pek saklanmadığı da aşikar. hem de orhan veli'nin ona yazdığı mektuplar yky'den "yalnız seni arıyorum" ismiyle basılır.

    mektuplarda, tutuşmuş aşk sözcükleriyle beraber nahit hanım'dan at yarışı tüyosu ve votka reçetesi isteyen bir orhan veli'yle karşılaşmak beni mutlu etti. ilgilisi mutlaka edinsin.

    hem aşk resmigeçidi hem de hicret şiirleri bu ilişki ışığında biraz daha anlam kazanıyor.

    gelelim nahit hanım'a: giritlidir ve pek güzeldir. ankara ve istanbul'da edebiyat öğretmenliği yapmış, edebiyat ve şiir dünyamızın önemli isimleriyle içli-dışlı bir yaşam geçirmiştir. ilk evliliği mühim bir bürokratladır, sonraki evliliğini ise "her gün yaşamak" isimli muhteşem bir şiirin şairi arif damar ile yapmıştır. nedense bu kadar şairin, şiirin içerisinde kendi yazdıkları -muhakkak vardırlar- ortaya çıkmamıştır.

    2002 yılında dünyadan giden bu güzel kadın, edebiyat dedikoduları defterlerimizin bir yerlerinde durur.

    göğe selam, nahit hanım.

« / 15 »