• karşı-kültür, belirli bir alan ve çağda ana akım sosyal kültürün dışında olan ve toplumun genelinin uzlaştığı sosyal ve ahlaki değerlere karşı/rağmen sürdürülen altkültür biçimine verilen addır.

    tarih boyunca birçok düşünsel-sosyal hareket karşı-kültürle ilişkilendirilse de (kinik felsefe, bohem kültür, beat kuşağı gibi) bizim asıl odak alanımız 1960'larda amerika ve ingiltere'de doğup tüm dünyaya yayılmış kültür fenomenidir. gerçi bu fenomeni diğer karşı-kültür fenomenlerinden keskince ayırmak doğru değildir. nasıl beat kuşağı, bohem kültürden büyük bir miras devralıp onu zaman zaman taklit ettiyse, 60'lar karşı kültürü de beat kuşağından birçok politik eylem, sosyal yaşayış ve iletişim kalıplarını devralmıştır.

    60'lar karşı-kültürü ikinci dünya savaşından galip ayrılmanın getirdiği ekonomik bir patlama esnasında meydana geldi. ne var ki bu ekonomik patlama kapitalist serbest piyasa politikaları sebebi ile eşit dağıtılmıyordu. bu durumun getirdiği adaletsizlik, zaten toplumda homurdanmalara yol açıyordu. bu homurdanma kore ve vietnam savaşlarıyla (bu savaş bölgeleri sıradan orta-sınıf bir amerikalının; devletin, halkın çıkarlarını nerede aradığını sorgulamasına sebep olacak kadar uzak bir coğrafi konumdadır) daha geniş bir nüfusa yayıldı.

    bu durum da; soğuk savaşın getirdiği, nükleer yok oluş tehlikesi ile ayyuka çıkan tedirginlikle birlikte amerika'nın genç kuşağında değişik psiko-sosyal devinimlere yol açtı. bu "genç insanlar ana babalarının hayat tarzına ve çekirdek aile değerlerine meydan okumaya başladılar. timothy leary'nin tavsiyesine uyan pek çok kişi, toplumdan koparak, zihin açıcı olduğu iddia edilen uyuşturuculara yöneldi. komünler, kolektifler, kooperatifler, rock festivalleri, işgaller gibi 'karşı kurumlar' yaratmaya başladılar."

    bu hareket 70'lerin ortalarına kadar tüm batı dünyasında büyük popülerlik kazandı. işte yeni sol hareketlerle beraber 1968'de patlak veren büyük protestoların müsebbibi bu harekettir. (bkz: yeni sol nedir?)

    bu dalga, özellikle kazanımları bakımından 1848 hareketlerinden 120 yıl kadar sonra gelen kayda değer en büyük sol harekettir. "eski solu kurumsallaştıran 1848 ise teni toplumsal hareketleri kurumsallaştıran 1968'dir."

    bu hareket, öncülü 1848 hareketleri gibi kısa bir zamanda sönse de .. "dünya toplumsal sistemindeki güç dengesini tâbi gruplar lehine değiştirme hedefinin büyük ölçüde amacına ulaşmış olması anlamında hala yaşamaktadır"

    peki, bu hareketleri, devrimci bir bakış açısından nasıl yorumlayabiliriz? bu hareketler ne kadar ne kadar devrimcidirler?

    bu soruya cevap vermek için bu hareketleri önceleyen tarihsel kırılma anlarına ve 1960'lar hareketlenmelerinin neye karşı olduğunu bir kez daha hatırlamakta fayda var.

    daha önce de belirttiğim gibi, bu hareketler savaşın yıkıcılığını yaşamış bir halkın içerisinden geliyordu, nazilerin gerçekleştirdiği yahudi soykırımının ve japonya'ya atılan japon bombasının üzerinden fazla geçmemişti, bu sıralarda dünya daha büyük bir savaşın korkusunu yaşamaktaydı ve vekâlet savaşları bu endişeyi daha da körüklemekteydi.

    böyle bir tarihsel zeminde, savaştan nemalanmayacak bir halk kitlesinin aklın araçsal niteliğini sorgulamaması olanaksızdır. zira bilim ve teknoloji büyük hızlarla ilerlerken, egemen sınıflar bu gelişmeleri toplu yıkım, kıyım araçları olarak değerlendirme yollarını arıyorlar, beraber var olmanın yerine, kendine tehdit oluşturabilecek herhangi bir odağı en kısa sürede yok etmenin hesaplarını yapıyorlardı. ilerlemeci akılcılık dünyayı tedirgin, yaşanmaz bir hale getirmişti. bundan etkilenen insanlar ise çareyi bu düşünme tarzından kopmakta buldular.

    peter marshall'a göre; "karşı-kültür çeşitlilik ve eklektizmi hoşgörüyle karşıladı. karşı kültürün guruları, ilerleme için akıl ve bilime güvenen ve aydınlanmanın varisleri olan klasik anarşist düşünürlerin aksine, başat kültürün, savaşı, yoksulluğu, adaletsizliği haklı çıkarma girişimleriyle değersizleşen 'akılcılığı ve nesnelliği' reddettiler. sarkaç öteki yöne, yeniden güç kazanan maneviyatçılığa, öznelliğe, duygulara, oyuna, mistisizme ve sihre doğru salındı. eleştirel düşünce ortadan kayboldu, mutluluk adına reddedildi…"

    böylece tek bir doğrunun olduğunu varsayıp ona doğru 'ilerlemek' yerine birden çok doğruyu veya doğrusuzluğu kabul eden bir düşünme biçimi ortaya çıkmış oldu.

    esasında bu 'hakikat bir tane midir yoksa daha mı çoktur' tartışması modern veya post-podern çağlara özgü değildir. hemen hemen bütün presokratik filozoflar bu tartışmaya dahil olmuşlardır. antik yunan'da bu tartışmanın galibi tek hakikati savunanlarken, post-modern düşüncede çok hakikat veya hiç hakikat galip durumdadır.

    ancak; 60'lar karşı kültürünün belki de en önemli özelliği, hakikati değil mutluluğu aramasıdır. hakikati arayıp bulacak, ardından hakikati bilmeyenlere anlatacak peygamberler olmadığı için, yeni oluşan komünlerde de herkesin gerçekliğini kabul eden ve hoş gören sosyal anlayışlar yepyeni bir momentum kazandı.

    bu durumun post-modern düşün hayatına taşması, postmodernizmin en büyük vaazı olan büyük anlatıların reddi biçiminde olacaktır. (bkz: büyük anlatılar) öyleyse: büyük anlatılar, merkezden gelen, verilmiş (bkz: given) reddedilince tarihin ve eylemin sonu mu gelecektir? insanlar bundan böyle neyi aramalıdırlar?

    bu soruya 60'lar hareketinin verdiği cevap şudur: huzur. böylece bu hareket de peşinden koşacak bir ereğe kavuşmuş oluyordu. şehirden kaçış, doğayı yeniden keşfetme ve iç içe yaşama bunun fiziksel boyutunu oluşturuyor, meditasyon ve çeşitli uyuşturucularla ise huzursuz zihin halinden uzaklaşmak hedefleniyordu.

    spektrumun politik tarafında ise zihinsel veya fiziksel bütünlüğü ve sükûnu bozan savaşa karşı protestolar, yürüyüşler bulunmaktaydı. bunlarla beraber cinsel özgürleşme ve toplumsal cinsiyet kalıplarını yıkma gibi 'ebeveyn kültürü'ne aykırı birçok yeni davranış yolu tutulabiliyordu.

    peki, bu yeni sosyo-kültürel hareketler kendilerinden sonra gelecek durumu ne kadar değiştirdiler? marshall bu soruya şöyle cevap veriyor:

    "karşı kültürü benimseyenler yeni sol'daki siyasallaşmış benzerlerinin aksine, sözcüğün tam anlamıyla devrimci değildiler. hükümeti ya da devlet'i yıkmaya çalışacak yerde onun sınırları ya da çatlakları içinde yaşamaya çalıştılar. (…) statüko için asla gerçek bir tehdit olmadı, üslubu piyasa tarafından benimsendi ve üyelerinin çoğu sonunda başat toplum ve kültür tarafından içselleştirildi."

    bu savın ardındaki düşünce, gerçek bir devrimin ancak rejimin veya ekonominin temelden yıkılması halinde gerçekleşebileceği düşüncesi mi yatmaktadır? öyleyse eğer, evet 60'lar karşı-kültürü, 60ların sonlarına kadar, bunu başaramamış, hatta büyük ihtimalle başarmak da istememiştir. bu hareketin söyleminde veya eylemlerinde başat siyasi aktörlerin devrilmesi, ekonominin yeniden düzenlenmesi, gücün yeniden dağıtımı veya merkezdeki var olan düşünce altyapısının değişmesi istekleri yoktur.

    yukarıda da değinildiği gibi, politik talepleri ancak huzurlu bir yaşam için savaşların durması ve özlüklerine müdahale edebilecek herhangi bir durumun ortadan kaldırılması yönündedir. dönemin en popüler şarkıları bu insanları daha iyi bir dünya için sistemi yıkmaya değil o dünyayı hayal etmeye çağırıyordu...

    bu şarkıları besteleyenler şiddetin dünyayı daha iyi bir yer haline getirmediğini kâniydiler ve şiddet sayesinde kazanılmış bir şeyin kalıcı ve doğal bir durum olmayacağını düşünüyorlardı. dönem müziğinin şarkı sözlerini incelersek, hakim temanın büyük ölçüde uygulanan politikalara itirazlar ve politikacılara sızlanmalar şeklinde, pasifist sitemleri içerdiğini görüyoruz. amerika'da bob dylan ve joan baez, bu politik atmosferde geniş kitlelerin dinlediği kişiler olarak sayılabilir.

    bu müzisyenler, politik atmosfere uygun şarkı sözlerinin üzerine görece daha yumuşak ve slow tempoda, folk ezgileri yedirilmiş parçalar yapıyorlardı. atlantik'in diğer tarafında ise the beatles ve the rolling stones, ingiltere'nin "iyi giyimli, temiz yüzlü çocukları" listelerde bir numaraydı.

    fakat 1968'de 1960'lar karşı-kültürünün zirve noktası olduktan sonra düşünce ve sanat alanında bir şeyler değişmeye başladı. fikirsel devrim artık yeni diller aramaya başlamıştı. bu tepe noktası ile hemen hemen örtüşen tarihlerde karşı-sosyopolitik kültür, yeni bir sanat biçiminde kendini ifade edebilme fırsatını buldu, bu sanat biçimi punk rock 'tır. (bkz: punk nedir?)


    kaynak:
    peter marshall(2003), anarşizmin tarihi: imkansızı istemek, imge kitabevi, ankara
    hopkins, arrighi, wallerstein(2004), sistem karşıtı hareketler, metis yayınları, s.96