• bir yanıyla ütopik bir yanıyla saçma bir fikir. herhangi bir tartışma konusuna dair ikna olacağımız sınırlar üzerine etraflıca düşünmek ve bunu karşı tarafa ilettikten sonra diyaloğa devam etmek, koyduğumuz çıtaya ulaşan kanıtlar sunulduğunda ise kendimize ikna olmak için izin vermek biraz ütopik. ben bir tartışmaya ikna olmaya son derece açık şekilde girebilirim. siz ve ben birilerine inanma çıtaları sunabiliriz. ama kanlı canlı kanıtlar sunup "güneş sıcak" deseniz ikna olmayacak başkaları vardır. onlara yobaz diyoruz. onlar çıtalarının çöktüğünü de kabul etmeyeceklerdir.

    bir süredir insanoğlunun ikiliklere indirgenmeye çalışılmasının ne kadar nafile bir çaba olduğunu düşünüyorum. farklı konseptler dahilinde daha önce yazmış da olabilirim; insan ve insan ilişkileri ikiliklere sığmayacak kadar karmaşıktır. onu siyah/beyaza indirgemek hem çalışmayacak hem sizi yanılgıya düşürecek; en iyi ihtimalle de bakış açınızı kısıtlayacaktır.
    inanma çıtanızı önceden siz belirlediğinizde karşı tarafın sizi belki de aklınıza bile gelmeyecek yerlere (fikren) götürme ihtimalini ya ortadan kaldırmış ya da küçültmüş olursunuz. bu sebeple de mevzu fikir tartışmasıysa saçma bir öneri bu.

    (bu arada dil en az canlılar kadar evrimleşen canlı bir varlık. dili spoil etmeniz mümkün. günün birinde biri kankardeş demek yerine "kanka" dedi ve dili spoil etti.)

  • ı-ıh ikna olmadım. ne söylesen ikna olurdum hiç bilmiyorum, şaşırt beni. hehe. (şaşırmak epey ikna edicidir bu arada, biraz araştırıp gelsem o kadar şaşırmam. bence herkes hiç değilse bir kez bilmediği yerlere gitmeli, follow the white rabbit.)

    "a kişisi ve b kişisi bu noktadan sonra ya konuşmaya devam etmezler ya da ikisi de birbirinin inanma çıtasının ahlakiliğini kabul etmiş demektir. bu da taraflardan birinin günün sonunda kendi argümanıyla ilgili kuşku duymasına kaçınılmaz olarak yol açacaktır." bu böyle olmayabilir diyorum. uzlaşmak isteyen birinin pek çok zeminde uzlaşabileceğini, uzlaşmak istemeyen birininse ne yaparsak yapalım uzlaşmamakta ısrar edeceğini düşünüyorum. mesele kamu önünde dönen bir mesele, diplomasi vs olduğunda bile insanlar çok vahşi ve zalim. uzlaşan taraf ahlaki üstünlüğünün farkında olsa ne olur?

    bunun asla çalışmayacak bir metot olduğunu söylemiyorum ama çalışacağı case oranının bunu formüle etmeye değmeyeceğini söylüyorum.

    tarafların adil ahlaki özne olarak kabul edildiklerini bilme gereksinimleri kesinlikle çok makul. ama pratikte işler mi bilemiyorum. şatârâbân pek çok defa öldü ve ölecek, üzgünüm.

  • post-truth çağında gerekli olduğunu düşündüğüm ve bir kimsenin kendi şüpheci pozisyonunun sınırlarından haberdar olması durumunu göstermek için kullanmak istediğim kavram.

    aklımda kaldığı kadarıyla* platon theaitetos diyaloğunda* "bilgi gerekçelendirilmiş doğru inançtır" diyor. bu cümledeki tek şey bilginin inanç olması.

    inanma çıtaları üzerinden diyaloğa başlarsak, ya birimizin çıtası çökecektir, ya da birimiz ikna olacağızdır. her diyalog öncesi hangi şartları sağlarsa bir inancı hakikat kabul edeceğimizi konuşmamız gerekiyor.

    buradaki esas sorun ise bir grup sapiensin böyle bir çıtayı düşünmeye bile yanaşmayacak olması, haksız çıkmaktan korkarak. kendilerini iyiliğin önüne koyarlarsa saygımız vardır, ancak bunu yaparken bir de böyle değilmiş gibi davranıyorlarsa bu iki yüzlülüktür. bu insanlar hamasete bayılırlar.

    ---

    her diyalog öncesi inanma çıtaları ortaya konarsa elimizde saldırabileceğimiz bir hedef olur. bu bir tanrının varlığına inananların hem arzuladıkları hem de ısrarla kaçındıkları şeydir. zira moral bir zeminin olmayışı sorunu çözülmemiş bilakis derinleşmişse, kitle en güvenliden yana olmakla aslında son derece doğal bir davranış sergilemekte, kendini korumaktadır. şiddetin temeli budur. biz dövebiliyorsak, dayak yemiyoruz demektir, bir yanıyla meşrudur. tanrı "varolagelmekte"dir. doğal sonuçtur ancak kabul edilmez.
    ---

    burada bir evrim nosyonunu devreye sokmak fazla sert olabilir. ancak iletişim becerilerindeki değişimin evrimin bir parçası olarak görülmesi kabul edilebilir bir argümandır. bir takım kalabalıklar diğerlerinden daha farklı bir şekilde bir hayatın imkanı üzerine mutabık kalıyorlarsa, dünya o yöne doğru, onların etkisiyle, kaçınılmaz olarak evrilecektir. insanlığın kaderini etkileme gücümüzün olduğunu düşünmek komik ve gerçek. dün bir kıza " sen türkçemizi spoil edemezsin güzelim dertlenmene değmez" dedim.
    ------

    insan evriminin bu yeni parçasının nasıl bir parça olduğundan emin olunmaması ile başlıyor süreç, klasik muhafazakarlık. sonrasında değerler çöküyor zira evrenin ne olduğunu anlamaya çalışmak bile ölçekler dikkate alındığında epey aptalca bir oyalanma. delirmek en rasyonel yol. bir anda neyin ne olduğu bilinmez hale geliyor zira özgür irade hoş bir şaka olabilir. ya bilim dünyasından - en azından benim takip edebildiğim kadarıyla- ümidi kesmeliyiz ya da "free will deniers" epey emin kendinden. (bkz: determined a science of life without free will)
    -----

    neticede özgür irade yaratmaya çalışırken tanrılar yaratacak, sonra o tanrıların esiri olacak sonra onlardan kurtulacak ve özgür irade yaratmaya çalışırken yeni tanrılara tapmaya başlayacağız. tanrılar işin bahanesi, hayatta kalmak için eyleme geçiren kim? özgür irade yoksa, onu arayan ne?
    ----

    inanma çıtası karşıtlığı basit ve uzlaşılabilir bir zemine çekmeye çalışır. eğer sadece bu denli adil bir oyun eminliği %100'den %99'a çekmeye başarabilirse -davası adına değil, soru sormak adına- şüphecilik, bir de kendi kavramlarıyla anlama, yani bir yanıyla felsefe, kuvveden fiile geçmiş olacaktır. ayrıca topluma da aşırı derecede faydalıdır. felsefecileri belki de bu hayatta tutmuştur? *
    -------

  • inanma çıtası kavramının, kişinin "kendi şüpheci pozisyonunun sınırlarından haberdar olması durumunu göstermek için" kullanılmasını önerdim sadece. örneğin a kişisi "bu argümanla ilgili bana hegel'den bir pasaj getirirsen ikna olabilirim" diyebilir. konuştuğu b kişisi ise "sen de bana bu argümanla ilgili kurandan ayet getirirsen ikna olurum" derse a kişisi ve b kişisi bu noktadan sonra ya konuşmaya devam etmezler ya da ikisi de birbirinin inanma çıtasının ahlakiliğini kabul etmiş demektir. bu da taraflardan birinin günün sonunda kendi argümanıyla ilgili kuşku duymasına kaçınılmaz olarak yol açacaktır, zira ahlaki olarak eşit olan şüphedeyse, güvende hissetmek memelilerin sezebileceği bir hatadır. bu nöbetçiler alarm verirken "aman nöbetçiler ne anlar?" deyip uyumaya devam etmeye benzer.
    -------

    mesele şu, uzlaşmak için uzlaşılabilecek bir zemin inşa etmek zorundayız, yeni bir paragidma belki her seferinde. bu zeminin karşılıklı inşası için de iki tarafın da cebir dışında bir noktada ikna edilebiliyor olması gerekir. en adil ikna noktasını belirlemek de her zaman ahlaki bir sorundur. bu sebeple ahlaki olarak eşitsek, bilginin kaynakları konusunda da eşit olmalıyız. ben bilgileri, ne kadar cahil olursam olayım, bir "bakmış" olana bırakmak isterim. bu adamların adı "cahil" dediğimiz grupta sadece felsefeden ve sanattan uzak duranlar. bu adamlarla konuşmak için önce onları ahlaken eşitleştirebilmemiz gerekiyor. bir vatan haini-düşman-subhuman bilgiyi nereden almış alırsa olsun, neye çalışmış olursa olsun, mutlaka biraz haksızdır. düşman x, kavramlaştırmasının dışına çıkabilmek için reddedilemez ve adil bir epistemolojik teklif yapmalıyız *. kant'ın yaptığı bir yanıyla da bu olabilir, imparator bu sebeple mektup yazmış olabilir. adil teklifi yapanla kamu önünde savaşılmaz.
    ------

    bu teklifin adı da inanma çıtası. bak inanç bile değil. kavramsal olarak da ahlaki bir eşitliği kabul ediyor ve tevazu içinde onlarla uzlaşabileceğimizi seçiyoruz. detayları bilmek zorunda değiller ancak her zaman adil ahlaki özne olarak tanındıklarından emin olmak zorundalar. işte en kötüleri ile diyalog için eğer buradan konuşmaya başlarsak, sadece bu yöntemin pratik edilmesi bile tüm meseleyi kökünden değiştirmeye başlayacaktır. rorty bir yerde "önemli olan konuyu değiştirebilmek" diyor. politik düzlemde epey derin noktalara temas eden bir yaklaşım aslında.

    -------

    üstteki entry'de şöyle deniyor: "inanma çıtanızı önceden siz belirlediğinizde karşı tarafın sizi belki de aklınıza bile gelmeyecek yerlere (fikren) götürme ihtimalini ya ortadan kaldırmış ya da küçültmüş olursunuz. bu sebeple de mevzu fikir tartışmasıysa saçma bir öneri bu." burada meselenin ahlaki tarafında bir uzlaşamama görüyorum. şöyle düşünen birinin hayal edemez miyiz: "karşı taraf beni bilmediğim yerlere götürürse, tehlikede olurum."? bence kimse bilmediği yerlere gitmemeli. bildiğim yerlere, bilmediğim yerlerden getirdiklerini sunmaya indirgenirse eğer diyalog, o zaman herkes diğerinin götürdüğü yerlere gitmeye daha hevesli olur. kötü olan eğer istemezse hiç bunu yapmak, o halde daha adil soruyu soranın tarafı ahlaki üstünlüğü meşru olarak ele geçirir, tüm memeliler bilir bunu! adalete ikna edersek, bizim taraf kazanacaktır. edemezsek, şarkılar susar, heves kalmaz, şatârâbân ölür.