• 7

    kısaca toparlayalım.

    a- insanların davranışlarında gözlemlenen karmaşıklık insan davranışının canlı davranışı dışında görülmesini mümkün kılmaz. bir dişi ile çiftleşmek için onun kıçını koklamak, ona bir yuva yapıp içini süslemek ya da ona bir pırlanta vermek arasında evrim açısından hiçbir fark yoktur. yemek için avlanmak, yetiştirmek, toplamak arasında bir fark yoktur. hepsi temel amaca hizmet eder.

    b- insan popülasyonlarının nüfuslarında sıçramalar yaratan hadiseler sapiens tarihinin çağları olarak tanınmalıdır. bu sebeple insan tarihini 6 çağa ayırmak gerekiyor:
    b - 1 - ateşe kadar
    b - 2 - tarıma kadar
    b - 3 - devlete kadar
    b - 4 - aydınlanmanın sonuna kadar
    b - 5- post-organizmaya kadar
    b - 6- bilgiye kadar

    genel şablonu bu şekilde belirledikten sonra siyaset felsefesinin tartışmalarına bu çerçeveden bakabilir ve günümüz bunalımını anlayabiliriz.

    günümüzdeki siyasal bunalım her birini kendi içinde alt başlıklarıyla inceleyeceğimiz üç farklı kökene sahiptir. bu kökenlerden birincisi birey-toplum dengesinin kurulmasıdır. ikincisi farklı sapiens popülasyonlarının farklı çağlarda yaşaması meselesidir (bkz: sapiens nüfuslarının farklı çağlarda yaşaması). üçüncüsü ise evrim sonrası etiktir.

  • 7-b-4

    aydınlanmadan reform rönesans ile başlayan ve günümüzde hala devam eden süreci değil, bütünlük içinde bir anlatıya sahip olan ilk insanın ikna etmeyi başardığı ilk insan grubuyla başlayıp günümüzde öznenin anlamının değişmesi ile birlikte ölümünü yaşadığımız süreci kastediyorum.

    aydınlanma her şeyden önce bir temel kabuldür: her şey açıklanabilir. 18. yüzyıldan sonra bu temel kabulün daha fazla dillendirildiği ve daha aktif bir şekilde ilkeleştirildiği doğrudur ancak bugüne kadar aydınlanma olarak tanımladığımız süreç aydınlanmanın nihayet sadece yer yüzü kökenli bir kaynağa dayanacak cesareti göstermesinden ibarettir. son üç yüz yılın aydınlanmasını seküler aşama olarak tanımlamak mümkün.

    aydınlanma sapiens grubun içindeki -büyük ihtimal yüksek zekaya sahip- bireylerin kendi grupları çıkarlarınca doğa hakkındaki genel açıklamaları ile başlar. dün ayşe fatma'nın ekmeğini çalmıştı, bugün ise ayşe düşüp bacağını kırdı. tıpkı bir hafta önce ahmet'in ali'nin meyvesini çaldıktan sonra ahmet'in karısının çocuğunu düşürmesi gibi. görünen odur ki, toplumsal olarak bize zarar verecek olanların, bizde tiksinti uyandıranların, bedavacıların bunu yapmamasını teşvik eden bir sistem vardır. bu sistemi de biz kurmadığımıza göre görünmeyen, cinler, periler, tanrılar, dedelerimizin ruhları vs. tarafından kurulmuş olmalıdır. tanıdık geldiyse şaşırmayın, aydınlanma din olarak ana rahmine düşer, dinin toplumsallaşması ile doğar, tanrının ölümü ile ölür ve tanrısız bir din olarak yeniden doğar.

    -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- ---- -- -- -- -- -- -- ---- -- -- -- -- -- -- --

    iddia: yeryüzünde öyle bir an vardır ki tek bir adet mavi gözlü insan vardır. yeryüzünde öyle bir an vardır ki sadece bir kişi ilk defa insani anlamıyla düşünmüştür. yeryüzünde öyle bir an vardır ki sadece bir kişi her şeye anlamını verecek bir metafizik ögenin varlığına ikna olmuştur.

    aydınlanma yukarıdaki iddianın son cümlesindeki kişi ile başlar. büyük ihtimalle de ilk bir kaç on bin denemesinde onunla birlikte ölür. sonrasında binlerce kere daha farklı sapiensler farklı coğrafyalarda aynı patternleri tespit eder ve benzer sonuçlara ulaşır. benzer sonuca ulaşanlar eğer aynı zamanda grubun kalanını ikna edecek siyasi güce sahipse, aydınlanma doğmuş demektir.

    aydınlanmanın bu anlamını doğuşundaki şartları düşüncenin her anında aklımızda tutarak ilerlememiz gerekir. bu patternlerin tespitini ve grupça kabulünü mümkün kılan şey insanın doğa karşısındaki çaresizliğidir. hegel'in efendi ve kölesi, doğa ve insana iki insandan çok daha fazla uymaktadır. acımasız -ilgisizliğin doğal sonucu- doğa hegel'in efendisinin kölesi üzerinde yarattığı baskıyı sapiens üzerinde yaratır. çaresizlik ve korku karşısında ardına sığınılabilecek tek şey ise bilmektir. bu denli yoğun bir çaresizlik halinde neyin neden olduğunu açıklayabilen ve sonraki kötülüklerden bizleri korumanın bir yolunu bilen birilerinin olması ne kadar iyi olurdu öyle değil mi? peki bu bilen nereden öğrenmiştir bunca şeyi? kim bunu ona söylemiştir? tanrılar korkulardan, çaresizlikten, ateşin başında acı içinde sevdiklerinin geleceğini düşünenlerin, şaşkınlığı ile baş edemeyenlerin, sevinçlerini sonsuza kadar korumak isteyenlerin ortak zihinlerinden doğarlar.

    her şeyin açıklanmasının mümkün oluşuyla birlikte her şeyi açıklamanın yollarını aramak ya da her şeyin yollarını açıklamak üzere bir şekilde seçilmek -şizofreni, patolojik yalancılık, epilepsi hastalığı, bolca rüya görme, hikayeler anlatmayı sevme, sanatçılık vs.- değer yaratmaya başlar. zira her şeyi açıklamaya çalışan görevinde başarısız olsa dahi hala açıklayabildiği pek çok şey vardır ve bu açıklayabilirlik kendisine ve etrafındakilere evrimsel avantaj sağlar. zira din, her şeyden önce toplumsallaşmayı sağlamlaştırmaya yarar. barış içinde bir araya getirmek için bahaneler yaratan her şey bir arada yaşamak zorunda olan bir tür için evrimsel avantaja dönüşürler. yağmurun dinmesi için bakire bir kız ve oğlan çocuğu kurban etmek gerekebilir, iyi ihtimalle iki sapiens karşısında doğa olaylarını kontrol etmeyi öğreniriz, kötü ihtimalle bu süreçte yaşanacak tüm fedakarlık temelli ilişkiler ağı yoğun yağmurun sıkıntılarına karşı birbirimize daha fazla yardım etmeyi istememize yol açar. din en kötü halinde bile sapiens için işe yarar zira özünde tek anlamı toplumsal olmasıdır. toplumsal, sorumluluğu paylaşan, güvenli.

    aydınlanma bu anlamıyla tüm patternleri bir bağlama oturtur. papatyayı sıcak suya katıp içmek sakinleşmemizi isteyen metafizik öge -bundan sonra metö diyeceğim her seferinde cin, peri, ruh, dağ, taş saymamak için- tarafından oraya bırakılmıştır. komşusuna kötülük yapanın bacağını kırmasını metö sağlar, marijuanaya onunla daha çok iletişim kurabilmemiz için o yerden çıkarır, güneşi dinlenelim diye o ayla değiştirir.

    patternleri bir bağlama oturtmak ve dolaylı yoldan toplumsallaşmanın esaslarını inşa etmek aynı anda sapiens türünü bir çok beladan kurtarır. öncelikle metö'yü sakinleştirecek işler yapmanın güveni ve metö'nün koruyuculuğuna iman huzurlu bir uykuya yardımcı olur. grubun tüm üyeleri komşularının ne yapıp ne yapmayacağını bilir, birbirine güvenmek için üçüncü bir parti olarak metö her zaman hazırdır. üstelik vicdan azabının anlamı olduğu kadar vicdan azabından kurtulmanın da yoludur. bir metö dışında günahları kim affedebilir?

    artmış dayanışma, bağlama oturtulmuş ve tasnif edilmiş bilgilerin dini kalıplar içinde, dini şekilde ve din için aktarımı ile sapiens artık kendi nüfusu üzerinde çok daha güçlü bir kontrole sahiptir. hastaları kimin nasıl iyileştireceği, neyin yenilip neyin yenilmeyeceği, hangi durumlarda nasıl davranılacağı vs. uğraşmadan edinilmektedir. bu nüfusun artmasına doğrudan katkı sağlar. elbette din savaşları bir gerçektir ancak dinin bir bütün halinde getirileri yanında -plasebo gibi çok önemli etmenlerle birlikte düşünürsek- bu savaşların negatif etkileri ufak çaplı kalırlar. unutmayın bedir savaşında mekkelilerden 70 müslümanlardan 14 kişi ölmüştür *. din için doğanların -ümmetim çoğalınız!- sayısı din için ölenlerin sayısından her zaman fazladır. bugün dahi toplumların nüfus artışında en önemli katkı dini referanslarla hareket eden kitlelerdir.

    -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- ---- -- -- -- -- -- -- ---- -- -- -- -- -- -- --

    aydınlanma nietzsche'nin çok yerinde tespit ettiği gibi sebepler ile sonuçların birbirine karıştırılması sonucunda kendi antitezine dönüşmüştür. bu durumu doğrudan hristiyanlığa bağlamayı doğru bulmuyorum fakat en doğru şekilde hristiyanlıkta izlenebileceğini söylemek mümkün. sebeplerin sonuçlarla karışmasının altında bir çok sosyo-ekonomik neden olmakla birlikte bu nedenlerin ihmal edilen önemli bileşenlerinden birinin -provokatif şekilde- mehdilik kavramı ile takip edilebileceğini söyleyeceğim.

    barbarlar romayı yıktıklarında sapiens nüfusu içindeki en gelişmiş medeniyet hristiyanlığı kabullenmiş ve isa'nın dönüşünü beklemeye başlamıştı. özellikle avrupa sapiens kültürü açısından bu "bekleme" ruh halinin yeterince ilgi görmediğini düşünüyorum. beklemek bağlayıcı bir eylemdir. bekleyen hareket etmez, plan yapamaz, gelecek ile ilgili tahayyülü kısıtlanmıştır. bekleyen beklediğinin geleceğinden eminse beklerken yaptığı her şey "oyalanmak"tır. beklemek geleceği kısıtladığı gibi şimdinin de anlamını sonuca değil nedene bağlar. olan her şey anın içinde bir sonuç olduğunda, geleceğin anlamı değiştirme ihtimaline karşı bir muhalefet mecburi hale gelir. her şeyin anlamını değiştirecek olan tek beklenendir. böylelikle değişim geleceğe açılmak yerine geçmişin bedelini ödemek olarak belirir. tarihteki bir sonraki olay mehdinin gelişi ve dinin tekrar dünyaya egemen olarak her şeyi yoluna koyacak olmasıdır. bu olay gerçekleşene kadar ya iyilikler artacak ve bekleme ödüllendirilecek ya da kötülükler artacak ve bekleme cezalandırılacaktır. o halde sapiense düşen tek şey iyi olduğundan emin olduğumuz şeyin -metö'nün buyruklarının- denetimini yapmaktır.

    esas işi beklemek ve denetlemek olan en büyük medeniyetin kültür dairesine yeni katılmış olan barbarlar, bu medeniyete beklerken oyalanılacak önemli bir iş çıkarır: hareketli, geleceğe dair planları olan, yaşam isteği ile dolu, diyonizyak kültürlü barbarları bir şekilde kontrol altında tutmak. mesihin geri dönüp dünyayı kurtarmasını beklerken onun sözünü dünyaya duyurmaktan ve geri döndüğünde imanlı bir dünya bulmasından daha iyi hangi iş olabilir? işte batı medeniyetinin skolastik dönemi mezkur barbarı kontrol altında tutmanın felsefesidir. bu amaca yönelik olarak tüm entelektüel enerjisini kullanırken farkında olmadan köklerine karşıt olarak, hareket karşıtı bir din geliştirdi.

    her şeyin yoluna gireceğinden emin olan ve büyük düzeliş için belirsiz bir tarihte gerçekleşecek bir olayı bekleyen din son derece hareketli ve dünyadan başka sermayesi olmayan diğer gruplarla karıştığında kültürel üstünlüğü ile onu kendi din sistemi içine çeker ancak aynı zamanda da kendisinin dünyayla olan bağı zayıf olduğundan "barbar için" leşir. din kendi günahkarını kontrol altında tutmak için evrilir. günahkarın karakteri dinin karakterini doğrudan etkiler.

    hristiyanlık pagan barbarı kendi dini içine çekerken onun şüphesiyle, sorularıyla tekrar canlandı. ona yanıt üretmek üzere kendini tamamladı. roma'nın yıkılışı ile islamın gerçek bir rakip olarak sivrilmesi arasındaki süreci aydınlanmanın birinci evrensel girişimi olarak tanımlayabiliriz. bilinen dünyanın tamamında tüm soruları yanıtlayan, tüm şüpheleri ortadan kaldıran, tüm insanlığa açık, tamamen tarafsız tek şey artık bilinmektedir ve tek mesele bu ateşi, aydınlık kaynağını, hakikati bozulmaktan korumak ve diğer insanlara da ulaştırmaktır.

    --------

    sapiens aydınlanmasının bir sonraki adımı rönesans-reform sürecidir ancak buraya da evrimsel açıdan yeni bir ışıkla bakmak gerekir. sapiens bir bütün olarak ne ara beklemekten sıkılmış, vazgeçmiş ve yanıtların gücüne inanmak yerine yeni sorular sorma ihtiyacı duymuştur?

    ben avrupa düşüncesinin hristiyanlığın avrupa'nın tek dini olmasının durağanlığından reform-rönesans hareketliliğine doğru sıçramasının islam aracılığı ile olduğunu düşünüyorum.

    açıklamam şu şekilde: hristiyanlık romanın mirasını devralarak yeryüzündeki en gelişmiş medeniyete sahip olanların en geniş yanıtı olarak hakikatin kendisi olma iddiasına rasyonel bir dayanak bulmuş oldu. en gelişmiş teknoloji, en güçlü ordular, en kalabalık inanan grubu, en hızlı ve etkili örgütlenme enstrümanı ve en detaylı açıklamalar bir tarafta ise dönemin insanları için mutlak hakikatin o tarafta olduğuna inanmak görece daha kolaydır. bu dönemde dünyada elbette çin'in ve hindistan'ın farklı bir dini ve aşağı yukarı gelişmiş sayılabilecek bir medeniyeti vardır ancak fark avrupa'nın ya da hristiyanlığın yerleştiği alanın çok daha canlı bir etnik ve kültürel parçalılığı barındırmasında yatar. güneyinde son derece büyük ve pek çok farklı etnik grubu barındıran afrika, doğusunda sürekli yeni sapiens gruplarının geldiği avrasya düzlükleri olan avrupa yeryüzünün diğer alanlarına göre çok daha hareketli ve karışıktır. bu hareketlilik rekabeti ve sürekli güncel kalmayı mecburi hale getirir. çin ve hindistan ise sonsuz olanakları, avrupa'ya nazaran çok daha homojen etnik ve dini yapılanmasıyla kendi yanıtlarının yanlış sonuçlarından çok daha az etkilenmektedir. avrupa'da ise hatalar çok daha ağır şekilde cezalandırılmaktadır.

    islam tam olarak bu süreçte devreye girer. islamın yedinci yüzyılda ortaya çıkışı bir tehdit olarak okunamaz. zira islam o dönemde dünyada kendine yer bulan binlerce farklı tanrı anlayışından sadece bir tanesidir. islam ancak 9-10. yy sonrasında gerçek bir rakip haline gelir. islamın kendisini hristiyanlığı da kapsayacak bir yapı olarak ortaya koyuşu ancak hristiyanları savaş alanında yenebilmesiyle bir ciddiyet kazanır. zira kimin tanrısı büyükse onun ordusu savaşlardan galip çıkacaktır. burada gerçek zamanda olan şey göçer kültüre sahip sapiens grubunun savaşçılığının ve safça - tam olarak bu sebeple büyük bir inançla- örgütlenişinin diğer örgütlenişler üzerinde galebe çalışıdır. ispanya'dan çin'e kadar uzanan ve kuralları koyma kudretine erişen bu yeni din istanbul'u alarak hristiyanların sembolik üstünlüğünü sarsınca, onu mutlak hakikatten hakikatlerden biri olma ihtimaline düşürünce, hristiyan zihni yeniliği meşru bir zorunluluk olarak idrak etmeye daha yatkın hale gelir.

    bir üstünlük ihtiyacı doğduğunda sapiens grubun yaptığı ilk şey daha önceki üstünlük anın şartlarını tekrar değerlendirmek, oraya dönmektir. daha önceden bilinen ve iyiye götürmüş bir yolu hayata döndürmek yepyeni bir yol icat etmekten kolaydır. osmanlı'nın 18.yy ıslahatlarında, kültürel üstünlüğün doğuya geçişinden sonra avrupa'nın antik döneme tekrar bakma sürecinde edimleştirici motif budur. bugün putin'in çarlık rusyasına, türkiye'nin osmanlı'ya, çin'in antik hanedanlık dönemine, arapların islama, günümüz avrupa'sının ise adım adım homojen avrupa nüfusuna duydukları ilginin meşruiyeti sapiense ait bu doğal temayülden doğar. her grup mitleştirilmiş ve topluluğa yayılmış bir önceki başarı hikayesini hedef olarak belirler. avrupa'nın bir önceki başarı hikayesi ise savaş sonrası dönemin sosyal refah devletleridir. milliyetçiliğin yükselişi homojen nüfusun iyi niyetli sosyal sözleşmesinin "diğerleri" tarafından suistimal edilmesine bir tepkiden başka bir şey değildir. azınlıklara, yabancılara karşı nefretin esas kaynağı sosyal yardımlara dayanarak yaşamayı kabul etmeleridir. homojen toplumda kimsenin bu yardımları kabul etmeyeceğine, bu yardıma muhtaç olmayacağına en azından bu yardımlardan kurtulmaya çalışacağına dair bir uzlaşma vardı. ancak bu sözleşme azınlıklar, yabancılar ve göçmenler tarafından bozuldu. ahlak sistemleri bu yeni sözleşmeye uygun değildi, bugün görüyoruz ki hala değildir. yeni göç edenler sigortacılık sektörünü çok daha acımasız hale getirenlerdir, kendi akrabalarımdan biliyorum.

    meşru zorunlu arayış bugün aydınlanmanın temeli olarak kabul ettiğimiz epistemik kopuşa tekabül eder. hakikatin kaynağı artık gökler değil yer yüzüdür. hristiyan zihni mutlak hakikatinin pasifliği ve islamın kendini kabul ettirişi ile birlikte hissedilen sıradanlığı ile yeni arayışların keşifleri karşısında komik duruma düşmeye başladı. hristiyan anlatı olumsal şüphe ile ters düştükçe bilginin ne olduğuna ve kaynaklarına dair toplumsal varsayımlar değişti. aydınlanma sekülerleşmiş ve kitleye ait hale gelmişti. özellikle yirminci yüzyılın sonlarına kadar da bir şekilde bu halini korumayı başardı.

    daha sağlıklı bir şekilde tahminler yapabilen bu daha rasyonel pozisyon, sapiens nüfusunun kendi kitlesel varlığı hakkında çok daha doğru şekilde tasarrufta bulunmasını sağladı. bilimin yolu açıldıkça çocuk ölümleri azaldı, ortalama insan ömrü arttı, hastalıkların tedavisinde gerçek yöntemler bulundu. biraz geniş bir pencereden bakarsak kırk bin yıllık bütün insan hastalıkların tedavisi son iki yüz yılda bulundu. kesinlikle insanların nüfusu üzerinde patlama etkisi yapacak bir gelişme ki sadece grafiklere bakarak bunu görebiliriz. bkz

    aydınlanma on binlerce yıla yayılan serüveninin sonunda her şeyi açıklama ümidini temellendirebilen bir uğraş buldu. bu uğraş ortaya çıkabilmesi için tolerans, serbest girişimcilik, temel hak ve hürriyetler ve birikmiş/birikmeye müsait sermaye yapısı gibi bir zemin gerekli olan bilimdir.

    aydınlanmanın sonu derken işte bu bilimin nihayet köklü değişimleri temellendirecek kadar gelişmiş evresinden bahsediyorum. artık genler üzerinde değişim yapabilmek, insanları bilinçlerini makinalara aktarabilmek, nbeb teknolojileri ile bedeni sürekli sağlıklı tutmak kısaca insan nüfusunu bir bütün olarak ele alıp onu çok daha yüksek bir refah içinde -hatta belki sonsuza kadar- yaşatmak mümkün. bugün kullanılan anlamıyla aydınlanma benim anladığım anlamda aydınlanmanın sonunun başlangıcıdır.

    peki bunca iyiliklere sebebiyet veren, insanlığın milyonlarca yıl önceki atalarından beri süregelen, genel olarak insan refahını başarılı bir şekilde yükselten bu aydınlanmanın neden ve nasıl sonu geliyor? benim yanıtım için: (bkz: aydınlanmanın sonu)

    ----------- ----------- ----------- ----------- ----------- -----------

    aydınlanmanın sonuyla birlikte artık bir paradigma değişimi yaşandığını kabul etmek gerekiyor. aydınlanmanın sonunda ortaya saçılan hakikat bombardımanı - ve bu bombardımanın insanın evrendeki yerini daha da daha da küçültmesi- eski tip zihin setlerinde körlüğe yol açtı. bunun adı beyaz körlüktür. her şeyin aşikar olma ihtimali, her büyük sorunun, her ulaşılamaz gibi görünen idealin aslında düşündüğümüzden yakın olmasının dehşeti. insan kötülüğünün kaçınılmazlığının farkındalığı. bu hazmedilmesi zor farkındalık sıçramasını kabul etmek her şeyden önce bilinen bütün etik altyapının değişmesi anlamına geliyor. yeni etik içinse yeni bir ahlak anlayışı. (bkz: organizma ahlakı)

  • 3

    üçüncü sıçrama ise devlet denen sistemin ortaya çıkışıdır. devlet ne sadece işbirliği ne de sadece zor yoluyla ortaya çıkabilir. ancak ikisinin aynı anda kendi içinde barındırma ihtimaline sahip bir düzen devlet denen karmaşık yapının stabil bir şekilde devam etmesini sağlayabilir.

    devlet, geniş bir akraba grubunun sahip olduğu tarım ve hayvancılık alanlarına dayanarak iki şekilde hareket etmesiyle ortaya çıkabilir.

    a- grubun nüfusu arttıkça yeni tarım ve hayvancılık alanları gerekmeye başlar. grup bu alanları keşfetmek/ele geçirmek için hareke geçer. eğer başarısız olursa sahip olduğu alanları terk etmek zorunda kalır. eğer başarılı olursa ilgili alanlarla birlikte belirli insan grupları da aile birliğine dahil olmaya başlar. bunların kimisi köle olarak kimisi gelin damatlar olarak kimileri de ücretli işçiler olarak. böylelikle tarım alanlarında yerleşik belirli bir grubun idareci/sorumlu yeni gelenlerin/katılanların ise sorumlulara tabii olduğu bir düzen ortaya çıkar. bu süreç bugün devletin ortaya çıkışında zor teorileri olarak bilinen teorilerin temel mantığını da açıklar.

    b- aile grubu elindeki alanlarda verimi/güvenliği artırmak için iş gücüne ihtiyaç duyuyorsa herhangi bir şekilde denk geldiği tüm insanları kendi aile grubu içine dahil etmeye çalışacaktır. avcı toplayıcı hayatın rutini düşünüldüğünde güven içinde uyuyabileceği bir alan ve düzenli yemek karşılığında avcı toplayıcı ailelerin üyeleri mahsulleri korumak ya da tarlalarda çalışmak üzere son derece hevesli olacaklardır. bu süreç bugün devletin ortaya çıkışında iş birliği teorileri olarak bilinen teorilerin temel mantığını açıklar.

    devlet ne sadece bir grubun diğer grubu baskı altına almasıyla ne de grupların her durumda tamamen anlaşıp ortak çalışmaya başlamasıyla açıklanabilir. nüfusun bir kısmının tarım/ hayvancılık yaptığı diğer kısmının ise hala avcı toplayıcı olduğu bir ortamda birbirlerine denk gelen insan grupları o dönemki ihtiyaçları doğrultusunda adım adım birleşir yahut birbirlerini eritirler. bu birleşme nasıl olursa olsun bu grubun içinde güç her zaman örgütlü ailenin elindedir. bu ailenin üyeleri gittikçe genişleyen grupta güvenilir bir ilişkiler ağı kurmaya yetkin tek yapıdır. buna proto-aristokrasi diyebiliriz.

    devletleşme ile birlikte sapiens nüfusları kendi dillerini, dinlerini, ahlaklarını ve sanatlarını standartlaştırıp hayatta kalmaya yönelik bilgilerin kuşaktan kuşağa aktarılmasını kolaylaştırdılar. bu şüphesiz her seferinde ormanın haritasını ormanı dolaşarak öğrenmek zorunda kalan hayvanlara kıyasla muhteşem bir evrimsel avantaj sağladı. ancak aynı şekilde de insanların standartlaşması kalıcı nefretlere, uzun yıllar sürecek savaşlara da yol açtı. fakat savaşların genellikler erkekler arasında yapılması ve kadınların öldürülmek yerine cariye olarak istihdam edilmesi sapiensin temel amacı açısından savaşın önemli bir fark yaratmasını engelledi. hatta devlet sistemini geliştirmesi ve toplumdaki saldırgan birey sayısını azaltmasıyla medeniyete hizmet etmiş bile olabilir. bugün dahi savaşlarda ölenler toplumların cinsel seçilim açısından en güçlü değil en zayıf olanlarıdır.

  • dördüncü sıçrama ise aydınlanmadır. aydınlanma en temelde insan türünün mefulden faile geçişidir. bu geçiş henüz tamamlanmış değildir ancak teknolojik aygıtların gelişimi ile birlikte artan nüfuslar arası etkileşim aydınlanmanın süratle yayılmasını sağlamaktadır. elbette bu yayılmanın anti-aydınlanma sonuçları da ürettiği aşikardır ancak bu sorun geçicidir.

    aydınlanma ile birlikte insanlar sadece kendi bedenleri üzerinde değil kendi nüfusları üzerinde de kontrol sahibi olduklarının farkına vardılar. bu farkındalık ilk olarak insanları bugüne kadar temel amaçları ile aralarına giren ancak ne olduğu bilmedikleri tüm engelleri araştırmaya itti. zira insanlar farkında olmasa dahi temel amaçlarının ne olduğunu her zaman biliyor/seziyorlardı - her canlı gibi.

    aydınlanma ile kültürel gruplar arasında bireysel rastgeleliğe karşı yüksek bir tolerans gelişti. liberalizm bu toleransın genel adı olarak düşünülebilir. bu tolerans sayesinde artan fikir çeşitliliği bilimlerde ve teknolojide süratli bir ilerlemenin önünü açtı. endüstri devrimi ile kaynaklardaki patlama, tıp devrimi ile ölümlerdeki azalma insan nüfusunun süratli bir şekilde yükselmesine yol açtı.

    ancak aynı aydınlanma insanın temel amacının da tartışmaya açılmasına yol açtı. bugün neredeyse kimse hayattaki tek amacının olabildiğince uzun süre hayatta kalmak ve olabildiğince fazla sayıda üremek olduğunu düşünmüyor. artık her insanın amacı kendi öznel koşulları dahilinde kendisi tarafından belirleniyor. insanlar kendi amaçlarını kendileri belirledikçe temel amacı kapsamayan anlamlar icat etmeye meyilleniyorlar. sonuç olarak yeryüzünde ilk defa bir tür kendi amaçlarını belirlediği için gruplar halinde yok oluyor.

    bugün endüstrileşmiş ülkelerin doğum oranlarına baktığımızda bu sonucu net bir şekilde görebiliriz. ilgili ülkelerin yerli halkları süratle yok oluşa doğru ilerliyor. kendilerini yok etmek karşılığında daha az çocuk derdi çektikleri bir hakikat ancak yaşadıkları hayatın "daha iyi" olduğunu iddia etmemiz için bir sebep yok.

    bugün ise beşinci ve son sıçramanın eşiğindeyiz. bu sıçrama nbeb teknolojileri, yapay zeka ve robotik ile taşınıyor. insan nüfusunun beyini çözmesine bile gerek yok. insan eğer bedenin beyin harici tüm geri kalan parçalarını inorganik ve işlevsel bir hale getirebilirse -ki buna adım adım yaklaşmaktalar (bkz: transhümanizm nedir?)- ölüm konsepti yeryüzünden tamamen silinebilir. böyle bir durumda ne yapacağımızı ise henüz kimse bilmiyor.

  • 8

    (bkz: yaşam nedir?)

    canlıyı tüm canlıları bir şekilde kapsayacak şekilde tanımlamak olanaksız görünüyor ancak bir yerden başlamazsak sonsuza kadar bu soruda takılıp kalacağız. yaşayan şeyi bilgiye göre kendini değiştirebilen reaksiyon olarak tanımlamak bence uygun. eğer bir ateş en yakındaki yanacak şeyi "bilip" kendini ona doğru yönlendirebiliyorsa ateş canlıdır deriz, üremek canlılık için bir koşul sayılamaz.

    kendi tanımımızı devam ettirirsek insandaki temel problem bilgi ile olan bu ilişkisinde yatar. insan sadece etkinliğini devam ettirmekle kalmaz o daha uzun süreleri hesaplayabilir. üstelik sadece etkinliğini devam ettirmek için gerekli olan dikkati göstermesine gerek bile kalmamıştır. avrupa ya da amerika'da bir insanın açlık ya da susuzluktan ölmesi mümkün değildir. sosyal demokrat ülkelerde ise bu insan etkinliğini devam ettirebilmek için barınma ve giyinme ihtiyaçlarını da rahatlıkla karşılayabilecektir. burada soru şudur, onu hayatta tutma garantilendiğinde, bir beden ne işe yarar?

    insanın buna verecek bir yanıtı olmadığından bu yanıtsızlık sömürülmek üzere öylece ortada bırakılır. bir türk veczi durumu aslında çok iyi özetler: kendini meşgul etmeyeni, başkaları işgal eder.

    o halde elimizdeki mesele "x şeyini yapmak üzere son derece spesifik yeteneklere sahip olmuş olan bir organizma, x şeyi ortadan kaldırırsa kendi davranışını ne ile temellendirecektir?" meselesidir. kısa yanıt felsefe ve sanat; yani zamana daha uzun yayılmanın ve yayılınan bu zamanda daha az kötü olmanın yolları. bu temelde inşa edilecek bir insan toplumu ise tüm angaryanın makinalara devrini beklemek zorundadır.

  • 1

    siyaset bilimini insanların yazıyı keşfettikleri çağlardan itibaren dercettikleri kayıtlar üzerinden değil, insanlar arası mücadelenin evrimsel anlamı üzerinden değerlendiren bir yaklaşımdır.

    bu yaklaşım öncelikle insanı kültürler üstü canlılık gerekliliklerine uygun davranmaya mahkum bir tür olarak kabul eder. insan türünün zamanla mücadelesi herhangi bir diğer türün zamanla olan mücadelesinden üstün veya farklı değildir. siyaset bilimine evrimsel olarak yaklaşmak insana dair özelliklerin mücadelenin kendisinde değil ancak veriliş tarzında farklılık yarattığını düşünür. bu farklılaşma da sadece insana ait değil tüm farklı türlere aittir. her canlı temel amaca farklı bir yolla ulaşmak niyetindedir ve kendi türüne ait özellikler bu yolun farkının koşulunu oluşturur.

    canlılık dediğimiz mekanizmanın temel amacını (bkz: teleonomi nedir?) zaman içerisine daha uzun ve daha fazla yayılmak olarak kabul edeceğim. zaman içerisine daha uzun yayılmak ile dinamik kinetik kararlılık olarak tanımlanabilecek canlılık halinin devamını -yani hayatta kalmayı- , zaman içerisine daha fazla yayılmak ile de canlılık halini mümkün kılan kendini kopyalama sürecinin maddi özelliğini - yani üremeyi- kastediyorum.

    madde kendini kopyalayabilen molekülleri aracılığı ile bireysel rastgelelik'e sahip organizasyonlardan mürekkep popülasyonlar ortaya çıkarır. bu popülasyonlar ise evrime tabii olarak zaman içerisinde amaçlarına ulaşır ya da yok olurlar.

  • 5

    evrimsel siyaset bilimi evrimin temel kurallarına uygun olarak insanların kültürel ya da coğrafi aidiyetleri ile ilgilenmez, kutup ayısı ile orman ayısının dişilerine davranışlarındaki ince farklılıklarla ilgilenmediği gibi. onun ilgi alanı insan denen türün bir bütün olarak nüfus hareketleri ve bu nüfus hareketlerini tetikleyen davranışsal niteliklerdir. herhangi bir ulusun tarihi ve alışkanlıkları bu bağlamda önemsizdir. örneğin sanayi devriminin ingiltere'de ortaya çıkması evrimsel siyaset felsefesi için spesifik bir önemi haiz değildir. önemli olan sapiens türünün sanayi devrimi yapabiliyor ve bu tip devrimler sayesinde zamana yayılmak konusunda avantaj sağlayabiliyor olmalarıdır.

    bu noktayı belirttikten sonra teker teker detaylara inebiliriz. insanın tarihi ne sınıf savaşımlarının, ne kültür/medeniyet mücadelelerinin ne de kimin tanrısı doğru tanrı çatışmasıdır. insanlığın tarihi herhangi bir diğer toplumsal türde de gözlemlenebilecek şekilde insan topluluğunun kendi iç dinamiklerini temel amaçları karşısında nasıl dengelemeye çalıştıklarının tarihidir.

  • 6

    bugüne kadar olan insanlık tarihinden öğrendiğimiz şudur: herhangi bir insan grubundaki birey-toplum dengesi ne kadar doğru bir şekilde sağlanırsa hem bireylerin hem de toplumun bir bütün olarak o kadar avantajlı bir pozisyona geçtiğidir. evrimsel siyaset felsefesinin temel amacı öncelikle bu dengenin koşullarını anlamak sonrasında ise bu dengeyi inşa etmeye yönelik çözümler önermektir.

    bir sapiens grubunda iç dinamiklerin nasıl dengelendiğini hürriyet *, ahlak *, devlet * ve adalet * kavramları ile daha da detaylandırmadan önce ele almak istediğimiz esas problemlere biraz daha yaklaşacağız.

    siyaset bilimini evrimsel bir bakış açısından anlayabilmek için bilinen sapiens tarihinin akışını anlamak gerekiyor. sapiensin afrika'dan başlayarak dünyaya yayıldığını ve yol üzerinde bir kaç farklı sapiens-benzeri türü (bkz: neanderthal) (bkz: denisovalılar) * yok ettiğini biliyoruz. bu sürecin salt katliam yahut salt evlilik olarak ilerlemediğini, ikisinin karışımı olarak gerçekleştiği de dna'nın çözülmesi ile kanıtlanmış durumda. insan benzeri türlerin tamamen yeryüzünden silinmesi ile en yakın insan benzeri tür için şempanzeler ya da bonobolara bakıyoruz. ancak şempanzelerle ortak atamız 6 milyon yıl önce, bonobolarla olan ise çok daha önce yaşamıştır. sapiensin kendine benzeyen diğer türleri eritirken kendisinden uzaklaşan ve uzaklaştıkça zihinsel olarak yetkinsizleşen türlere dokunmamasını en çok kendisi gibi olandan koktuğu şeklinde yorumlayabiliriz.

    en önemli dördüncü sıçrama olarak saydığımız aydınlanma ise sapiensin dünyaya yayılmasından çok kısa bir süre sonra ortaya çıkmıştır. insanların amerika kıtasına yayılmalarının da takriben 20.000 yıl önce olduğunu varsayarsak, dünyaya yayıldıktan 1000 kuşak sonra insanlar aydınlanmaya ulaşmış sayılırlar. aydınlanmanın önemi yukarıda da belirttiğimiz üzere bireysel rastgelelik'in insan toplumunda/insan toplumunca bir değer olarak olumlanmaya başlanmasıdır. sapiens türü toleransı ilk defa aydınlanma ile keşfetmiş değildir ancak aydınlanma ve sanayi devrimi ile birlikte sapiens türünün bir kısmı tolerans mantığını dünyaya yayacak güce ulaşmıştır. amacının bu olup olmamasının tartışmada bir anlamı yoktur, önemli olan dünyaya yayılmış bir türün bir kısmının keşfettiği bir evrimsel avantajı kısa sürede dünyaya yayacak olanaklara da sahip olmasıdır. eğer yeterince büyük gemiler ve matbaa antik yunan'da ya da roma'da olsaydı aydınlanmanın tarihi bambaşka olabilirdi.

  • 9

    evrimsel siyaset felsefesi özgür irade iddiasını kabul etmez. özgür iradenin var olduğunun kanıtlanması durumunda ise elbette bakış açısında tadilata gidecektir.

    özgür iradenin olmadığı bir noktada evrimsel siyaset felsefesi ahlaki kökenini yukarıda izah ettiğimiz temel amaç'ta bulur.

    temel amaç ile ilgili önemli nokta insan kültürünün etkisinin olumsuzlanmasını temel almasıdır. insan kültürü ile ilgili hiçbir şey temel amacın niteliğine tesir edemez. kültür ona uyum sağlayabilir, onun taleplerini farklı yollardan hayata geçirebilir ancak onu değiştiremez. provokatif olarak ifade edersek sizin çocuk yapmamanızın altındaki kültürel sebepler anlamsızdır, objektif hakikat sizin evrim sürecinde elenmiş olduğunuzdur. tekil olarak temel amacın öncelikli olanını -hayatta kalma- gerçekleştirmenin bedeli üremekten vazgeçmekse ancak bu, evrim tarafından elenmiş olma halini ortadan kaldırır. böyle bir durumda evrimin nihai aşamasına yani bilginin kendisine dönüşmeye odaklanıldığı kabul edilir.

    evrim tarafından elenmiş olan kimi insanların kültürel seviyede önemli şeyler başarmış oluşları bugünün kültür dünyasında özellikle gençler tarafından sıklıkla yanlış değerlendirilir. üremenin yükünden kaçınarak hayatı daha çok yaşamaya, daha önemli işlere odaklanmaya karar vermek sadece insan kibrinin bir diğer semptomudur. bu dünyada bir sınavı geçmek için, büyük işler başarmak için, hayatı yaşamak için bulunmuyoruz. bizler sadece daha fazla kendimize benzer genler üretmekle mükellef organizmalarız. bunun dışındaki tüm görüşler geçici -ve zamanla ne kadar ilkel olduğu ortaya çıkacak- kültürümüzün illüzyonuna aldanmaktan ibarettir.

  • 2

    insan türünün zamana yayılması diğer canlıların aksine -en azından bildiğimiz kadarıyla- bir kaç sıçrama ile belirlenmiştir. bu sıçramalardan ilki insanların en güçlü yırtıcı gruplarından bile çekinmelerine gerek kalmayacak şekilde örgütlenmeleri ile tanımlanır. bu sıçrama ile birlikte insanlar yeryüzünde görebildikleri herhangi bir diğer canlı türünden üstün olduklarını fark etmişlerdir. ateşin keşfi bu dönemin esas dönüştürücü gücü olarak görülebilir. ateş, sapiens popülasyonuna diğer popülasyonlar karşısında aleni bir avantaj kazandırmıştır. insanlar artık sadece algılayamadıklarının tehdidi altındadırlar. ilkel dinlerin doğuşunu da bu dönemle ilişkilendirebiliriz.

    ikinci büyük sıçrama ise insanların yeryüzünü kendilerinin üstünde hak sahibi olduğu bir bütün olarak algılamak yerine çeşitli alanları belirleyerek yerelleşmeleridir. bu durum tarımın icadı ile zorunlu bir şekilde bağlantılı değil, bilakis tarımsal devrimin ortaya çıkmasının en önemli sebebidir. insanlar avcı toplayıcı gruplar halinde yaşarken sürekli yeni yerlere doğru hareket etmiyorlardı, bilakis bugün dahi örneklerini görebileceğimiz şekilde belirli dönemlerde belirli alanlar arasında hareket ediyorlardı. tarım bu belirli alanlar arasında hareket eden insanların fark ettikleri patternleri kontrol altına almak için girişmiş oldukları deneyler neticesinde ortaya çıkmış ve yerleşmiş olmalıdır.

    tarım alanları etrafında tutunmayı başaran akraba grupları avcı toplayıcı gruplara göre düzenli beslendikleri ve daha az riskli yaşamlar sürdüklerinden daha avantajlıdırlar ve bu avantaj kendilerinden haberdar olan grupların kendilerine katılmaları yahut kendilerine saldırmaları olgularını yaratır. bu katılım-çatışma tarımsal üretim yapanların da işine geldikçe ya da onlar tarafından lehlerine olacak şekilde örgütlenebildikçe devam eder. gruba katılımın oranını ayarlayanlar yerleşikler olduğu için yerleşik akraba grubunun ortak ahlakı bir kültür olarak sivrilmeye başlar. marksizm göçer toplumlar ve tarım toplumları arasında kategorik bir ayrım yapsa da bunun mantıklı bir temelini bulmak zordur. sürekli hareket halindeki bir grubun bir inek sürüsünü evcilleştirmeyi nasıl başaracağı bir soru işaretidir. bu noktada dikkat edilmesi gereken şey göçer grupların tarımla uğraşma yoğunluklarıdır. onların da stabil evleri barkları kendilerine yurt belledikleri alanları vardır. ancak yaşadıkları coğrafya daha düzenli bir besin kaynağı olarak hayvanları öne çıkardığından tarımı ikincil bir uğraş olarak görmektedirler. bu sebeple aralarında kategorik ya da kültürel farklılık üzerine büyük bir anlatı inşa edilecek derinlikte değildir. yine bu bağlamda habil ile kabil'in hikayesinin bu farklılığı yansıttığını iddia eden yorumlar kavganın bir kadın üzerinden çıkan versiyonunu görmezden gelmeye meyillidir. sınıf çatışmasına varmadan önce sapiens türünün çözmesi gereken yeterince çatışma vardır. kültürel farklılık bir gruba katılmaya çalışanlarla o grubun doğal üyesi olanlar arasındadır.