8 entry daha
  • 9

    evrimsel siyaset felsefesi özgür irade iddiasını kabul etmez. özgür iradenin var olduğunun kanıtlanması durumunda ise elbette bakış açısında tadilata gidecektir.

    özgür iradenin olmadığı bir noktada evrimsel siyaset felsefesi ahlaki kökenini yukarıda izah ettiğimiz temel amaç'ta bulur.

    temel amaç ile ilgili önemli nokta insan kültürünün etkisinin olumsuzlanmasını temel almasıdır. insan kültürü ile ilgili hiçbir şey temel amacın niteliğine tesir edemez. kültür ona uyum sağlayabilir, onun taleplerini farklı yollardan hayata geçirebilir ancak onu değiştiremez. provokatif olarak ifade edersek sizin çocuk yapmamanızın altındaki kültürel sebepler anlamsızdır, objektif hakikat sizin evrim sürecinde elenmiş olduğunuzdur. tekil olarak temel amacın öncelikli olanını -hayatta kalma- gerçekleştirmenin bedeli üremekten vazgeçmekse ancak bu, evrim tarafından elenmiş olma halini ortadan kaldırır. böyle bir durumda evrimin nihai aşamasına yani bilginin kendisine dönüşmeye odaklanıldığı kabul edilir.

    evrim tarafından elenmiş olan kimi insanların kültürel seviyede önemli şeyler başarmış oluşları bugünün kültür dünyasında özellikle gençler tarafından sıklıkla yanlış değerlendirilir. üremenin yükünden kaçınarak hayatı daha çok yaşamaya, daha önemli işlere odaklanmaya karar vermek sadece insan kibrinin bir diğer semptomudur. bu dünyada bir sınavı geçmek için, büyük işler başarmak için, hayatı yaşamak için bulunmuyoruz. bizler sadece daha fazla kendimize benzer genler üretmekle mükellef organizmalarız. bunun dışındaki tüm görüşler geçici -ve zamanla ne kadar ilkel olduğu ortaya çıkacak- kültürümüzün illüzyonuna aldanmaktan ibarettir.

  • 7-b-4

    aydınlanmadan reform rönesans ile başlayan ve günümüzde hala devam eden süreci değil, bütünlük içinde bir anlatıya sahip olan ilk insanın ikna etmeyi başardığı ilk insan grubuyla başlayıp günümüzde öznenin anlamının değişmesi ile birlikte ölümünü yaşadığımız süreci kastediyorum.

    aydınlanma her şeyden önce bir temel kabuldür: her şey açıklanabilir. 18. yüzyıldan sonra bu temel kabulün daha fazla dillendirildiği ve daha aktif bir şekilde ilkeleştirildiği doğrudur ancak bugüne kadar aydınlanma olarak tanımladığımız süreç aydınlanmanın nihayet sadece yer yüzü kökenli bir kaynağa dayanacak cesareti göstermesinden ibarettir. son üç yüz yılın aydınlanmasını seküler aşama olarak tanımlamak mümkün.

    aydınlanma sapiens grubun içindeki -büyük ihtimal yüksek zekaya sahip- bireylerin kendi grupları çıkarlarınca doğa hakkındaki genel açıklamaları ile başlar. dün ayşe fatma'nın ekmeğini çalmıştı, bugün ise ayşe düşüp bacağını kırdı. tıpkı bir hafta önce ahmet'in ali'nin meyvesini çaldıktan sonra ahmet'in karısının çocuğunu düşürmesi gibi. görünen odur ki, toplumsal olarak bize zarar verecek olanların, bizde tiksinti uyandıranların, bedavacıların bunu yapmamasını teşvik eden bir sistem vardır. bu sistemi de biz kurmadığımıza göre görünmeyen, cinler, periler, tanrılar, dedelerimizin ruhları vs. tarafından kurulmuş olmalıdır. tanıdık geldiyse şaşırmayın, aydınlanma din olarak ana rahmine düşer, dinin toplumsallaşması ile doğar, tanrının ölümü ile ölür ve tanrısız bir din olarak yeniden doğar.

    -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- ---- -- -- -- -- -- -- ---- -- -- -- -- -- -- --

    iddia: yeryüzünde öyle bir an vardır ki tek bir adet mavi gözlü insan vardır. yeryüzünde öyle bir an vardır ki sadece bir kişi ilk defa insani anlamıyla düşünmüştür. yeryüzünde öyle bir an vardır ki sadece bir kişi her şeye anlamını verecek bir metafizik ögenin varlığına ikna olmuştur.

    aydınlanma yukarıdaki iddianın son cümlesindeki kişi ile başlar. büyük ihtimalle de ilk bir kaç on bin denemesinde onunla birlikte ölür. sonrasında binlerce kere daha farklı sapiensler farklı coğrafyalarda aynı patternleri tespit eder ve benzer sonuçlara ulaşır. benzer sonuca ulaşanlar eğer aynı zamanda grubun kalanını ikna edecek siyasi güce sahipse, aydınlanma doğmuş demektir.

    aydınlanmanın bu anlamını doğuşundaki şartları düşüncenin her anında aklımızda tutarak ilerlememiz gerekir. bu patternlerin tespitini ve grupça kabulünü mümkün kılan şey insanın doğa karşısındaki çaresizliğidir. hegel'in efendi ve kölesi, doğa ve insana iki insandan çok daha fazla uymaktadır. acımasız -ilgisizliğin doğal sonucu- doğa hegel'in efendisinin kölesi üzerinde yarattığı baskıyı sapiens üzerinde yaratır. çaresizlik ve korku karşısında ardına sığınılabilecek tek şey ise bilmektir. bu denli yoğun bir çaresizlik halinde neyin neden olduğunu açıklayabilen ve sonraki kötülüklerden bizleri korumanın bir yolunu bilen birilerinin olması ne kadar iyi olurdu öyle değil mi? peki bu bilen nereden öğrenmiştir bunca şeyi? kim bunu ona söylemiştir? tanrılar korkulardan, çaresizlikten, ateşin başında acı içinde sevdiklerinin geleceğini düşünenlerin, şaşkınlığı ile baş edemeyenlerin, sevinçlerini sonsuza kadar korumak isteyenlerin ortak zihinlerinden doğarlar.

    her şeyin açıklanmasının mümkün oluşuyla birlikte her şeyi açıklamanın yollarını aramak ya da her şeyin yollarını açıklamak üzere bir şekilde seçilmek -şizofreni, patolojik yalancılık, epilepsi hastalığı, bolca rüya görme, hikayeler anlatmayı sevme, sanatçılık vs.- değer yaratmaya başlar. zira her şeyi açıklamaya çalışan görevinde başarısız olsa dahi hala açıklayabildiği pek çok şey vardır ve bu açıklayabilirlik kendisine ve etrafındakilere evrimsel avantaj sağlar. zira din, her şeyden önce toplumsallaşmayı sağlamlaştırmaya yarar. barış içinde bir araya getirmek için bahaneler yaratan her şey bir arada yaşamak zorunda olan bir tür için evrimsel avantaja dönüşürler. yağmurun dinmesi için bakire bir kız ve oğlan çocuğu kurban etmek gerekebilir, iyi ihtimalle iki sapiens karşısında doğa olaylarını kontrol etmeyi öğreniriz, kötü ihtimalle bu süreçte yaşanacak tüm fedakarlık temelli ilişkiler ağı yoğun yağmurun sıkıntılarına karşı birbirimize daha fazla yardım etmeyi istememize yol açar. din en kötü halinde bile sapiens için işe yarar zira özünde tek anlamı toplumsal olmasıdır. toplumsal, sorumluluğu paylaşan, güvenli.

    aydınlanma bu anlamıyla tüm patternleri bir bağlama oturtur. papatyayı sıcak suya katıp içmek sakinleşmemizi isteyen metafizik öge -bundan sonra metö diyeceğim her seferinde cin, peri, ruh, dağ, taş saymamak için- tarafından oraya bırakılmıştır. komşusuna kötülük yapanın bacağını kırmasını metö sağlar, marijuanaya onunla daha çok iletişim kurabilmemiz için o yerden çıkarır, güneşi dinlenelim diye o ayla değiştirir.

    patternleri bir bağlama oturtmak ve dolaylı yoldan toplumsallaşmanın esaslarını inşa etmek aynı anda sapiens türünü bir çok beladan kurtarır. öncelikle metö'yü sakinleştirecek işler yapmanın güveni ve metö'nün koruyuculuğuna iman huzurlu bir uykuya yardımcı olur. grubun tüm üyeleri komşularının ne yapıp ne yapmayacağını bilir, birbirine güvenmek için üçüncü bir parti olarak metö her zaman hazırdır. üstelik vicdan azabının anlamı olduğu kadar vicdan azabından kurtulmanın da yoludur. bir metö dışında günahları kim affedebilir?

    artmış dayanışma, bağlama oturtulmuş ve tasnif edilmiş bilgilerin dini kalıplar içinde, dini şekilde ve din için aktarımı ile sapiens artık kendi nüfusu üzerinde çok daha güçlü bir kontrole sahiptir. hastaları kimin nasıl iyileştireceği, neyin yenilip neyin yenilmeyeceği, hangi durumlarda nasıl davranılacağı vs. uğraşmadan edinilmektedir. bu nüfusun artmasına doğrudan katkı sağlar. elbette din savaşları bir gerçektir ancak dinin bir bütün halinde getirileri yanında -plasebo gibi çok önemli etmenlerle birlikte düşünürsek- bu savaşların negatif etkileri ufak çaplı kalırlar. unutmayın bedir savaşında mekkelilerden 70 müslümanlardan 14 kişi ölmüştür *. din için doğanların -ümmetim çoğalınız!- sayısı din için ölenlerin sayısından her zaman fazladır. bugün dahi toplumların nüfus artışında en önemli katkı dini referanslarla hareket eden kitlelerdir.

    -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- ---- -- -- -- -- -- -- ---- -- -- -- -- -- -- --

    aydınlanma nietzsche'nin çok yerinde tespit ettiği gibi sebepler ile sonuçların birbirine karıştırılması sonucunda kendi antitezine dönüşmüştür. bu durumu doğrudan hristiyanlığa bağlamayı doğru bulmuyorum fakat en doğru şekilde hristiyanlıkta izlenebileceğini söylemek mümkün. sebeplerin sonuçlarla karışmasının altında bir çok sosyo-ekonomik neden olmakla birlikte bu nedenlerin ihmal edilen önemli bileşenlerinden birinin -provokatif şekilde- mehdilik kavramı ile takip edilebileceğini söyleyeceğim.

    barbarlar romayı yıktıklarında sapiens nüfusu içindeki en gelişmiş medeniyet hristiyanlığı kabullenmiş ve isa'nın dönüşünü beklemeye başlamıştı. özellikle avrupa sapiens kültürü açısından bu "bekleme" ruh halinin yeterince ilgi görmediğini düşünüyorum. beklemek bağlayıcı bir eylemdir. bekleyen hareket etmez, plan yapamaz, gelecek ile ilgili tahayyülü kısıtlanmıştır. bekleyen beklediğinin geleceğinden eminse beklerken yaptığı her şey "oyalanmak"tır. beklemek geleceği kısıtladığı gibi şimdinin de anlamını sonuca değil nedene bağlar. olan her şey anın içinde bir sonuç olduğunda, geleceğin anlamı değiştirme ihtimaline karşı bir muhalefet mecburi hale gelir. her şeyin anlamını değiştirecek olan tek beklenendir. böylelikle değişim geleceğe açılmak yerine geçmişin bedelini ödemek olarak belirir. tarihteki bir sonraki olay mehdinin gelişi ve dinin tekrar dünyaya egemen olarak her şeyi yoluna koyacak olmasıdır. bu olay gerçekleşene kadar ya iyilikler artacak ve bekleme ödüllendirilecek ya da kötülükler artacak ve bekleme cezalandırılacaktır. o halde sapiense düşen tek şey iyi olduğundan emin olduğumuz şeyin -metö'nün buyruklarının- denetimini yapmaktır.

    esas işi beklemek ve denetlemek olan en büyük medeniyetin kültür dairesine yeni katılmış olan barbarlar, bu medeniyete beklerken oyalanılacak önemli bir iş çıkarır: hareketli, geleceğe dair planları olan, yaşam isteği ile dolu, diyonizyak kültürlü barbarları bir şekilde kontrol altında tutmak. mesihin geri dönüp dünyayı kurtarmasını beklerken onun sözünü dünyaya duyurmaktan ve geri döndüğünde imanlı bir dünya bulmasından daha iyi hangi iş olabilir? işte batı medeniyetinin skolastik dönemi mezkur barbarı kontrol altında tutmanın felsefesidir. bu amaca yönelik olarak tüm entelektüel enerjisini kullanırken farkında olmadan köklerine karşıt olarak, hareket karşıtı bir din geliştirdi.

    her şeyin yoluna gireceğinden emin olan ve büyük düzeliş için belirsiz bir tarihte gerçekleşecek bir olayı bekleyen din son derece hareketli ve dünyadan başka sermayesi olmayan diğer gruplarla karıştığında kültürel üstünlüğü ile onu kendi din sistemi içine çeker ancak aynı zamanda da kendisinin dünyayla olan bağı zayıf olduğundan "barbar için" leşir. din kendi günahkarını kontrol altında tutmak için evrilir. günahkarın karakteri dinin karakterini doğrudan etkiler.

    hristiyanlık pagan barbarı kendi dini içine çekerken onun şüphesiyle, sorularıyla tekrar canlandı. ona yanıt üretmek üzere kendini tamamladı. roma'nın yıkılışı ile islamın gerçek bir rakip olarak sivrilmesi arasındaki süreci aydınlanmanın birinci evrensel girişimi olarak tanımlayabiliriz. bilinen dünyanın tamamında tüm soruları yanıtlayan, tüm şüpheleri ortadan kaldıran, tüm insanlığa açık, tamamen tarafsız tek şey artık bilinmektedir ve tek mesele bu ateşi, aydınlık kaynağını, hakikati bozulmaktan korumak ve diğer insanlara da ulaştırmaktır.

    --------

    sapiens aydınlanmasının bir sonraki adımı rönesans-reform sürecidir ancak buraya da evrimsel açıdan yeni bir ışıkla bakmak gerekir. sapiens bir bütün olarak ne ara beklemekten sıkılmış, vazgeçmiş ve yanıtların gücüne inanmak yerine yeni sorular sorma ihtiyacı duymuştur?

    ben avrupa düşüncesinin hristiyanlığın avrupa'nın tek dini olmasının durağanlığından reform-rönesans hareketliliğine doğru sıçramasının islam aracılığı ile olduğunu düşünüyorum.

    açıklamam şu şekilde: hristiyanlık romanın mirasını devralarak yeryüzündeki en gelişmiş medeniyete sahip olanların en geniş yanıtı olarak hakikatin kendisi olma iddiasına rasyonel bir dayanak bulmuş oldu. en gelişmiş teknoloji, en güçlü ordular, en kalabalık inanan grubu, en hızlı ve etkili örgütlenme enstrümanı ve en detaylı açıklamalar bir tarafta ise dönemin insanları için mutlak hakikatin o tarafta olduğuna inanmak görece daha kolaydır. bu dönemde dünyada elbette çin'in ve hindistan'ın farklı bir dini ve aşağı yukarı gelişmiş sayılabilecek bir medeniyeti vardır ancak fark avrupa'nın ya da hristiyanlığın yerleştiği alanın çok daha canlı bir etnik ve kültürel parçalılığı barındırmasında yatar. güneyinde son derece büyük ve pek çok farklı etnik grubu barındıran afrika, doğusunda sürekli yeni sapiens gruplarının geldiği avrasya düzlükleri olan avrupa yeryüzünün diğer alanlarına göre çok daha hareketli ve karışıktır. bu hareketlilik rekabeti ve sürekli güncel kalmayı mecburi hale getirir. çin ve hindistan ise sonsuz olanakları, avrupa'ya nazaran çok daha homojen etnik ve dini yapılanmasıyla kendi yanıtlarının yanlış sonuçlarından çok daha az etkilenmektedir. avrupa'da ise hatalar çok daha ağır şekilde cezalandırılmaktadır.

    islam tam olarak bu süreçte devreye girer. islamın yedinci yüzyılda ortaya çıkışı bir tehdit olarak okunamaz. zira islam o dönemde dünyada kendine yer bulan binlerce farklı tanrı anlayışından sadece bir tanesidir. islam ancak 9-10. yy sonrasında gerçek bir rakip haline gelir. islamın kendisini hristiyanlığı da kapsayacak bir yapı olarak ortaya koyuşu ancak hristiyanları savaş alanında yenebilmesiyle bir ciddiyet kazanır. zira kimin tanrısı büyükse onun ordusu savaşlardan galip çıkacaktır. burada gerçek zamanda olan şey göçer kültüre sahip sapiens grubunun savaşçılığının ve safça - tam olarak bu sebeple büyük bir inançla- örgütlenişinin diğer örgütlenişler üzerinde galebe çalışıdır. ispanya'dan çin'e kadar uzanan ve kuralları koyma kudretine erişen bu yeni din istanbul'u alarak hristiyanların sembolik üstünlüğünü sarsınca, onu mutlak hakikatten hakikatlerden biri olma ihtimaline düşürünce, hristiyan zihni yeniliği meşru bir zorunluluk olarak idrak etmeye daha yatkın hale gelir.

    bir üstünlük ihtiyacı doğduğunda sapiens grubun yaptığı ilk şey daha önceki üstünlük anın şartlarını tekrar değerlendirmek, oraya dönmektir. daha önceden bilinen ve iyiye götürmüş bir yolu hayata döndürmek yepyeni bir yol icat etmekten kolaydır. osmanlı'nın 18.yy ıslahatlarında, kültürel üstünlüğün doğuya geçişinden sonra avrupa'nın antik döneme tekrar bakma sürecinde edimleştirici motif budur. bugün putin'in çarlık rusyasına, türkiye'nin osmanlı'ya, çin'in antik hanedanlık dönemine, arapların islama, günümüz avrupa'sının ise adım adım homojen avrupa nüfusuna duydukları ilginin meşruiyeti sapiense ait bu doğal temayülden doğar. her grup mitleştirilmiş ve topluluğa yayılmış bir önceki başarı hikayesini hedef olarak belirler. avrupa'nın bir önceki başarı hikayesi ise savaş sonrası dönemin sosyal refah devletleridir. milliyetçiliğin yükselişi homojen nüfusun iyi niyetli sosyal sözleşmesinin "diğerleri" tarafından suistimal edilmesine bir tepkiden başka bir şey değildir. azınlıklara, yabancılara karşı nefretin esas kaynağı sosyal yardımlara dayanarak yaşamayı kabul etmeleridir. homojen toplumda kimsenin bu yardımları kabul etmeyeceğine, bu yardıma muhtaç olmayacağına en azından bu yardımlardan kurtulmaya çalışacağına dair bir uzlaşma vardı. ancak bu sözleşme azınlıklar, yabancılar ve göçmenler tarafından bozuldu. ahlak sistemleri bu yeni sözleşmeye uygun değildi, bugün görüyoruz ki hala değildir. yeni göç edenler sigortacılık sektörünü çok daha acımasız hale getirenlerdir, kendi akrabalarımdan biliyorum.

    meşru zorunlu arayış bugün aydınlanmanın temeli olarak kabul ettiğimiz epistemik kopuşa tekabül eder. hakikatin kaynağı artık gökler değil yer yüzüdür. hristiyan zihni mutlak hakikatinin pasifliği ve islamın kendini kabul ettirişi ile birlikte hissedilen sıradanlığı ile yeni arayışların keşifleri karşısında komik duruma düşmeye başladı. hristiyan anlatı olumsal şüphe ile ters düştükçe bilginin ne olduğuna ve kaynaklarına dair toplumsal varsayımlar değişti. aydınlanma sekülerleşmiş ve kitleye ait hale gelmişti. özellikle yirminci yüzyılın sonlarına kadar da bir şekilde bu halini korumayı başardı.

    daha sağlıklı bir şekilde tahminler yapabilen bu daha rasyonel pozisyon, sapiens nüfusunun kendi kitlesel varlığı hakkında çok daha doğru şekilde tasarrufta bulunmasını sağladı. bilimin yolu açıldıkça çocuk ölümleri azaldı, ortalama insan ömrü arttı, hastalıkların tedavisinde gerçek yöntemler bulundu. biraz geniş bir pencereden bakarsak kırk bin yıllık bütün insan hastalıkların tedavisi son iki yüz yılda bulundu. kesinlikle insanların nüfusu üzerinde patlama etkisi yapacak bir gelişme ki sadece grafiklere bakarak bunu görebiliriz. bkz

    aydınlanma on binlerce yıla yayılan serüveninin sonunda her şeyi açıklama ümidini temellendirebilen bir uğraş buldu. bu uğraş ortaya çıkabilmesi için tolerans, serbest girişimcilik, temel hak ve hürriyetler ve birikmiş/birikmeye müsait sermaye yapısı gibi bir zemin gerekli olan bilimdir.

    aydınlanmanın sonu derken işte bu bilimin nihayet köklü değişimleri temellendirecek kadar gelişmiş evresinden bahsediyorum. artık genler üzerinde değişim yapabilmek, insanları bilinçlerini makinalara aktarabilmek, nbeb teknolojileri ile bedeni sürekli sağlıklı tutmak kısaca insan nüfusunu bir bütün olarak ele alıp onu çok daha yüksek bir refah içinde -hatta belki sonsuza kadar- yaşatmak mümkün. bugün kullanılan anlamıyla aydınlanma benim anladığım anlamda aydınlanmanın sonunun başlangıcıdır.

    peki bunca iyiliklere sebebiyet veren, insanlığın milyonlarca yıl önceki atalarından beri süregelen, genel olarak insan refahını başarılı bir şekilde yükselten bu aydınlanmanın neden ve nasıl sonu geliyor? benim yanıtım için: (bkz: aydınlanmanın sonu)

    ----------- ----------- ----------- ----------- ----------- -----------

    aydınlanmanın sonuyla birlikte artık bir paradigma değişimi yaşandığını kabul etmek gerekiyor. aydınlanmanın sonunda ortaya saçılan hakikat bombardımanı - ve bu bombardımanın insanın evrendeki yerini daha da daha da küçültmesi- eski tip zihin setlerinde körlüğe yol açtı. bunun adı beyaz körlüktür. her şeyin aşikar olma ihtimali, her büyük sorunun, her ulaşılamaz gibi görünen idealin aslında düşündüğümüzden yakın olmasının dehşeti. insan kötülüğünün kaçınılmazlığının farkındalığı. bu hazmedilmesi zor farkındalık sıçramasını kabul etmek her şeyden önce bilinen bütün etik altyapının değişmesi anlamına geliyor. yeni etik içinse yeni bir ahlak anlayışı. (bkz: organizma ahlakı)