• devletin kökeni ile ilgili ufak bir tartışma bugünlerde pek aramızda olmayan bloğunda da yazmayan başına bir şey geldiğinden endişelendiğimiz @less is more adlı yazar sayesinde daha önce yaşanmıştı. (bkz: sınırlama teorisi) şimdi tekrar kendisinin kaynak gösterdiği robert l. carneiro 'nun sınırlama teorisine yakından bakıp bu metin üzerinden kendi hipotezimi ortaya koymaya çalışacağım. ilgili teori için buraya tıklayabilirsiniz.

    aşağıdaki metnin bir bağlama oturması için bakabileceğiniz diğer metinler:

    #4416 hürriyet nedir? içinde.
    (bkz: ahlak nedir?)
    (bkz: adalet nedir?)

    devleti anlamaya robert l. carneiro'nun sınırlama teorisi ile başlayacağım. carneiro devlet kavramının ilk defa i.ö. dört binli yıllarda ortaya çıkıtığını söyleyerek sözlerine başlıyor. devlet tanımı ise şu şekilde: "bir devletten bahsettiğimizde; topraklarında bir çok topluluğu barındıran, vergi toplamanın yanı sıra insanları savaşa ya da çalışmaya sevk edebilen, kanun koyma ve yürütme gücüne sahip, merkezileşmiş yönetime sahip bağımsız bir siyasal bütünü kastediyoruz."(carneiro, 2006, s. 251)

    bu tanımın ardından carneiro devleti açıklayan iki tip teori olduğunu söylüyor. iradi ve zorlayıcı teoriler. devletin bir sözleşme yolu ile ortaya çıktığına ilişkin rousseau ve locke'a dair teorileri iradi teoriler sınıfına sokan carneiro en başından bu yaklaşımı reddediyor. carneiro iradi teoriler sınıfında sayabileceğimiz gordon ghilde ve karl wittfogel'in hipotezlerini de örnekler göstererek reddediyor.

    kendi teorisini de zorlayıcı teoriler kapsamına sokan carneiro iddialı bir şekilde şöyle söylüyor:"bağımsız köyleri adım adım devlete götüren siyasal evrimi yönlendiren mekanizma, düzenlenmiş menfaatler değil yalnızca güçtür."(carneiro, 2006, s. 253) carneiro savaşın devletin kurulması için zorunlu olduğunu ancak yeterli olmadığını söyledikten sonra kendi hipotezini açıklamaya koyulur. ona göre devletin ortaya çıkması için gereken temel şey çevresel sınırlamadır. carneiro çevresel sınırlama ile kısıtlı tarım arazilerinin verimsiz topraklar tarafından çevrilmiş olmasını anlar. ona göre sınırlı sayıdaki tarım arazisini insan nüfusunu kaldıramayınca insanlar ilgili tarım arazileri için savaşmaya başlarlar. "savaşın baş sebebi ekonomik olmaya başlayınca sıklığı, yoğunluğu ve önemi de artar."(carneiro, 2006, s. 256) çevresel olarak sınırlanmış bir alandaki savaşlar neticesinde de mağlup olanlar bir yerlere kaçamayacakları için galip olan tarafa siyasi açıdan boyun eğmek zorunda kalırlar. bu birleşmeler neticesinde ise köy örgütlenmelerini aşan bir örgütlenme ortaya çıkar ki bunlara şeflik diyebiliriz. bu şeflikler arasındaki savaşların neticesinde de siyasal bedenlerin sayısı azalırken hacmi artar. böylelikle de devlet denen mekanizma ortaya çıkar.

    sürecin devamında ise siyasal evrim gerçekleşir. carneiro siyasal evrimden diğer şeflikleri yutan şefliğin üyelerinin gittikçe büyüyen siyasi bütünü idare etmek için görevler alması ile siyasal bir yapının da inşa edildiğini söyler. savaş sonrasında topraklarını kaybeden ancak köleleşmeyenler de merkezlere akarak diğer iş sınıflarına yönelirler böylelikle de işçi ve zanaatkar sınıflar ortaya çıkar.
    carneiro çevresel sınırlarlamaların olmadığı yerlerde ortaya çıkan devletleri açıklamak için ise yoğunlaşma kavramını kullanır. ona göre kaynakların tek bir yerde yoğunlaşması da bir çeşit sınırlamadır. kaynakların yoğunlaştığı yerler için çıkan savaşlar sonrasında mağlup olanların kaynakların yoğunlaştığı yerlerden pay alabilmesinin tek yolu siyasal boyun eğiştir. bu da çevresel sınırlamanın olduğu mekanlarla aynı sonucu doğurur. (carneiro, 2006, s. 259)

    carneiro'nun teorisinin son desteği ise toplumsal sınırlamadır. carneiro yanomamö'ler üzerindeki incelemeleri temel alarak bir alandaki merkezi yerleşimlerin çevreye dağılmış yerleşimlere göre daha sık çatışmalara girdiğini ve kaybeden tarafın diğer tarım alanları diğer yerleşimlerce tutulduğu için kaçamadığında aynı çevresel sınırlama gibi bir etkinin ortaya çıktığını iddia eder.
    toparlarsak carneiro'nun teorisi tek cümlede şunu söyler, bir yerde kaynakların sınırlı kaldığı nüfus yoğunluğu savaşa yol açar ve bu savaşlar neticesinde köy örgütlenmeleri birleşerek devleti ortaya koyarlar. carneiro kendi teorisini çevresel sınırlama, nüfus baskısı ve savaş şeklinde üç sacayağına oturtur. ancak kaynak yoğunlaşması ve toplumsal sınırlamayı da çevresel sınırlama ile aynı etkiyi yarattığı için teorisine dahil eder.(carneiro, 1988, s. 498)

    carneiro'nun teorisini daha iyi anlamak için ise onun devletin kurulumu için saydığı optimal koşullara bakmak bir fikir verebilir. carneiro'ya göre nüfus fazlasının gidemeyeceği kadar sınırlanmış, nüfusun birleşebileceği kadar ufak ve nüfus birleştikten sonra ortaya çıkacak politik yapıyı karmaşık bir seviyede tutacak kadar geniş bir alan devletin ortaya çıkması için optimal şartları sağlar.(carneiro, 1988, s. 500)

    carneiro köylerden şefliğe geçmenin en zor kısım olduğunu ve bu geçişten sonra şefliğin bozulmaya karşı dirençli olduğunu söylüyor.(carneiro, 1988, s. 508) aynı dkk gibi. aynı herhangi bir organizasyon gibi.

    carneiro 2012 yılındaki son makalesinde ise tezinin en olgun haline ulaştırıyor. ilk açıklığa kavuşturduğu şey devletin ortaya çıkış sürecini başlatan şeyin sınırlanma olmadığı, sınırlanmış olmanın bunu sadece hızlandırdığı. carneiro bunun üstüne de bilinen hiçbir devletin sınırlandırılmış olma şartı dışında kalmadığını özellikle vurguluyor. "ilk devletler – istisnasız bir şekilde- çevresel sınırlamanın görüldüğü yerlerde yükselmiştir."(carneiro, 2012, s. 12) bu süreci de düdüklü tencere örneği ile açıklıyor. ne kadar baskı varsa su o kadar hızlı kaynar, bu baskı yoksa suyun kaynamayacağı anlamına gelmez, sadece baskı varsa çok daha hızlı kaynayacağı anlamına gelir. süreci başlatan şey savaştır, zira nüfus baskısı arttıkça verimli kaynaklar için gittikçe daha fazla savaş gerçekleşecektir. carneiro'nun 2021'deki güncellemesi ise savaşın doğrudan bir köyün diğer köyleri ele geçirmesi şeklinde devlet kurduğu değil -ki böylesi de olmakla birlikte- esas olarak savaş zamanı seçilmiş liderlerin zaman içerisinde bu ad hoc savaş liderliklerinin kalıcı hale gelmesidir.

    bir paragrafta teoriyi özetleyelim ve kendi katkılarımıza geçelim. bir yerde kaynak sınırlı ise nüfus yoğunlaştıkça kaynak için çatışmalar meydana gelir. bu çatışmalar sürdükçe çatışmalarda liderlik edenler güçlenir ve aralarından başarılı olanlar baş eğdirdikleri diğer gruplara hükmetmeye başlarlar. çevresel sınırlama da var ise mağlup grupların kaçacak yerleri de olmaz. bu şekilde bir diğer grubun tahakkümü altında yaşamaktan başka çareleri kalmaz. mağlup grupların yönetilmesi ve sürekli kontrol altında tutulması gerekir ki bu durun şefliklerin ortaya çıkmasına yol açar. şeflikler arasındaki savaşlar neticesinde de galip olan şeflik, adına devlet dediğimiz organizasyon olmadan bu süreci yönetemez. devlet bir kere ortaya çıktıktan sonra da başarılı savaş liderlerinin çocukları aracılığı ile yaşamaya devam eder.

    corneiro'nun tezine gelen temel eleştirilerden biri şeflikten devlet yapısına geçiş sürecinde şefliklerin sürekli bir yayılma amacı gütmediğidir(zinkina vd., 2017). bu eleştiride temel nokta gittikçe karmaşıklaşan yapıların carneiro'nun öngördüğü şekilde davranmadıklarıdır. ancak bu çalışma her ne kadar değerli olsa da organize siyasal yapıların motivlerinden bağımsız olarak ön görülen şekilde davranmaları da muhtemeldir. kendi tezime geri dönersem devlet, carneiro'nun 2012 yılında tezine eklediği savaş şefliği olgusunun önemini kavranmadan anlaşılamaz. carneiro'nun tezinde pendragon süreç içinde önemini artırarak şeflikten devlete geçişte önemli bir rol oynar. ancak pendragonun rolü kanımca yanlış değil ancak eksik anlaşılmıştır. öncelikle pendragon yani savaş şefi carneiro'nun da örnek gösterdiği zorlu sınavlardan sonra seçilen kişi değil, kriz anında etrafında doğal olarak toplanılan kişidir. paleolitik dönemin insan yerleşkelerinin nüfusu ve grubun birbiri ile olan tanışıklığı göz önüne alındığında savaş şefi denilen karakterin seçilmesinin barış zamanlarına ait bir ritüel olabileceği fikri bana daha makul geliyor. ortalama bir şef ile arasında bir fark olduğu vurgusu da bana naif bir yaklaşım olarak görünüyor. etrafında yeteri kadar savaşçı erkek toplayan bir kimsenin doğal olarak şef olmasını engelleyen şeyin ne olduğunu anlayamıyorum. bu sebeple dar bir alanda sıkışan insanların verimli alanlar için mücadele ederken en organize mücadele edebilen yapının diğerlerini domine ederek kendi yapısını genişletmesi etmesi akla yakın görünse dahi devletin temelini bu süreçten çok daha eski bir psikolojik halin yayılması olarak düşünülmesini daha doğru buluyorum.

    carneiro'nun devlet tanımına geri dönelim. "bir devletten bahsettiğimizde; topraklarında bir çok topluluğu barındıran, vergi toplamanın yanı sıra insanları savaşa ya da çalışmaya sevk edebilen, kanun koyma ve yürütme gücüne sahip, merkezileşmiş yönetime sahip bağımsız bir siyasal bütünü kastediyoruz" bu tanımı madde madde inceleyerek revize etmek ve güncellemek niyetindeyim.
    carneiro'nun teorisi bence devlet tanımından dolayı kendi kendini anlamsızlaştırıyor. tanımı adım adım açalım. birçok topluluk derken carneiro "band"lar halinde gezen grupları ve akrabalık esasına göre örgütlenmiş klanları kastediyor. ancak klanlarda devlet olmayan şeyin ne olduğu konusunda bir açık varmış gibi görünüyor. bir aşiret öncelikle birçok aileden mürekkeptir ki bunları da topluluk olarak saymamak için bir gerekçe yok zira teorinin genelinde grupların tam olarak kaç kişiden oluştuğu ya da hangi tip bir örgütlenme ile bağlı oldukları hakkında bir argüman sunulmuyor. eğer carneiro'nun gruplardan kastı birbirini ile tamamen farklı kültür grupları ise bunu kabul etmek de makul değildir zira aynı alanda uzun süredir yaşayan ve kaynaklar kıtlaştıkça biribiri ile çatışmaya başlayan insanların bu kadar uzun süre yakın bir coğrafyada yaşayıp birbirlerinden tamamen farklılaşmış kimseler olması makul görünmüyor. akrabalık temelinde inşa edilen klan insanları rahatlıkla çalışmaya ya da savaşa sevkedebilir ki akraba seçiliminin her canlı gibi insan cinsindeki önemi de düşünüldüğünde ortalama bir devletten çok daha fazla bu güce sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. kanun koyma ve yürütme gücü ise değil paleolitik çağda, bireyselliğin dudak uçuklatan oranda yükseldiği bir çağda bile türkiye sınırlar dahilindeki klanlarda bile rahatlıkla gözlemlenebilir. üstelik italyan mafyasının omertası ilgili fenomenin en güzel örneklerini 21. yüzyılda bile kanıtlar niteliktedir. merkezileşmiş bir yönetim ise yine ilk başta grupların tam olarak tanımlanmamasına bağlı olarak boşa düşüyor. yirmi beş aileden mürekkep bir klanda klanın en güçlü erkeğinin evi merkez değil midir? toplantılar burada yapılıyor ve kararlar burada alınıyorsa burayı da bir merkez sayamaz mıyız? bir siyasal bütünü bir aileler konfederasyonundan ayıran sınırı tam olarak çekmek mümkün müdür?

    bu eleştiriler dahilinde devletin kökenini yine insan evrimi ile uyumlu bir tarihsellik içinde anlamak zorundayız. ben devletin ikinci bir değişkene gerek olmadan insan örgütlenmesinin doğal bir neticesi olarak ortaya çıktığı kanaatindeyim. devleti "kişilerden bağımsız olarak varlığını sürdüren somutlaşmış ahlak" olarak tanımlıyor ve tam olarak bu tanım doğrultusunda de adalet ile temellendiğini savunuyorum. zira ahlak ancak adaletli bir şekilde inşa edilebilirse muhataplarının rızasını kazanabilir. kendi muhataplarının -teba diyelim- rızasını kazandıkça ve bu rıza ceza ikiliğini sağladıkça kendi üyelerinin çoğalmasını ve güçlenmesini sağlar. bu çoğalma ve güçlenme neticesinde ise diğer klanlarla her ne sebepten olursa olsun arasındaki mücadeleden zaferle çıkar ve onlara baş eğdirmeyi başarabilir. bu genişleme de doğal olarak daha önceden hesaba katılmamış yeni sorumluluklar ve bu sorumlulukla ilgilenecek yeni görevler tanımlar. şeflikten ya da klandan devlete geçiş kendi ahlaki dengesini kurabilen ve bunu somutlaştırabilen klanın genişledikçe yaratmak zorunda kaldığı kişilerden bağımsız idare mevkilerinin ortaya çıkışı ile gerçekleşir.

    bu mevkiler yeni içerilen grupların mensuplarına verilemeyeceği gibi mücadele sırasında da kaybedilen yönetici potansiyelli kimselerle birlikte kalan kişilerin gittikçe daha büyük grupları idare etmesi mecburiyeti yaratır. bu idare eğer adaleti sağlar ise içerilenlerin de katılımıyla gittikçe büyüyen grup her seferinde daha büyük bir yapıyı içererek, yutarak, kendine katarak büyür ve idarecinin kendi yardımcı mekanizmalarının ve doğal olarak bürokrasinin ilk versiyonlarının ortaya çıkmasını sağlar. belirli bir verimli toprağı ya da geçim yöntemini stabil şekilde kullanan bu grup sadece şiddet yoluyla büyümez. hatta bilakis genellikle gönüllü katılımlar yoluyla büyür. sonradan katılanların da bu bürokrasiye en aşağıdan gireceğini belirtmiş olalım. özellikle avcı toplayıcı grupların karşılaştıkları bu büyük yapıların içlerine dahil olma talepleri dönemin koşulları dikkate alındığında son derece fazladır. hastalık, güvenlik arayışı, düzen arayışı, yapının kültürüne duyulan hayranlık, bir diğer çatışma sonrasında dağılma vs.

    bu haliyle devletin ortaya çıkışı hem adil bir ahlaki düzenin doğal sonucu hem de insan ihtiyaçlarının karşılanması için son derece verimli bir yol olarak sivrilir. siyasete dair ilk öğütlerin mısır'da da hindistan'da da mezopotamya'da orta asya'da da aynı şekilde örgütlenmenin liderine en alttakilere merhametli davranmayı öğütlemesinin altında da devletin ortaya çıkışı sürecindeki adalete dayalı bu iş birliği yatar. belirli bir siyasi örgütlenme güveni ve refahı alternatifinden daha iyi sunduğu andan itibaren periferinden gelen katılımların liderin meşruiyetini perçinlemesi bu tezin doğal çıktılarından biri olarak kabul edilebilir.


    kaynak

    -carneiro, r. l. (1988). the circumscription theory: challenge and response. american behavioral scientist, 31(4), 497-511. https://doi.org/10.1177/000276488031004010

    -carneiro, r. l. (2006). devletin kokeni uzerine bir teori. maltepe üniversitesi hukuk fakültesi dergisi, 2, 251-262.

    - carneiro, r. l. (2012). the circumscription theory: a clarification, amplification, and reformulation.

    -zinkina, j., korotayev, a., & andreev, a. (2017). circumscription theory of the origins of the state: a cross-cultural re-analysis. cliodynamics: the journal of quantitative history and cultural evolution, 7(2). https://doi.org/10.21237/C7CLIO7232817

  • "perhaps this is what a state actually is: a combination of exceptional violence and the creation of a complex social machine, all ostensibly devoted to acts of care and devotion."

    belki de devlet esasında, istisnai şiddet ile karmaşık sosyal makine yaratımının bakıma ve adanmaya yönelmiş karışımıdır.

    graeber, d., & wengrow, d. (2021). the dawn of everything:a new history of humanity (1. bs). farrar straus and giroux.sf.412

  • the dawn of everything kitabında daha yaygın olarak tartışılmış bir devlet tanımı daha var.

    burada graeber devleti üç temel olgu ile açıklıyor: egemenlik, bilginin kontrolü ve karizmatik liderlik. bunlardan herhangi birinin var olduğu durumları birinci dereceden devlet iki tanesinin olduğu durumları ikinci dereceden devlet olarak tanımlıyor. üçü birden ortaya çıktığı zaman ise bugün bildiğimiz anlamıyla devlet olmuş oluyor.

    biraz açıklamak gerekirse egemenlikle kastedilen bir toprak parçası üzerinde birilerine kuvvet uygulama gücü/yetkisi. evet weber. fakat tanım onun değil aslında(1) bilginin kontrolü ise daha çok dini geleneklerle ilgili. yani kim tanrılarla iletişimde ise, geleceği ve öte dünyayı kontrol ediyorsa ve bunu topluma yayacak bir bürokrasi inşa edebiliyorsa güç ondadır. sonuncusu ise bildiğimiz insanları peşine takıp sürükleyen kişiler ya da insanların bunu yapabilecekleri rekabetçi bir siyasi alanın oluşmuş olması. bazı toplumlarda bunlardan sadece biri varken kiminde bürokrasi ve egemenlik ya da karizmatik liderlik ve bürokrasi olabiliyor. bu üç olgunun tek tek ve ikişerli çiftler halinde görüldüğü pek çok toplum var.

    graeber buradan yola çıkarak aslında devletin bildiğimiz anlamda ilk kurulma anının olmadığını süreç içinde birbirinden bağımsız şekilde ortaya çıkan bu üç olgunun zaman içinde iç içe geçerek bildiğimiz anlamıyla devleti yarattığını savlıyor.


    kaynak/dipnot
    1-"rudolf von ıhering, who, in the late nineteenth century, proposed that a state should be defined as any institution that claims a monopoly on the legitimate use of coercive force within a given territory (this definition has since come to be identified with the sociologist max weber). on this definition, a government is a 'state' if it lays claim to a certain stretchof land and insists that, within its borders, it is the only institution whose agents can kill people, beat them up, cut off parts of their body or lock them in cages; or, as von ihering emphasized, that can decide who else has the right to do so on its behalf." the dawn of everything, sf.366.

  • nick bostrom'a göre "yerel çatışma çözüm mekanizmasıdır."

    bostrom, n. (2024). deep utopia: life and meaning in a solved world. ideapress publishing.,sf.37.