favorileri (7)

başlık listesine taşı
  • 6-7 eylül 1955

    türkiye tarihinde gayrimüslimlere karşı işlenmiş suçların en bilinenlerinden biri.

    öncelikle arka plan: 1878 yılında ingiltere'ye verilen kıbrıs, birleşik krallığın 2. dünya savaşı sonrası küçülme politikası çerçevesinde ingiliz kolonizasyonundan çıkacaktı. akdeniz'in bu en büyük ve stratejik adasında yaşayan iki büyük etnisite olan rumlar ve türkler de ada geleceği hakkında farklı planlara sahipti. ezelden beri yunan anakarasına bağlanma (enosis) taraftarı olan rumlar çoğunluğun avantajıyla plesibit isterken, türk cemaati self determinasyonla adanın bölünmesini ve türkiye'ye yakın kuzey kesimin türkiye'ye bırakılmasını istiyordu. rum taleplerini gündeme getiren piskopos makarios ve türkiye'de kamuoyu yaratmaya çalışan dr. fazıl küçük sayesinde iki devlet te adaya egemen olmak için çalışmalarda bulunuyordu. 1955, rumların yunanistan desteğiyle eoka örgütünü kurarak önce ingilizlere sonra da türklere saldırılarda bulunmasının başladığı yıldı. türkler de eoka'ya karşı türkiye desteğiyle türk mukavemet teşkilatını kuracak, çatışmalar 1959'da türkiye ve yunanistan garantörlüğünde ilan edilen çift milletli kıbrıs cumhuriyeti'yle bile durmayacak ve sonunda 1974'te türkiye adaya çıkarak kıbrıs türk federe devletini kuracaktı, ama şimdi tekrar 1955'e dönelim.

    1955 ağustosunda, dönemin ingiltere dışişleri bakanı harold macmillan türk ve yunan mevkidaşlarını kıbrıs'ı görüşmek üzere londra'ya çağırır. londra konferansı türkiye'de kıbrıs sorunu konusunda kamuoyu yaratılmasında önemli rol oynar. bir yandan türkiye'de tekrar kurtuluş savaşı'nı hatırlatan gazete manşetleri çıkmakta (ve bu arada patrikhane de basın tepkisinden nasiplenmekte), öbür yandan her gün kıbrıs türktür cemiyetince mitingler tertip edilerek tepki canlı tutulmaktadır. nitekim konferans sırasında londra'da da bir kıbrıs türktür mitingi düzenlenir. dananın kuyruğu ise 6 eylülde kopar.

    o sabah, ajanslara atatürk'ün selanik'teki evine ses bombası atıldığı haberi düşer. haberi dp milletvekili mithat perin'e ait küçük bir gazete manşetten girer. tam da o akşam taksim meydanında yapılan kıbrıs türktür derneğinin basın açıklamasında gazete ikinci baskı yaparak satışa çıkınca da olaylar kontrolden çıkar. miting katılımcıları ve arkalarına takılan ne idüğü belirsiz topluluk, taksim'deki aya triada kilisesinden başlayarak istiklal caddesi boyunca tüm rum, ermeni ve yahudi emlakini tahrip eder. eş zamanlı olarak şişli, feriköy, kasımpaşa, dolapdere, samatya, kumkapı, ayvansaray, ortaköy, arnavutköy, kadıköy gibi gayrimüslimlerin sıkça oturduğu semtlerde saldırılar başlar. bazı insanlar da adalara geçerek burada hücumu sürdürür. tüm kilise, sinagog ve cemaat okulları yakılmakta, dükkanlar talan edilmekte, hatta evlere girilip kadınlara tecavüz edilmekte ve erkekler sünnet edilmekte, polislerse emir gelmediğinden müdahale edememektedir. olaylardan iktidar partisi dp'nin milletvekili aleksandr hacopulos ve milli futbolcu lefter küçükandoyadis bile yakasını kurtaramaz.

    olayların başladığı saatlerde, o sırada istanbul'da olan cumhurbaşkanı celal bayar ve başbakan adnan menderes ankara'ya hareket etmişlerdir, ancak sapanca istasyonunda yağmanın kontrolden çıktığı haberlerini alınca hızla istanbul'a dönen devlet ricali müdahaleye çalışır. nihayet sıkıyönetim ilanı ve asker desteğiyle sabaha karşı olaylar bastırıldığında caddeler savaş alanına dönmüştür. 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekân saldırıya uğramıştır, resmi rakamlara göre 11 ölü, 30 yaralı ve 60 ırza geçme söz konusudur. (devamı ikinci entry'de, gereksiz karakterler sağolsun).

  • kamikaze

    japoncada kami tanrılar, kaze rüzgar anlamına gelmektedir. birleşince, düşmanları dağıtan tanrısal rüzgar olarak kullanılır.

  • hazır ol cenge ister isen sulh-u salah

  • veritas temporis filia est

    "gerçek, zamanın kızıdır." anlamına gelen latince deyiş.

  • allagash

    abd'de tanıştığım bira markası. "way anasını. demek bira buymuş" ve daha da enteresanı "way anasını, demek burbon bu işe yarıyormuş" dediğim şeyi üretiyor.

    geçen hafta birader kayınvalidesinin evinde iki odayı boyayacaktı. gel bi el at, daha çabuk yaparız dedi. boya yaparken naapılır peki? bira içilir. boya işi diğer mavi yakalı işlere benzemiyo pek. kendini öldürme ya da kolunu koparma riskin pek yok. atıyorum marangozluk işinde bira içmek pek sıhhatli olmaz. ama boya yaparken, özellikle de kaynananın evinde boya yaparken "amaan xtir et noolcak" diyebilirsin ve hatta üstüne bi kat daha atabilirsin bi yer yamuk olursa.

    neyse, baktık evde bira yok. banliyöde oturuyoruz, en yakın market 3 km. arabaya binip bud light almak pek cazip bi seçenek gelmedi. hava da soğuk, şikago kışı. bisikletle de gitmek istemedik. sonra benim aklıma yakındaki tekel bayii geldi. gittik biraderle. ben beklerken bi zottirik marka bira almış, bi de bu allagash'ın "white" modelinden. ikimiz de tanımıyoruz, bilmiyoruz o gün birayı daha. neyse, gittik kaynananın eve. başladık boyaya. yavaştan da 6-packlere dayanıyoruz. zottirikten bi tane içtim, bildiğin bira işte. sonra bu müstesna mamulden açtım bi tane...

    blanc var hani migros'ta filan görmüşsünüzdür. mor/mavi gibi bi şişede satarlar, hafif portakallı bi frenk birası. bu allagash white onun gerçekte olması gereken biraymış. "belgian stayla" buğday birasıymış teknik ismini sorarsanız. ilk şişe bi güzel geldi ki, ikinciye el attım beklemeden. o anda etiketin üstünde fark ettim "açmadan bi şişeyi başaşağı çevirip usturuplu bi şekil mayayı azcık kıpraştır" mealinde bişeyler yazıyo. bi de öyle denedim. oyyy...

    neyse, 2 odayı boyarkene 2 eleman 8-9 şişeyi ikmal ettik. güzel bi boya deneyimi oldu. kaynana da memnun işten. ama ben bu allagash mevzuunda meraka gark oldum. bu konuda araştırmacı gazetecilik yapmak istiyorum takip eden günlerde. neyse bi gün fırsat yaratıp eve yakın bi alkol grosmarketi var, vinny's mi, binny's mi öyle bişey. oraya gittik hanımla. sağlam mekanmış. hani bizdeki 3m migroslar kadar bi alan, sırf alkol dolu. hiç görmediğim malzemeler gördüm. ama aklım bu allagash şeysinde. şarapları filan hızla geçip bira reyonlarına geldim. allagash'ı arıyorum. bi reyonun ucunda buldum markayı. ama...

    pahalı be malzeme. hani standart bira, guinness filan 3 paraysa bu arkadaş direk 5'ten başlıyor. öyle. miller, blue moon filan zaten ayrı bi fiyat kategorisinde, onlarla hiç karşılaştırmıyorum bile. ben de parayı dolarla kazanmıyorum ve her etiketi 20'yle çarpmak, bi de illinois kdv'si eklemekten depresyona girecem 2 aydır zaten. yine de kararttım gözümü, bu beğendiğim white'tan aldım bi 6'lı, sonra north sky diye tenekedeki bi stout modelinden aldım 6'lı. bi de en pahalı modelini alayım diye baktım, sırf meraktan. ama yemedi açıkçası. ikinci pahalısını almaya karar verdim. ve allagash curieux ile böyle tanıştık.

    merak var tabi ama sabah sabah da bira içilmez. gün akşama seyirtene kadar oyalandım bişeylerle, işle güçle, ama merak sürekli hissettiriyor kendini. sonunda açtım north sky'lardan birini. stout pek hastası olduğum bi tür değildir, ve bunun da çok bir numarasını göremedim. "demek ki amerika'daki birçok şeyde olduğu gibi white'da da şekeri filan basıp beni kandırmışlar, pek bir olayı yokmuş" diye düşünmeye başlarken bi de curieux'tan açmaya sıra geldi...

    gelmez olaydı. artık başka bir birayı severek içebileceğimi sanmıyorum.

    hani şarap şişelerinin arkasına yazarlar ya, "deniz tuzu, mürdüm eriği ve frenk üzümü notaları" filan diye. ama içersiniz hepsinde sade toprak tadı... bunda da yazmışlar arkasına vanilya ve karamel notalarını. ve hakikaten o tatlar geliyor. üstelik tadında geliyor. şirazesini kaçırmadan. ama asıl vurgunu oradan yemedim. yoksa karamelli snickers, vanilyalı gofret filan yedik zahir vaktinde bol bol.

    burbon fıçılarında demlendirmiş gavur malzemeyi. "burbon ya da bourbon dediğin hani scotch'ın kentucky versiyonu. iskoçlusu ne ki kentakilisi ne olsun, neyin yaygarasını yapıyorsun hacım?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim. ben de sizinle aynı kanaatteydim. lakin bu mereti bir tattıktan sonra anladım ki, bourbon'un asıl varlık nedeni curieux demlendirmek için gereken fıçıların üretilmesiymiş. valla buymuş. bir biradan bu kadar komplike ve bu kadar tatmin edici bir tat alınır mı? alınırmış. bir yandan hafif isli, bir yandan hafif meşeli, bir yandan bizim yaşar usta'nın künefesine meyleden şekerli, ve üstelik kaymağı da var...

    bundan sonra denk geldi mi bu arkadaştan içerim. denk gelmezse de her bira içtiğimde beyati makamından giderim, "benzemez kimse sana, maltına hayran olayım". ki zaten denk gelmez. şikago'da bile kolay bulunmuyor, bizim memlekette nerde... oofff off...

    ha bi de edit edem: alkolü %10 küsür. yani tadını çıkarırken işlevini de ziyadesiyle yerine getiriyor.

  • sadık gürbüz

    çok güzel ağabeyimizdir. hem türkü söyler hem müziğin dilini bilir, hem filmlerde oyunculuk yapar hem de hukuk mezunudur. amasya onunla gurur duyuyordur elbette, el üstünde tutulmalıdır.

  • uyduruk unvanlar

    çiçekçi. bilen bilir ankara pavyonlarının bir kesiminde konsomatris ve ilgilinin arasındaki iletişimi sağlayan personel.
    ünvanı çok iyi değil mi? tozlaşmayı sağlayan kişi.)