entry'ler (56) - sayfa 3

başlık listesine taşı
  • free bleeding

    menstrüasyon döneminde kanı herhangi bir şekilde önlemeden, bir hijyen ürünü ya da kap veya muadili ürünü kullanmadan serbest akışa izin verilmesidir. türkçe'ye sanırım serbest kanama olarak çeviriliyor.

    33 aydır deneyimliyorum. kadın sağlığı açısından önemli buluyorum. neden mi?

    öncelikle pek çok kadim gelenekte olduğu gibi kadınların bu dönemi bir inziva tadında geçirmesi gerektiğine inanıyorum. bu dönemde hareketlerin hafifleşmesi, beslenmenin hafifleşmesi gerektiğini, rahim sağlığının kadının ruhani gelişimiyle bağının çok önemli olduğunu ve modern kadın tarafından ivedilikle derinleştirilerek keşfedilmesi gerektiğini düşünüyorum.

    hijyen ürünleri satışındaki "çocuk da yaparım kariyer de", " bu pedle her şeyi yaparım sporcu bile olurum" vurgularının kadın bedeninin ihtiyaçlarıyla uyumlu olmadığını, bu vurgunun kapitalist sistemin kendi bedenine yabancılaşan işçiler ihtiyacına hizmet eder nitelikte olduğunu düşünüyorum. kadınların bu süreci istediği gibi vücuduna ihtiyacı olanı verebileceği şekilde yasal bir izin hakkı olarak tanınması gerektiğine dair görüşleri destekliyorum. elbette erkeklere de adil bir şekilde bu izne karşılık bir hakkın da tanınması gerekliliğini ekleyerek. siz yine çocuk da yapın kariyer de yapın astronot da olun ama ayda 3-4 gün kendimize izin vermek buna engel mi, ne alakası var yahu?

    bu doğrultuda, kendinize bu alanı tanıdığınızda free bleeding aslında modern yaşamda dahi uygulanması çok kolay bir şeydir. her şeyden önce kendi kanımıza olan yabancılaşmayı, bunu tiksinç görmeyi ortadan kaldırır. sağlık açısından havasızlık, hangi ürünü kullanıyor olursak olalım bunu uzun süreler değiştirmemenin ya da gündelikte bunu şu işi de halledeyim ay tuvalet yok burada gibi nedenlerle değiştirememenin vajinal sağlık için pek de hayırlı olduğunu söyleyemeyiz. bu nedenle free bleeding en önemlisi, menstrüasyon sürecinize özen göstermeye iter bizi. hak ettiği de budur.

    kişisel tecrübeme dayalı bir komplo teorim de var bunun için. free bleeding deneyimimde birkaç ay sonra aslında düşündüğüm kadar çok akıntımın olmadığını fark ettim. ped, tampon gibi hijyen ürünlerinde bulunan materyallerin sıkça değiştirilsin, daha çok tüketilsin diye kanı olduğundan fazla gösterdiği (belki çocuk bezlerindeki gibi sıvıyı emerek şişen yapısıyla) şüphesi doğdu zihnimde.

    bunu deneyimlemek isteyen kadınlar için birkaç not:

    * menstrüasyon döneminiz için, temizlik konusunda sizi zorlamayacak koyu renkli kıyafetler, örtüler ayırabilirsiniz. bu dönemde sadece bunları kullanmak iyi bir çözüm. illa aşırı ilkel takılmanıza gerek yok. modern yaşamınıza uygun sizi strese sokmayacak kendinize has yöntemler kullanabilirsiniz. kıyafetlerinizde leke olması pis olduğu anlamına gelmez, bu bir gösteriş ilüzyonudur, kaldı ki regl kanı ya da lekesi saklanması gereken şeyler değildir. doğallığını hep akılda tutun.

    * kesinlikle çekineceğiniz kadar şiddetli bir tabloyla karşılaşmayacaksınız.

    * koku konusunda menstrüasyon ürünleri kullandığınızdan çok daha azıyla karşılaşacaksınız çünkü bu bölgenin hava almasına izin veriyorsunuz. bunu şu açıdan da vurgulamak isterim: kot pantolon, dar taytlar gibi modern kıyafetlerimizin pek çoğu da vajinal floramızın (mikrobiota) değişkenliği ve sağlığı ile ilgili pek çok soruna neden oluyor. anadolu kadınının şalvarı kesinlikle boşuna giymediğini düşünüyorum. vücudun hava alması çok önemli.

    * sindirim sistemi vücudun işlevlerini gerçekleştirirken en çok enerji harcadığı bölüm. ağır yiyecekleri hazmederken vücut genellikle bütün dikkatini buraya verir. en nihayetinde ne yiyorsak o olduğumuz için besinlerin ayrıştırılması, ihtiyaç olan yerlere gönderilmesi vs hayati işler olduğundan bu normaldir. basitçe, sindirim sisteminin yükünü azalttığımızda, vücudun diğer bölgelerinde ne olup bittiğine bakmasına, iyileştirme süreçlerini hızlandırmasına da izin verdiğimizi söyleyebiliriz. bu nedenle menstrüasyon döneminde yiyecekleri hafifletmek, cravinglerin aksine ve çikolata cipse yüklenmek yerine birkaç günlüğüne de olsa hafifçe hazırlanmış (mesela haşlayarak ya da çiğ) meyve sebzeye yönelmek, vücudun bu döngüye odaklanmasına ve üreme sisteminin bu süreci tamamlarken ihtiyacı olanı almasına yardımcı olacaktır. free bleeding de bunu gözlemlemek epeyce mümkün hale gelebiliyor. asıl konu izin vermek.

    * hareketleri yavaşlatmak da oldukça etkili. zaten sürecin zorluğuna hakimiz. koşturmaca yerine vücudun menstrüasyonu baskılamadan saklamadan deneyimlemesine izin vermek gerçekten güzel bir deneyim. ne oluyor vücudunuzda?

    * ayın döngüsünü takip edebilirsiniz. ayın hangi halinde regl oluyorsunuz? biraz araştırın ve senkronize olmakla ilgili okuyun derim. dolunayda regl olmanın zorlayıcı, yeni ayda regl olmanın daha dingin olduğunu keşfedebilirsiniz belki :) bu döngüyle senkronize olmanın en güzel yollarından biri güne uyumlu yaşamayı denemek. güneşi takip etmek. illa gün batınca uyumak zorunda değilsiniz ama hareketliliğinizi dengeleyebilirsiniz. ağrılarınızda fark görebilir, ruh halinizin, pms sürecinizin daha usul usul olacağını keşfedebilirsiniz.

    * yine kendi tecrübemden bir parça: besinleri hafifletmek, menstrüasyonda kendimi izlemek, hareketimi azaltmak ve bunu bir nevi inzivaya çevirmek kırılganlığımı keşfetmemde önemli bir rol oynadı. inziva derken, ulvi işlere kafa yoracağınız zoraki bir durumdan, illa ki meditasyona oturup yogaya düşmekten falan da bahsetmiyorum. menstrüasyona odaklı olarak gününüzü olabildiğince düzenlemek de olabilir. hep güçlü olmaya teşvik edildiğimiz şu medeniyette kırılganlığımızı hatırlamak başta "zayıf" hissettirse de zamanla iyi geliyor insana. kırılgan kalabilmek güzel. varoluşun döngüsünü bedenimizde hissetmek güzel. bu kanın asla ve asla kirli bir kan olmadığını idrak etmenin getirdiği özgüven de cabası. belki de aradığımız özgüven reklamlarda ped takınca voleybol bile oynarım hissi değil de, vüdumuzda bu döngünün varlığını, yaratım enerjisini kutlayınca gelecek olandır, ne dersiniz?

    * internette free bleeding hareketine öncülük yapan kiran gandhi, steph gongora gibi isimlerin yanı sıra pek çok bilgiye ve insana erişebilirsiniz.

  • !yazarların anıları

    sağ olasın anarşist kardeş hem kendi paylaşımın hem başlık için :) bir tane de ben paylaşayım.

    yıldız teknik üniversitesi beşiktaş kampüsündeyiz. ya vize haftasıydı ya final tam aklımda değil o kısım. bir sınavımız sabahtı diğeri akşamüstü, kampüste bir orada çay sigara, bir burada kahve sigara bekliyoruz. beşiktaş kampüsünde okuyanlar bilir, n blok ile bahçeler arasında binanın hemen dibinde ince bir yol var, birkaç basamak merdivenle n blokta en alt katın önüne çıkar, oradayız.

    ben yol üzerinde bağdaş kurmuş oturuyorum. artık ne kadar sıkıldıysam bir taş parçasıyla yere bir şeyler kazıyorum, iyice öne eğilmişim. üzerimde bir metal müzik grubunun siyah kapüşonlusu var, şapkasını da takmışım. arkadaşlarımda duvara popolarını dayamışlar, kimi not bakıyor, bir yandan sohbet.

    bir hoca vardı kampüsteki kedileri beslerdi, yanlış hatırlamıyorsam iktisat bölümündendi. kedilere bakınıyor n blok civarında. yanımdan geçerken hafif hareket ettim yol açar gibi. yol boyu yürüdü, o bahsettiğim birkaç basamağı çıktı ve arkasını dönüp "ben seni kocaman siyah bir çöp poşeti sandım" dedi. aramızdaki birkaç adımda benim çöp poşeti değil bir öğrenci olduğumu saptayabilmiş olmasını kutluyorum. bu arada, hocanın bunu biraz yol alıp basamakları çıkıp sonra yukarda arkasını dönerek söylemiş olması dramatik etkisini oldukça arttırmıştı.

    arkadaşlarımın suratlarını belli belirsiz hatırlıyorum, benimse algılamam üç dakika falan sürdü sanırım çöp poşeti sanılan kişinin ben olduğumu. sonraki yıllarda çoğu muhabbette kocaman siyah bir çöp poşeti oluşuma vurgu yapılmış, bu anı arkadaş grubunun top 10 anılar, top 10 şakalar gibi gibi listelerinde yerini almıştır.

  • 17 ocak friend-zone'dan çıkma günü

    ay doğum günümün böyle bir gün ilan edilmesi ne güzel, yaşasın seni seviyorum diyebilmek! seviyorsanız doğum günümü ve bu coşkulu günü de beklemeyin tabi hehehe

    hayırlı olsun tuhaf. geçtiğimiz yıla kadar friendzone queen olan ve kitabını yazmış biri olarak darısı tüm friendzone mağdurlarının başına diyorum.

  • raicho hiratsuka

    "tutku! tutku! bununla yaşıyoruz, başka hiçbir şeyle değil.
    tutku, duanın gücüdür. irade gücü. zen meditasyonunun gücü. tanrıların yolunun gücü. başka bir deyişle tutku, ruhsal odaklanmanın gücüdür.
    ve ruhsal odaklanma, gizem ve mucizeler diyarına açılan tek kapıdır...
    bu ruhsal odaklanmanın tam merkezinde bulunacak dehayı arayacağım.
    dehanın kendisi mistiktir. özgün bir kişi … başlangıçta kadın gerçekten güneşti. özgün bir kişi.
    şimdi o ay, solgun ve hastalıklı bir ay, bir başkasına bağımlı, bir başkasının ihtişamını yansıtıyor.
    içimizde saklı olan güneşi yeniden ele geçirmemizin zamanı geldi."

    hiratsuka raicho
    seito no.1, 1911.

    hiratsuka haru ( raicho, ingilizce'de thunderbird, kuzey amerika yerlilerinin toprağı sulayarak bitkileri büyüttüğüne inandığı mitolojik bir kuş, güçlü bir ruhtur. hiratsuka'nın mahlasıdır) 1886'da tokyo doğan japon anarşist yazar, gazeteci, aktivist ve japonya'nın öncü feministlerindendir. zen budizminin adanmış uygulayıcılarından olan hiratsuka, isveçli feminist yazar ellen key ve henrik ıbsen gibi dönemin avrupalı düşünce insanlarından etkilenmiştir. 1901 yılında kurulan japonya kadın üniversitesi'nden mezun olduktan sonra, seito dergisini (bkz: bluestocking (seito) dergisi)kurmasına vesile olan narumi kadınlar ingilizce okulu'na girmiştir. derginin ilk sayısına, shinto güneş tanrıçası amaterasu'ya ve kadının spiritüel bağımsızlığını kaybetmiş olmasına ithafen "başlangıçta kadın güneşti" sözleri ile başlamıştır. derginin, yazarlarının yaşam biçimi ve yazıların içerikleriyle kamuoyunda büyük tepkilerle karşılanması ve ana akım yayınların, ele aldıkları konulardan çok seito yazarlarının aşk hayatlarına odaklanması üzerine raicho düşüncelerini daha da ateşli bir şekilde savunduğu yazılar yazmaya devam etmiştir.

    raicho, evli olan öğretmeni ve roman yazarı natsume soseki'nin öğrencisi olan yazar sohei morita ile birlikte nasushiobara dağlarında intihar etmeyi denemesi ve yıllarca kendinden küçük partneri sanatçı okumura hiroshi ile evlilik dışı iki çocuk da dünyaya getirerek birlikte yaşaması ile de toplumda büyük eleştiri ile karşılanmıştır. ikili 1941 yılında evlenmiştir. raicho evlilikle ilgili en sert eleştirilerinden birini yine toplum tarafından da tepkiyle karşılanan, dönemin "iyi eş, akıllı anne" anlayışına karşı çıktığı "tüm dünya kadınlarına" isimli makalesinde " kaç kadının sadece hayatlarında ekonomik bir güvence sağlamak için bir adamın hizmetçisi ve fahişesi olmak üzere aşksız evliliklere adım attığını çok merak ediyorum" diyerek dile getirmiştir.

    seito yıllarından sonra, japonya'da birinci dünya savaşından sonra kapitalizmin hızlı gelişimiyle kadınların ekonomik bağımsızlıkları hakkındaki tartışmalara katılan raicho, önemli bir toplumsal hareket olarak ortaya çıkan "bosei-hogo ronso", anneliğin korunması mücadelelerinde rol almıştır.

    1920 yılında, tekstil fabrikalarında çalışan kadınların koşulları hakkındaki tartışmalar doğrultusunda arkadaşı ve bir başka kadın hakları aktivisti olan ıchiwaka fusae ile birlikte "yeni kadın topluluğu'nu" kurmuştur. bu birlik, kadınların siyasi örgütlere katılımını ve siyasi toplantılar düzenleme hakkını yasaklayan güvenlik düzenlemelerinin 1922 yılında değiştirilmesine büyük katkı sağlamıştır. 1930'larda kooperatifçilik hareketine katılan ve örgütlenmeye büyük emek veren raicho, savaş yıllarında hem sevgilisinin hastalığı hem de borçları nedeniyle bir süre gözlerden uzak bir hayat sürmüş ancak yazmayı ve ders vermeyi hiç bırakmamıştır. ikinci dünya savaşı sonrası, barış hareketinde tekrar popüler bir figür olarak öne çıkmış, kore savaşı ile ilgili olarak japonya'nın pasif ve tarafsız kalabileceği koşulların yaratılması talebi ile japon kadın hareketinin diğer üyeleri ile birlikte amerika birleşik devletlerinde ziyaretlerde bulunmuştur. 1963 yılında yazar ve aktivist nogami yaeko ve sanatçı ıwasaki chihiro ile birlikte "yeni japonya kadınlar derneği'ni" kurarak 1971 yılında hayata veda edene kadar yazmaya ve ders vermeye devam etmiştir. dernek çalışmalarına hala devam etmektedir.

    ın the beginning, woman was the sun: the autobiography of a japanese feminist isimli kitabından kendisi ve çalışmaları ile ilgili daha çok bilgiye ulaşılabilir.

  • bluestocking (seito) dergisi

    bluestocking (orijinal adıyla seito) 1911 yılında beş efsane kadın (haru raicho hiratsuka, yasumochi yoshiko, mozume kazuko, kiuchi teiko ve nakano hatsuko) tarafından yayınlanan bir edebiyat dergisidir. bu grup kendini japon bluestocking topluluğu (seito-sha) olarak adlandırmıştır. yayının ismi, 18. yüzyılın ortalarında ingiltere'de kadınların standart dans edilen, kart oyunları oynanan buluşmalar yerine entelektüel tartışmalar yaptıkları ve sıklıkla entelektüel erkekleri de tartışmalara davet ettikleri, birinci dalga feminizmi de başlatan mavi çoraplılar (blue stocking society) hareketine referans olarak konulmuştur. japonca'da bu hareketin isminin tam karşılığı kontabito olsa da raicho hiratsuka'ya göre japon kültürü için uygun olmaması ve mavi çorabın pek de kullanılmaması nedeniyle ıkuta choko'nun da desteği ile bluestocking için seito kelimesi üzerine tartışmış ve tercih etmiştir.

    dergi üzerinden eğitim ve edebiyat yoluyla kadınların eşit haklarını savunmuşlardır. zamanın japon içişleri bakanlığı tarafından toplum için yıkıcı olduğu gerekçesi ile yasaklanan pek çok tartışmalı eserin çevirileri ve savunusuyla birlikte, erken feminist düşüncelere ve kadınların toplumsal cinsiyet temelli kısıtlamalar karşısında öz farkındalık geliştirmesi için çalışmalara yer verilmiştir. modern japon feminizmine çok büyük etkisi olmuş olan bu dergi yüzden fazla katkı sağlayan yazarla birlikte 52 sayı çıkarmıştır. içerikleri oldukça çeşitli olan dergide japon kadınların kendi yazılarından haiku ve waka şiirlerine, kısa öykü ve tiyatro eserlerinden batılı metinlerin çevirilerine kadar pek çok alana dokunulmuştur. anton çehov, guy de maupassant, edgar allan poe, emma goldman, ellen key, henrik ıbsen, mary wollstonecraft, bernard shaw gibi nice insanın eserlerinin çevirileri yapılmıştır. meijilerin "yeni kadın" kavramı, tecavüz, seks işçiliği, görücü usulü evlilik, kürtaj, sınıf mücadelesi, annelik, çocuk bakımı, sosyolojik çalışmalar, anarşist teori gibi pek çok konu ele alınmıştır.

    peki, bluestocking'i zamanın diğer kadın dergilerinden ayıran şey neydi?

    batıyı yakalama merakında olan meiji döneminin gerçekleştirmeye çalıştığı dönüşüm yasalarda ve hane halkının yaşamında da pek çok değişime neden olmuştu. milliyetçiliği teşvik etmek için imparator tüm ailenin başı olmuş, patriyarkal bir ev reisi olmasını gerektiren ve evin en küçük erkek üyesinin bile evdeki diğer tüm kadınlardan daha çok gücünün olduğunu güvence altına alan yasal düzenlemeler devreye girmişti. siyasal katılım kadınlara yasaklanmıştı. sanayileşme daha çok işçinin "üretilmesini" gerektiriyordu ve yeni yasa bunu açıkça belirtiyordu. evlilik dışı ilişki erkeklere serbestken kadınlar için iki yıllık hapis cezası getiren bir suçtu. boşanma yasal olarak mümkün olmasına rağmen büyük bir utanç kaynağıydı ve kürtaja suçmuş gibi yaklaşılıyordu. (bugün çok mu farklı ki diye içten gelen sesi duyuyor gibiyim)

    diğer yandan varlıklı kimselerin kız çocukları okula gidiyordu. bu da "yeni kadın" meselesinin "iyi bir eş, akıllı bir anne" sloganıyla bir diğer yüzünü temsil etmesi içindi. ders içerikleri erkeklerinkine göre çok hafif olmasına rağmen topluma okumuş orta sınıf kadın sağlamıştı. bununla birlikte popüler olan kadın dergileri yine yeni kadından bahsediyordu: ideal anne, daha çok çalışan ev hanımları ve hristiyanların değerlerinin topluma empoze edilmesi…

    bunların arasında meiji 6 topluluğu gibi hükümetin kadını değersizleştiren politikalarını eleştiren gruplar olsa da, seito ahalisi radikal anarşist sakae osugi ile çok eşli ve toplumun önünde apaçık tutkulu bir ilişki yaşayan, seito'da erotik ve özgür aşkı savunan kısa hikayeler, görücü usulü evlilikten kaçan kadınları savunan yazılar yazan, kadının bedenin sadece ve sadece kendine ait olduğunu söyleyen efsane ito noe ve derginin kurucularından, kadınların ekonomik özgürlüğünü, iş gücüne ve siyasal kararlara katılımını savunan raicho hiratsuka gibi eşsiz isimlerle japonya'da kadın hareketinin açık ara öncüsü haline gelmişti.

    1911 – 1914 yılları arasında, raicho hiratsuka liderliğindeki dergi ilk sayısında, görücü usulü bir evliliğin bozulmasını anlatan kısa bir öykü nedeniyle yasaklanmıştı. 1912 yılında araki ıkuko'nun, meyhanede tanıştığı bir adamla seviştiğini hatırlayan bir kadının erotik anısını anlatan öyküsüyle dergi kadın cinselliğinin açık sözlü bir şekilde ifade edilmesiyle okuyucuları şok etmiş ve yine yasaklanmıştı.

    seito üyeleri, kadınların içki içmesine önayak olan yazılar yazıyor, sadece erkeklere açık olan genelev sokaklarında dolaşıp seks işçiliği üzerine politik görüşlerini belirtiyorlardı. kadınların sadece aşk için evlenmesi gerektiğinden bahsediyor, toplumsal cinsiyet ve lezbiyenlikle ilgili çeviriler yapıyorlardı. dergi popülerleştikçe ana akım dergi ve gazeteler yazarların hayatlarını incelemeye, utanç kaynağı olduklarını yazmaya başlamıştı. hastalık olarak görülen eşcinsellik konusunda hiratsuka raicho, otake kokichi, tamura toshiko ve naganuma chieko gibi lezbiyen yazarların üstüne gidiyorlardı.

    1915'te yayın yönetmenliği daha da radikal bir isme, zaten giderek politikleşen dergiyi daha agresif bir çizgiye taşıyan ıto noe'ye geçmişti. ıto noe dergiyi okuyucuların da yazması için daha açık bir hale getirmiş ve toplumsal sorunlar üzerindeki yazılar çoğalmıştı. 1915 yılında dergi, kürtajın yasallaşmasıyla ilgili sayısı nedeniyle bir kez daha yasaklandı. bir yıl kadar bir süre içerisinde japon içişleri bakanlığı dergiyi dağıtan herhangi bir kitap dükkanı ya da kişinin cezalandırılacağına karar verdi, yazarların kamu ahlakını bozduğu ve okuyan herkesin ayıplanması gerektiği ile ilgili görüşleri yaygınlaştırmaya devam etti. dergi satışların azaltılmasıyla kapanmaya zorlanarak son sayısını 1916 yılının şubat ayında çıkardı.

    (bkz: ito noe)
    (bkz: raicho hiratsuka)

  • skepsisli mania

    mania, bahsinin geçtiği eserlere göre milattan önce 440-399 yılları arasında yaşayan, truva bölgesinde yer alan dardanus antik kentine bağlı skepsis antik kentinin ilk kadın yöneticisidir.

    skepsis antik kenti, bugünkü bayramiç ilçesinin merkezine 18 km mesafede bulunan evciler beldesi civarında kurulmuştur (palaiskepsis). truva kralı priam'ın soyundan gelen hektor'un oğlu skamandrios ile aineias'ın oğlu askanias'ın şehrin kurulmasına yardımcı oldukları ve uzun zaman da burada hüküm sürdükleri kaynaklarda belirtilmiştir. şehir daha sonra bugün yine bayramiç ilçesine bağlı olan merkeze 10 km mesafedeki kurşunlu köyünün olduğu yere taşınmıştır. bayramiç ilçesi kurulurken şehrin taşları sökülmüş ve yeni merkezin yapımında kullanılmıştır.

    mania, pers satrap 2. pharnabazus'un liderliği altındaki zorba hükümdar zenis'in karısıdır ve kocasının ölümünden sonra yerine geçmiştir. yunan şehirlerinde bir kadının hükümdar olarak başarılı olmasının alışıldık olmadığı bu zamanlarda tıpkı eşi zenis gibi 2. pharnabazus'un desteğini almış ve onun güvencesiyle yönetimini sürdürmüştür. sokrates'in öğrencilerinden ksenofon'a göre, mania başarılı bir lider olarak tüm görevlerini yerine getirmesinin yanı sıra 2. pharnabazus'a pek çok şey hediye etmiş ve sarayın etkili üyelerinden biri haline gelmiştir.

    yönetici olarak sadakati ile bilenen mania, vergisini (belki o zaman için bir çeşit haraç olduğunu da söyleyebilir miyiz?) düzenli ve bolca ödeyerek, 2. pharnabazus'a paralı ordusu ile askeri görevlerde destek olarak yönetimini sürdürmüştür. ksenofon'a göre askeri desteğinin yanı sıra 2. pharnabazus'a siyasal konularda da danışmanlık yapmıştır.

    bugünkü biga yarımadasının marmara denizine kıyısı olan ve kuzey bölgesinde yer alan misya halkının ve anadolu'nun güneyindeki pisidya halkının isyanlarına karşı yürütülen kampanyalara katılmıştır. pers yönetimi altında olan larisa (truva), biga yarımadasının güneybatısında bulunan hamaxitos antik kenti ve bugünkü ezine'ye yaklaşık 3 km mesafede yer alan kolonai antik kentlerinin güvenliğinin sağlanmasında aktif rol almıştır. tüm savaşlara at arabası üzerinde bizzat katılan mania, kaynaklara göre hiç yenilmemiştir. ksenofon'u takiben yunan yazar polyaenus mania'yı eşsiz bir general olarak tanımlamıştır.

    mania ve 17 yaşındaki oğlu, damadı meidias tarafından öldürülmüştür. 2. pharnabazus meidias'ı mania'nın yerine varisi ve skepsis'in yeni yöneticisi olarak reddetmiştir. skepsis halkı da aynı şekilde yeni yönetici olarak meidias'ı kabul etmeyi reddetmiştir. mania'nın ölümünden kısa bir süre sonra skepsis spartalı general derkylidas tarafından kuşatılmıştır. söylentiye göre, mania'yı çok seven skepsis halkı meidias'a rağmen kenti kenti rızasıyla generale vermiştir.

    mania ile ilgili anlatımlara ksenofon'un hellenica adlı eseri ve polyaenus'un strategemata (stragems in war) adlı eserinin 8. kitabının 26-71 bölümleri arasında rastlanmaktadır.

  • ulaşılabilir olan her şey değersizdir

    bunu söyleyenlere herhangi bir sebzeyi yetiştirmesini tavsiye ederim. bahçesinde büyüyen herhangi bir sebzeyi meyveyi iddia ediyorum ki pazardan aldığından bin kat kıymet vererek yiyecektir, ayağının dibinde olmasına rağmen

  • masanobu fukuoka kimdir?

    japonya'nın güneyindeki şikoku adası'nın küçük bir çiftçi köyünde çiftçi bir ailenin mensubu olarak 1913 yılında dünyaya gelmiştir. mikro-biyoloji alanında bitki pataloğu olarak öğrenimini tamamladıktan sonra uzun yıllar bitki hastalıkları üzerine çalışmıştır. yeni uygulanmaya başlanan batı bilimine bu hakimiyeti ona kısa sürede, yokohama limanından ülkeye girip çıkan bitkileri teste tabi tutma işinden sorumlu olduğu zirai gümrük denetçiliği görevini getirmiştir. yokohama gümrük bürosu'nun bitki denetleme bölümünde birkaç yıl çalıştıktan sonra, modern ziraat biliminin "mucizeleri" hakkında öğrendiği her şeyi sorgulamaya başlar ve insan medeniyetinin tüm "başarılarının" doğanın bütünlüğü karşısındaki acizliğini fark eder. insanın doğayı kontrol etme, hatta anlama çabasının nafile ve özünde yıkıcı olduğunu idrak ederek köyüne döner. burada doğal tarım üzerine deneysel çalışmalara başlar. fakat bu ilk deneyimi başarısızlıkla sonuçlanır.

    ikinci dünya savaşı arifesinde koçi vilayeti bitki hastalıkları ve böcek kontrolü araştırma şefi olarak görevlendirilir ve sekiz yıla yakın bir süreyle bu görevde kalır. savaşın ardından tekrar köyüne döner ve 55 dönümlük arazisinde yeniden doğal tarım çalışmalarına başlar. yıllarca süren denemeler ve birçok başarısızlığın ardından, doğayı gözleyip onun izinden giderek müdahaleyi en aza indirgediği doğal tarım yöntemine ulaşır. "hiçbir şey yapma tarımı" olarak nitelendirdiği bu yöntemle aldığı mahsul, toprağı zayıflatmadığı gibi, giderek japonya'nın en yüksek verimine denk bir seviyeye gelir. doğal tarım yöntemini bir hayat felsefesi olarak uygulayan fukuoka, yazdığı birçok kitap ve makalenin yanı sıra pek çok toplantı ve konferansa katılarak bu tarım yönteminin önemli sözcülerinden biri olur. doğal tarım çalışmalarını 95 yaşına dek yaşadığı çiftliğinde uygulamalı olarak genç kuşaklara aktaran fukuoka 2008 yılında hayata veda eder.

    kaos yayınları tarafından türkçe'ye çevrilen ve özellikle kırsala dönen insanlar için çok önemli kaynaklar olan iki kitabı:

    -doğal tarımın yolu: felsefesi ve uygulaması, kaos yayınları, 2013, 2. baskı
    -ekin sapı devrimi, kaos yayınları, 2016, 2. baskı

    aynı zamanda kendisini rehber bellemiş ve kırsala göçüp bu yöntemleri deneyimlemeyi ve yaşamlarını bu felsefeye göre sürdürmeyi yol edinmiş gençler tarafından, fukuoka'nın öğrencisi larry korn, panos manikis ve bu yöntemlerden faydalanan diğer kişilerle de iletişime geçilerek yazılarının, röportajlarının çevirilerinin yapıldığı ve deneyimlerin paylaşıldığı türkçe bir web sitesi:

    https://ekinsapidevrimi.org/

    fukuoka'nın doğal tarım gözlemleri ve teknik paylaşımlarının yanı sıra modern tarım eleştirileri, diğer ülkelerde yaptığı gözlemler, felsefesi görüşleri, zen budizmi, taoizm, doğa, tanrı vb. pek çok konuyu ele aldığı, henüz türkçe'ye çevrilmeyen ve dört gözle beklenen diğer kitaplarının ingilizce versiyonları:

    masanobu fukuoka, the road back to nature, regaining the paradise lost, japan publications, inc., tokyo and new york, 1987
    masanobu fukuoka, the ultimatum of god nature the one-straw revolution a recapitulation, shou shin sha (ısbn olmadan yayınlanmıştır), 1996
    sowing seeds in the desert: natural farming, global restoration, and ultimate food security, chelsea green publishing (editörü öğrencisi larry korn'dur), 2013

    bunların dışında henüz ingilizce'ye de çevirisi yapılmamış birçok eseri vardır. çoğu kitabını kendisi yayınlamıştır.

    fukuoka'nın the road back to nature kitabından, fikirlerine ve sorularına şu an hala katıldığım, her fukuoka cümlesi gibi basit ama etkili bulduğum bir küçük çeviri:

    https://ekinsapidevrimi.org/2017/05/15/bir-baris-mesaji/

    son olarak ekin sapı devrimi, köye dönüş bölümünden, daha önce okumuş olmama rağmen köye gelişimin başlarında iç sesimin tekrar edip durduğu ve zaman zaman tekrar gelen bir alıntı:

    "bu tarafta rıhtım var. diğer tarafta ise 4. iskele. eğer bu tarafta yaşam olduğunu düşünüyorsanız, o zaman ölüm diğer tarafta. eğer ölüm fikrinden kurtulmak isterseniz, kendinizi bu tarafta yaşam olduğu düşüncesinden kurtarmalısınız. yaşam ve ölüm birdir."

    (bkz: doğal tarım)
    (bkz: zen budizmi)
    (bkz: taoizm)

  • recep tayyip erdoğan

    bence çok zorlanan insan.
    artık kendi olmayan.
    bence mutsuz, yorgun, aciz.

    ne acayip şu başlığa herkesin yazacak çok şeyi olmasına rağmen şu kadarcık kelimeyle kalıyor olması. bilemedim.

  • baraye

    farsça anlamı "için, -den dolayı, … yüzünden" olan baraye, iranlı müzisyen ve şarkı sözü yazarı shervin hajipour'un şarkısıdır. şarkı, uygunsuz şekilde başörtüsü taktığı iddiasıyla tutuklanan ve görgü tanıklarına göre irşad devriyesi (ahlak polisi) tarafından ciddi şekilde dövüldükten sonra polis nezaretinde hayatını kaybeden mahsa amini adlı 22 yaşındaki iranlı bir kadının ölümünden ve sonrasında şarkıda da geçen "kadın, yaşam, özgürlük" sloganıyla yapılan protestolardan ilham almıştır. şarkı sözlerinde her bir cümle, protestolar esnasında sosyal medyada yayılan "için" kelimesi ile başlayan ve kişilerin iran yönetiminin hak ihlallerine karşı protestolara katılmaktaki kişisel gerekçelerini açıkladıkları gönderilerden oluşmaktadır.

    28 eylül 2022 tarihinde shervin hajipour'un instagram hesabından yayınladığı şarkı ertesi gün yetkililer tarafından tutuklanmasının ardından 48 saatten kısa bir süre içerisinde platformdan kaldırılmış, buna rağmen yaklaşık 40 milyon görüntülenmiştir. hajipour'un paylaştığı videoda özgün tweetler, ekran görüntüleri sözlerle eş zamanlı olarak gösterilmiştir.

    düşük yaşam memnuniyeti, kadın hakları, çocuk hakları, mülteci hakları, hayvan hakları, ekolojik haklar, durgunluk ve yoksulluk, teokrasi, toplumsal ve dini tabular, militarizm ve yolsuzluk, ifade özgürlüğü ve hükümetin diğer ülkelere karşı düşmanlığı gibi halk tarafından değiştirilmesi talep edilen pek çok konuya değinen şarkı dünyanın çeşitli yerlerinde aynı duyguyu paylaşan iran halkından insanlar ve benzer durumu farklı ülkelerde yaşayanlar tarafından büyük övgüyle karşılanmış ve sahiplenilmiştir. protestoların "marşı" olarak nitelendirilmektedir.

    iran'da tüm müzik platformlarının yasaklı olmasına ve bir telif hakkı yasası olmamasına rağmen spotify, youtube, soundcloud ve diğer platformlarda milyonlarca kişi tarafından izlenmiş ve dinlenmiştir. şarkıdan sonra, gelecek yıl yapılacak grammy ödüllerinde toplumsal hareketler, toplumsal dönüşümle ilgili yeni bir kategori açılması ve değerlendirilmesi için yüz binden fazla başvuru yapılmıştır. baraye, dünyada çeşitli üniversitelerde iran halkı ile dayanışma amacıyla yapılan pek çok etkinlik ve protestolarda kullanılmıştır.

    şarkının yaygınlaşmasından sonra;

    - birleşik krallık parlamentosunda milletvekili rushanara ali protestolardaki kadın haklarının önemini vurgulamak üzere şarkıdan alıntı yapmış ve hükümet yetkilisi david rutley'den iran'ın birleşmiş milletler kadın komisyonundan çıkarılmasını desteklemesini talep etmiştir. (8 kasım 2022)

    - fransız senatosunda, senatör melanie vogel konuşmasını baraye'yi çalarak bitirmiş, senatör nathalie goulet paylaştığı dayanışma videosunda şarkıyı kullanmıştır. (5 kasım 2022)
    - kanada senatosunda, senatör ratna omidvar konuşmasını şarkının ingilizce çevirisini okuyarak başlamıştır. (3 kasım 2022)

    - nobel ödüllü pakistanlı aktivist malala yousafzai dayanışma videosunda şarkıyı kullanmıştır.

    - 2022 dünya kupası, iran – ingiltere maçından önce khalifa stadının dışında iranlıları bir araya getirmek ve dayanışma için baraye çalınmıştır.

    - iranlı vücut geliştirme sporcusu saeed noruzi, avusturya vücut geliştirme federasyonu tarafından düzenlenen yarışmada gösteri müziği olarak baraye'yi kullanmıştır. (4 kasım 2022)

    - buenos aires'teki konserinde coldplay golshifteh farahani ile birlikte baraye'yi söylemiştir. eş zamanlı olarak 81 ülkede 3400 sinemada canlı olarak yayınlanmıştır. (29 ekim 2022)

    - shervin hajipour'un tutuklanmasını protesto etmek için roger waters "hey ayatollah, leave them kids alone" sözleri ile şarkıyı paylaşmıştır.

    ve daha niceleri. bu örnekleri neden yazıyorum? bir şarkının gücünü ifade edebilmek, sanatın toplumsal hareketlerdeki yerini ve bazen bir şarkının herkesin anlatmak istediklerini anlatmayı ne kadar kolaylaştırabildiğini göstermek için. nüfuslu kişiler tarafından kullanılması ve yaygınlaşması iran gibi kapalı ülkelerde gerçekleşen protestoların duyulması için önemlidir. sokaklarda ne oluyor, çok az haberimiz var. birkaç batılı milletvekili için bile, gösteriş ya da gerçekten destek için de olsa, o ruhsuz politikaların arasına bir şarkıyı sokabilmek önemlidir kanımca. yüreğine sağlık shervin ve bu cümlelerin peşinde sokakta olan tüm kardeşler.

    şarkının sözleri (çeviride sürçülisan ettiysek affola) :

    sokakta bir dans için;
    herkesin içinde öpüşmekten korktuğun için;
    benim,sizin, bizim kız kardeşlerimiz için;
    fanatiklerin fikrini değiştirmek için;
    cepleri boş babaların hissettikleri için;
    sıradanbir yaşam özlemi için;
    çöplükteki çocukların hayalleri için;
    bu komuta ekonomisi için;
    bu kirli hava için;
    valiasr caddesi ve bitkin ağaçları için;
    nesli tükenmek üzere olan pirouz (iran çitası) için;
    haksız yere yasaklanan masum sokak köpekleri için,
    bu dinmeyen gözyaşları için;
    düşen yolcuların kaybı için;
    artık gülmeyen yüzler için;
    öğrenciler ve onların geleceği için;
    cennete giden bu zorunlu yol için;
    hapisteki güzel beyinler için;
    ihmal edilen afgan mülteci çocuklar için;
    uzayıp giden çünkülerle dolu bu liste için;
    bu anlamsız düşmanca tezahüratlar için;
    rüşvetle yapılan evlerin molozları için;
    iç huzuru hissetmek için;
    uzun gecelerin ardından güneşin doğuşu için;
    sakinleştiriciler ve uykusuzluk için;
    insan, vatan, refah için;
    erkek olmayı dileyen kızlar için;
    kadın için, yaşam için, özgürlük için.
    özgürlük için,
    özgürlük için,
    özgürlük için.

    şuraya da coldplay konserinden görüntüleri bırakalım:
    https://www.youtube.com/...l=euronews%28T%C3%BCrk%C3%A7e%29

  • komünalizm nedir?

  • chicago okulu

    chicago okulu (ekoloji okulu ya da ekolojik okul olarak da isimlendirilir) 1920'li ve 1930'lu yıllarda chicago üniversitesi'nde yapılan kent sosyolojisi çalışmalarına ve bu çalışmalardan yola çıkarak oluşturulmuş öğretilere verilen genel isimdir. organizmacı bir okul olarak bilinen chicago okulu pozitivist ve ekolojist teorileriyle bireyi ve toplumu incelerken doğa bilimlerinin yöntemlerini kullanır. insan dışı doğanın özellikleriyle kentin doğasını açıklar. indirgemecilik ile eleştirilmiştir.

  • toplumsal ekoloji nedir?

    toplumsal ekoloji, anarşist kuramcı peter kropotkin'in fikirlerinden etkilenen murray bookchin'in çalışmaları ve fikirleri doğrultusunda gelişmiş radikal ekoloji yaklaşımıdır. ekolojik sorunların temelinde toplumsal sorunların olduğu fikrine dayanan toplumsal ekolojiye göre bu sorunların kökeni, toplumun hiyerarşik örgütlenme şeklinde, insanın insan üzerindeki ve insan dışı doğayı hâkimiyet nesnesi olarak ele almasıyla doğa üzerindeki tahakkümünde aranabilir. devletin otoritesi karşısında ulus-devlet yapılanmalarının yerine toplumsal ve özgürlükçü bir örgütlenme şeklinin benimsenmesi gerektiğini savunan bookchin, daha sonradan ayrı bir siyaset kuramı olarak nitelendirdiği komünalizmin gelişmesine katkıda bulunmuştur. bookchin'in komünalist kuramı anarşizm, marksizm ve sendikacılığın faydalı yönlerini aldığı özgürlükçü yerel yönetimciliğe dayanmaktadır. bookchin çalışmalarının erken dönemlerinde kendini ve kuramını anarşist olarak tanımlar. ekolojik bir toplumu inşa edebilmek için gerekli temellere en uygun kuramın anarşizm olduğu kanısındadır. komünalizmi ayrı bir kuram olarak detaylandırdıktan sonra, kendini liberter sosyalist olarak yeniden tanımlamış ve anarşizmi de eleştirmiştir. bu nedenle toplumsal ekolojiyi eko-anarşist bir perspektif olarak değerlendirirken beraberinde bu değişim de dikkate alınmalıdır.

    toplumsal ekoloji toplumu yeniden kurma idealinin oldukça radikal bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini savunur. derin ekoloji gibi taoizm ve budizm'den etkilenmiş ve bireyin aynı zamanda ruhani bir farkındalık kazanması gerektiğini savunan diğer düşüncelerin eleştirisini yapar ve bu dönüşümün en önemli ayağının siyasal ve toplumsal yapıda olması gerektiğini söyler. gerçek savaş alanın toplumsal olduğunu ve mücadelenin en önemli ayağının kapitalizm ve kapitalist devletler olduğunu söyleyen bookchin, ekolojik ve toplumsal sorunları birbirinden ayrı ele alırsak bunlara sebep olan topluma nüfus etmiş hiyerarşik zihniyet ve sınıf ilişkilerinin farkına varamayacağımız kanısındadır. bu ilişkilerin neden temel sebep olarak görüldüğünü kavrayabilmek için toplumsal ekolojinin doğayı nasıl tanımladığını ve diğer bakış açılarından ne noktada ayrıldığını anlamak gerekir.

    toplumsal ekoloji doğayı tanımlarken tamamen doğa-merkezci ya da tamamen insan-merkezci bir bakış açısından kaçınır. kendi bakış açısını, eleştirel biçimde diğer bakış açılarının hangi yönleri sebebiyle insan-merkezci ya da doğa-merkezci oldukları üzerinden de tanımlar. doğa-merkezci olan görüşleri, toplumu eleştirirken insanı insan dışı doğadan ayrı ele alarak misantropiye gidebilen bir düşünce pratiği olarak nitelendirir. ekolojik sorunların temelinde toplumsal sorunların yattığını savunduğu için tamamen doğa-merkezci düşünmenin sorunu çözemeyeceğini iddia eder. çevrecilik ve ekoloji kavramlarını birbirinden ayrı tutan bookchin, çevre korumacılık fikirlerinin de doğayı yeterince ele aldığını düşünmez ve insan-merkezcilik eleştirisini getirir. çevre korumacı fikirlerin temelinde doğanın insan için kaynak olarak ele alındığını, doğayı insan kullanımı için daha iyi hale getirerek koruma fikrinden hareket edildiğini, bu nedenle ekolojik bütünlük fikrine uymadığını savunur.

    toplumsal ekolojiye göre insan doğanın "ayrı" değerlendirilemez ve "üstün" tutulamaz bir parçasıdır. bu düşüncenin temelinde esas olarak evrim teorisine sıkı sıkıya bağlılık yatar. ekosistemin her bir parçasının birbirini tamamlayıcı ve biri diğerine hâkim olmayan karşılıklı bağımlılığa dayalı bir ilişki sistemi vardır. insan bu parçalardan akıl ve irade farklıyla kendi evrimsel süreci içerisinde ikinci bir doğa yaratmıştır. toplumsal ekoloji toplumu "ekolojik" bir şekilde yeniden kurmaya yönelik fikirlerini açıklarken birinci doğa ile ikinci doğa içerisindeki uyuma ve ilişkilere dikkat çeker. bookchin'e göre toplumsal ekolojiye duyulan ihtiyaç da buradan kaynaklanır.

    toplumsal ekoloji doğadaki ilişkileri karşılıklı bağımlılıklar ağı etrafında bütüncü bir perspektifle ele alarak bir topluluğu anlamlı kılan modelleri anlamaya çalışır. bütüncülük parçalar arasındaki ilişkilerin nasıl düzenlendiğini, parçaların bütünü toplamından fazlası kıldığını anlamaya yönelik çaba sarf etmeyi hedeflemektedir. toplumsal ekolojinin yine bütüncülük bağlamında, doğa algısıyla ilgili değerlendirilebilecek bir diğer önemli noktası doğayı sadece insan dışı doğa olarak değil, evrimi de içeren bir gelişim süreci olarak almasıdır. insanın bu gelişim sürecinde ekosistemin dışında yabancı bir varlık olmadığını bütüncü bir bakış açısıyla bookchin bunu şöyle anlatır:

    "biz, gerçek anlamda, bizden önce var olmuş olan her şeyiz. dolayısıyla, en nihayetinde bugün olduğumuzdan çok daha fazlası olabiliriz. şaşırtıcı bir şekilde, doğal ve toplumsal evrim boyunca yaşam formlarının evriminde çok az şey kaybolmuştur. bu durum, embriyonik gelişimimizin kanıtladığı üzere kendi vücutlarımızın evrimi için de geçerlidir. evrim tam da kendi varlığımızın doğasının parçaları olarak içimizde (çevremizde) yer alır."

    ayrımını yaptığı insanlığın ikinci doğasının birinci doğadan hiçbir zaman uzaklaşmadığını, bunun evrim sürecine uygun olarak devam eden bir gelişim süreci olduğunu ortaya koyar. bununla beraber, bookchin, diğer yaklaşımların medeniyet eleştirisinde de sıkça karşılaştığımız doğadan kopmuş olma halini hiyerarşik ilişkilere ve bizim de doğayı tanımlarken aynı insani tanımları kullanıyor oluşumuza bağlar.

    özgürlüğün ekolojisi isimli kitabında, kent sosyolojisi üzerine çalışan chicago okulu (bkz: chicago okulu) örneği üzerinden indirgemeci yaklaşımı her iki yönüyle de eleştirir. bir yandan insan dışı doğadaki ilişkileri insana yönelik terimlerle tanımlıyor olmak, diğer yandan da insan dışı doğada olduğunu varsaydığımız davranışları tanımlayarak bu terimleri tekrardan toplumu analiz etmek için kullanmak insan dışı doğa, toplum ve ikisi arasındaki tamamlayıcı ilişkiyi açıklamakta yetersiz ve hatalıdır. toplumdaki hiyerarşik yapıya benzer bir hiyerarşi kurma yöntemiyle yapılan bu sınıflandırmaların ekolojik bakış açısına ve çeşitlilik içerisindeki birlik ilkesine uygun olmadığını öne sürer. bookchin'e göre "ekolojik bakış açısını eşsiz derece özgürleştirici kılan en temel şey, onun geleneksel hiyerarşi anlayışlarına meydan okumasıdır." bir ilişkiler bütünü olarak ele alınan ekolojinin hiyerarşik bir hâkimiyet sistemi olmaktan ziyade, yatay düzeyde karşılıklı bağımlılık ilkesiyle doğadaki çeşitliliği birbirine bağladığını belirtir.

    bu düşünce, bookchin'in doğayı nasıl anlamlandırdığının, toplumun yeniden inşa edilmesine yönelik fikirlerini de doğrudan etkilediğini ve ikisinin birbirini tamamlayıcı nitelikte olduğunu gösterir. tıpkı doğadaki çeşitliliğin karşılıklı bağımlılık ilkesi doğrultusunda birbirini tamamladığı gibi, ekolojik bir toplum kurabilmek için bir bütünün çeşitli parçaları olarak benzer şekilde ikinci doğayı yeniden düzenlememiz gerekir. komünalist projenin temelinde ulus-devlet yapılanmalarına karşı böyle bir ekolojik toplum oluşturma fikri yatar.

    toplumsal ekolojinin bu bütüncü anlayışı, insanın doğayı anlayamayacağını ve "doğanın zorunlu olarak en doğrusunu bilme durumunun" olduğunu düşüncesine karşı çıkar. insanın akıl ve irade özelliklerinin ayırt edici olduğunu kabul eden bookchin, bununla beraber, bilimin doğanın tüm işleyişine hâkim olduğu fikrini yanılgı olarak görmektedir. doğa-merkezci yaklaşımların temelini oluşturan doğanın insana üstün olduğu fikrine karşılık doğanın bir parçası olma durumunu da öne sürerek bir başka ilkeyi ortaya koyar:

    "bilimin bu engin inorganik ve organik ilişkiler yumağının tüm detaylarına hâkim olduğunu varsaymak kibirliliğin ötesinde, büsbütün budalalıktır. çeşitlilik içinde birlik ekolojinin başlıca ilkelerinden birini oluşturuyorsa, tek bir dönüm toprakta var olan bitki ve hayvan yaşamının zenginliği bizi başka bir temel ekolojik ilkeye götürür: ileri derecedeki bir doğal kendiliğindenliğe izin verme gereksinimi. yaşam formlarının bu karışık, zengin bir şekilde dokunmuş ve sürekli olarak değişen doğal kaleydoskopu hakkındaki bilgimizin, bize biyosferi keyfimizce yönlendirmemize izin veren bir "üstünlük" sağladığını varsaymak büsbütün akılsızlıktır… "doğa ile birlikte çalışmak", doğal olguların kendiliğinden gelişiminden doğan biyotik çeşitliliği teşvik etmemizi gerektirir. kendimizi insan kavrayışının ve müdahalesinin ötesinde olan mistik bir "doğa" ya, insandan korku ve itaat talep eden bir doğaya teslim etmemiz gerektiğini kastetmiyorum."

    bu sözlerin üzerine toplumsal ekolojinin temel hedefinin mantığını charles elton'un gözlemiyle özetler "dünyanın geleceğinin yönlendirilmesi gerekir, fakat bu yönetme işi bir satranç oyunu gibi olmayacaktır –daha çok bir tekneyi idare etmek gibi olacaktır." bookchin bu gereklilik karşısında, izole olarak kendine yeten, kendini idare eden toplulukları dar görüşlü olarak görür. toplumdaki çeşitliliğin, rasyonel bir toplum hedefi çerçevesinde bu yönetimi gerçekleştirebilmek üzere bir arada olması gerektiğini savunur. çok uluslu şirketler ve devlet ilişkisinin güçlü bir iktidar ve otorite kaynağı olduğu hiyerarşik toplumsal yapının ekolojik bir düzlemde değişebilmesi için özgürlükçü yerel yönetimler şeklinde örgütlenmiş konfederal eko-topluluklar fikrini ortaya atar.

    bookchin'e göre kendimizi gerçekleştirmemize imkan sağlayacak olan ekolojik toplum sadece insan türüne özgü olan akıl, düşünce ve diyaloğun kurallarına göre şekillendirilmelidir. bunun gerçekleşmesi için toplumsal ekolojinin düşüncelerini etraflıca içerecek şekilde farklı bir siyasal kategori olarak komünalizmi öne sürer. başta komünalizmi anarşizmin demokratik bir boyutu olarak nitelendirirken, ileriki düşüncelerinde ayrı bir siyasal ideoloji olarak ele alır ve bunun üzerinden komünalist projeyi açıklar. bookchin'e göre bir ideoloji olarak komünalizmde anarşizmin rasyonalizm karşıtlığı ve bireyselliği, marksizm'in otoriterciliği yoktur. kendine sınırlandırılmış bir eylem alanı veya bir odak noktası benimsemez. komünalizm, özerk yerel toplulukların bir federasyon altında birbirine bağlandığı bir yönetim sistemi ya da teorisidir.

    bookchin'in komünalist projesinde topluluklar aldıkları kararlarda özerk olmalarıyla birlikte konfederal yapıya sıkı sıkıya bağlıdır. toplulukların temel hedefi böyle bir yapılanma altında meclisleriyle birlikte bir araya gelerek devlete ve iktidarın meşruiyetine meydan okuyacak özgürlükçü sivil bir yönetim biçiminin kurumlarını oluşturmaktır. bu noktada komünalizmin somut programında özgürlükçü yerel yönetimcilik yer almaktadır. ortak yaşam biçimini demokrasi olarak belirleyen komünalizme göre toplumun sadece siyasal değil, iktisadi yapısının da yerel yönetimleştirilmesi, toplumun tamamının çıkarlarını sağlamak üzere kapitalist ve hiyerarşik toplumun bütünlüklü olarak eleştirilmesi gerekmektedir. bu toplumda bireyler eşit oldukları ve doğrudan demokrasi olan halk meclislerinde özel kimliklerinden arınmış bir şekilde en öncelikli kaygısı toplumun genel çıkarları olan yurttaşlar olarak var olmalıdır. burada bookchin yine konfederal yapılanmayla birlikte gelen ve iktidarın meşruiyeti karşısında güçlü bir rakip olacak olan sivil yönetimin ulus-devlet yapılanmasını değiştirmesi gerektiğine yurttaşlık üzerinden vurgu yapar. bookchin'in komünalizmine göre yurttaş farklı bir anlam taşımaktadır. yerel yönetimlerdeki halk meclisleri bu yeni yurttaşların idare işlerinin yönetilmesi konusunda eğitilmesini sağlayan alanlar olmalıdır. iyi yaşam ve insani ihtiyaçlarla tanımlanan bir etiğe sahip olan bu meclislerde insan dayanışmasının temel alınması tek bir sınıfın çıkarlarını gözeten düşüncelerin aksine tüm toplumun kimliklerinden arınmış bir şekilde ortak fayda sağlayacağı merkezler haline gelecektir. iktisadi olarak da bu etiğe dayanan ve iktisadi işleri de ortak kararlara bırakan bu yaklaşımın büyük ütopyacıların ve marksistlerin umdukları evrensel bilinçlilik ve akılcılık durumuna ulaştıracağını düşünen bookchin bu düşüncesini şu sözlerle tamamlar:

    "bu da insanlığın maddi çıkar yerine aklı cisimleştiren ve kıtlık ve maddi yoksunluk ahlakının dayattığı sade yaşama dayalı bir ahenk yerine maddi açıdan kıtlığın söz konusu olmadığı bir durumu sağlayan bir tür olarak kendini gerçekleştirmenin yolunu açacaktır."

    bookchin'e yöneltilen eleştiriler de yine derin ekoloji üzerinden olmuştur. toplumun yeniden inşa edilmesinin ekolojik sorunların çözümünde ve ekolojik bir toplumun var oluşunda başlangıç noktası olarak kabul edilmesi insan-merkezci bir yaklaşım olarak eleştirilmiştir. derin ekolojiye olan eleştirilerindeki üslubu ve kendi teorisini toplama mal etme hali rahatsızlık getirmiş, tepkiyle karşılanmıştır. bununla beraber kendini anarşizmin dışında tutmaya karar vermiş olsa da hem literatürde hem de çalışmalarında anarşist bir perspektife sahip olduğunu söylemek mümkündür.

    kaynaklar:
    1) andrew dobson, ekolojizm, yeni insan yayınevi, 2016
    2) murray bookchin, toplumsal ekoloji ve komünalizm, sümer yayıncılık, 2013
    3) murray bookchin, özgürlüğün ekolojisi, sümer yayıncılık, 2015
    4) murray bookchin, toplumu yeniden kurmak, sümer yayıncılık, 2013

  • derin ekoloji nedir?

    derin ekoloji, norveçli filozof arne naess'in 1972 yılında yapılan üçüncü dünyanın geleceği konferansında derin ekoloji-sığ ekoloji ayrımı yapmasıyla ortaya konmuştur. arne naess 1973 yılında yayınlanan "the shallow and the deep, long-range ecology movements: a summary" isimli makalesinde derin ve sığ ekolojiler arasında farklılıkları ortaya koyarak derin ekolojinin ilkelerini belirlemiştir. derin ekoloji alanında arne naess'in yanı sıra bill devall, gary synder ve george sessions'ın çalışmaları vardır. ortak çalışmaları da bulunan bu isimler derin ekolojinin ve "ekosofilerin" gelişimine önemli katkıda bulunmuştur.

    derin ekoloji ve sığ ekoloji ayrımı, esas itibariyle insan-merkezcilik ve eko-merkezcilik üzerinden yapılmaktadır. ekolojizmin gelişimine de felsefi temellerinin oluşturulmasında önemli katkı sağlamış olan derin ekolojinin sığ ekoloji tanımı şöyledir:

    sığ ekoloji olarak adlandırılan çevre korumacı hareketler insan-merkezcidir. doğayı insan için kaynak olarak görürler ve esas üzerinde durdukları nokta kaynakların tükenmesine ve kirliliğe karşı mücadele etmektedirler. doğadaki çeşitlilik insan için değerli bir kaynaktır. bitki çeşitliliği insan için önemli olan tarım ve ilaçlarda kullanıldığı için değerlidir. nüfustaki artış ekolojik dengeyi tehlikeye sokmaktadır ve eğer kirlilik bu nedenle ekonomik büyümeyi engelliyorsa durdurulmalıdır. insanlar yaşam standartlarında bir gerilemeye razı olamazlar. doğa bir kaynak olduğundan, doğaya verilen zarar bu kaynakların medeniyetin gelişimine olan katkısını engelliyorsa bu konuda mücadele etmek gerekmektedir. bunun yanında sığ ekolojinin doğa algısında "vahşi doğa" zalimdir ve bu "doğaldır". ancak bu mücadele, ileri sanayi toplumlarındaki kurumsallaşmış dünya görüşüne meydan okuma konusunda başarısız olmuştur.

    derin ekoloji ise eko-merkezci bir yaklaşımdır. sığ ekoloji karşısında konumlanan derin ekolojiye göre insan ve doğa ayrımı yoktur. doğanın insanın ihtiyaçlarından bağımsız kendine has bir değeri vardır. insan da doğanın ve doğanın sahip olduğu bu değerin bir parçasıdır. derin ekolojiye göre insan olmayan doğa da ahlakın bir parçasıdır ve insan olmayan dünyanın iyiliğinin de gözetilmesi gerekir. biyoçeşitliliğin korunması ve doğayla uyum içerisinde yaşam doğanın yararınadır. budizm ve taoizm'deki birlik ve bütünlük anlayışına benzer bir doğa algısı mevcuttur. doğada karşılıklı bağımlılık vardır, bununla beraber sonsuz bağlantı içerisindeki olgular ağından bahsedilmektedir. gaia bu olgular ağıdır, tüm yaşam biçimleri ve ekosferdir. bu anlayışın yayılabilmesi için bireyin ve toplumun derin değişikler yaşaması gerektiğine inanılır. bu anlamda derin ekoloji diğer perspektiflere göre daha manevi bir çizgiyi de benimsemektedir.

    derin ekolojinin, derin ekoloji yanlısı olan herkesin kabul ettiği varsayılan ilkeleri vardır. naess ve sessions'ın ortak çalışmaları üzerine şekillendirilmiştir. derin ekoloji anlayışına göre temellendirilen bu sekiz ilke bir platformdur ve derin ekolojinin manifestosu olarak nitelendirilebilir. derin ekolojinin sekiz ilkesi şöyle özetlenebilir:

    1. yeryüzündeki insanların ve insan olmayan hayatın iyi olması, gelişmesi kendinden içsel bir değere sahiptir. bu değerler, insanın amaçları için yararlı olmaktan bağımsızdır.
    2. yaşam formlarının çeşitliliği ve zenginliği kendi içinde değerlidir. bu çeşitlilik ve zenginlik değerlerin gerçekleştirilmesine katkıda bulunur.
    3. yaşamsal ihtiyaçları dışında insanların bu zenginliğe ve çeşitliliğe müdahale etmeye, bunları azaltmaya hakkı yoktur.
    4. insan olmayan hayatın gelişmesi için daha az bir insan nüfusu gerekmektedir. aynı zamanda insan hayatının ve kültürünün de gelişimi nüfusun ciddi anlamda azaltılmasıyla mümkün olabilir.
    5. halihazırda, insanın insan olmayan doğaya müdahalesi aşırı düzeydedir ve gittikçe kötüleşmektedir.
    6. politikalar değişmelidir. değişen politikalar ekonomik, ideolojik ve teknolojik yapıları etkileyecektir. bu değişikliğin sonuçları mevcut durumdan derin bir şekilde farklı olacaktır.
    7. ideolojik değişiklikler gittikçe yükselen bir hayat standardı için değildir. hayatın niteliğini arttırmak, kendi içsel değeri olan konumlarda olmak yönünde olacaktır. büyüklük ile yücelik arasındaki farka ilişkin derin bir bilinç oluşacaktır.
    8. yukarıdaki ifadelere katılanlar gerekli değişiklikleri gerçekleştirmek üzere doğrudan ya da dolaylı olarak yükümlüdür.

    bu ilkelerin farklı şekillerde ifadeleri mümkündür. ancak bir ya da birkaçını reddedenler derin ekoloji yanlısı sayılmazlar. farklı felsefi görüşler, dinler, geleneklere dayandırılarak da ifade edilmeleri mümkündür. bu noktada derin ekolojide ekosofilerden bahsetmek gerekmektedir.
    derin ekoloji, bilimsel bilgiden başka bir şeyi temsil etmektedir. bilimsel araştırmalara dayalı normatif bir perspektif değildir. bu nedenle eko-"lojik" olmaktansa eko-"felsefi"dir. bilen biri olmaktansa bilgeliği ön plana çıkarmaktadır. bu farklılığı bir felsefi tartışma içerisinde değerlendirmek gerekirse platon'un felsefesindeki sofist-filozof ayrımı ve gerçek filozofun yüceltilmesi, asıl bilge olmasına benzetmek mümkündür. ekosofiler bu ilkeler üzerinden ifade edilen kişisel sistemler ve kişisel felsefeler olarak ortaya çıkmaktadır. ekosofiler ekolojik uyumun ve dengenin felsefesidir. aynı zamanda derin ekolojinin kendisi de bir ekosofidir. bu durum derin ekolojinin çoğulcu bir perspektif olduğunun göstergesidir.

    naess'e göre, farklı din ve felsefelerde var olan ve derin ekolojinin de temeli olan, başka ilkelerden çıkarsanamayan ancak onlara kaynaklık edebilecek olan nihai ilkeler vardır. her ekosofide farklı nihai ilkelerden beslenmiş olabilir. naess'in kendi ekosofisinin adı "ekosofi t" spinoza ve budizmden etkilenmiştir. nihai ilkeleri insanın ve insan olmayan türlerin kendi doğal tarzlarına göre yaşama ve potansiyellerini geliştirme iradesini ifade eden "kendini gerçekleştirme ilkesi" ve bunların hayat formlarının içsel bir değere ve kendini gerçekleştirme düzeyinde eşitliğe sahip olmalarına işaret eden "biyosferik eşitlik ilkesidir". bu ilkeler aynı zamanda derin ekolojinin de nihai ilkeleridir.

    derin ekolojinin toplumu değiştirmeye yönelik sınırları ve yöntemleri belirlenmiş bir projesinin olduğu söylenemez. kendini gerçekleştirmeyi temel alan, maneviyata yönelik bir düşünceye sahiptir. bireyin bilinçli olarak yaşam tarzını değiştirmesi tamamen siyasi bir eylemdir. bu nedenle bu değişimi yaşayan bireylerin sayısı arttıkça toplumun da değişeceğini ön görür. bireyin doğanın bir parçası olduğuna dair bilinçle, sevgi ve barış içerisinde değerlerini, yaşam tarzını ve düşüncesini kendini gerçekleştirmesi gerekir.

    tanımlı bir programı olmaması ve birey temelli bir dönüşümü hedeflemesi taoizm ve budizm'e dayanan köklerinin de etkisini göstermektedir. modernite karşıtlığı ve hümanizm eleştirisi nedeniyle insan karşıtı potansiyeli olduğuna dair eleştirilmiştir. bununla beraber bireyin doğanın bir parçası olarak kendini gerçekleştirmesine dayalı olan bu düşünce anarşizmin manevi yönüne dair çok fazla öge içermektedir.

    kaynaklar:
    1) naess & sessions, basic principles of deep ecology, 1984
    2) tuncay önder, ekoloji, toplum ve siyaset, odak yayın evi, 2003
    3) andrew dobson, ekolojizm, yeni insan yayınevi, 2016

  • ekolojizm nedir?

    ekolojizm insan dışı doğanın ve insanın insan dışı doğa ile kurduğu ilişkinin de ahlaki değerlendirmesinin yapılması gerektiği fikrini temel alır. kapitalist sistemin çevrecilik tanımından oldukça ayrı bir anlamı olan ekolojizme göre doğa insana hizmet eden kaynaklardan ibaret değildir ve çevreciliği, çevreciliğin getirdiği sürdürülebilirlik mantığını insanın kullanımına yönelik kaynakları koruma çabası olması nedeniyle eleştirir. insan dışı doğayla ilgili ahlaki değerlendirmeler toplumun siyasi, sosyal ve ekonomik yapısını etkilemelidir. insan dışı doğayı insan toplumunun devamlılığı için tahakküm altında kullandığı kaynaklar olmaktan öte ele alır.

    ekoloji terimi ernst haeckel tarafından hayvanlar, bitkiler ve bunların inorganik çevreleri arasındaki ilişkilerin araştırılmasını ifade eden bir biçimde türetilmiştir. yunancada "ev" anlamına gelen "oikos" kelimesinden gelir. çevrecilik ve ekoloji arasındaki farklılık buradan da anlamlandırılabilir:

    "insana dışsal olarak tanımlanan "çevre" ile ekolojinin "insanın da bir parçasını oluşturduğu "doğa-ev" kavramlaştırmaları arasında esasa/öze ilişkin bir farklılık söz konusudur. bu, bir tanım farklılığını aşan, doğaya bakıştaki ayrılığa tekabül eden derin bir farklılıktır. insana dışsal bir doğa algılayışı, insanlığın son iki yüz yıllık tecrübesinin de açıkça gösterdiği gibi, insanın yararı için doğaya her türlü müdahaleye izin vermekte, meşruiyet kazandırmaktadır. ekolojinin doğa kavrayışı ise insan-doğa ilişkisini, yarara dayalı bir ilişki olmaktan çıkarmakta, ahlaki ve sorumlu bir ilişkiye dönüştürmektedir." (tuncay önder, ekoloji, toplum ve siyaset, odak yayın evi, 2003)

    biyolojinin bir alt bilim dalı olmasına rağmen ekoloji, sahip olduğu bütünsel doğa yaklaşımı nedeniyle farklı düşüncelerin gelişmesinin de önünü açmıştır. yirminci yüzyılda toplumsal harekete dönüşen bu düşünce siyasal bir kategori haline gelmiştir. ekolojizme göre doğa-insan ilişkisi başlı başına bir toplumsal ilişkidir. doğanın kavramsallaştırılması kültürel, ekonomik ve sosyal meseleleri de içerir. özellikle kapitalist sistemde insan dışı doğanın "kaynak" olarak nitelendirilmesi ve bunun getirdiği sorunlar doğrudan ekolojinin ilgi alanına girer.

    anlamı gereği de insan-merkezciliğin ötesinde bir düşünce sistemi olan ekolojizm kendi içerisinde felsefi temelleri üzerinden derin ekoloji (bkz: derin ekoloji nedir?) ve toplumsal ekoloji (bkz: toplumsal ekoloji nedir?) olmak üzere ikiye ayrılır. bu iki temel perspektifin sentezlendiği diğer düşünceler de son dönemlerde yaygınlaşmıştır. ekoloji ele aldığı ekolojik, felsefi ve toplumsal sorunlar üzerinden anlamlandırıldığında "modernitenin karşı kültürel geleneğinin bir parçası" olarak değerlendirilse de andrew heywood bu perspektiflere "modern ekolojiyi" de katmaktadır. modern ekoloji, ekolojinin prensiplerini kapitalizmle harmanlayarak reformist bir çizgide bulunur. bununla beraber derin ekolojinin tanımlamalarına göre sığ ekoloji (bkz: derin ekoloji nedir?) anlayışına dahildir. ancak modern ekolojiyi, derin ekolojinin ve toplumsal ekolojinin eleştirdiği haliyle kapitalist sistemle birlikte ele almak daha bütünlüklü olacaktır.

    günümüzde ekolojizmin farklı bakış açılarıyla ilişki halinde olsa da ayrı bir ideoloji olarak değerlendirilmesi gerektiğine dair tartışmalar yapılmaktadır. ekolojizmde benimsenen örgütlenme ve karar alma mekanizmalarının, doğa-insan ilişkisi çevresinde gelişiyor olsa bile, öncül düşüncelerden alınarak dönüştürüldüğü gözlemlenmektedir. bu nedenle diğer ideolojiler tarafından pek çok yönden kendi alt akımları olarak değerlendirilebilmektedir. bu nedenle ekolojizmin içerisinde pek çok "eko-" ekiyle ekolojikleştirilen akım mevcuttur. anti-kapitalist düşüncelerin günümüzde bulunduğu nokta değerlendirildiğinde, kendi içlerinde de ilkesel olarak yeniden düşünme, yeniden tartışma trendinin olduğu ve ekoloji alanına yöneldikleri görülmektedir.

    türkiye'de, özellikle gezi parkı eylemleri sonrasında sayısının hızla arttığı görülen ekolojik örgütlenmeler mevcuttur. bu nedenle türkiye'deki ekoloji hareketi değerlendirildiğinde gezi parkı eylemleri sonrası diğer ideolojik örgütlenmelerin de ekoloji hareketine ilgi duymaya başladığı, kendini dönüştürdüğü veya ekoloji hareketleriyle oldukça yakın dayanışma ilişkileri içerisinde bulunduğu görülmektedir. aynı şekilde ekoloji hareketi içerisinde bulunan bireylerin geçmiş tecrübeleri de göz önünde bulundurulduğunda pek çok siyasal aktivistin ekoloji hareketlerine geçiş yapmakta olduğu ya da eş zamanlı olarak bir ekoloji hareketinin de parçası olduğu söylenebilir. bu durum karşılıklı olarak, ekoloji hareketlerinin yeni bir paradigma kurma çabasını düşünsel bir tartışma alanına çevirirken, diğer ideolojik örgütlenmelerin de ideolojiler üzeri bir noktada durmaya çalışan yeni ekolojik hareketler üzerinden kendini sorgulamasına veya bir şekilde programlarına ekolojik sorunları da dahil etmelerine imkan vermektedir. ekolojist hareketler bir taraftan yeni bir paradigma yaratmaya çalışırken, diğer taraftan pek çok farklı perspektif için de yeni bir aktivite alanına zemin hazırlamıştır. hes karşıtı hareketler, kent hareketleri, maden işçilerinin örgütlenmeleri, üretici sendikaları türkiye cumhuriyeti tarihine kısaca göz atıldığında sol örgütlenmelerin eylemleri olarak değerlendirilebilecekken, günümüzde ekoloji hareketlerinin sahiplendiği eylem alanları olarak ele alınabilir.

    kaynaklar:
    1) tuncay önder, ekoloji, toplum ve siyaset, odak yayın evi, 2003
    2) andrew heywood, ecologism and the politics of sensibilities, political ıdeologies, 5th edition.
    3) andrew dobson, ekolojizm, yeni insan yayınevi, 2016

« / 4 »