• bilemem kimim, neyim; benden ne kalır yarına,
    cennet mi düşer, yoksa cehennem mi payıma?
    sevgili, şarap, müzik: yetişir bana bunlar;
    gerisi senin olsun: al cenneti, çal başına!..

    ömer hayyam - çek şarabı, sev güzeli

  • turgut uyar'dan geyikli gece:

    halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta
    her şey naylondandı o kadar
    ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
    ama geyikli geceyi bulmadan önce
    hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk

    geyikli geceyi hep bilmelisiniz
    yeşil ve yabani uzak ormanlarda
    güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
    hepimizi vakitten kurtaracak

    bir yandan toprağı sürdük
    bir yandan kaybolduk
    gladyatörlerden ve dişlilerden
    ve büyük şehirlerden
    gizleyerek yahut döğüşerek
    geyikli geceyi kurtardık

    evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
    üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
    üç güvercin görsek meksika geliyordu aklımıza
    caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
    kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
    sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
    bilir bilmez geyikli gece yüzünden

    "geyikli gecenin arkası ağaç
    ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
    çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"
    ister istemez aşkları hatırlatır
    eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
    şimdi de var biliyorum
    bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
    dağlarda geyikli gecelerin en güzeli

    hiçbir şey umurumda değil diyorum
    aşktan ve umuttan başka
    bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
    belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor

    biliyorum gemiler götüremez
    neonlar ve teoriler ısıtamaz yanını yöresini
    örneğin manastır'da oturur içerdik iki kişi
    ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
    öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
    koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
    geyikli gecenin karanlığında

    aldatıldığımız önemli değildi yoksa
    herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
    gümüş semaverleri ve eski şeyleri
    salt yadsımak için sevmiyorduk
    kötüydük de ondan mi diyeceksiniz
    ne iyiydik ne kötüydük
    durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
    başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı

    ama ne varsa geyikli gecede idi
    bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
    bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
    kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
    büyük otellerin önünde garipsiyorduk
    çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
    hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
    örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
    yahut bir adam bıçaklasak
    yahut sokaklara tükürsek
    ama en iyisi çeker giderdik
    gider geyikli gecede uyurduk

    "geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
    imdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
    sultan hançerleri gibi ayışığında
    bir yanında üstüste üstüste kayalar
    öbür yanında ben"
    ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
    eskimiş şeylerle avunamıyoruz
    domino taşları ve soğuk ikindiler
    çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
    gölgemiz tortop ayakucumuzda
    sevinsek de sonunu biliyoruz
    borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
    ikramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
    daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
    oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
    iyice kurulamıyorum saçlarını
    bir bardak şarabı kendim için içiyorum
    "halbuki geyikli gece ormanda
    keskin mavi ve hışırtılı
    geyikli geceye geçiyorum"

    uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.

  • gaziler caddesi, attila ilhan:

    basmâne'de gaziler caddesi'ne
    küçük bir yağmur götürdüm
    siz böyle akşamüstü görmediniz

    gizlice bir şarap tuttum
    yine o şehir korkusu
    ola ki simsiyah sarhoşum
    içimde elektrik uğultusu
    bir kötümserlik sebepsiz

    şurda yeşil gözlü bir çocuk
    naylon geçirmiş şapkasına
    ferid'e benzettim azıcık
    kimbilir belki de başkasına
    yetişkin eli yüzü tertemiz

    basmâne'de gaziler caddesi'ne
    kırık çocukluğumu götürdüm
    siz böyle bir akşam üstü görmediniz
    camların rengini beğenmedim
    bütün mor bıyıklar yabancı
    şekersiz çaylar içindeyim
    gece makaslarında bekçi
    sabaha karşı hırsız

    bu afiş bir sinema tuzağı
    düşme o kızın arkasına
    yemyeşil kolu bacağı
    cigara yapışmış dudağına
    dördüncü gecedir uykusuz

    basmâne'de gaziler caddesi'ne
    ürkek bir çarşamba götürdüm
    siz böyle bir akşam üstü görmediniz

  • desem ki

    desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır,
    rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
    sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
    ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
    senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
    toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
    sende tattım yemişlerin cümlesini.

    desem ki sen benim için,
    hava kadar lazım,
    ekmek kadar mübarek,
    su gibi aziz bir şeysin;
    nimettensin, nimettensin!
    desem ki...
    inan bana sevgilim inan,
    evimde şenliksin, bahçemde bahar;
    ve soframda en eski şarap.
    ben sende yaşıyorum,
    sen bende hüküm sürmektesin.
    bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
    rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
    günlerden sonra bir gün,
    şayet sesimi farkedemezsen,
    rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
    bil ki ölmüşüm.
    fakat yine üzülme, müsterih ol;
    kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
    ve neden sonra
    tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
    hatırla ki mahşer günüdür
    ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.


    cahit sıtkı tarancı