tanıl bora'nın cereyanlar isimli eserinden derlenmiştir.
muhafazakar edibeler münevver ayaşlı ve samiha ayverdi, kemalizmin yeni kadın ülküsüne karşı, eski kadının kıymeti üzerinde ısrar etmişlerdi. okumamış ama "şifahi kültürü" ile bilge, "sabırlı, temkinli, vakarlı, şefkatli, bilhassa hamiyetli" - ve tabii "yerli ve milli" olan eski kadın, sokağa salınarak ahlaken düşen yeni kadından daha yüksekti ona göre. islamcı harekette de, kadının eve geri dönmesini özleyen bu muhafazakar bakış '80'lere kadar hakimiyetini korudu.
1987'de, islamcı muhitin etkili aydınlarından ali bulaç, bir süredir zaman gazetesinde düzenli yazan -ve somut'un kadın sayfasının feminist hareket açısından oynadığı role benzer bir etki uyandıran- bir grup genç müslüman kadına çıkışan bir makale kaleme aldı. makalenin başlığı, meramı özetliyordu: "feminist bayanların kısa aklı". bulaç, feminist fikriyatın tesirine girdiğini söylediği bu kadınları, islami referanslardan uzaklaşmak ve fıtri hadlerini aşmakla suçluyordu. suçlamaya hedef olan kadınların mukabelesi, miladi bir çıkış oldu.
o sıra 28-30 yaşlarında olan bu yeni kadın yazar kuşağı, dilini hiç korkak alıştırmadan, islami söylemdeki erkek vesayetçiliğine karşı hücuma geçti. (tuba tuncer'in yazısının başlığı, bulaç'ın aşağılamasını aynen iade ediyordu: "kimin aklı kısa?") yıldız ramazanoğlu, müslüman erkeğin "her şeye razı, uysal, uyuyan güzel kadın tipi"ne tahakküm etmesinin daha kolay olduğunu, onun için "öğrenen kadın"dan korktuğunu yazdı. ramazanoğlu daha sonraları islamcı dergileri, müslüman kadınların genişleyen ilgilerini uzun süre börek tarifleri çerçevesinde tutmaya çalışmakla da eleştirecekti. mualla gülnaz ve elif halime toros, feminizm adının üzerlerine küfür gibi savrulmasından sakınmadılar. toros'a göre feminizm "kadınları erkeklere karşı dayanışmaya çağırmak" ve kadınların "dünyayı tekellerine alan erkeklere insan olduklarının kabul ettirebilme mücadelesi" idi. gülnaz, "evet! feminizm kadını erkek tahakkümüne karşı ayaklanmaya çağırır. evde, işte, sokakta. bundan bu kadar korkmak niye? laf cambazlığı yerine tahakkümden vazgeçmek düşünülemez mi?" diye meydan okudu. bu kadınların açtığı yoldan gidenler, artık kadınların "hayrının", annelik ve ev hanımlığı gibi görevlerle değil, -tıpkı erkekler gibi- takvayla ölçüleceğini savunacaklardı.
1987 çıkışını gerçekleştiren islamcı kadınlar, konuşmayı edebiyatla da sürdürdüler. edebi eserlerinde, bizzat halihazır islamcılığın kadınları içine ittiği mutsuzluğu işlediler. yıldız ramazanoğlu bir hikayesinde, kadının "kendini geliştirmesinin" önündeki 'imkansızlığı' gayet 'büyüsüz' bir katı gerçekçilikle özetler: "erkekler daha gelişmiş kadınlar istiyorlar fakat gerçek şu ki kendimi geliştirmekte haddi aşmadan eve dönmek zorundayım." halime toros, 'özlenen' kadının sarkastik bir tarifini yapar: "evde sorun çıkarmaz, kokmaz bulaşmaz, küfretmez, ayak diremez, kahkaha atmaz, her lafa karışmaz bir sükût abidesiyim."
islamcı kadın yazarlar, eleştirdikleri ataerkil himaye rejiminin yozlaşarak kendi hasletlerini yitirişine de hayıflanırlar. aileyi bozan, şefkatsizleşmiş, merhametsizleşmiş, adaletsizleşmiş erkektir.
hidayet şefkatli tuksal, kur'an'ın ve bütün dini kaynakların erkek-egemen tarihsel yorumunun sorgulanması gerektiği fikrindeydi. onun 2000'de kadın karşıtı söylemin islam geleneğindeki izdüşümleri adıyla kitaplaşan doktora tezi, bu yönde atılmış ciddi bir adımdır. çalışmasının başında belirttiği gibi, müslüman kadının "onurlu bir kimlik arayışı"nın gereği sayar bu sorgulamayı.
'80'lerin ikinci yarısında islamcı hareket içinde kadınlar, sadece dergiler çevresinde ve entelektüel ortamda değil, gündelik politikada da aktifleştiler. refah partisi'nde özellikle büyük şehirlerde kadınlar, enerjik bir örgütlenme seferberliğine girdiler. 1995'te rp'nin istanbul il örgütünde 18 bin hanım teşkilatçı olduğu belirtiliyordu. bu teşkilatçı kadroda öne çıkan sibel eraslan, kadınların yönetim ve temsil makamlarından uzak tutulmasını açıkça eleştirmesiyle de ün kazandı. bu eleştiri, sadece kamusal alanda başörtüsünü men eden laiklik uygulamasını değil, -bazen bu yasağı da bahane ederek-, örgütte, yerel yönetimlerde ve tbmm'deki koltuklara hemen hiç kadın oturtmayan parti geleneğini de hedef alıyordu.
başörtüsü, '80'lerden itibaren islamcı kadın uyanışının can damarıydı. bunun bir nedeni, açık bir kimlik alameti olması, ikincisi de buna bağlı olarak kamusal alandan men edildiği için mağduriyete yol açmasıydı. islamcı kadınlar başörtüsünü bir direniş ve özgürleşme imkanı olarak yorumladılar: baskılara direnmek ve iffetini koruma iradesi geliştirerek özgürleşmek. dinin emrine de, lafzının ötesinde, buradan bağlanıyorlardı.
akp'nin güçlü iktidarı döneminde, kamusal alanda başörtüsünün tedricen serbestleşmesiyle kadınların sorunlarının çözülmüş olduğu iddiası, eleştirel islamcı kadınları rahatsız edecekti. sesi pek gür çıkmayan, gitgide daha da cılızlaşan bir rahatsızlıktan söz ediyoruz.
konca kuriş nakşilik bağından "sadece kur'an" şiarıyla kopmuş, bu arınmanın sonraki adımında dinin erkek-egemen yorumuyla mücadeleye yönelmişti. kur'an'ın düz anlama kilitlenen ataerkil ve kadın düşmanı tefsirlerini sorguluyor, başörtüsünün islam öncesi bir örfi adet olduğunu ileri sürüyor, kadınların erkeklerle birlikte namaz kılabileceklerini, cuma ve bayram namazlarına katılabileceklerini savunuyordu. mersin'de laik kadınlarla beraber ev içi şiddete karşı kampanyada yer aldı. hizbullah tarafından kaçırılarak hunharca katledildi. kuriş "feminist dinci" olarak ünlenmiş, ayşe düzkan 1999'da onun "türk feministlerinin ilk şehidi" olduğunu söylemişti. ne var ki feminist sıfatı islamcı kadınlar arasında hep muhataralı bulunmuştur.
başörtüsü meselesi 1980'lerin sonlarından itibaren feminist hareket içinde keskin bir ayrışmaya sebebiyet vermişti. kemalist feministler veya kadın hakları savunucuları, keza sosyalist feministlerin önemlice bir bölümü de, başörtüsünü tartışmasız kadını 'kapatmanın' ve ezmenin aracı olarak görüyor, genç kadınların ya baskı sonucu ya da kör bir itaatkarlıkla örtündüğünü düşünüyordu. 'bilinçli' örtünenler de, demokrasi düşmanı bir ideolojinin bayraktarına indirgenmeyi benimsemiş oluyorlardı. buna karşılık feministlerin (radikal, sosyalist ve sair) bir bölümü, başörtülü kadınların özneleşme mücadelesini önemsiyor, ayrıca sözgelimi sünnete uygun sakal kriminalize edilmezken başörtüsünün siyasi simge damgası yiyip sonuçta yine kadınların kısıtlanmasına itiraz ediyorlardı - kürt kadın hareketi de genellikle bu eğilimdeydi.
sosyolog nilüfer göle'nin çok okunan modern mahrem ( 1991) kitabı da bu 'empatiye' katkıda bulundu. göle, islamcı kadınların kamusal-özel ilişkisini dönüştürme çabalarını sosyolojik cepheden ele alıyor, başörtülüler hakkındaki cehalet-gerilik önyargısını sarsıyor, oradaki 'hayata katılma' arzusuna dikkat çekiyordu.
islamcı kadın hareketinin feminizme baştan mesafe koyan muhafazakar kolunu unutmayalım. emine şenlikoğlu, "aileyi öldürücü bir akım" olarak tanımlıyordu feminizmi. nazife şişman 1990'larda bir söyleşide "feminist hareketin sonuçta erkeksiz bir toplum idealine varacağını" ileri sürüyordu. 2006'da emanetten mülke: kadın, bedeni, siyaset kitabında, feminizmin gen mühendisliğiyle müşterek ifrat noktasının bu olduğunu yazdı: "erkeksiz bir dünya". kadın kimliği dergisi, 1995'te istanbul-kumkapı'da meyhanede sarkıntılığa uğrayan bir genç kadının saldırganı öldürmesi üzerine çıkan tartışmada, "sokaklar da geceler de feministlerin olsun, bize allah'ın müsaade ettiği mekanlar yeter" diye kesip atmıştı. en koyu kırmızı çizgi, eşcinsellik ve lbgt'yle ilgilidir; apaçık sapkınlık ve hastalık olarak görülür. bu bahiste rastlanabilen en 'ileri' tutum, eşcinselliğin görünürlüğünün teşvik edilmemesi, "özendirici" olmaması ikazında bulunanlarınkidir ...
hoş: tümü
|
bugün
başlıkta ara