• dil devrimimizin öncülerinden nurullah ataç'a atfen, bu gün kullandığımız türkçe'yi anlatmak için kullanılan kelime.

    ataç, yeni cumhuriyetin yüklendiği kültürel devinim ve ilerleme* hedefini, güçlü bir dille silahlandırmak* amacıyla yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak için çalışmalar* yaptı. onun çağı ve sonrasındaki aydınların* -kimi zaman haklı- eleştirilerine* uğramasına* rağmen dilde sadeleşmeye ve öz dile (türkçe) dönmeye yönelik bir macera başlattı.

    bu maceranın şiirdeki ilk yansımasını garip akımında görüyoruz. orhan veli'nin varlık'ta 1937 yılında yayınlanan gölgem şiiri:

    bıktım usandım sürüklemekten onu,
    senelerdir, ayaklarımın ucunda;
    bu dünyada biraz da yaşayalım,
    o tek başına, ben tek başıma.

    ---

    örneğin;*

    buradaki 'usanmak', ataç olmasa hâla 'istihsar' ile karşılanacaktı veya gölge saye ile. kısacası* ataç'la başka bir uyuma* da kavuşup, zenginleştik. doğal olarak* dilin yukarıdan dayatılması bazı azâba, dağdağaya, ducrete ve kefâya yol açtı. ancak ataç'ın çabaları bize, kaşgarlı'nın yere düşen emanetinin yere düşmekle kadr ü kıymetten sâkıt olmadığını da gösterdi.

    yukarıdaki şiire naçiz bir çevirimi de bırakıyorum:

    fütr-u istihsar ettim, peşimdeki zal'adan,
    nice yevmdir, hatta yıl, kenarında paimin

    temennimdir cihanda cevelandır azâdan,
    a'zel kalsın sayem de, men de uzlet daimen

  • iyi ki ataç gibiler var da içrek bir ekin ırasını özeğe alan örgensel yönseme'den faydalanabiliyoruz.

  • bu başlık bana bir hikayeyi hatırlattı.

    birinci dünya savaşı sırasında, ninemin dedesi ruslara esir düşüyor. bir hapishanede uzun süre kaldıktan sonra da bir yolunu bularak kaçıyor. tam olarak rusya'nın neresindeki bir hapishanedir, bilmiyoruz ama üç ay yürüdüğünü hikaye ediyor.

    velhasıl, bu yürüyüşün bir kısmında da bir trene kaçak olarak binmeyi başarıyor dede. ancak, rus askerleri de bu kaçak binişi fark etmiş olacaklar, dedeyi saklandığı yerde buluyorlar. üç asker aman vermeden tüfekleri doğrultup ateş etmeye hazırlanıyorlar.

    dede, can havliyle bildiği biraz rusça ile düşmanları iknaya uğraşıyor. ikna çabasının beyhudeliğini anladığında da onlara türkçe küfretmeye başlıyor. burada zikrettiği küfürlü pasajın muhtevasını da bilemiyoruz, ancak şöyle bir mucize gerçekleşiyor:

    askerlerden biri kazak. bu kazak, dedenin sövgülü pasajındaki türkçe kelimelerden, dedenin türk olduğunu anlıyor ve o anda, gerçek kimliği harekete geçiyor. ani bir idam mangasına dönüşmüş olan ekibin içinde bir karışıklık yaratıp diğer rus ikiliyi dedenin de yardımıyla öldürüyorlar.

    neden anlattım bu hikayeyi? çünkü ataç'ın ve yeni cumhuriyetin çabalarıyla dilimiz, araplarla ve perslerle değil de, hakiki akrabalarımızla bağ kurabileceğimiz bir özellik kazanmaya çalıştı.