3 entry daha
  • toplum büyüdükçe ortadan kalkandır. insan ait olduğu topluluğu kendisine fiziksel olarak yakın hissedemediği müddetçe "sadece tarafgir bir gözlemci" olmaya mahkumdur. bu gözlemcilikten ibaretlik onun haksızlıklar karşısında bir ses çıkarmasına engel olmaya başlar. günümüzde artık her şeyin merkezleşmesi ile birlikte merkeze uzak olanların kendilerine karşı bakışı iyice aşağılar hale gelmeye başladı. oyuna başladığımız anda yenildiğimizi idrak edersek bunun adı artık soykırımcı bir katliamdır. sudan'da doğan bir insanı düşünün. yemek bulmak her an gerçek bir sorunken insanların hastalıktan kaçmak için ada alışını izlemek zorunda. bu hayatta gerçekten çabalamaya değer mi?

    toplumun büyümesi umutları azaltır. daha fazla zenginleşmenin tek yolu daha uzun vadeler üzerinde konuşabilmekten geçiyor. bunun da adı hayatta kalmak. uluslararası ilişkilerde de doğadakinden farksız - doğal olarak- bir evrim süreci görünüyor. evrim sadece bazı biyolojik canlıları etkileyen bir sürecin adı değil, bir doğa kanunu.

    adalet ancak her bir aktörün öngörülebilir zamanlardaki özgürlüklerini garanti altına almakla başlar. ancak sadece adil olmak yetmez aynı zamanda hareketli de olmak gerekir. zira adil olmanın yavaşlatıcı bir etkisi vardır; bakınız demokrasiler, yargı bürokrasisi. aynı anda söz verme gerekliliği ve aynı anda söz vermenin zamanın sınamasından hemen hiçbir zaman geçemediği bilgisi ile aynı anda uğraşmak zorunda insanlık. "bir şey yapmak zorundayız ancak zorunda olanlardan bazıları onu yapmayacak. ya da tam yapmayacak. "

    bu bildiğimiz good old free-rider problem. bununla herkes başka bir şekilde ilgileniyor ancak onun evrimsel olarak ele alınışını açıklayan metinleri bulmayı erteleyip bununla doğrudan yüzleşeceğim.

    beleşçi her zaman kötü bir insan değildir. bazen sadece yapamaz. bu üstün zekaya sahip olanlar ile düşük zekaya sahip olanlar arasında bilindik bir uzlaşmazlıktır. hagi'nin sabri sarıoğlu'na "oğlum nasıl 45 metreden doğru pas atamıyorsun!?" diye çıkıştığı hikaye iyi bir örnektir. askerde sağ sol yürüme komutlarını yapamayanlar örneğin. oysa subaylar, onları grupta ayrı biçimde cezalandırarak yürüttüğünde ne kadar da yapmak isterler. sadece yapamazlar, onlar için biraz fazla zordur.

    beleşçinin yapamıyor oluşu anlaşılabilirdir. ancak bir de yapamıyormuş gibi davrananlar vardır. aslında basit bir çabayla yapabilirler ancak o çabayı göstermekten de kaçınırlar. kimsenin sevmediği beleşçiler bunlardır. buradaki sorun aslında epey derindir: kim gerçekten yapamıyor ve kim yapamıyor gibi davranacak kadar tembel?

    bunu ayırmanın yolu insanların niyetlerini okumak. ancak insanların niyetlerini okuyamadığımız gibi insanların niyetleri de zaten kendi kararları değil. (bkz: robert sapolsky) özgür irade yoksa hep beraber yapılan bir işten kaytarmak da kişinin elinde değildir. big bang'den dolayı o vatandaş beleşçilik yapmaktadır.

    burada kilitlenip, beleşçileri sevelim sayalım deyip geçmeyeceğiz elbette. gerçekçi bir şekilde baktığımızda insan toplumu beleşçiliğe toleranslıdır. ben bu oranın tarihin bir noktasında yapılan deneylerce %19 bandına yaklaşacağı kanaatindeyim. yani bir grup içinde %19 pay birine verilecek ve kişi hiçbir şey yapmayacaksa o kişiyi seviyorsak veririz gider. tabi burada basit bir iş için bir araya gelmiş beş aile mensubunu düşünüyorum. aradaki sevgi bağından emin olmalıyız. ailesinde her zaman beleşçi olmasına izin verilmiş birinin iş bölümü zamanı geldiğinde biraz beleşçi olması onun suçu değildir. ona karşı bu kadar merhametli olmak da ebeveynlerin suçu değildir. beleşçilik istisnalar dışında kabahatsiz bir suçtur aslında.

    o halde beleşçi dediğimiz insan; beceriksizse ve seviliyorsa tolere edilebilir. beleşçilik, sadece gerçekten denediğine emin olduğumuz ve gerçekten kendini sevdirmeyi başaran insanların hakkıdır. bu etik bir ilke olarak öne sürülmüyor, etik ilke olarak bugüne kadar hayatta kalışı dile getiriliyor.

    öte yandan topluma hem denediğini dahi gösteremeyen, yahut gösteremeyecek kadar gururlu olan, ve sevimsiz insanlar var. onlara ne yapacağız? sürecek miyiz? öldürecek miyiz? cezalandıracak mıyız? şartlar zor değilse her zaman başımızın üstünde ağırlamanın bir yolunu buluruz ancak şartlar zorsa? şartlar zorladıkça biz de kötü olanlara karşı acımasızlaşırız. (bkz: crudelem medicum intemperans aeger facit) bunun adı kültürel evrimdir. ingiltere'de kapitalizm uğruna işçilerin ezilmesini körükleyen yasalar bunun en modern göstergesidir. toplum kültürü değişmeye başladığında, değişemeyenler değişme karşıtlarına katılırlar. demokrasinin günümüzdeki krizlerinden biri budur. gücü elinde bulunduran beceriksizleri, beleşçileri, eski dünyanın beceriklilerini, kötü niyetlileri vs. baskılamadığı müddetçe toplum süratli bir şekilde adapte olamaz. insanların sırf kendi çıkarları için makinalara saldırdığı bir dönemde ingiliz hükümeti insanlığın vicdanını sızlatacak şekilde makinelerden yana olmuş ve sonraki ingiliz jenerasyonlarının refahını garanti altına almıştır. değer midir? tartışılabilir.

    eski dünyada bu sorunun en muteber çözümü değişimi zamana yaymak olarak kabul edilmiştir. kültürel değişimleri halka yavaş yavaş benimsete benimsete anlatmak gerekir. oysa kültürel değişimler hızlandığında halkın da hızlanması gerekir. halk bu hız için hazırlıklı değilse, örneğin kötü beslenmiş, kötü eğitilmiş, kötü bir yerde yaşamış, kötü şeyler giyinmişse, halk değişime o denli güçlü bir şekilde karşı koyar. akp iktidarının uyandığı mesele de budur. halkın amaçsızca kontrol altında tutulması. gerçekten evsensel ve herkesin lehine olmak üzere düşünülmüş bir fikre yönlendirilmeden.

    netice itibarıyla adalet hiç kimsenin hiç bir haksızlığa uğramadığı alan değildir, haksızlıkların ve hakların daha net anlaşılabilir bir şekilde kamusal olduğu alandır. beni çok güldüren kardeşim hayatının sonuna kadar benden geçinebilir, çok güzel karım hayatının sonuna kadar hiçbir şey üretmeden benim üstümden yaşayabilir, 2 ay önce mamut öldürürken bacağı kopan avcı arkadaşımıza ölene kadar bakabiliriz, sırf ana babamız olduğu için insanlarla yıllarca ilgilenebiliriz, mağaranın duvarına çok güzel resimler çizen arkadaşımız meyve toplamaya gelmese de olur.

    işte tüm bu örnekleri bilebilmek için toplumlar ufak olması gerekir. başta dediğimiz gibi eğer toplum çok büyürse kurallar aşırı karmaşıklaşır ve neyle neyin takas edildiği takip edilemez hale gelir. bu durumda kimse adaletin ne durumda olduğunu kolaylıkla anlayamaz ve adilden yana olup olmadığını bilmediği için gönül rahatlığı ile devrimci bir şekilde örgütlenmekte zorlanır. adil bir dünya için liberalizmin insan toplumlarının olabildiğinde küçülmesine -ancak asla tek başına birey derecesine inmeye zorlamadan- çalışması gerekir. bir koca dünya olarak birleşmenin kaçınılmaz olduğunu biliyoruz ancak aynı şekilde insanların adaletsiz yaşamaktan nefret ettiğini de biliyoruz. adem-i merkeziyetçilik beleşçilik meselesi üzerinden yeniden değerlendirilmeli ve adalet arayışına tek bir an dahi olsa ara verilmemelidir.