2 entry daha
  • inanma çıtası kavramının, kişinin "kendi şüpheci pozisyonunun sınırlarından haberdar olması durumunu göstermek için" kullanılmasını önerdim sadece. örneğin a kişisi "bu argümanla ilgili bana hegel'den bir pasaj getirirsen ikna olabilirim" diyebilir. konuştuğu b kişisi ise "sen de bana bu argümanla ilgili kurandan ayet getirirsen ikna olurum" derse a kişisi ve b kişisi bu noktadan sonra ya konuşmaya devam etmezler ya da ikisi de birbirinin inanma çıtasının ahlakiliğini kabul etmiş demektir. bu da taraflardan birinin günün sonunda kendi argümanıyla ilgili kuşku duymasına kaçınılmaz olarak yol açacaktır, zira ahlaki olarak eşit olan şüphedeyse, güvende hissetmek memelilerin sezebileceği bir hatadır. bu nöbetçiler alarm verirken "aman nöbetçiler ne anlar?" deyip uyumaya devam etmeye benzer.
    -------

    mesele şu, uzlaşmak için uzlaşılabilecek bir zemin inşa etmek zorundayız, yeni bir paragidma belki her seferinde. bu zeminin karşılıklı inşası için de iki tarafın da cebir dışında bir noktada ikna edilebiliyor olması gerekir. en adil ikna noktasını belirlemek de her zaman ahlaki bir sorundur. bu sebeple ahlaki olarak eşitsek, bilginin kaynakları konusunda da eşit olmalıyız. ben bilgileri, ne kadar cahil olursam olayım, bir "bakmış" olana bırakmak isterim. bu adamların adı "cahil" dediğimiz grupta sadece felsefeden ve sanattan uzak duranlar. bu adamlarla konuşmak için önce onları ahlaken eşitleştirebilmemiz gerekiyor. bir vatan haini-düşman-subhuman bilgiyi nereden almış alırsa olsun, neye çalışmış olursa olsun, mutlaka biraz haksızdır. düşman x, kavramlaştırmasının dışına çıkabilmek için reddedilemez ve adil bir epistemolojik teklif yapmalıyız *. kant'ın yaptığı bir yanıyla da bu olabilir, imparator bu sebeple mektup yazmış olabilir. adil teklifi yapanla kamu önünde savaşılmaz.
    ------

    bu teklifin adı da inanma çıtası. bak inanç bile değil. kavramsal olarak da ahlaki bir eşitliği kabul ediyor ve tevazu içinde onlarla uzlaşabileceğimizi seçiyoruz. detayları bilmek zorunda değiller ancak her zaman adil ahlaki özne olarak tanındıklarından emin olmak zorundalar. işte en kötüleri ile diyalog için eğer buradan konuşmaya başlarsak, sadece bu yöntemin pratik edilmesi bile tüm meseleyi kökünden değiştirmeye başlayacaktır. rorty bir yerde "önemli olan konuyu değiştirebilmek" diyor. politik düzlemde epey derin noktalara temas eden bir yaklaşım aslında.

    -------

    üstteki entry'de şöyle deniyor: "inanma çıtanızı önceden siz belirlediğinizde karşı tarafın sizi belki de aklınıza bile gelmeyecek yerlere (fikren) götürme ihtimalini ya ortadan kaldırmış ya da küçültmüş olursunuz. bu sebeple de mevzu fikir tartışmasıysa saçma bir öneri bu." burada meselenin ahlaki tarafında bir uzlaşamama görüyorum. şöyle düşünen birinin hayal edemez miyiz: "karşı taraf beni bilmediğim yerlere götürürse, tehlikede olurum."? bence kimse bilmediği yerlere gitmemeli. bildiğim yerlere, bilmediğim yerlerden getirdiklerini sunmaya indirgenirse eğer diyalog, o zaman herkes diğerinin götürdüğü yerlere gitmeye daha hevesli olur. kötü olan eğer istemezse hiç bunu yapmak, o halde daha adil soruyu soranın tarafı ahlaki üstünlüğü meşru olarak ele geçirir, tüm memeliler bilir bunu! adalete ikna edersek, bizim taraf kazanacaktır. edemezsek, şarkılar susar, heves kalmaz, şatârâbân ölür.

1 entry daha